Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. BÖLÜM

@mahinehar

BÖLÜM 10: YOLLAR MI AYRILIYOR?

 

 

“İçimdeki artçı sarsıntılarla depremlerimize zemin hazırlıyorum.”

 

 

Gözlerimi açtığımda karşımda Ömer'i görmüştüm. Beni uyandırmaya çalıştığını fark etmemle, kendimi toparlamam kısa sürmüştü. Şefkatli bakışları ve bir o kadarda endişeli hâliyle beni seyre dalmış, elleriyle ellerimden sıkıca tutmuştu. Buz gibi olan parmakları ürpermeme neden olmuştu. Parmakları soğuk olanın yüreği sıcak olur derlermiş, acaba Ömer'in de öyle miydi? Onu daha ne kadar tanıyordum ki? Nereden gelmişti aklıma böyle bir soru? Sonuçta o, Adnan'ın kardeşiydi. Ömer'in de ondan aşağı kalır bir yanı yoktu. Yani bana göre öyleydi. Kendimi toparlayarak, hemen ellerimi, Ömer'in ellerinden çekmiştim. Bunu yaparken, dudaklarımın titremesine engel olamamıştım, ama olsun.

"Neler oluyor? Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diyerek ona doğru bakıp kızmıştım.

Ömer göz devirip, "Seninle konuşmak için yanına geliyordum. İyi görünmediğini fark ettiğimde hızla sana doğru geldim. O sıra bayıldın ve ben de seni kucağıma alarak buraya kadar taşıdım. Şu an tartışmanın hiç sırası değil Asi. Çünkü bir şey olduysa o da sana oldu. Şimdi nasılsın? Kendini biraz daha iyi hissediyor musun?" diye sormuştu Ömer, bakışlarını hâlâ iyi olup olmadığımı çözemediğinden dolayı üzerimde gezdirirken.

Ömer'in bu cevabından sonra kendi kedime düşünmeye başlamıştım. Gerçekten nasıl olduğumu merak mı ediyordu? Hem bana neden yardım ediyor ki? Ona neymiş! Ne diye benimle ilgileniyor? Ah Asi, kafanda saçma sorular ile ne dediğinin farkında bile değilsin be kızım. Kim olsa, senin durumunda olan bir insana yardım ederdi öyle değil mi? Hadi, ama toparlan ve derhal kendine gel artık.

"Bütün bu olanlardan sonra nasıl iyi olunabilirse, o kadar iyiyim ben de. Yardımınız için teşekkür ederim. Şimdi müsaadenizle." dediğimde ayağa ani bir hamleyle kalkmaya çalıştığım için olduğum yerde dengemi kaybederek sendelemiştim. Tam o anda Ömer'in ellerini, yine belimde hissetmiştim. Düşmemem için beni tutmuş ve destek olmuştu. Göz göze geldiğimizde Ömer'in, derinden bakan kahve harelerinde beni dürten bir tuhaflık sezmiştim sanki. Daldığımı, ancak Ömer'in sesi ile fark edebilmiştim.

"İyi görünmüyorsun. Biraz beklesen ölmezsin değil mi? Otur şuraya ve yerinden bir süre kalkma." dedi sinirle karışık bariton bir sesle Ömer.

İnat etmeden söylediğini yapmam, sanırım bana büyük bir fayda sağlayacaktı; çünkü aksi gibi hâlâ başım dönmeye devam ediyordu. Sözünü ikiletmesine müsaade etmeden yerine getirmiş, haklı olduğunu bildiğimden dolayı bu sefer, Ömer'e hiçbir şey söylememiştim. Yaşanan bu tatsız olaylardan sonra, dengem iyice altüst olmuştu. Hâlâ ne yapacağımı bilmeden öylece durmak, sinirlerimi bozmaya yetmişti. Kendi kendime söylenmeye başladığımda Ömer, yine oyunbozan haylaz çocuklar gibi araya girmişti.

"Sizinkilere haber vermemi ister misin?"

"Soru sormaya devam mı edeceksin sen böyle?"

"Evet."

"Fesuphanallah, çattık! Bence artık gitmelisiniz Ömer Bey."

"Böyle mi teşekkür ediyorsunuz bana Asi Hanım?"

"Başka nasıl teşekkür edilir beyefendi? Sağ olun yardımınız için oldu mu?"

"I-ıh, olmadı. Beğenmedim."

"Senin keyfine göre hareket edecek biri değilim ben. Şansını daha fazla zorlama istersen?"

"Peki, bu seferlik öyle olsun bakalım."

"Bu seferlik mi? Başka bir günün olacağını hiç sanmıyorum."

"Çok emin gibisin? Hayat bu, ne olacağı hiç belli olmaz." dedi bana doğru hiç utanma belirtisi göstermeden göz kırpan Ömer. Olduğum yerden ters ters ona doğru bakmış, yine ve yeniden kendimle bitmek bilmez bir çatışma içerisine girişmiştim. Bu saçmalıkta neyin nesiydi böyle? Ağabeyi çıkar, seninle işim bitmedi der durur. Kardeşi gelir, geleceğe dair vaazlar verir. Ne çekilmez çilen varmış be Asi.

İç sesimi susturarak Ömer'e doğru baktım. "Cidden artık yeter! Mümkün mertebe Behramoğluları ile bir daha asla karşılaşmak istemiyorum. Hele zorba ağabeyinle hiç! Şayet, yerinde duramayıp şansını zorlamaya devam ederse, sonunda ne olacağını ben bile kestiremiyorum. Sadece benden, bizden uzak durun!" dedim hiddetle işaret parmağımı Ömer'e doğru uzatırken. O sıra Hümeyra'nın bana doğru seslendiğini duymuştum, çekişmeli geçen konuşmamıza bir son verirken. Arkadaşıma sakince bakarak, geliyorum der gibi el sallamıştım. Ömer'in de tek bir kelime etmesine izin vermeden, onu ardımda bırakmıştım. Hümeyra'nın yanına vardığımda, ardımdan rüzgâr gibi gelip, bir hışımla geçen Ömer'e kaymıştı bakışlarım.

Hümeyra ikimize doğru merakla baktığında, "Ne istiyor senden Ömer? Bir sorun çıkarmadı değil mi?" diye sordu, gözü hızla giden genç adamın sırtında gezinirken. Ömer ile aramızda geçen konuşmadan sonra iyice dalgınlaşmıştım. Nedense kafam allak bullak bir şekilde Hümeyra'ya cevap vermek için aralamıştım dudaklarımı.

"Hayır, benden bir şey istemedi. Sadece bayıldığım için bana yardım etti, o kadar." diyebilmiştim fısıltıyla.

"Ne! Nasıl oldu bu Asi? İnanamıyorum ya, neler geliyor başımıza böyle? Sen iyi misin?"

"Adnan..." dedim ve sustum. Sanki aldığım her nefes ciğerlerime batıyordu. "Ne yapmalıyım ben şimdi? İnan, hiçbir şey bilmiyorum Hümeyra."

"Yeminle, ekstradan şimdi düşüp bayılan ben olacağım yahu. Kızım, neler oluyor? Şunu doğru düzgün anlatsana sen önce? Ağzından resmen cımbızla laf alıyorum. Madende inci aramaya döndü bu iş. Adnan ne yaptı? Yine sana ne dedi? Niye bayıldın? Ay çıldıracağım, susma Asi!" dedi, beni soru yağmuruna tutarken nefes nefese kalan Hümeyra.

"Allah aşkına sakin olur musun? Adnan her şeyi halletmiş. Davut Bey'i hakkında şikâyette bulunmaması için adamlarından biriyle, ona uyarı vererek tehdit etmiş. Ben de şikâyeti mi çekmezsem eğer, Melis içeride kalmaya devam edece-" sözümü henüz tamamlamamıştım ki Hümeyra bir hışımla bölmüştü.

"Bir dakika... Nasıl yani, Melis içeride kalmaya devam mı edecek? Bu nasıl olabiliyor Asi?"

"Adnan'ın adamı, o ne isterse onu yapacak da ondan Hümeyra. Eğer ben şikâyeti mi şimdi çekersem, onlarda bizim Çimen göze karşı yapmaya hazır oldukları şikâyeti çekeceklermiş. Şimdi anladın mı? Her şey Davut amcaya bağlıydı. O da korkudan bir şey yapmayacak işte, lanet olsun!"

"Asi, sana yalvarıyorum daha fazla uzatmadan bitirelim bu işi. Görüyorsun, adamın eli kolu uzun. Sana dediğim gibi her şeyi hallediyor çabucak kızım. Bak, bu yaptıkları da kanıtı benim güzel arkadaşım. Sen de biliyorsun elimizden hiçbir şeyin gelmeyeceğini. Suna teyze de daha fazla yıpranmadan, alıp götürelim Melis'imizi." demişti Hümeyra, yalvarırcasına.

"Ben de çok istiyorum Melis'i buradan alıp götürmeyi Hümeyra. Ama bu olanlar, yapılanlar haksızlık anladın mı? Adnan bu işten ders almazsa eğer, böyle yapmaya devam edecek ve kimse ona ağzını açıp korkudan tek bir kelime dahi söyleyemeyecek. Ne kadar anlamsız ve içinden çıkılmaz bir durum olduğunu görmüyor musun? Yine ezilen, bizim gibi insanlar olacak. Buna katlanamıyorum, anlasana! Böyle susarak köşemize mi çekileceğiz? Başkaları da bizim gibi olmaya devam mı edecek? Bunun böyle, bu şekilde devam etmesi kimsenin yararına değil. Susarsam da bugün dostum için susmak zorunda kalacağım, ama bir dahakine bunu asla ama asla yapmayacağım Hümeyra!" dediğimde gözlerim dolmuş, burnum hafiften akmıştı.

"Seni anlıyorum güzelim, ama sen de görüyorsun, elimizi kolumuzu bağladı o şerefsiz. Üstelik yapabileceğimiz bir şey de yok. Bak Asi, senin yapacağın tek şey, şikâyetini geri çekerek Melis'i kurtarmak. Hadi gel, içeri geçelim artık. Arkadaşımız kim bilir şu an ne haldedir. Onun daha fazla üzülmesine izin vermeyelim canım." dedi bana sıkıca sarılıp, içeriye doğru yönlendiren Hümeyra.

Dostumun desteği ile içeriye doğru girdiğimde geldiğimizi gören babam, bize doğru aceleyle yaklaşmıştı. "Davut denilen adam geldi kızlar. İçeride amir ile görüşüyor." dediğinde Hümeyra ile göz göze gelmiştik. Büyük hayal kırıklığı yaşamış, yüzümüzde peyda olan belli belirsiz ifade ise adeta ortalığa hükümsüzlüğünü avaz avaz kusmuştu.

"Tam olarak neler oluyor, bana da anlatır mısınız?" diye sormuştu babam, olayı detaylı bir şekilde idrak etmek isterken.

"Gel, İshak amca. Ben sana olanı biteni, olduğu gibi anlatacağım." demişti Hümeyra. Aynı zamanda bana doğru içli bir kederle bakarak, dudaklarını kararlı bir şekilde aralamıştı. "Asi, sen de ne yapacağını biliyorsun. Hadi, git ve bitir artık bu işi."

Yüreğime çöken kasvetle iç çekerek, komiserin odasına doğru ilerlemiştim. Ardımda bıraktığım babamla, gözlerimiz kısa bir süreliğine de olsa buluştuğunda, bana doğru sorgular gözlerle bakmaya devam etmişti. Almakta zorluk çektiğim nefesim ciğerlerime batıyor, her bir adımımda Adnan'a olan öfkemi daha çok biliyordu. Ömer, görüş alanıma girdiğinde o da dikkatini benim üzerimde yoğunlaştırmıştı. Gözlerim dolmuş bir şekilde Ömer'e bakmakla yetinmiştim ben de. Kızarmış yüzüne, bir o kadar da masum bakan gözlerine takılı kalmıştı harelerim. Hiçbir şey yapmadan öylece orada oturuyordu Ömer. Ağabeyinin bu yaptıklarına kayıtsız kaldığı ve sesini etmediği için onun da Adnan'dan aşağı kalır bir yanı yoktu artık gözümde. Başımı çevirip, odanın kapısını tıklatarak, içeriye girmek için izin almıştım. Birazdan her şey olduğu gibi bitecekti...

•••••

Hâlâ ağabeyimin yaptıklarına katlanamıyor, bu olanları sindiremiyor ve hiçbir şey yapamadan öylece susuyordum. Bir yanım, bugün hiçbir şey olmamış gibi davranarak çıkıp gitmeyi tercih ediyordu. Bu yaşanan şeyler, bünyeme aşırı fazla gelmişti. Hiç gelmemeliydim Halfeti'ye, hem de hiç... Babam ile zaten bitmek bilmeyen bir sorunum varken, bir de üzerine ağabeyimin yaptıkları yenilir yutulur cinsten değildi. Onu ne kadar durdurabilir ve nasıl sorgulayabilirdim ki? Elimden ne gelebilirdi benim? Sitem etsem bir şey mi değişecekti sanki? Beni zaten takmıyorlardı. En iyisi, hepsinden uzak durmak ve bir an önce Ankara'ya, asıl yuvama dönmek olacaktı. Burada daha fazla kalarak, bu tür çirkin şeylere tanıklık etmek istemiyordum. İçimdeki riyakâr ses, olduğu gibi sorgulamıştı beni.

Bir Hukuk öğrencisi olarak ağabeyinin yaptıklarına kayıtsız kalırsan, bir başkası içinde bunu yapacaksın demek olmuyor mu? Sorunlardan kaçacağına, neden asıl sorunun üzerine giderek çözüm odaklı yaklaşmıyorsun? Artık kafayı yeme evresine ulaşmıştım! İçimden taşarak ortalığa nükseden mantık, oldukça haklıydı. Neden burada çaresiz ve elim kolum bağlı bir şekilde oturuyordum ki? En azından ağabeyime, her ne olursa olsun birkaç şey söylemeliydim.

Kendi kendime konuşurken, amirin odasına getirilen Ağabeyim ve Melis denilen genç kıza doğru bakmıştım. Geldikleri gibi içeriye girmeleri ve gözden kaybolmaları bir olmuştu. Kapı tekrardan açıldığı gibi seri bir şekilde de geri kapanmıştı. Asi içerideydi. Şikâyetini geri çekecek miydi? Her şeyi olduğu gibi bırakıp, arkadaşını kurtarabilecek miydi, bilmiyordum? Aklımda belli belirsiz sorular ile olacakları bekliyordum. Saate baktığımda 01:25' i geçiyordu. İçeri gireli, nerdeyse yirmi beş dakika olmuştu. Hâlâ beklemeye devam ediyorduk ve hiçbir şekilde ses, seda yoktu.

Sonunda kapı açılmış ve içeriden güler yüzüyle ağabeyim çıkmıştı. Surat ifadesine bakılacak olursa, sanırım istediğini sonunda elde etmişti. Benim gözüm sadece Asiyi arıyordu. Bu gereksiz çaba neden kalbimin derinliklerine peyda olmuştu, bir türlü anlam veremiyordum. Ama harelerim, yıllardır hasretle beklediği birini arıyor gibi özlemle etrafına bakınıyordu. İşte sonunda görmüştüm. Asi hemen Melis'in yanındaydı. Yüzündeki ifade, hayal kırıklığını baskın bir şekilde hissetmeme neden olmuştu. İçim tuhaflaşmış, yüreğimi ise tesiri altına alan bir baskı hissetmiştim. Abluka altına alan gözleri, beni bulduğunda bakışlarım hızla yumuşamıştı. Nedense yanına doğru giderek, sıkı sıkı sarılmak istemiştim ona. Bana ne oluyordu, bilmiyordum. Ancak bu his beni, ona müptela olmuş bir şekilde sürüklüyordu. Ağabeyim, yanıma bir-iki adımda gelmiş, bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Kulağıma uğultulu bir dalga yayılıyormuş gibi hissetsem de gözlerim Asiyi odak noktasına hapsetmişti. Ağabeyim, kolumdan tuttuğu gibi sarstığı an, ona doğru baktım.

"Ömer, iyi misin? Nereye daldın da beni duymuyorsun?" diye sormuştu, bana tuhaf bir şekilde bakmaya devam ettiğinde.

Ağabeyime yanıt vermemiş, tekrardan bakışlarımı, yıpranmaya yüz tutmuş beyaz koridora doğru dikmiştim. Yoklardı... Yoktu! Asi, gitmişti. Aceleyle hızlanmış, çıkışa doğru koşarak ilerlemiştim. Ağabeyim, ardımdan her ne kadar adımı gür bir sesle haykırmış olsa da ben bir kere bile dönüp ardıma bakmamıştım. Dışarı çıktığım anda kapı girişinden fazlaca uzakta değillerdi. Koridorda acıyla bekleyen kadın, Asi' ye bir şeyler söylüyordu. Polis aracının arkasına doğru yaklaşarak, aralarında geçen diyaloğa kulak kabartmıştım.

"Bak Asi, sana olan sevgimi anlatmama gerek yok değil mi? Sen de benim kızım gibisin. Benim için asla Melis'ten bir farkın yok. Ben sadece ona bir şey olacak düşüncesiyle, öfkemden sana yüklendim. Biliyorum, haksızım; ama beni de anlamanı istiyorum kızım. Durumu biliyorsun, duygu karmaşası yaşadım. Gözüm döndü ve bunun için senden özür diler-" diyemeden söze, hemen Asi atılmıştı.

"Hayır, Suna teyze. Sen haklıydın, lütfen benden özür dileme. Yerinde kim olsa, tıpkı senin yaptığın gibi davranırdı. Ben, seni anlıyorum."

"Kızım, anlayışlı birisin ve bugün de beni anlarsın diye düşünüyorum." dediğinde, kadın gayet ciddi ve kararlı bir şekilde Asi' ye doğru bakmıştı. "Bir süre, Melis'le birbirinizden uzak dursanız iyi olur. En azından sular durulana kadar."

Asinin yanında gördüğüm genç kız, duyduklarına inanamayarak öfkeyle solumuştu. "Suna teyze, sen ne dediğinin farkında mısın Allah aşkına?" diye bağırdığında, duyduğu sözlerin altında ezilen Asi, onu durdurmak için söze girmeyi seçmişti.

"Hümeyra, dur, bekle. Sen sakın karışma ve bir şey de söyleme. Bunu asıl, Melis'e sormamız lazım. O aslında ne istiyor, bizim için önemli olan onun kararı."

Orta yaşlı kadın gelen taksiye binmeden, yeğenine doğru bakarak, "Seni araçta bekliyor olacağım Melis." dedi ve arabaya hızla binmişti. Melis denilen kız, başını kaldırmadan zor duyulacak sesiyle konuşmaya başladı.

"Ben biraz kendi hâlimde kalmak istiyorum Asi. Yanlış anlama, bu sadece geçici bir süreç-" diyemeden öfkeyle bağıran, Asinin yanındaki diğer kızdı. Ne o, çekip giden kadının ne de arkadaşının sarf ettiği sözleri hazmedememişti.

"Ne sürecinden bahsediyorsun sen Melis? Kafayı mı yedin? Ne demek kendi hâlimde kalmak istiyorum? Biz sana zarar mı veriyoruz ki, bu kararı birdenbire alıyorsun?"

"Kafam dolu anladın mı?" diye bağırdığında, her an arkadaşına doğru patlayacak bir yanar dağ gibi bakıyordu Melis. "Hayatım zaten altüst oldu. Ne annem var yanımda ne de babam. Bir de bu olanları çekmek zorunda değilim, anladın mı? Hele teyzemin bitmek bilmeyen laflarını işitmek zorunda hiç değilim! Ben hiçbir şey istemiyorum anlıyor musunuz? Bu olanların hepsi, zaten benim için yeterince sarsıcı. Artık ne yapacağımı ben de bilmiyorum. Sadece biraz kendi köşeme çekilmek istiyorum, hepsi o kadar. Çok bir şey istemiyorum sizden."

"Sana diyecek tek bir sözüm bile yok Melis. Git, ne yaparsan yap!" dedi, Asinin yanında acı çekerek duran kız, hiddetle ardına doğru döndüğünde.

Asi' ye sorgular gözlerle bakarken, cevabını duymak isteyen Melis'e, dolu gözleri ile bakmıştı Asi de. "Nasıl istersen." diyebilmişti, dudakları ayrı, yüreği ayrı bir dilde konuşan bayan çokbilmiş.

Gözleri yaşlı bir şekilde bakan iki genç kız, Melis'in arabaya binerek gidişini seyretmişlerdi oldukları yerden. Asi, dumura uğramış bir şekilde kaskatı kesilerek hıçkırmıştı. Arkadaşı onu kolundan tutarak destek olmuş, Asiyi teskin etmeye çalışmıştı. Fakat her şeye rağmen bu yaptığı nafileydi. Bir gece de onlar için her şey olduğu gibi değişmişti. Hayattan yorulduğunu sitemkâr sözleriyle dile getiren Melis'e ne diyebilirlerdi ki?

Bir süre sonra kızların yanına bir taksi aracı gelip yanaşmıştı. Arkadaşı, Asinin koluna girerek ona destek olmuş, aracın içerisine girmesine yardım etmişti. Bana da olduğum yerden, cama başını çaresizce yaslayan Asinin gözyaşlarına şahit olmak kalmıştı.

Asinin hissiz bedenini ondan bağımsız bir şekilde titrediğini fark ettiğimde ellerimi, olağanca gücümle şıkmış ve bir yumru haline getirmiştim. İstemsizce olduğum yerde kasılmıştım. Yapılan bu acı verici konuşmaların ardından, kendime kızarak lanetler yağdırmam çok sürmemişti. Herkes yetmiyormuş gibi bir de ben kalkıp Asiyi suçlamıştım. Üstelik asıl suçlu ağabeyim Adnan iken yapmıştım bunu. Neyi yedirememiştim ki? Ben neyi göremeyip fark edememiştim? Acıyı ve pişmanlığı, bütün iliklerime kadar hissettiğimde daha yeni tanıdığım bu kızın, bana ne yaptığını düşünmüştüm bir yandan. Aklım daha fazlasını kabul edememişti. Benliğim ile derinlemesine bir çatışma içerisindeyken, daldığım bu sarsıcı iç hesaplaşmadan beni çekip alan tanıdık bir ses işitmiştim.

"Ömer Bey?" dedi yanıma doğru yaklaşan şoför Vural.

"Efendim?"

"Adnan Bey sizi araçta bekliyor efendim."

"Tamam, geliyorum." dediğimde bomboş olan yola, bir saniye daha bakmış, Vural'ın ardından ben de arabanın olduğu tarafa hareket etmiştim. Araca geldiğimde kapıyı öfkeyle açmış, tek bir söz dahi etmeden koltuğuma oturmuştum. Eve gidene kadar, arabanın içinde sessiz bir ortam hâkim olmuştu. Çok geçmeden konağa doğru geldiğimizde ağabeyim Adnan, tam ağzını açıp benimle konuşacaktı ki, fırsat tanımadan hemen arabadan inmiştim. Kaçarcasına eve girmeye çalıştığım için ardımdan seslenmekle yetinmişti ağabeyim.

"Ömer, sana sesleniyorum duymuyor musun?"

Onu ciddi anlamda duymazlıktan gelmiş, konağın kapısından bir hışımla içeriye doğru girmiştim. Avluda oturan anne ve babama takılı kalmıştı öfkeyle bakan gözlerim. Herkesi olduğu gibi es geçerek, aynı hızla durmadan merdivenlere doğru yönelmiştim.

"Ömer, kardeşim." diye seslenmeye devam eden ağabeyimi durduran ses, babam Hulusi'ye aitti.

"Adnan dur, bırak gitsin. Peşine düşme. Sen önce yanıma gel." dedi ses tonunu yükselten Hulusi Bey.

"Tamam, baba." diyen Adnan, babasının karşısına geçmişti.

"Şimdi, şu olanları bana anlat bakalım. Neler oluyor, evlat?"

Adnan, olan biteni kendi lehine çevirip, Hulusi Bey'e yalan yanlış şeyler anlatmıştı. Asıl suçlu kendisi iken, teferruata girmeden, yine olayı usta bir şekilde örtbas etmişti. Kimse ona dur demediği sürece, bu gidişle Adnan başına buyruk hareketlerine devam edecekti. İkna olmuş bir şekilde yerinden kalkan Hulusi Bey, odasına gitmek için ayaklanmıştı. Adnan o sıra fırsattan istifa ederek telefona sarılmış, hızla birini aramaya koyulmuştu. Telefon çaldı çaldı ve en sonunda yanıt bulmuştu.

"Asi, kimin kızı? Babası ve ailesi kim? Nerede oturuyor? Ne iş yapıyor, hemen öğreniyorsun ve bana sabah bilgi veriyorsun tamam mı?" diyerek telefonu kapatmış, odasına doğru usulca ilerlerken aniden durmuştu. "Seni kolayca rahat bırakacağımı mı sandın, Asi Hanım? Bu hayatta her şeyin bir bedeli vardır. Sen de o bedeli elbet ödeyeceksin! Bekle..." diyebilmişti, tezat bir şekilde gülümseyerek odasına kapanırken.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%