@mahinehar
|
BÖLÜM 16: HİSTEN KÖPRÜ
“Sen hiç ağladığını görmesinler diye saklambaç oynadın mı? Ben oynadım! Her defasında sobelenerek...”
Batışını Halfeti'nin dağları arasında dillendiren Batum güneşi, parıltılı ışığıyla güzelliğinden söz ettirmeye kaldığı yerden devam ediyordu. Etraftaki tiz sessizlik ve Karagüllerin mistik kokusu, kasılan bedenlerimizi rahatlığa erdiren yegâne ilaçtı şüphesiz. Yorgunluktan bitap düşmüş direncimizin ayakta kalmasını sağlayan en etkili doğal güçtü. Hümeyra ile arada tarlaya gelir, çalışan diğer personellerle bir olup güzelce çalışır, günümüzün tamamını verimli bir şekilde geçirirdik. Tatlı bir yorgunluk çökse de omuzlarımıza, içten bir tebessüm moral bozukluğuna etkili bir savunma kalkanı oluşturuyordu. Birlikte geçirdiğimiz vakitlerin değerini çok daha iyi anlıyor ve bizim için paha biçilmez olduğunun farkına varıyorduk böylelikle. Bütün bunların bilincinde olduğumuzdan ötürü, her zaman 'değer' lafını dillendirerek kefil oluyorduk bu güzelim tatlı telaşa. Tarlaya gitmek için can atan arkadaşım Hümeyra, gününü sinirli bir şekilde tamamlamak zorunda kalacağını bilmiyordu; ne yazık ki. Onu sakinleştirmeye çalıştığım her saniye beni görmezden gelmiş, içeriye doğru istikrarlı bir şekilde yürümeye devam etmişti. Ketum arkadaşımın ardından nefes nefese koşturarak, "Kızım yavaş olsana. Arkandan kovalayan biri mi var?" diyerek serzeniş yapmış, haliyle sinirle biraz çıkışmıştım. Hızlı bir şekilde ilerleyen Obur, aniden çıkmaz sokağa girmiş gibi duraksamış ve hızla arkasında kalan bana doğru dönmüştü. "Peşimdeki sen olduğuna göre, sence sonuç değişir mi tatlı belam?" "Ne be? Peşinden kovalayan ben mi oldum şimdi?" dedim burun kıvırarak nefesimi kesik kesik almaya çalıştığımda. "Cin Ali olmadığına göre, tabii ki sen oluyorsun dostum. Usa'in Bolt edasıyla paspasa basar gibi geç üzerimden kanka." dediğinde Oburun telaffuzuna gülerek karşılık vermek için aralamıştım dudaklarımı. "O kadar da iyi değilim. Bana bahşettiğin kaplumbağa lakabına ihanet edemem şimdi. Onu bırak da az önce ne oldu öyle? Neredeyse o çocuğu dövecektin." diye sormuştum öne savrulan şalımı omzumun ardına doğru iterken. "Ah, bir bırakmadın ki ağzının payını güzelce vereyim o dangalağın!" diye öfkeyle solduğunda dişlerini sıkmıştı Hümeyra. "Bütün manyaklar da beni buluyor arkadaş. Çattık kalasın birine!" Hümeyra'nın tartıştığı genç adam ile aralarında geçen muhabbete gülmeden edememiştim. Ciddi anlamda ona karşı neler hissedip düşündüğünü merak ediyordum. Sanırım bunu öğrenebilmek için tek bir yol vardı. Munzurca gülümseyip derhal işe koyulmuştum. "Hümeyra?" "Hı?" "Bence çok tatlıydınız." dediğimde vereceği tepkiyi kaçırmadan hemen takip etmiştim. "Asi, sen de mi?" "Ne, ben de mi Hümo?" "O, o da..." diye kıvrandığında kahkaha atmamak için zor tutuyordum kendimi. Biraz daha kıvranmasını sağlamak için onu kışkırtmaya devam etmekten başka çarem yoktu. "O, kim?" "O, işte canım." "Kim o, işte canım?" diye tekrar sorduğumda Hümeyra'nın zorlanarak anlatmaya çalıştığı şeyi ben çoktan anlamıştım; ancak onunla bilerek uğraşmayı seçmiş ve biraz daha bu haline şahit olmak için keyif çatmak istemiştim. Dostum gözlerini tehlikeli bir şekilde kısmış, bana doğru ters ters bakmıştı. "Gıcık, bilerek mi yapıyorsun? Sen anladın onun aslında kim olduğunu!" Kıkır kıkır gülerek, "Ne dedi sana? Ne kadar tatlı biri olduğunu mu?" dediğimde aceleyle bir sandalye çekmiştim kendime. "Evet, sence öyle miyim Asi? Yani ben tatlı biri miyim?" dediğinde kollarını çiçek şeklinde birbirine dolamayı bırakmış, ardına dönerek gözlerimin içine doğru bakmıştı Obur. "Bence çocuk doğru söylemiş. Sen her halinle tatlısın zaten." demiştim doğru olan bir şeye onay vermenin engin hazzını yaşarken. "Bunun için adamı dövmeye kalkışman biraz komikti. Ne gerek vardı?" diye de eklemiştim. "Hak etti Asi. Rica ederim bana öyle bakma. O dangalak, utanmadan bana kavgacı birine benzediğimi de söyledi. Oradan bakınca kavgacı birine mi benziyorum ben gerçekten?" "Havuz problemi kadar zor bir soru oldu bak şimdi." dediğimde elimi ciddiyetle çenemin üzerine doğru götürmüş, kısacık bir an düşünüyormuş gibi yapmıştım. Bu hareketi yaparken, ilham kaynağım olan Hümeyra'nın tavana kaçak bakışlarını da icra ettirmeyi de ihmal etmemiştim tabii ki. Keyif aldığım düşünce seansıma bodoslama kulaç atan Hümeyra, "Tavan da ne var Allah'ına?" diye çıkıştığında o da baktığım tarafa odaklanmıştı. Ne yaptığımı anlamış olsa gerek, korkutucu bir şekilde bana doğru başını yavaşça çevirmişti. "Bu sahne nedense bana hiç yabancı gelmiyor küçük hanım." "İdolümsün adalet abla." diye tekrardan kahkahayı bastığımda sevgili arkadaşım bozuk para harcamak ister gibi yüzüme bakıyordu. "İzindeyiz..." "Hiç kaçırmıyorsun böyle şeyleri Asi. Aferin sana!" diye söylenmişti Hümeyra yanımdan geçip, cama doğru yaklaştığında. "Aa, bozuk atma bana durduk yere sen hayatım. Ben sana takılıyorum, biliyorsun. Hem sen asla kavgacı biri değilsin, olamazsın da. Sadece biraz dilin sivri o kadar." dediğimde Hümeyra gözlerini büyüterek bana doğru öldürecekmiş gibi bakmıştı. Hemen ardından duruşunu hiç bozmadan bakışlarını normalleştirmiş, kendi halinde kalıp tek bir şey söylemeden tepkisiz kalmıştı. Bu hareketi beni oldukça şaşırtmıştı. Şu an olan şey, fırtına öncesi sessizliğine benziyordu ve benim temkinli bir şekilde yaklaşarak kestiremediğim her davranışına karşı tetikte olmam gerekiyordu. İç sesimden baloncuk şeklinde yükselen nidalar bana, 'Hümeyra'nın ölüm bakışlarının kadrajına giriş yapmış bulunmaktasın.' diyordu. Yine aynı ses hiç susmayarak, 'Tehlikeye gireceğini bilerek neden çenene hâkim olmuyorsun?' diye söylenmeye devam ettiğinde akıl sarsıcı, geveze iç sesim beni korkutmayı başardığında derhal ondan kurtulmak üzere tekme savurup hızlıca susturmuştum. Bu rahatsız edici sessizlik beni ürkütmeye başladığında, "Şey..." diyerek ne diyeceğimi bilemeden bu sefer kıvranan taraf aksi gibi ben olmuştum. "Ney, küçük hanım?" diye soran Hümeyra'ya soğuk soğuk bakmaya devam etmişti. Ne diyeceğim diye düşünürken ne halt edeceğimi de bulmaya çalışmıştım aynı zamanda yana yakıla. Beynimin içinde hayali bir ampul yanmış, bilge bir bilim insanı edasıyla heyecanla şakımıştım. "Benim tatlı Oburum, sen hâlâ acıkmadın mı?" demiştim ürkerek aklıma gelen ilk şeyle. Hümeyra'yı can evinden vurduğumu çok iyi biliyordum. Zira onun için yemek, bu hayattaki her şey demekti. Ben de en etkili kozumu onun üzerinde kullanmıştım haliyle. Hiç düşünmeden cevap vermişti gözleri adeta bir elmas gibi parıldayan sevgili arkadaşım. "Evet, acıktım." "Hah, güzel işte. Hadi gel, seninle yemeğe çıkalım. Ben ısmarlıyorum tamam mı?" "Gelmiyorum." dedi otoriter sesini baskınca ortaya koyan Hümeyra. "Ne demek gelmiyorum Hümo? Yemek diyorum, yemek. Senin bu hayatta en sevdiğin şey." dediğimde arkadaşıma donuk bir bakış atmış, soğuk çıkan sesimi kuşku dolu ifadeler doluşmuştu. "Asi?" "Hı?" "Asicim?" "İfindim cinim." demiştim tatlı olmaktan çok uzak bir halde cümlenin harfleri ile oynarken. "Seni çiğ çiğ yemek varken neden dışarıda yemek yiyeyim ki ben boş yere?" demişti Hümeyra bulunduğu konumdan üzerime doğru kararlı adımlarıyla ilerlerken. Ne yapacağı belli olmayan arkadaşımdan, itiraf etmek gerekirse biraz korkmuştum. "Tırsıyorum Hümo. Gelme üzerime öyle!" diye uyarır bir tonda söylenmiştim. "Bence de tırsmalısın küçük hanım. Zira birazdan sana yapacaklarım yarınki sabah gazetesi manşetlerinde boy boy gösterilmiş olacak çünkü." dediğinde bir şeyler düşünmek için zihnimi zorlayıp durmuştum. Aklıma gelen şeyle gözlerimi kocaman açmış, korkunun verdiği garip bir hisle haykırmıştım. "İskender..." diye bağırdığımda, ses tonumun çıtasını aştığını Hümeyra'nın buruşan yüzünden anlamıştım. Üzerime doğru yürüyerek kolumdan kavrayan arkadaşıma, "İskender'i ye, ama beni yemekten vazgeç Hümo. Hem ben tatsız tutsuz bir şeyimdir kesin, midene falan otururum. Yapma, etme..." demiştim asi ceylan bakışlarımı, masumca dostumun gözlerinde gezdirirken. Hümeyra başını yan tarafa doğru çevirip gülmediyse bir an, ne olayım... Genzini tıkırdatarak boğazını temizleyen dostum, "Önce İskender'i, daha sonra seni yiyeceğim Asi." dedi ciddiyetle kaşlarını çattığında. "Olur, valla. Bana her türlü uyar..." dediğimde hâlâ kolumda asılı duran elini tutarak indirmiştim. "Cız o cız." diyerek yerimden bir ok gibi fırlamış, askılıkta duran paltomu almıştım çabucak. Ardıma dönerek, "E-e, hadi gitmiyor muyuz?" diye de sormuştum. "Sen çık, ben birazdan geliyorum." diyerek karşılık veren dostumu içeride bırakmak üzere dışarı çıkmak için aceleyle kaçmıştım. Bazen Hümeyra'dan bu durumlar yüzünden açıkçası gerilip ürküyordum. Çünkü yeri gelince felaket bir şekilde korkutucu oluyordu sersemleyen arkadaşım. Çantasını alarak dışarı çıkan Hümeyra, yanıma geldiğinde bütün işçilerinde öğle yemeği için toplaşarak gittiğini görmüştüm. Babam da o sıra yanımıza gelerek, "Hayırdır? Bir yere mi gidiyorsunuz kızlar?" diye sormuştu. "Evet, İshak amca. Asi beni yemeğe götürecek." dedi oldukça keyifli çıkan sesiyle cevap veren Hümeyra. Sanki az önce dost katili o, olmayacakmış gibi şakıyordu neşeyle. Bakışlarını temkinli bir şekilde üzerimde gezdiren babam, "Ne yaptı, doğru söyle bana kızım?" diye sormuştu. İkimiz de gülerek babamın sorusuna karşılık verdiğimizde, "Gülmeyin bakalım. Konu yemek ise kesinlikle altından bir şeyler çıkmış oluyor. Bu sebepten ötürü soruyorum ben de zaten." demişti bize katılarak gülümseyen babam. "Hepsi benim suçum baba. Anlayacağın yine iş başa düştü. En etkili yöntemim Oburu yemeğe çıkarmak ve sonsuza dek topuklarımı sıkılmaktan kurtarmak; yoksa başka türlü elinden kurtulamam ben Hümoşun." "Şu an acıkmış olmasam, ikna faktörleri geliştiriyor olurdun. Biliyorsun değil mi, Asi Hanım?" dedi ağız arası bana doğru diş bileyen Hümeyra. "Bilmez miyim, Sayın Oburum?" diye karşılık verdiğimde hep birlikte yeniden gülüşmüştük. Babam buhranla bize doğru bakmış, "Kızlar, her zaman böyle gülümseyin olur mu? Sizi mutlu görmek bizleri de mutlu ediyor." demişti buğulanan gözlerini hızla kaçırdığında. "Sen de bizimle gelsene İshak amca?" diye sormuştu hüzünlü bulutları acilen uzaklaştırmaya çalışan Hümeyra. "Evet, babacım. Sen de bizimle gel lütfen." dedim arkadaşımın dediğine destek çıktığımda. Babamın yanına bir-iki adımla yaklaşırken, "Hem sen yanımda olmazsan kesin başıma bir şey getirir bu Obur, Allah korusun babacım. Eğer bize eşlik edersen, hiçbir şey yapamaz bana öyle değil mi? Lütfen gel..." diyerek babama küçük bir kız çocuğu gibi yakarmıştım. "Yine ne söylenip duruyorsun sen orada tek başına öyle küçük hanım?" demişti Hümeyra göz ucuyla bize doğru bakarken. Bir an boş bulunup, "Ay, bir şey yok." dedim başparmağımı ön dişlerime bastırarak havaya doğru iki kez kaldırmaya çalıştığımda. Korkunca hep böyle yapardım. Bu halime gülen babam bize bakıp, "Siz bu seferlik birlikte gidin kızlar. Şimdiden afiyet olsun. Zühre Hanım malum, beni bekler. Bugün ona verdiğim bir söz var." demişti mutlulukla gülümserken. "Kralsın İshak amca. Koş, kraliçemizi bekletme." demişti hızla coşan Hümeyra. "Ha, bu arada kızım." diyerek bana doğru bakan babam, "Fazla da geç kalmayın olur mu? Ve-" derken sözünü biz devir almış, "Dikkat ediyoruz." diyerek babamın söz partını çalmıştık. Babama sıkıca sarıldıktan sonra Hümeyra ile birlikte yola doğru yürümeye başlamıştık. Yavaş ve emin adımlarla ilerlerken, suskunluğu ilk bozan isim ben olmuştum. "Melis iyidir değil mi Hümeyra?" diye sormuştum merakla boğuk çıkan sesime engel olamadan. "Turp gibidir, merak etme Asi." diyerek kestirip atmıştı sorumu Hümeyra. Ona doğru bir bakış atıp, "Umursamaz davranmayı nasıl başarıyorsun? "diye sormuştum yürümeye devam ettiğimde. "Kendimi boş yere üzemem ben Asi. Sonuçta her şey yoluna girecek. Bundan eminim. Sadece Melis'e bir süreliğine zaman tanımamızın daha doğru olacağına inanıyorum. Bu umursamaz olduğum anlamına gelmiyor. Ben de merak ediyorum, özlüyorum. Ama kendimi senin yaptığın gibi yıpratmıyorum. Aslında o gece Melis'in söylediklerinden sonra ben de şoka girerek ne yapacağımı şaşırmıştım. Vicdansız Kraliçe Melis Babadağ başına neler getireceğimden habersiz bir şekilde melankolik takılmaya devam etsin biraz daha. Eğer delirmeye bir başlarsam ben, onun böyle davranmaya pek vakti kalmayacak zaten." demişti sakince sözünü bitiren dostum. "Ne getireceksin? Yine neler düşünüyorsun sen öyle Hümo?" demiştim arkadaşıma korkunç bir şekilde baktığımda. "Tanıtım için hazır olmanı sağlayacağım canımcım." diyerek önüne dönmüş, gülerek yürümeye devam etmişti. "Ya, şimdi söylesen olmuyor mu? Merak ederim ben. Geceleri asla uyuyamam bak." dediğimde Hümeyra konuşmamakta kararlı bir şekilde sohbeti kapatmak için ağzını fermuar yapar gibi çekmişti. Birden bana doğru bakıp, "Asi, açım aç. Benim önce midemi düşünmem lazım. Biraz daha hızlı olur musun lütfen?" dediğinde büyük adımlar atmaya çalışmıştı. "Obur seni ne olacak. Aklın fikrin anca midende." "Başka kimde olacak lan? Delirtme beni!" "Kayahan desem?" Usulca yürüdüğüm yolda canıma tekrardan susadığımı fark eden Hümeyra, söylediğim şeyden sonra durduğunu fark etmiştim. Ardıma doğru baktığımda, elini çenesine dayayarak tırnaklarını dişlerinin arasında kıstırmıştı. "Yanlış bir şey mi söyledim?" dedim hayıflanırken. "Bir daha o kalasın adını ağzına alma Asi. Yoksa... Yoksa?" "Yoksa ne yaparsın?" diye sormuştum cesaretimi Kaf Dağı zirvesinde terk ederken. "Allah yarattı demem, seni severek öldürürüm Asi!" "İyi de bu Melis'in lafı. Sen başka bir şey söylesen olmuyor mu?" "Ulan sizi bana sayıyla mı verdiler? Kız haklı abi sana öyle söylemekte. Çünkü başka türlüsü kurtarmıyor. Lanet olsun içimdeki insan sevgisine!" "Ucuz yırttım desene?" demiştim ben de keyifle karşılık verirken. Birazdan başıma ne geleceğini bilmeden konuşmuş, adrenalin yükselmesi yüzünden yerimde duramamıştım. "Sen öyle san küçük hanım..." "Hı?" dedim bir an anlamsız bakışlarımı Hümeyra'ya doğrulturken. Ne olduğunu anlamadan üzerime doğru koşan Hümeyra'yı fark etmem, bir saniyemi almıştı. Refleksle ardıma dahi bakmadan koşmaya başlamıştım haliyle ben de. Nefesimi zoraki bir şekilde aldığımda peşimden koşturan dostuma seslenmiştim. "Ay, kızım deli dana gibi koşturmasana arkamdan!" "Ulan Asi, seni bir yakalarsam var ya, bittin kızım sen! Elime sakın düşme!" diyerek ardımdan bağırmıştı Hümeyra. Oburun meydan okumalı sesini benliğimden bertaraf ederken dudaklarımı aralamıştım hızla içim içime sığmazken. "Duyuyor musun Hümeyra?" "Neyi?" dedi, hızı yavaşlarken ardımdan bakmaya devam eden arkadaşım. "Mutluluğun çıkardığı rüzgârgüllerinin seslerini?" Peşimden koşmayı bırakan Hümeyra, ardımdan öylece seyre dalmıştı beni. Hafiften esmeye başlayan rüzgâr, yanaklarıma ıslak buseler bırakıp, fısıldaşarak kayboluyordu sanki. Kollarımı dahada açarak mis gibi kokan huzuru, Karagül kokusunu kollarımın arasına almıştım. Benden mutlusu yoktu şimdi. İçimdeki tarifsiz duyguları dizginlemeden, hoyratça yeniden atılmıştım toprak kokulu ufka...
|
0% |