Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. BÖLÜM

@mahinehar

BÖLÜM 1: SADECE HAYAL

 

​​​​​Uzandığım yatağımdan bıkkın bir şekilde doğruldum. Artık daha fazla tahammül edemiyordum hastane kokusuna. Her gün yeni bir şeyin daha peyda olacağını bilerek günlerimi bu kutu şeklindeki odada geçirmek bana acı veriyordu. Tamam, arada olsa bahçeye çıkıyordum. Temiz havayı ciğerlerime hapsediyordum; ama ne kadar etkili olabilirdi ki? Sonuçta yine dönüp dolaşıp o odaya, duvarların üzerime üzerime geldiği, hayatımın son demlerini yaşayacağım, belki de son nefesimi vereceğim, beni bağrından atacak olan son mekân: dört yüz bir numaralı oda...

Seslerin ve serzenişlerin bastırılmadığı bu yer benim evim olmuştu. Yalnızdım... Hali vakti yerinde bir yalnızlıktı benimkisi. Keder elden, yas gözden geçinip gidiyoruz. Bana eşlik eden bir saat. Her 'tik-tak' edişinde kim bilir nerede birinin hayatı son buluyordu? Kim bilir ne düşler, acılar ve gözyaşları gökyüzü kubbesinin altında toprağa kavuşuyordu? Doğrulduğum yerden dengemi kaybetmeden ayağa kalktım, cam kenarına doğru ilerledim. Canım sıkıldığında belki de sığındığım tek köşeydi. Nasıl güzel olmazdı ki gökyüzü? Matemi seyre dalmak için en dikkat çekici yerdi benim için. Huzuru bulduğum tek yerdi.

Hava açıktı; ufukta batmakta olan kıpkırmızı bir güneş, incelmiş bir bulut kümesinin metrelerce altında oradan oraya koşturan insanlar. Hepsinin gideceği evi varken, ben hastane köşesinde derin bir hüzünle baş başaydım. Düşüncelerimden sıyrılarak, tıkırtı eşliğinde gelen sese kulak kabarttım. Odamın kapısı aralanmıştı. Başımı omuzumun ardında kalan kapıya çevirdim, gelen hemşire Elif idi...

Orta boylu; kumral, kıvrım kıvrım saçları vardı. Güzelliğine güzellik katan ela gözlere sahipti. Ondan bir istekte bulunmuştum, herhalde yerine getirmişti. Aslında ona çok minnettardım. Bana, kaldığım bu derin deltanın hüzünlü obasında, bir nevi arkadaşlık yapmış, yalnızlığıma 'ben varım, dostum...' diyerek savaş açmıştı. Her gün halimi hatırımı sormak için uğrar, bir şeye ihtiyacım olup olmadığını kontrol etmek üzere yanıma gelirdi sağ olsun. Beni yine güler yüzüyle karşılamış, dudaklarını ise kıvırarak konuşmak için aralamıştı.

"Selamın aleyküm. Bakıyorum da yine köşene geçmişsin. Nasılsın bakalım?"

"Aleyküm selam canım. İyi sayılırım. Yine ben ve köşem... Bu oda da bir burayı seviyorum. En azından biraz olsun nefes alabiliyorum."

"Seni anlıyorum güzelim. Her şey geçecek ve sen çok mutlu olacaksın. Sağlığına yeniden kavuşacaksın ve hayallerinin peşinden koşacaksın. Sen çok güçlüsün. Üstesinden gelemeyeceğin hiçbir şey yok. Tamam mı?" dedi ellerini teselli edercesine yumruk yapıp aynı sıcaklıkta gülümserken. Açık bıraktığı saçları görüş alanını kapatırken, önüne düşen bir tutam saçı ustaca alıp kulağının ardına sıkıştırmıştı. "Bak, sana ne aldım. İstediğin kitap şeklindeki defter. Kalın ve beyaz sayfaları da çok üstelik. Mavi kapaklı, sen seversin maviyi. Tıpkı gökyüzünü sevdiğin gibi onun renginde olmasına özen göstererek aldım." dedi kocaman gülümseyerek.

'Sağlığına kavuşacaksın.' Artık hiç umudum yoktu. Ben hastaydım ve bunu kabullenmiştim. Tıpkı çıkmaz bir sokakta, özgürlüğünü ararcasına koşan küçük kız çocuğu gibiydim. Koştukça yolun sonunu görecekmişim gibi sonunda oldu, ben kurtuldum diyecekmişim gibi... Ama biliyordum ki bu mümkün değildi. Beni ne kadar motive etmeye çalışsa da hemşire Elif, ben hastalığımı biliyor ve bunu bir imtihan olarak görüp, sabır ve tevekkül ediyordum. Ondan kalınca bir defter istemiştim. Biraz olsun can sıkıntımı, vaktimi, beynimde zihnimi yoran belli belirsiz görüntüleri defedip istediğim gibi yazmak istiyordum. Ben yazmayı ve okumayı çok severdim. Bir sürü kitapta almıştı bana Elif. Sırf okuyup kafa dağıtmam içindi hepsi; ama ne kadar etkili oluyordu, orası bir bilinmezlikti. Yine buradaydım işte, o boş ve soğuk odada...

Elif, elindeki defteri bana uzatmış, bir sonraki saat başında yanıma uğrayacağını söyleyerek gitmişti. Elime aldığım deftere bakıp boş sayfaları çevirdim. Belki de bundan sonra tek bir boş yer kalmayacaktı. Elime aldığım kalemle, pencere kenarına oturup geçmişten ve gelecekten kopmak istercesine yazmak, mavi kalıplı defterimin bembeyaz sayfalarında kaybolmak istedim. Bedenimi, aklımı ve yüreğimi hiçliğin emrine sunmak istedim. Eğer okunmayacaksa, gerçekleri yazmanın kime ne yararı olabilirdi ki?

"İleride belki yırtılıp atılacaktı. Kim bilebilirdi ki?"

-Ben kim miyim?

-Bunun ne önemi var.

Gökyüzünde dolunay, hastanenin bahçesindeki toprak kokusu... Fısıltı şeklinde kulaklarımı es geçmeyen, camın yarım kalmış açıklığından faydalanıp esen serin rüzgâr. Nergislerin tazelenme demi. Aşkı sadece aşkla tartanların giriftinde ölümün bile yok edemediği bir sevda... İnsanların yüreklerinde kin ve nefret, dolunayda derin bir sükûnet. Yaşanacak derin ve acı bir olay... Sanki dünyanın son vaktiymişçesine canlı cansız ne kadar mahlûkat varsa susmuş, kıpırtısız kalmıştı. Artık gerçeği bütün göz alıcı ihtişamıyla ardımda bırakıp, rüyayı et ve kana bürümenin zamanıydı. Büyülü ve gerçekleşmesini istediğim, ama asla da var olmayacak bir rüyada hayale kucak açmaktı benimkisi! Şimdi sayfalarda kaybolma zamanı. Rüyayı, rüyada yaşama zamanı...

-Ben kim miyim?

-Bunun ne önemi var.

 

 

 

 

Loading...
0%