Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. BÖLÜM

@mahinehar

BÖLÜM 11: ÇANHIRAŞ YIKIM

 

 

“Her gün bin umutla bakan gözleri, yaşlara boğuyordum senin için...”

 

 

Çaresizliği kovalıyordum, tenhalığa aşina olmuş yüreğimle birlikte. Sanki ölümün soğuk nefesini ensemde hissediyordum. Tenim buz kesmiş, ruhum üşümüştü acı gerçekler karşısında. Yaşanan bunca olumsuz şeyden sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmak, sahiden bu kadar kolay mıydı? Araçtan inmeye çalıştığım sırada babam yanıma doğru gelmiş, kolumdan tuttuğu anda ise eve doğru zorlukla adım atabilmiştim. Kapıyı, endişelendiği her halinden belli olan annem, korkuyla aralamıştı. Boynuma hızla sarıldığında en güvenli limanda olduğumu bilerek, ruhumu dinginliğin ve huzurun engin denizine rahatlıkla bırakmıştım. Kendimi, annemin kucağına doğru iyice bıraktığımda iki damla gözyaşı mahzeninden firar edip yanaklarımı kamçılamıştı sanki.

Melis'in yanında tutmakta zorluk çektiğim gözyaşlarımı, şimdi isyankâr bir şekilde sığınağımda akıtmaya başlamıştım. Beni bu hâlde gören annem, önce babama, ardından merhametli bakışlarını tekrardan üzerime doğru çevirmişti.

"Ne oldu kızım sana?" diye sormuştu, korku bedeninde isyankâr bir asker gibi gezinirken.

Sahi, ne olmuştu bana? Ne olmuştu bize böyle? Bu soruyu, yol boyunca kendi benliğime defalarca sorup durmuştum. Milyon kez düşünüp dursam da hiçbir şekilde bu sorunun bir yanıtı yoktu maalesef. Anneme hiçbir şey diyemeden ağlamaya kaldığım yerden devam etmiştim. Bazen suskunluk, cevapları beklenen soruların, en masum yanıtıdır.

Annemin elleri titrerken, kaygıyla babama bakmış olacak ki, "İshak, neden ağlıyor Asi?" diye sormuştu merakla. "Bir şey söylesenize!"

Babam bakışlarını kaçırmadan, "Melis ile alakalı Hanım." diyebilmişti sadece. "Bırak ağlasın, içinde tutmasından iyidir. Asi başka türlü rahatlayamaz, yoksa. Müsaade ette, şimdi odasına çıksın."

"Ama İshak?" diyerek güçlükle konuşmuş, itiraz dolu bir sesle babama doğru bakmaya devam etmişti annem.

"Ben sana olanı biteni, birazdan anlatırım Zühre." dediğinde babam arkadaşıma dönüp, "Hümeyra, kızım. Sen Asiyi al, odasına götür. Bu gece biz de kal, zaten vakit epeyce geç oldu. Ben babanla konuşurum kızım, merak etme."

Hümeyra pürdikkat babamı dinlediğinde onay dolu bir kafa sallamasıyla bana doğru yaklaşmıştı. "Peki, İshak amca. Asi, gel güzelim." dediğinde omuzlarımdan kavramış, yukarıya çıkmak için merdivenlere doğru yönelmiştik, aklımda hâlâ Melis'in son sözleri uçuşup dururken.

•••••

Hümeyra, kapıyı açtığında bitkin bir şekilde içeriye doğru girmiştim. Odamın boğuk havası, sanki o an nefesimi kesmeye yetmişti. Bir anda nefes alamayacakmışım gibi korkuyla pencereye doğru ilerlemiş, güçlükle camı açabilmiştim. Yüzümü naifçe yalayan temiz hava, yasa bulanmış gözyaşlarımı okşamak için tenime doğru esmişti. Bu bir yıkım mıydı? Yoksa bir yok oluş muydu? Dostluğa ve kardeşliğe olan azimli bağımız, haince kesilmiş miydi yani? Düşüncelerimi ayakta tutmaya çalışan iskelem, tekinsizce çatırdıyordu şimdi. Görkemli canhıraş serzenişlerimle, ördüğüm surların altında kalıyordum sanki. Ben, gittikçe iyi yanlarımın verdiği çaresizliğin enkazına doğru gömülüyordum.

Kafamın içinde şekillenerek bölünen düşünceler, istikrarsız bir şekilde büyümeye devam ediyordu. Enkazlarımın üstüne bir enkaz yığıntısı daha eklendiğinde, gittikçe moloz yığını hâlini alıyordu. Ansızın yitip giden dostumu arıyordum acı dolu çığlıklarımla. Depremlerimizin benden aldığı canıma sesleniyordu yüreğim, avaz avaz. Kimse duymuyordu. Hiç kimse bu acı his karşısındaki serzenişlerimi duymak istemiyordu. Gittikçe daha çok bağırdım, tırnaklarımı bağrıma saplayarak gölgemle savaştım. Kimse, ama hiç kimse, avaz avaz kustuğum feryatlarıma kulak asmamıştı. Sanki herkes yok olmuş, benliğimden firar eden gürültüleri ise yalnızca ben görüp duyuyordum.

Şimdiyse kaybetmişliğin verdiği acımtırak tadı emiyordu dudaklarım. Arkamı döndüğümde, yanıma tereddüt ederek adım attığına emin olduğum Hümeyra, usulca fısıldamıştı.

"Asi, iyi misin güzelim?" diye sormuştu merakla.

Dostuma cevap verememiştim. Sahi ben iyi miydim? Hayır, ben iyi falan değildim! Canım acıyordu, ruhum acımasızca daralıyordu. Beni lime lime kesen keskin düşüncelerimi silerek, hafiften gerilen arkadaşıma doğru bakmıştım.

"İyi olmaya çalışıyorum." diyebilmiştim güçlükle çıkmaya çabalayan sesimle.

"Bir duş alırsan rahatlarsın belki. Hem su sana iyi gelir canım. Ne dersin? Sonra oturur, sen istersen konuşuruz. Olmaz mı?"

"Olur." demiştim hiç itiraz etme gücünü kendimde bulamazken.

Banyoya doğru usulca süzülmüş, üzerimdekileri saniye arayla fırlatıp atmıştım. Bir an önce suyun altına girip hiçbir şey yapmadan öylece kalmak istiyordum. Kirletilen duygularımın, akan saf suyun deminde arınmasını arzuyla diliyordum. Belki de boğulmak, hiçbir şey olmamış gibi suyun en diplerindeki karanlığa doğru usulca savrulmak...

Sıcak su bedenime temas ettikçe tenim yanıyordu. Kuşkusuz bu acıdan tuhaf bir şekilde zevk alıyordum. Sağanak hâlinde yağan gözyaşlarım, suyun şiddetine kapılmış, adeta çarpışarak dağılıyordu. Bütün olumsuz düşüncelerimi saçlarımdan akıtarak uzaklaştırmak için çaba gösteriyordum. Dikenleşen tenim iyice gerginleştiği anda yerini sıcak suyun verdiği, doyumsuz hazla ani bir gevşemeye bırakmıştı. Su, fiskesinden zaferini ilan edercesine tenime sahip olurken, ben de örselenerek yara almış yüreğimi yatıştırmaya çalışıyordum böylelikle.

Öylece bekledim. Saniyeler, dakikaları, dakikalar saatleri taciz edinceye kadar sürmüştü bu bekleyiş. Suyun akarak gittiği yöne kaymıştı bakışlarım hemen ardından. Gidere akan damlalar, savrulup boşluğa teslim ediyordu kendini. Belki de onlar bile intihar ediyordu, kim bilebilirdi ki?

Benim de o boşluktan atlayasım, koca bir okyanusa karışarak kaybolasım gelmişti. Bir damla gözyaşı olup, ağzını sonuna kadar açan dev bir oluktan boşluğa savrulmak, hiç var olmamış gibi kaybolup gitmek istemiştim. Gözü karalığımdan dolayı etrafımdaki herkes ürkse de ben, boş gözlerimle anca izliyordum; çünkü ne öfkem ne de sabrım hiçbir şeyi çözmeye yetmiyordu.

Silkelenip bir an önce kendime gelmeye çalıştım. Duştan çıkınca üzerime, gökyüzünün sonsuz maviliğinden bir renge sahip olan bornozumu geçirmiştim. Bitkin hissediyordum.

Aciz...

Yıkık...

Bir o kadar da yok olacakmış gibi...

Hümeyra çıktığımı görünce, oturduğu yerden kıpırdamıştı. Yanına gitmem gerektiğini anlatan bir bakış ile beni çağırdığını anımsayabiliyordum. Bedenim, bu gece yıkık bir et yığınından başka bir tema içermiyordu. Arkadaşıma doğru hareket etmiş, ürkek bir şekilde yanına oturmuştum.

Hümeyra, elleriyle sırtımı şefkatle sıvazlamıştı. "Yorgunsun, biliyorum. Üzgünsün, seni de çok iyi anlıyorum. Melis için bütün bu hüsranın. İnan ben de üzülüyorum Asi, ama kendini böyle bırakma ne olursun. O cadı kendine gelecek, bunu sen de çok iyi biliyor-" diye sözlerini tamamlayamayan dostuma engel olmuştum.

"Ya gelmezse? Ya onu sonsuza dek tamamıyla kaybedersek Hümeyra?" dedim endişe dolu sesimle karşılık verirken.

"Şşş, öyle bir şey asla olmayacak güzelim. Artık böyle olumsuz şeyleri düşünmeyi bırak lütfen. Bu seni yıpratmaktan, incitmekten başka bir işe yaramaz." dediğinde sakinliğine ara verip, eli maşalı yanını konuşturmuştu hemen dostum. "Beni de üzme lan! Zaten zar-zor duruyorum yerimde. Bak, gidip o zır delinin saçını başını yolmamak için kendimi ayaküstü nelerle kandırıyorum bir bilsen? Sen de bunu yapmam için bana gaz verip durarak, yeterli sebepler doğurma bence." demişti Hümeyra, içi içine sığmazken.

Gülmüştüm. Her halükârda aynıydı benim Oburum. İyi ki yanımdaydı ve ben, iyi ki onları tanımıştım. İkisi benim bu hayattaki en iyi, en güzel ve en özel iyi kilerimdiler. Öyle de kalacaklardı.

"Saçlarını taramamı ister misin?" diye sormuştu, benimle birlikte gülümseyen dostum.

"Olur." diyebilmiştim ben de hevesle.

Belime kadar inen dalgalı saçlarım, tarakla bir bütün oldukça, çocukluğum gözümün önünden geçiyordu. Eskiden ne kadar da güzel evcilik oyunları oynardık. Melis bizden iki yaş büyük olduğu için hep anne rolünü üstlenirdi. Saçlarımızı tarayacağı zaman, balıksırtı modelini örmesi için başının etini yerdik Hümeyra'yla. Özlüyordum işte. Bugün bizden, belli bir süre yalnız kalmak istediğini dile getiren arkadaşımı her zamankinden daha çok özlüyordum.

"Ne düşündüğünü biliyorum." diyerek sözünü yarım bırakmıştı Hümeyra. Sıkıntılı bir iç çekerek, "Melis'in yaptığı saç modelini mi düşünüyorsun sen yoksa? Baştan diyeyim Asi, ben saçlar konusunda beceriksizin tekiyim."

Beni yine ve yeniden güldüren dostuma sımsıcak bakmıştım. Minnetle ona cevap vermek için dudaklarımı araladığımda, "Bazen senden korkuyorum biliyor musun, Hümeyra? Kendi kendime diyorum ki, bu kız kesin başımıza medyumcu olarak kalacak. Öğretmen olmana az kaldı, ama sen hâlâ balıksırtı yapmasını nasıl bilmiyorsun? Bunu cidden aklım almıyor." diyerek kıkır kıkır gülmüştüm.

Obur söylediklerime göz devirip, "Benden ne diye korkuyorsun sen kızım? Ayrıca ne varmış bilmiyorsam? Öğreniriz elbet. İstersen bu konuyu daha fazla abartma. Sanki sen çok biliyorsun? Hıh..." diyerek burun kıvırmış, saçlarımı hızlıca taramaya kalkışmıştı deli dostum.

"Canımı yakıyorsun yahu. Azıcık da olsa yavaş yapamaz mısın Hümeyra?" derken boğazımı temizledim. "Acaba düşüncelerimi mi okuyorsun diye düşündüm bir an ne yapayım? Ondan dolayı sana öyle bir şey söyledim. Ay, gerçekten ben bir büyücü ile mi dostum yoksa? Bu korkunç!" diyerek, sözlerimi daha fazla ileriye taşımıştım.

Hümeyra sakince hareket ettiğinde, "Saçlarını tararken ne yalan söyleyeyim, benim de aklıma anılarımız geldi Asi." dedi. "Senin de bunu somut bir şekilde düşündüğünü fark ettiğim için dile getirdim ben de. Yoksa bunun medyumlukla bir alakası yok yani küçük hanım. Ayrıca büyücü olsam hiç de fena olmazdı hani. Düşünsene, her şeyi istediğin gibi yapabildiğini, bazı insanlardan intikam almak için ufaktan musallat olabileceğini. Böyle bir şey cidden olsaydı eğer, o zaman ne uğraşırdım var ya ben sizinle." dediğinde kahkaha atmıştı Hümeyra.

"Biz de sana cadı derdik. Bak, bu hiç de fena olmazdı tabii. Sen de haklısın." diyerek nakavt etmiştim çokbilmiş kankamı.

"Ah, bir de süpürgem olacaktı var ya, siz o zaman görecektiniz beni. Of, ne güzel olurdu be. Manyak bir düşünce gerçekten."

"Çok hayalperestsin. İstersen daha fazla dalma o kadar. Hadi, taramaya devam et saçlarımı." dediğimde bana güceneceğini tahmin etmiştim.

"Gerçeklik dünyamıza alelacele parantez açmana ne gerek vardı kızım? Alt tarafı, şurada kafa dağıtmaya çalışıyoruz. İrdeleyerek bölmesen olmaz mıydı? Tarıyorum..." dedikten sonra göz devirmiş, "Başka bir şey ister misin?" diye sormuştu bu sefer.

"Evet, dizlerine uzanmak istiyorum. Sonrasında ben uyuyana kadar saçlarımı bir güzel okşa."

"Oldu, başka bir emriniz var mıydı Leydi Han Hazretleri? Sence seni bekler miyim lan ben? Karşında uykusuna düşkün, üşengeç bir kız olduğunu unutma sakın Asi Hanım. Kellem yastığa değdiği anda, Hümo uçuş airlines zuhur eder, bilgine. Asla senin uyumanı bekleyemem ben valla. Senden önce tepene zıbarıp kalacağım, haberin olsun."

"Ne yani, bu bir uyarı mıydı şimdi?" dedikten sonra gülmüş, "Tamam, sen benden önce uyu. Bu sefer bir şey söylemeyeceğim." demiştim.

"Sıkıysa söyle." diyen Hümeyra gülerek, yatağa atmıştı kendini.

Dostumun yüzündeki gülümseme paha biçilemezdi. Ne onu bir şeye değişirdim ne de Çimen gözlümü. İkisi benim sıradan; kıpırtısız hayatıma renk katmışlardı. En önemlisi de can... Her gün yağan yaz yağmurlarına inat, bulutların arasından çıkmaya çabalayan gökkuşaklarımdı onlar. Renkleri ile bana neşeyi, huzuru, kardeşliği aşılıyorlardı.

Aradan geçen zaman zarfında, Hümeyra hakikaten dediğini yapmış, kendini uykunun kollarına öylece teslim etmişti. Yerimden kalkarak, yanına doğru gitmiş, üzerini üşümesin diye yavaşça örtmüştüm. Annem, 'Uyuyanların üzerine kar yağar, kızım.' derdi. Bu sözünü anımsadığım anda daha bir sıkı sarmalamıştım dostumu. Sonra ben de sırt üstü dönerek öylece tavanı izlemeye dalmıştım.

Derindi, ne kadar bakarsam bakayım anlaşılır bir yanı yoktu bu derinliğin. Sonsuz bir boşluk, dipsiz bir kuyu ve sizi olduğu gibi girdabına çeken karanlık bir yönü vardı. Zincire vurulmuş tutsak ruhum, firarının eşiğindeydi. Deli divane bir halde özgürlüğünü arıyordu; uzuvlarım, benliğim, hislerim...

Bir bulut kümesinin metrelerce üstünde, yaşamı arıyordum ne olduğunu bilmeden. Biliyorum ki, hepimizin ayrı ayrı hikâyeleri vardı. Bu bütünlüğü oluşturan paragraflar ve omları en iyi şekilde tamamlayan cümleler... Zaman zaman hayatın boşluklarla dolu duraklarında soluksuz molalar verip dururduk; fakat hiçbiri tatmin edici olamazdı bizler için. Geçici ve sebebi belli olmayan mutsuzluklar, dillendirmediğimiz eksik hislerimiz, her şey adeta geleceğe doğru kaybolup gitmeye mahkûm gibiydi.

Ruhum kıvranıyordu bu gece. Benim eksik yanım neydi? Bizim isyanlarımız ve acılarımız kimeydi? Ait olmadığımı düşündüğüm bu yer, 'Saklı Kent' puslu gecenin ezici karanlığında müzmin ve hoyrattı...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%