@mahinehar
|
BÖLÜM 17: ALDANMA HİSSİ
“Bazen susmak gerekir duymak için. Susuyorum, duyuyor musun?”
ASİ...
Kahır yüklü bulutlar, matemimin koruma kalkanına sirayet etmeden hemen önce, mutluluğum tarafından yakalanıp idam ediliyordu sanki. İçimdeki kelebek kanat çırpıp uçuşa geçmek için çırpınırken, bedenimin de soyut bir şekilde havalandığını anımsayabiliyordum. Sanki ufkun en ücra köşelerinde, ezber bozan esaretimle bütün renklere boyanarak geziyordum. Yaşadığım şeyin sarsıcı vahametiyle büyük bir boşluğa düşmüş olsam da o delici boşluktan çıkmak için güçlükle çaba sarf etmeye çalışıyordum. O çektikçe zifiri derinliğine, ben de oluk oluk akan gözyaşlarımın acımtırak tadına vararak pes etmemeyi öğreniyordum. Herkesin bir pes edişi, düşüşü ve bir bitişi vardır. Ve herkes o tuhaf boşluğa esirdir. Kıdemleştirilmiş bekçiler tarafından acı bir şekilde hüznün girdabına itilsem de o emsalsiz, dipsiz boşluğa, tırnaklarımı mıhlayarak tırmanma dürtümden asla feragat etmiyordum. Başaramayacağımı her düşündüğümde önce yenilgiye uğramış, ardından yapamayacağımı hissettiğimde ise kendime, daha sonra da bütün sevdiklerime ihanet etme korkusu yaşamıştım. Boşluğa savrulmuş titreyen bir yaprak olarak kabul görmemem gerekirdi. Sarsıcı izafi yanımı damgalayarak, artık buna bir son vermem lazımdı. Öyle boylu boyunca yaslanıp, baştan aşağı ben pes ediyorum artık demek, benim lügatimde yer almamalıydı. Buna izin vermemeliydim. Ne kaybetmeye ne de bu uğurda sevdiklerimi harcatmaya müsaade edemezdim. Her şeyden önce güçlü olmak zorundaydım; ancak güçlü ve sarsılmayan dik bir kaya gibi olursam, sanrılı yanlarımı yığılmadan onarabilirdim böylelikle. 'Kaderin oyunu.' cümlesini klişe bir şekilde ortaya çıkarmadan, üzerime bahis açılan kirli oyunda en büyük başrol oyuncu olarak yerimi almalıydım. Bakalım hayat bana nasıl bir oyun oynayacaktı? Ve ben bu oyunun neresinde rolümü üstlenecektim? Ama şunu söylemek gerekirse; o çok methedilen, şaha giden bir piyon değildim, olmayacaktım da... ••••• Bizim çarşının orada, sıradan bir esnaf lokantasına giderek masadaki yerimizi almıştık sonunda. Bir müddet sonra garson gelmiş, bizden siparişlerimizi almış ve gözden kaybolmuştu. O kadar acıkmıştım ki, dikkatimi dağıtmak için camdan dışarı bakıyor, sabırsızca tek ayağını strese girmiş gibi sektiren Hümeyra'ya da arada bakıp duruyorum. Sanırım yemekler gelene kadar sevgili arkadaşımı konuşturmayı denesem, ikimiz içinde iyi olacaktı. Hümeyra'yı gülümseyerek izlediğim sıra, "Betin benzin iyice atmış, ne vardı o kadar peşimden koşturacak?" diye sormuştum, boş mideme önce masanın üzerinde duran suyumdan bir yudum alıp gönderirken. "Nedenini bildiğin şeyleri ısrarla sormaktan keyif alıyorsun resmen Asi. O yüzden bunu iyi bildiğimden dolayı susmayı tercih edeceğim şimdilik." diyerek cevap vermişti Hümeyra, zerre beni takmazken. "Alt tarafı şakalaştım yahu seninle. Ne vardı bunda bu kadar sinirlenecek?" "Tamam, Asi. Hadi sus, bir şey dediğim yok artık sana zaten." dediğinde üzerine fazla gitmeden konuyu değiştirmeye karar vermiştim. "Hümeyra?" "Efendim?" "Yemekten sonra Melis'e bir uğrasak mı?" diye sorduğumda, düşünceli bir şekilde çenesine koyduğu elini çekmiş, dikkatle yüzüme bakmıştı. "Olur, gidelim gitmesine de beklemek nedir hiç bilmiyorsun Asi." dediğinde ne demek istediğini zerre anlamamıştım. O da fark etmiş olacak ki göz devirerek bıkkınlıkla dudaklarını aralamıştı. "Öncelikle güzelce karnımız doysun kızım. Yeterli bir şekilde yetecek kadar güç alamazsam eğer, dayak falan atamam ben Melis'e." demişti ciddiyetle. Sağı solu belli olmayan kankama şaşkınlıktan kocaman açılan gözlerimle bakmış, "Dalga mı geçiyorsun sen benimle Hümo? Melis seni ayağının altına alır iki dakikada. Sonra Asi demişti dersin." diye uyarmıştım hiç şakam yokken. "Yemişim onun sinirini! Hiçbir şey yapamaz bana o agresif bela. Hem daha Melis Babadağ benim deli tarafımla tanışmadı." "Ben tanımıyor muyum kendisini?" "Kimi lan?" "Deli tarafını?" "Kendisi yoğun bakımda, müşahede altında tutuluyor tatlım." "Ahaha, deli seni. Aklına koyduğun şeyleri mümkün mertebe bana haber vermeden yapmaya çalışma çılgın dostum; yoksa müşahede altına girecek olan sen olursun bu gidişle. Bak, son kez uyarıyorum seni." "Bana bilmediğim başka bir şey söyle canım." diyerek her zamanki lafını söylemiş, dediklerimi kestirip atmıştı Hümeyra. "Sen uyarmaya devam et. Nasıl olsa başka türlü zevki çıkmıyor." Ona bakarak içimden coşan sevgimle, "Seni seviyorum." diyebilmiştim. O da bana aynı şekilde gülümseyerek karşılık vermişti. Çok geçmeden yemeğimizde geldiğinde iştahla önümüzde duran İskender'i yemeğe başlamıştık. Ara sıra Hümeyra'ya bakarak, "Yavaş yer misin Oburiks? Bak boğulacaksın, yoksa." diye söylenmekten kendimi alamamıştım bir türlü. Hümeyra bu, laf dinler miydi? Asla... Yemek faslını kısa sürede bitirmiş, çarşıya doğru yürüyerek butiğin önüne gelmiştik. Dükkânın kapalı olduğunu gördüğümüzde ikimizde şaşırmıştık. Melis acaba neredeydi? Bir şey mi olmuştu? Yoksa Ömer'in ağabeyi mi bir şey yapmıştı yine? Korkuyla dudaklarımı aralayıp, "Acaba bir sorun mu var?" demiştim kuşku beynimi kemirmeye başladığında. "Ne alakası var kızım? Ne olabilir ki? İyi düşünelim, iyi olsun. Bugün günlerden ne? Hiç bilmiyorum ben. Belki hafta sonundayız? Günlerden hiç haberim yok. Kafam zaten üç yüz beş yüz olmuş. Dediğim gibi belki hafta sonu diye kapalıdır." diyen Hümeyra'ya olabildiğince göz devirmiştim. "Yemek yedin, ama aklın hâlâ başında değil senin Hümo. Bugün günlerden Perşembe." "Hı, öyle mi? Bak sen söyleyince fark ettim Asi." dediğinde ona ters ters bakarak, günler sonra Melis'i aramak için elimi cebimde duran telefona atmıştım. Telefon bir-iki çalmadan sonra meşgule düşmüştü. Kulağımdan usulca çekerek melül melül bakmıştım Hümeyra'ya. "Ne oldu, açmıyor mu?" diye sormuştu o da beklentiyle. "Hayır, meşgule attı sanırım. Ben bir daha deneyeyim en iyisi." "Olur." Yeniden aynı numarayı çevirdiğimde bu sefer telefon meşgule düşmeden, direk kapalı çıkmıştı ve o an ağzımdan firar eden ufak çaplı bir sözle, "Oha!" diye bağırmıştım sesimin gür çıkmasına aldırmadan. "Hayırdır?" "Melis'in telefonu kapalı." "Az önce meşgulde değil miydi?" "Anlamadım ki ben de." Kaşlarını çatan Hümeyra, "Yürü Asi, gidiyoruz." dediğinde ona hayretle bakmıştım. "Nereye gidiyoruz Hümeyra?" "Tabii ki Melis'in evine, baskına gidiyoruz..." "Hemen şimdi mi?" "Evet, elbette. Bu Elizabeth kılıklı çok fazla olmaya başladı artık. Hak ettiğini avcuna koyma vakti çoktan gelip çatmıştı zaten. Şimdi, hemen önüme düşüyorsun Asi. Vakit kaybetmeden o çatlağın yanına gidelim bir an önce." dediğinde, birlikte kararlı bir şekilde Melis'in evine doğru yol almıştık. Umarım bizi aklımdan geçen saçma sorular ve korkunç olaylar beklemiyordur. Umarım... ••••• Ofisinde oturmuş ve gerekli belgeleri eline geçiren Adnan Behramoğlu, intikam almak için elinden geleni ardına koymuyordu. Büyük bir keyifle kahvesini yudumlarken, Asinin tepkisini ve yüzünün alacağı şekli oldukça merak ediyordu. Oturduğu koltuğundan kalkarak cama doğru yanaşmıştı. Kıvrılan dudaklarını iyice aralayıp, "Bana hiç bulaşmayacaktın Asi Karayurt. Bakalım, acı çekmek nasıl bir şeymiş sen de göreceksin! Ben dediğimi her zaman yaparım." diyerek istikrarlı bir şekilde düşüncelerini kinle beslemeye kaldığı yerden devam etmişti. ••••• Öğle yemeği için evine gelen İshak Bey kapıyı açmak için cebinde duran anahtarı almaya çalıştı. Fazla uğraşmasına gerek kalmadan kapıyı, eşi Zühre Hanım açmıştı. Karısının düşünceli hâlini gören yaşlı adam dikkatle ona bakmış, "Ne oldu Hanım, neyin var?" diye sormuştu içeri doğru girerek ayakkabısını çıkardığında. "Melis'i düşünüyorum Bey." "Neden? Bir şey mi oldu Hanım?" "Gidiyormuş." "Ne demek gidiyormuş?" diye sormuştu afallayarak karısına bakan İshak Bey. "İstanbul'a gidiyormuş. Asi nerede?" "Hümeyra ile yemeğe çıktılar." "Bey, kızımız duyarsa çok üzülecek. Ne yapacağız biz şimdi?" "Bilmiyorum. Bir yolunu buluruz elbet. Ama hiç iyi olmadı bu Zühre." Eline telefonunu alan Zühre Hanım kızını aramaya yeltense de İshak Bey onu durdurmuştu. "Kimi arıyorsun sen?" dedi karısına sorgular gözlerle baktığında. "Asiyi tabii ki. Başka kimi olacak Bey?" "Bırak Hanım, arama. Hümeyra ile birlikte ne kadar geç öğrenirlerse o kadar iyi olur onlar için." "Çarşıdalarsa eğer, kesin butiğe giderler onlar." "Gitsinler Hanım, ne olacak?" "İshak, butik kapalı. Teyzesi beni arayıp haber verdi. Melis'i son kez görmesi için Asi' ye haber vermemi istedi; ama Melis, bizim kızla görüşmeyi istememiş. Ne Asi'yi ne de Hümeyra'yı görmeden çekip gidecekmiş Halfeti'den." "Ne yaptığını zannediyor bu deli kız?" "O değil İshak. Her şeyi teyzesi yapıyor, bunu göremiyor musun? Boynu bükük kızcağızında zaten. Melis artık işin içinden çıkamaz bir hâlde. Konuştum zaten onunla da ağlıyordu yavrucağız. Elim kolum bağlı ne yapacağımı bilmiyorum, ben de Bey!" "Sakin ol sen Hanım. Allah büyük. Ne zaman gidiyormuş peki? Sana bir şey söyledi mi?" "Bugün saat 17:30'da." "Neden böylesine aceleci davranıyorlar ki? Bence bu işin altında başka bir şey var Hanım." "Ben Asi' yi arıyorum, İshak. Böyle olmayacak." demişti sabırsızlanarak kızını arayan Zühre Hanım. ••••• Hızlı adımlarla, olabildiğince Melis'in evine doğru gidiyorduk. Oldukça sinirli görünen Hümeyra yol boyu söylenip durmuştu. Fırsat buldukça konuşmasının arasına girerek Hümeyra'yı sakinleştirmek için uğraşıyordum. İlerideki düzlükten sağa doğru saptığımızda kapının önü hemen görünecekti. Nihayet demir kapıya vardığımızda tel örgülü bahçe kapısını hızla geçerek girişe gelmiştik. Renkli desenlerle süslenmiş, gece mavisi olan kapının tokmağına serçe vurmuştu Obur. Bir süre beklemiştik, ama kapı açılmayınca tekrardan hızlı bir şekilde vurmuştu Hümeyra. Sinirlenen dostum bu seferde iki elini açarak avuç içiyle kapıyı yumruklamaya başlamıştı. "Çık lan dışarıya Vicdansız Kraliçe!" dedi dişlerini sıkarken. "Sakin olur musun, Hümo? Belki bir yere gittiler, ya da duymuyorlardır?" "Ah, senin bu iyimser düşüncelerin ve hallerin beni bir gün öldürecek lan!" "Ne dedim sanki yahu?" "Nereye gidecek lan başka? Butikte kapalı. Hem o, yoksa teyzesi var. Niye açılmıyor bu kapı? Aklımda delice sorular var Asi." demişti tekrardan kapıyı yumruklamaya başlayan Hümeyra. Israrla çalan telefonumun titreşimi hissederek cebimden çıkardığımda annemin tam beş kez aramış olduğunu görmüştüm. Bir sorun mu var diye düşündüm ilk önce; fakat daha sonra içimi garip bir his kapladığında hemen gelen çağrıyı yanıtlamıştım. "Efendim anne?" "Kızım, neredesiniz?" "Hümeyra ile birlikte Melis'in evinin önündeyim anne." "Yoksa duydun mu?" "Neyi anne?" "Melis, gidiyor yavrum." "Ne demek gidiyor, nereye anne?" "İstanbul'a." "İstanbul'a mı?" diye bağırmıştım şok içinde kaldığımda. "Ne oluyor kızım?" diye sormuştu bir yandan öfkeyle yüzüme bakan Hümeyra. Gözlerime yaşlar bodoslama daldığında duyduğum gerçekler, kulaklarımda zaferini ilan edercesine çınlıyordu. Tereddüt etmeyi bir kenara bırakıp, "Ne zaman?" diye sordum. "Bugün saat, 17:30'da kızım." Telefonu kulağımdan çektiğimde dizlerimin acısını hissetmeden yere yığılmıştım. Elimi yüreğime bastırıp, beliren uğultulu sesler ile baş etmeye çalışmıştım o an. Yerle bir bütün olduğumu gören Hümeyra, "Bana düşündüğüm şey oldu deme sakın Asi?" diye bağırmıştı. "Gidiyor." diyebilmiştim kısık çıkan sesimle ben de. "Melis, İstanbul'a gidiyor." Hümeyra duyduklarına inanamayıp hiddetle fırlamıştı yerinden. "Kalk çabuk yerden Asi. Ağlamanın ya da zırlamanın hiç sırası değil. Nankör kediyi kıstırmaya gidelim bir an önce. Kalk dedim sana!" "Nasıl ha, nasıl? Gidiyor işte! Saate bak, ona asla yetişemeyeceğiz." "Seni bilmem kızım, ama ben gidip ağzını burnunu dağıtacağım onun! Bize haber vermeden gitmek ne demekmiş göstereceğim ona. Biz neciyiz ha, neciyiz? Eşekbaşımı var karşısında Melis Hanımın. İster gel ister gelme Asi." dediğinde öfkeyle soluyarak yola doğru yürümüştü Hümeyra. Peşinden ben de bir hışımla koşmuştum. Hümeyra haklıydı, gidip hesap sormalıydık Melis'e. Hiçbir şey demeden böyle çekip gitmekte neyin nesiydi? Ana yola çıktığımızda etrafımıza çaresizce bakmıştık. Yoldan geçen ne bir taksi ne de bir araba vardı. Şayet kalkıp bir taksi çağırsak, geç gelme ihtimali o kadar yüksekti ki çaresizce etrafımıza bakınmaya devam etmiştik. Olduğum yerden öfkelenerek, "Ne halt edeceğiz biz şimdi?" demiştim telaşla. "Sus bir lan, düşünüyorum." diyen Hümeyra'ya korkuyla bakmıştım. İkimiz de oldukça endişeliydik. Yoldan geçen tek tük arabaları durdurmak aklına gelmiş olacak ki Hümeyra'nın, el kaldırıp hızla gelen geçen arabaları eliyle dur işareti yapmaya çalışıyordu; ancak bu çaba nafileydi. Kimse durmuyordu ve ben sakince ona doğru bakmıştım. "Ne yapıyorsun sen öyle Hümeyra?" "Ne yaptığım gayet açık değil mi? Başka çaremiz mi kaldı Allah kahretsin!" dedi bir sonraki araca dur işareti yapan Obur. Gelenler oldukça tanıdıktı. Aracın içinden bize doğru bakarak şaşıran Ömer ve Kayahan duymadığımız birkaç şey söylemişlerdi. Aracın camını indirerek Hümeyra'ya bakan Kayahan, "Sen ve otostop çekmek?" demişti tuhaf bir şekilde baktığında. Hümeyra olduğu yerden sinirlenerek göğe bakıp, "Allah'ım, ben ne günah işledim de sen bu kazmayı Batman olarak gönderdin?" dedi iç çekerken. Genç adama tekrardan bakarak kaşlarını çatmıştı hiddetle. "Yetişmem gereken bir yer var. Ve sen buna, şu an engel oluyorsun beyefendi. Al arabanı da çek git." dedi bakışlarını tekrardan yola doğru diken arkadaşım. "Pardon da. Beni durduran sendin. Farkında mısın?" diye sormuştu Kayahan. "Hay elim kırılaydı da sana dur demeseydim ben be!" "Bırakın şimdi çatışmayı." dedi başını eğerek camdan bakan Ömer. Bana doğru baktığında ağladığımı görerek arabadan inmiş, hızla yanıma doğru gelmişti. "Sen neden ağlıyorsun bayan çokbilmiş?" diye sormuştu usulca bakışlarını üzerimde gezdirmeye devam ettiğinde. "Bu seni hiç ilgilendirmez." Ellerini yumruk yaparak parmaklarını sıkmıştı Ömer. "Yardımcı olmak istiyorum. Ne oldu? Nereye gitmek istiyorsunuz?" diye sormuştu. "Senin yardımına ihtiyacım yok. Gidin buradan." dedim usul usul ağlamaya devam ettiğimde. Kayahan bana doğru dönerek, "Belli ki zor durumdasınız. İnat etmeyin de gelin bizimle. Gideceğiniz yere kadar götürelim sizi." dedi. Hümeyra vakit kazanmamız gerektiğini ve Melis'e yetişebilmemiz için iyi bir fikir olduğunu düşünerek beni yanına doğru çekmişti. "Başka çaremiz yok. Bu kütüğün arabasına binip gidelim Asi. Melis söz konusu, hadi toparlan ve bir an önce kendine gel." dedi aracın arka kapısına doğru beni götürürken. O sıra bizden bir cevap bekleyen iki şaşkına bakıp, "Tamam, geliyoruz. Zor durumda olmasak asla kabul etmezdik. Bunu iyice bilin." diye söylemeyi de ihmal etmemişti onlara doğru sert bir bakış attığında. Araca bindikten sonra, Kayahan omzunun ardından usulca bakmış ve dudaklarını aralamıştı. "İstikamet neresi?" diye sorduğunda önüne dönerek elini kontağın üzerine götürmüş ve dikiz aynasından sinirli görünmeye devam eden Hümeyra'ya bakmıştı. "Otogar." demişti onu cevaplayarak buz gibi çıkan sesine hâkim olmak istemeyen Hümeyra. "Otogar mı?" diye sormuştu şaşırarak ardına dönen Ömer. "Evet." diyebilmiştim ağlamaklı çıkan sesimle. "Kim gidiyor?" dediğinde mantıklı bir cevap bekleyen Ömer'e karşılık vermiştim yeniden. "Melis... O, gidiyor." dediğimde, tekrardan kederle akan gözyaşlarıma bir türlü hâkim olamamıştım. Bu dediğimden sonra Kayahan arabayı çalıştırmış, Ömer de bana acı çeker gibi bir bakış attıktan sonra önüne doğru dönmüştü.
|
0% |