@mahinehar
|
BÖLÜM 13: GÜZEL BİR GÜN
“Yüreğime ektiğin fırtına sözlerinle cesur olduğunu düşünüyorsan, düşümdeki senli bize de kafa tutabilir misin?”
Güneş, bütün ışıltısıyla kirli sakalımda gezinirken buse şeklinde öpücükler kondurarak, bulutlu gölgeler oluşturuyordu tenimde. Perdelenmiş gözlerimi gerçekliğime aralayarak kırpıştırmıştım. Sabah olmuştu. Yerimden doğrularak kalkmış, bıkkın bir şekilde oturur pozisyonunda kalmıştım bir süre. Sıkıntılı bir iç çekerek etrafımı çaresizce süzmeye başlamıştım. Halfeti'deki ilk gecemi; ne yazık ki olaylı bir şekilde geçirmiştim. Hislerim, bugün de olduğu gibi içerisinde bulunduğum anlamsız duruma çelme takıp duruyordu. Elimi yüzümü yıkamak için banyoya doğru harekete geçtiğimde çeşmeyi açmış, ellerimi akan suyun altında birleştirmiştim. Avuçladığım masum su damlalarını tenimle bütünlediğimde başımı yavaşça kaldırmış, aynada yansıyan benliğime doğru acıyla bakmıştım. Yorgun göründüğüm her halimden belliydi. Bir süre daha anlamsız bir şekilde aynaya bakmaya devam etmiştim. Aradığım şey tam olarak neydi, doğrusu benim içinde bir bilinmezlikti. Yatağımın uç kısmına doğru adım attığımda avluya bakan pencereme doğru yanaşmış, ölgün bakışlarımı bahçeye dikmiştim. İçeriden, dışarıya doğru baktığımda avlunun ortasına kurulan sofranın etrafında toplanan ailemi görmem bir olmuştu. Onca insan arasında gözüme ilk çarpan kişi ağabeyim Adnan olmuştu. Yeğenim Mert ile birlikte keyifli bir şekilde oyun oynuyorlardı. Daha sonra etraflarında onları izleyen, mutlu görünen diğer aile üyelerine kaymıştı bakışlarım. Sanki dün gece olanı biteni unutmuş gibi bir halleri vardı. Başımı olumsuz bir şekilde sallayarak, ardımda bırakmıştım bu mutlu görünen aile tablosunu. Bugün evde durmak istemiyordum. Sanki duvarlar üzerime doğru geliyor, beni boğuyordu. Üstelik konakta bulunan diğer insanlarla konuşmak gibi bir niyetimde yoktu. Kısa bir an düşündükten sonra, "En iyisi dışarı çıkıp biraz hava alsam iyi olur." düşüncesiyle kendimle anlaştığımda giysi dolabıma doğru yönelmiştim. Koyu mavi keten pantolonumu ve ardından üzerine giymek için hâkim yaka bir beyaz gömlek çıkarmıştım. Üzerimi değişerek merdivenlerden aşağıya doğru yavaşça indiğimde geldiğimi gören Zeliha neşeli bir şekilde, "Günaydın abi." demişti sevinirken. İçtenlikle ben de aynı şekilde karşılık vermiştim kardeşime. Masayla olan uzaklığımı yarıya indirdiğim zaman, çok geçmeden babamın sert sesini işitmiştim. "Zeliha, oyalanma da bana çay doldur." Ürkerek babama bakmadan bakışlarını kaçıran küçük kardeşim, "Tamam." derken masanın üzerinde duran çaydanlığa doğru uzatmıştı elini. Gergin bir şekilde masaya oturduğumda annemin naif dokunuşuyla bu gerginliği yarıya indirgemeyi hedeflemiş, ardından önümdeki tabağa odaklanıp kahvaltımı sessiz bir şekilde yapmaya çalışmıştım. Beraberinde masada da aynı şekilde ıssız bir sessizlik peyda olmuştu. Hiçbir şekilde kimseden çıt çıkmıyordu. Tabaklar ve onların sınırına dayanan çatalların sesli savaşından başka bir tınıdan eser yoktu. Her zamanki gibi kahvaltı sofrasından ilk kalkan isim, babam Hulusi olmuştu. Ceketini yavaşça giyerken, "Bugün önemli bir anlaşma var. Umarım iyi bir hazırlık yapmışsındır Adnan." diyerek ağabeyime bakmadan konuşmuştu. "Merak etme baba, her şey hazır. Bu sefer hiçbir aksilik olmayacak." dedi peçeteyle ağzını silerek karşılık veren ağabeyim. "İyi bakalım. Sana olan güvenimi, en azından bazıları gibi boşa çıkarmadın." dediğinde gözlerimi hiddetle hafiften yummuş, elimde tuttuğum çatalımı gürültüyle tabağıma bırakmıştım. Babamın bu incitici sözlerinden sonra elimdeki çatalın, tabağa patırtıyla düşmesi umudumda bile değildi. Bana bu şekilde davranamazdı. Beni istediği gibi yaralayamazdı. Buna artık izin vermeyecektim. Oturduğum yerden tam ayağa kalkmaya yeltenmiştim ki annem hızla kolumdan tutmuş, endişeyle bana doğru bakıp fısıltıyla, "Sakın... Sakın bir şey söyleme oğlum." demişti göz pınarları hızla dolarken. Sinirle gözlerimi yummuş, kalkamadığım masaya olduğu gibi geri gömülmüştüm. Annemin hatırı olmasaydı eğer, babama elbette birkaç şey söyleyecektim ve biz yine bu yüzden tartışıp duracaktık. Duruma el atmaktan uzak olan ağabeyim, "Ömer, sen de bizimle gel istersen kardeşim." demişti masadan kalkarken. "Gelmeyeceğim ben." diye söylendiğimde hiçbir şey duymamış gibi yaparak kendimi, önümde duran zeytine çatal saplamakla meşgul etmeye çalışmıştım. "Peki, kardeşim. Ne yapacaksın o zaman evde tek başına?" diye sormuştu bu sefer. "Evde duracağımı kim söyledi? Dışarı çıkacağım." dedim umursamaz bir tepkiyle karşılık verirken. "Sabah sabah bu terslemeni neye borçluyuz kardeşim?" diye anlamaya çalışan ağabeyim, aslında neden ona böyle davrandığımı, belki az çok tahmin ediyor olmalı diye düşünmeden edememiştim. Bunu açık açık dile getirmek için sonunda dudaklarımı aralamayı tercih etmiştim. "Yaptıklarından sonra benden başka türlü davranmamı bekleme abi." "Sen hâlâ o mevzuda mısın, Ömer? Geçip gitmiş bir konu üzerinde daha fazla durmanı istemiyorum. O mesele artık kapandı. Sen de irdelemeyi bıraksan iyi olur. Bana nasıl davranıyorsan davran. Sana diyecek tek bir sözüm daha yok benim." diyerek öfkeyle konağın kapısına yönelmiş, babamın ardından evden ayrılmıştı ağabeyimde. Masadaki huzursuzluk çocuklara bile sirayet etmişti. Meryem yengem, yeğenlerimi alarak odalarına doğru götürmüştü. Zeliha ise mutfağa, yarıda kalan işlerini halletmek için ayrılmıştı avludan. Bir tek masada ben ve annem kalmıştık. Düşünceli bir şekilde önüne bakan annemi gördüğümde, tek kelime dahi edemeden sofradan kalkmıştım ben de. Ona doğru dönüp, "Ben çıkıyorum." diyebilmiştim. Dalgınlığından sesime tutunarak çıkan annem, "Nereye oğlum?" diye sormuştu. "Çıkıp biraz hava alsam iyi olur. Hem bayağıdır görmedim buraları. Gezmek, bana iyi gelir annem." "Tamam, oğlum. Eve geç kalma olur mu? Hasretinle bunca yıl bekledim. Daha da beklemek istemem ben yavrum." demişti buğulu bakan gözleriyle. Annemin dolmak üzere olan gözlerine baktığımda bir hayli buruk hissetmiştim. Çabucak yanına ulaşmış, kocaman sarılmıştım. "Merak etme, geri döneceğim sultanım." diyerek yanından ayrılmış, çıkış kapısına doğru yürümeye başlamıştım. ••••• Arkadaşımın iştahla tabağını silip süpürmesini gülen gözlerimle izliyordum. Daha fazla dayanamayıp, "Yavaş ye Hümo, boğulacaksın yoksa." dediğimde uyarırcasına yüzüne bakmaya devam etmiştim. Obur, önüne eğdiği başını gururla kaldırmış, "Yavaş yiyorum zaten küçük hanım." demişti umarsızca. "Hızölçer sayaç okuma bedellisi mi oldun başıma?" "Hız sınırını aştığın için alıcılarım tarafından uyarılıyorsun sevgili dostum." dediğimde hâlâ iştahla yemek yiyen arkadaşıma temkinle bakmış, "Radarlar, oburlara karşı." demiştim gülmem, kahkaha tufanına dönüşürken. "Şu Obur radarlısının fişini çeksen olmuyor mu?" dediğinde lokmasını da beraberinde ağzına atmıştı. "Ya da şalter falan atmıyor mu?" "Ahaha, atmıyor maalesef oburcuk." Bizim çekişmeli geçen sohbetimize gülüşen ailem, Hümeyra'yla bizi keyifle izlemeye devam ediyorlardı. "Görüyorsun değil mi Zühre teyze? Senin bu kızın resmen benim lokmalarımı sayıyor." dedi çayından keyifle bir yudum alan Hümeyra beni işaret ederken. "Siz de şahit oldunuz." "Bakma sen ona yavrum. Sen güzelce yemeğini ye hadi. Afiyet bal şifa olsun." "Valla sağ ol Zühre teyzem. Sen de olmasan ne olurdu benim hâlim, hiç bilmiyorum? Kesin senin bu kız, aç bırakırdı beni." dedi lokmasını nispet yapar gibi iştahla ağzına doğru götüren Obur. "Abartma istersen Hümeyra." dedim çay bardağımı elime alırken. "Sen ve aç kalmak öyle mi? Duyulmuş şey değil doğrusu. Beni yersin sen be yemek diye haksız mıyım?" dediğimde dil çıkarmıştım yaramaz çocuklar gibi Hümeyra'ya. "Oradan bakınca vampire mi benziyorum ben Asi? Seni yemem ben merak etme. Eğer açlıktan gözüm dönerse, ona hiçbir şey yapamam bak. Bu tür konularda midemde hükümsüz olduğumu bilmen gerek." demişti çay bardağını masaya doğru bıraktığında. "Neyse kızlar, size doyum olmuyor." diyen annem masadan kalkmıştı. "Ben biraz Asrın teyzenize uğrayacağım. Kahvaltınız bitince birlikte sofrayı toparlarsınız. Eğer sıkılırsanız ve dışarı çıkmak isterseniz çıkabilirsiniz tamam mı?" demişti yanımızdan ayrılmak için hareket ettiğinde. "Tamamdır teyzem. Ben Asiyi alıp tarlaya, Karagüllerin oraya götürmeyi düşünüyorum." Annem tebessümle, "Gidin tabii kızım. Asi sever orada çalışmayı." dediğinde yüzündeki gülüş yerini müzmin bir kedere bırakmıştı. "Belki biraz-" diyemeden sözünü benim kadar sevdiği kızı Hümeyra devir almıştı. "Ne diyeceğini tahmin ediyorum Zühre teyze. Merak etme, kafasını dağıtırım ben Asinin. Baktım olmuyor, pekmezini akıtırım; ama yine de kendine getiririm. Sen hiç merak etme olur mu?" dediğinde anneme doğru bakmış, bir nebze olsun onu girmiş olduğu durgunluktan çekip almıştı. "İlahi kızım, çok yaşa sen emi. Her seferinde beni güldürmeyi başarıyorsun. Allah razı olsun senden. Asi, senin ve Melis gibi bir arkadaşı olduğu için çok şanslı." "Cümlemizden Zühre teyze. Biz üç silahşorlarız. Asla ayrı gayrı yaşayamayız. Bugünlerde geçecek, bak gör. Hepimiz üzüldüğümüzle kalacağız." "İnşallah kızım, inşallah." diyerek giden annemin ardından baka kalmıştım. Ne diyebilirdim ki? "Annemi böyle üzgün görmek beni mahvediyor." "Sen iyi olursan, Zühre teyzem de asla üzülmez Asi. Bunu en iyi senin bilmen gerekiyor." "Melis için-" "Bırak o seri katil kılıklı çeyrek mafyayı ayol." diye çıkışmıştı birden Hümeyra. "Hadi kalk, bir an önce çıkalım biz de evden. Vallahi otur otur, daraldım he iyice." Oldukça şüpheli davranan arkadaşıma bakarak, "Sen yine neyin peşindesin?" diye sormuştum. "Aman be Asi. Sorgu memuru gibi soru sormayı bırakır mısın artık lütfen. Bir an önce toparlanıp çıkalım evden diyorum, sıkıldım diyorum. Anlamıyor musun sen beni?" "Anlamaya çalışıyorum diyelim. Sen yine kesin bir şeyler çeviriyorsun Hümeyra. Bu nedense şu an çok belli oluyor." "Bir şey olduğu yok Asi. Durduk yere ne işi çevireceğim ben kızım? Dümen çeviren bir tip mi var sanki ben de? Zaten ben iş çevirmeye kalkışsam, dükkânı falan batırırım lan." dedi kahkaha atan Hümeyra. "Allah'ım ya. Yatır batırıcı seni ne olacak." "Hadi, hadi oyalanmayalım. Düş önüme..." dedikten sonra koluma girmiş ve beni aceleyle eve doğru sürüklemeye başlamıştı. ••••• Çalan telefonuna bakmadan seri bir şekilde kapatmıştı. Tekrardan ısrarla çalmaya devam eden telefonuna sinirli bir şekilde bakmış, öfkeyle açmıştı Adnan. "Alo." "Efendim, Asi Karayurt ile ilgili bilgilendirmek için aramıştım sizi." "Evet, dinliyorum." diyerek ardına doğru yaslamıştı Adnan Behramoğlu. "Baba adı: İshak Karayurt." diyerek devam eden adamı dinlemeye koyulmuştu keyfi yerine geldiğinde. Bütün bilgileri aldıktan sonra yüzünde peyda olan gülüşle telefonunu kapatmıştı. Hafiften kıvırdığı dudaklarını keyifle aralayarak, "Hadi bakalım Asi Hanım. Benden kurtuluşun var mı? Yok mu? Hep birlikte göreceğiz." diyerek yarıda kalan işine kaldığı yerden devam etmişti. ••••• Hümeyra ile bütün işleri bitirdiğimizde dışarı çıkmak için hazırlanmıştık. Portmantonun yanına gelen dostum, "Asi, yukardan inerken odanda unuttuğum çantamı da getirir misin? Sana zahmet, bana eziyet kardeşim." dedi ayakkabısını giymeye çalıştığında. Aşağıya doğru paldır küldür indiğimde, "Neden arkanı her zaman ben toplamak zorundayım Hümo?" diye diş bilemiştim. Dilini ısırarak göz kırpan Hümeyra şirinlik yapıp, "Benim küçük annem." dedi kedi gibi bana doğru baktığında. "Kızma lütfen." "Yemezler seni sevgi pıtırcığı!" dediğimde patlarcasına konuşmuştu Obur. "Ulan, illa miyav miyav diye ulumam mı gerekiyor sana burada kızım? Unuttum işte, ne yapayım?" diyerek bana bakmadan üzerini düzeltmeye çalışmıştı hızla. "Tamam, miyavcık abidesi tamam." diye söylendiğimde olayı çabuk kabullenerek susmayı tercih etmiştim. "Hadi, çıkalım." "Ne bu acele? Bir yere falan mı yetişeceksin?" "Yo, hayır." dedi tavana doğru bir şey arıyormuş gibi bakan Hümeyra. Dostumun yanına bir-iki adımda yaklaşarak baktığı yöne bakmıştım ben de. Ne zaman gizli saklı bir iş çevirmeye kalksa ya da ağzından bir şey kaçırmamaya çalışsa, böyle tavanı dikizliyordu ve ben onu çok iyi tanıyordum. "Merak ediyorum, ne var orada?" diye sormuştum cevabını duymayı beklerken. Tavana bakmaya devam eden Hümeyra birden bana doğru bakmaya çalışınca burun buruna gelmiştik. Olduğu yerde afallayıp, "Nere de ne var?" diye sormuştu panikle. "Kızım, sabahtan beri havalara bakıp duruyorsun farkında mısın? Görende seni, gök bilimine merak saldın falan sanır. Görüyoruz ki bu iş ondan ibarette değil yani. Biliyoruz biz." "Ne işi lan?" "Hiç, hiçbir şey." "Bir şey var. Söyle hadi." "Ya tamam, yok işte." "Asi, bak yükseliyor." diyen dostuma anlamayarak bakmıştım. "Ne yükseliyor Hümo?" "Tansiyonum. Yükselenim olurlar da kendileri." Verdiği cevaptan sonra kahkaha atmış, "Deli seni, yürü hadi, düş önüme." diyebilmiştim katıla katıla gülmeye devam ettiğimde. Hümeyra arkamdan, "Vay arkadaş, şimdide deli olduk iyi mi?" dediğinde yüksek sesle ve oldukça karga gibi çıkan sesiyle şarkı mırıldanmaya başlamıştı. "Deliyim gözü kara deliyim, yakarım Roma'yı da yakarım." Gökyüzüne bakarak güneşe doğru yüzümü çevirmiştim. Güneşin parıltılı ışığı gözlerimi sızdığında hafiften kirpiklerimi kırpıştırdım. Sanki o parıltılı ışıklar, göz kapaklarıma buselik dokunuşlar yoluyla, papatyalardan taç konduruyordu yüreğime. Gözlerimi iyice meydan okurcasına aralayıp nefes alışverişimi sakince düzenleyip mırıldanmıştım. "Güzel bir gün." diyerek ciğerlerime çektiğim derin bir nefesle, tekrardan dudaklarımı aralamıştım. "Hem de çok güzel..."
|
0% |