Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM

@mahinehar

BÖLÜM 2: HALFETİ/ FIRAT RÜYA

 

 

“Akrep ve yelkovanın birbirini kovaladığı bir yarıştayım. Her gün aynadaki benliğimle savaştayım. Ben, olacak her şey için büyük telaştayım. Yüreğimdeki derin yarayla avunmaktayım.”

 

 

Halfeti/Fırat

 

Taş mimarisiyle yapılmış evlerin ve camilerin su altında kaldığı bir ilçe. Aradan geçen süre içerisin de doğal güzelliğiyle dikkat çeken, Fırat nehrinin altında kalan "Saklı Cennet ve Kayıp Kent" olaraktan anılan bir şehir.

Halfeti, Karagüllerin göz kamaştıran ışıltısı ile memleketin her yerinde kendinden söz ettiren bir güzelliğe sahip âdeta. Arap gelini ya da Arap güzeli olarak farklı adlarla anılan siyah bir güldür. Güllerin efendisi olarak bilinen bu siyah gül, sadece Halfeti'de siyah açma özelliğine sahiptir. Bu gülfidanı ya da tohumu, alınıp başka bir yere götürüldüğünde renk açma özelliğini yitirir. Başka bir ilkime, başka bir toprağa götürüldüğünde rengi değişir. Simsiyah açma özelliğini ise beraberinde yitirir. Halfeti'den asla koparılıp götürülmemesi gereken bir güldür. Tıpkı, eski Halfetililerin bu güzelim ilçeden kopup gitmemesi gibi. Eski Halfeti, sular altında siyah olan güllerin efendisiyle birlikte, bu güzelliği seyre dalan âdemoğluna göz kırpıyor âdeta.

Biz de hep birlikte bu eşsiz güzellikteki, "Saklı Kente" doğru yolculuk yapalım. Burası Halfeti; Asi ve Ömer'in aşklarının başladığı ve belki de son bulacağı yer. Burası "Merec-el Bahreyn" İki denizin buluştuğu yer...

•••••

Gecenin karanlığındaki kahır yüklü bulutlar, siyah hissin hâkim olduğu bir elmas parıltısı. Güneşini yitirmiş gökyüzünde 'Ben buradayım,' diyerek küçük, ama heybetli bir yıldız gibi ışıldıyordu. Neredeydim ve buraya nasıl gelmiştim? Etrafta derin bir sessizlik ve zifiri karanlığa inat parıldayan bir ışık huzmesi hâkimdi. Olduğum yerden etrafıma meraklı gözlerle bakmaya başlamıştım. Gerçekten ben buraya nasıl gelmiştim? Aklımı kaçıracak bir haldeyken, içimi adeta bir kurt gibi kemirmeye başlayan tekinsiz sorularımla, korkuyu iliklerime kadar hissetmeye başlamıştım. Çehremi sarıp sarmalayan, beni tesiri altına alan baskın ve tiz bir ses işittim.

"Sabırlı ol..."

Sesin çıktığı yere doğru başımı hızla çevirdim. Kime aitti ki bu ses? Bir erkek sesine ait olduğu apaçık ortadaydı. Lâkin ortada benden başka kimse de yoktu. Neydi bu şimdi? Kendi kendime konuşmaya bir son vererek beni ürperten kişiye, o tuhaf sese doğru seslendim.

"Hey! Kimsin sen? Ne istiyorsun benden?" diyerek sorularımı ardı ardına sıralamıştım. Beni ciddi bir şekilde etkileyen o sesi tekrardan işittim.

"Sabırlı ol..."

Gerçekten artık ne oluyor diye tam kafayı yemek üzereydim ki, beni yine tesiri altında tutmak için harekete geçen o ürkütücü ses, atağa geçmişti.

"Sabırlı ol. Büyük sırlara ermek için, sabır denizinde yüzmeyi öğrenmelisin. Çünkü sırlar, sabır denizinin dibinde saklıdır. Sen sadece bekleyip hakikati yaşamakla ve onu beklemekle mükellefsin."

Ne demekti şimdi bu? Şems Tebriz' iye ait olan bu sözlerin, bana sarf edilmesi nedendi? Hem ayrıca, ben ne için sabırlı olacaktım ki? Ve kimi ne için bekleyecektim? Sözünün henüz bitmediğini hissettirmeye başlamıştı, beni ürkütmekte kararlı olan o ses.

"Aklını başında taşıyan bir insan kimi ne için beklediğini bilir; ama aklını yüreğine hapseden çaresiz bir kul, kimi hangi sebeple beklediğini nereden bilsin?"

Gerçekten benim şu anda tanıklık ettiğim şey, neyin nesiydi böyle? Gelmiş geçmiş en yetenekli söz ustaları bile, yaşadığım bu şoku anlatamazdı kesinlikle!

"Hakikatini yaşamak için sözlere değil, yaşamaya ihtiyacın var."

"Bir dakika... Ben neyi yaşayacağım ki?"

"Aşk-ı"

"Aşk-ı mı?"

"Evet. Aşkın tek bedeli vardır, o da candır! Ölümle kutsanmayan aşk, aşk değildir. Sen sadece sabırlı ol ve hakikati yaşamaya odaklan. Sabırlı ol... Sabırlı ol..."

Beyaz ışığın egemenliğini ilan ettiği göz kapaklarım, kirpiklerimin kırpışmasıyla aralanmaya zorlanmıştı. Resimlerimin, dolabımın, adeta ölü denizi andıran çırıl çıplak duvar renginin yer edindiği odama doğru açmakta zorluk çektiğim harelerim, ışığın yansımasıyla kamaşıp durmuştu.

Bir dakika... O az önce gördüğüm şey de neydi? Yoksa bu bir... Bu bir rüya mıydı? Aman Allah'ım! Ne kadar da gerçekçiydi! Hâlâ etkisindeydim yaşadığım o enteresan olayın. Tam olarak kimdi o, adam? Bana bunları neden söyledi hiç bilemiyorum. Bir dakika, 'Aşk' dedi. Ne aşk, ama? Asi âşık olacak da birini sevecek de? O tip duygulara yabancı bir kızdım ben. Hem benim bir kere hayallerim var. Ben daha okul okuyorum, ne aşkı ya? Bu olanlar da ne ironi, ama! Allahtan sadece garip bir rüyaymış. Çok şükür, ödüm koptu resmen, oh be!

Derin bir iç çekişin ardından odamın kapısının tıklatılmasıyla, saçmaladığım düşüncelerimden sıyrılarak, gördüğüm rüyaya veda etmiş, kimin geldiğine odaklanarak bakışlarımı kapıya doğru iliştirmiştim.

"Kızım, girebilir miyim?"

Bu gelen babamdı. Benim her şeyim, nefes alma ve dünyaya geliş sebebim. Onu çok seviyordum. Bilirsiniz, kız çocukları babalarına çok düşkün olurlar. Hayatları boyunca ne deseler ne yapsalar, yollarından ayrılmayacakları tek sıfattır babaları kız çocukları için. Kimi zaman değil, yaşamımız boyunca babalarımız adeta arkadaşımız, samimi bir dostumuz hatta ve hatta ilk aşkımız olmuşlardır. Benim içinde aynı şekilde babam öyleydi. Hemen üstüme başıma çekidüzen vermiş, yatağımdan çıkarak ayaklarımın üzerinde durmuştum. Aynı zamanda babama da onay verir bir tonda içeriye buyur etmiştim.

"Estağfurullah babam, gel tâbi."

"Günaydın küçük hanım." dedi bütün güzel enerjisini, kelebekli bir tokaymışçasına kalbime takan can içim.

Babam; zayıf, orta boylu bir adamdı. Kısa kumral saçları, alnında hayatının ne türlü sıkıntılarla geçirmiş olduğunu ispatlayan iki düz çizgiye sahipti. Kaşlarının altında o derin ve içten bakan kahve gözler. Kemerli bir burun ve yüzünü çevreleyen siyah ve kızıla çalan kırçıl sakallar. Gözlerinin derinliklerinde ev sahipliği yapan müzmin bir kedere sahipti babam. Güldüğü zaman, o yarım açılan ağzından inci gibi dişleri beliriyordu. Evet, babamın gülüşüne hayran kaldığım doğrudur. Ona bakmaya doyum olmuyordu gerçekten.

"Günaydın babacım. Yeni kalktım ben de. Tamda aşağıya iniyordum." derken aklımda tek bir şey zihin galerimi yoklamıştı. Acaba babama rüyamdan bahsetmeli miydim? Bu konu hakkında ne derdi merak ediyorum açıkçası, ama birden bu düşüncemden vazgeçerek ona doğru baktım.

"Tamam, canım. Ben de sen uyandın mı diye bir bakmak istemiştim. Kalktıysan birlikte kahvaltı yapabiliriz. Annen yine mükemmel bir sofra hazırlamış bahçede. Hadi, hazırlan gel. Bekletmeyelim ev ahalisini."

"Tamam, baba. Hemen geliyorum." diyerek muzip bir şekilde gülümsedim. O da aynı şekilde, yüzün de güzel bir tebessümle karşılık vererek kapıya doğru yönelmişti.

Babam odadan çıkar çıkmaz, ben de bir an önce üstümü başımı giyinmek üzere sevgili ailemi bekletmeden aşağıya inmek için harekete geçmiştim. Önceliğim, direk banyoya doğru yol almak olmuştu. Elimi yüzümü serin suyla yıkayarak biraz olsun kendime gelmeye çalışmıştım. Aynadaki gergin duran yansımama baktığımda yüzümün bir çiçek gibi solmuş olduğuna şahitlik etmiştim. Hep o rüyanın etkisinden kaynaklıydı. Kimi zaman zihnimi kaplayan, kimi zaman adeta bir flaş gibi patlayan bölük-pörçük parçalar uğrayıp, kısa bir süre sonra ortadan yok olsa da bu düşünceleri toz dumana katmış, musluğu kapatarak banyodan çıkmıştım.

Dolabıma yönelip, uzun pudra rengindeki boydan elbisemi çıkarmış, üzerine de uygun bir şal uydurup hızla giyinmiştim. Aşağıya iner inmez kapının eşiğinde fısıltıyla çıkan sesler duyduğumda olduğum yerde duraksamak zorunda kalmıştım. Konuşan annem ve babamdı. Bu yaptığım her ne kadar doğru bir davranış olmasa da isteksiz bir şekilde konuşmalara az da olsa kulak kabartmıştım.

"Halledeceğim Zühre, sen merak etme. Hadi fazla düşünme, Allah büyüktür. Bak şimdi bizim kız gelir, duyar falan, üzülür sonra. Asi kırılgan bir kız, üzülmesin durduk yere. Kapatalım konuyu, akşam iyice konuşuruz olur mu?"

"Tamam, İshak. Öyle olsun."

Bu da ne demekti şimdi? Ben neyi duyarsam üzülecektim? Benden ne saklıyorlardı ki? Elbet öğrenirdim en kısa zamanda, ama içimi de bir hüzün kaplamadı değil hani. Düşüncelerimden sıyrılıp, bahçeye doğru kararsız bir şekilde yol aldım. Babaannem, ablam tatlı mı tatlı yeğenim, Emre ve gördüğüme inanamadığım arkadaşım Melis'te oradaydı. Ne güzel bir sabah bu böyle? Bütün sevdiklerim bir aradaydı. Sanki az önce dalıp giden, Karadeniz'de gemileri batıran ben değilmişim gibi bu güzel mi güzel tablo karşısında sırıtmıştım mutlulukla.

"Herkese kocaman bir günaydın. Hoş geldin Melis." dedim, ağzıma ayaküstü bir lokma atarken.

"Hoş bulduk Asi Hanım. Sabah şerifleriniz hayrolsun. Uykunuzdan uyanamadınız galiba? Bizi sorarsan, biz de çok iyiyiz. Sayende Hümeyra'yla birlikte meyve verdik! Yakında ihracat etmeye de başlarız. Hani gelecektin? Baktık senin geleceğin yok, ben geleyim dedim." diye söylenmişti ardı ardına nefes almadan konuşurken.

"Melis, az sakin ol. Nefes al, tamam mı? Beni sevmeye değil, resmen dövmeye gelmiş gibisin."

"Valla Asi Hanım, seni şu saatten sonra sevmeyi bırak bir kenara, falakaya yatırarak gelişigüzel sopalamak lazım!"

"Ne oldu ya ne yaptım ki ben?"

"Bir de soruyor! Biz dün ne konuşmuştuk seninle? Bakma bana öyle leyla leyla kız. Sakın unuttum deme, yoksa yakarım çıranı!"

Allah'ım, neler oluyor? Ne yapmışım yine ben? Neyi unutmuş olabilirdim ki yeniden? Acaba yok, ben unuttum deyip cezama razı mı olsam? Yoksa şu an tabana kuvvet yaparak, yer çekimine meydan mı okusam? Bana sunulan şıkları eleyerek Melis'e doğru temkinli bir bakış atmış, gözlerinin yeşiline ise korku dolu gözlerle bakmıştım. Allah'ım, ateş püskürüyordu resmen bana kız! Titreyen dudağımı dilimle ezerek sabit tutmaya çalıştım.

"Şey... Şey Melis. B-Ben..."

"Evet, sen Asi?"

"Tamam, kızma. Ben unuttum." dedim vereceği tepkiyi beklemeye başlarken. O sıra da Melis, bana doğru bir hareket yaparak üzerime doğru korkunç bir şekilde yürümüştü.

"Allah yarattı demem, seni severek öldürürüm. Biliyorsun değil mi Asi?"

"Bilmez miyim? Buradan bakınca diş biliyorsun bana. Ama nerede o sevgi Çimen göz? Severek öldürmek de ne Allah'ına? Bunu senden başkası da yapamazdı zaten." dediğimde ardından gelen tanıdık sese doğru çevirmiştim bakışlarımı.

"Asi, ne yaptığını sanıyorsun sen? Resmen canına susamışsın kızım. Melis, seni çiğ çiğ yer ona göre!" dedi kaşlarını çatarak bana doğru bakan Hümeyra.

"Ooh... Size de günaydın hanımefendi. İkiniz sabah sabah beni azarlamaya sözleşmiş gibisiniz. Hayırdır?"

"Bak görüyor musun Melis? Nasıl da zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyor senin ki. Unutan sanki o değilmiş, bizi bekleten sanki o değilmiş gibi rahat rahat konuşuyor bir de haspam. Valla Melis, Asi' ye bu sefer ne yaparsan haklısın dostum. Ben elimi eteğimi çektim. Eti senin, kemiği benim."

Yahu resmen iki dakika için de harcandım. O değil de Melis'e şöyle bir baktığım zaman beni gözleriyle tehdit edişine şahit olmuştum. Hayır, yani ben neyi unutmuştum ki? Dur bir dakika... Eyvah! Eyvah ki ne eyvah. Asi, kızım, yandığının resmidir! Melis sana ne derse haklı. Ben onun modelistlik çizimlerini Ajansa götürmeyi unutmuştum değil mi? Olacak iş değildi. Ne yapmıştım ben böyle? Kendimi nasıl affettirsem, diye apansız bir düşüncenin kancasına takılmışken, Melis'in öfke dolu sesiyle irkildim.

"Sana bir işim düştü. Onu da yüzüne gözüne bulaştırdın Asi. İşi başkası kapmış! Az önce Ajanstan aradılar. Çizimleri zamanında teslim etmediğim için başka biriyle görüşüp işi verdiklerini söylediler. Hayallerine veda et Melis diye bir şarkı mırıldanıp, telefonu büyük bir fırtınayla sana esmek için kapattım! E-e, söyle bakalım Asi Hanım, gideceğin yerin hava durumu nasılmış?"

Olduğum yerden Hümeyra'nın yanına çabucak iki adım attım. "Hümeyra, sen de fark ettin mi?"

"Neyi kız?"

Ne dediğime bir hayli uzak kalan dostuma ani bir şekilde göz devirmiş, "Melis uçmuş farkında mısın? Ne saçmalıyor, nerenin havasını sorguluyor? Ben, iyice korkmaya başladım."

"Asi, inan şu an ben de seninle aynı duyguları paylaşıyorum. Bu kıza ne oldu acaba? Beklemenin verdiği etki desek o değil, işi kaybetme riski desek tam adres! Ve muhtemelen gideceğin yer, seni severken öldüreceği yerin hava durumu olmalı. Ölüler nereye gider kız? Seni de oraya şutlar bizim Melis, benden söylemesi. Ayrıca ben, hiçbir şeye karışmıyorum. Canımı sokakta bulmadım. Kızım, bu Melis Babadağ. Erkek Fatma gibi iki dakika da hepimizin ağzının payını verir. O yüzden ben seni tanımıyorum ve seni onun elinden kurtarmak içinde bir çaba içerisine girişmeyeceğim, haberin olsun. Böyle zamanlarda üç maymunu oynamak en büyük hobimdir. O yüzden ben görmedim, duymadım, bilmiyorum..."

"Sana inanamıyorum Hümeyra! İki dakika da senaryoyu kurgulayıp önüme serdin. Oscar'lı bütün ödüller sana verilmeli, harcanıyorsun buralarda. Demek, beni tanımıyorsun öyle mi? Vay be! Ben daha ne diyeyim ki sana? Elbet senin de işin düşer bana, görürsün."

Hümeyra ellerini havaya doğru kaldırıp benden geçti der gibi bir bakış atsa da bana kıyamadığını biliyordum. Aynı şekilde Melis'te öyleydi. Ama şu an dostumun attığı tekinsiz bakışlar arasında bundan pek de emin olamıyordum.

"Siz ikiniz, ne fısıldıyorsunuz orada?"

Hümeyra panikle, "Valla yok bir şey Melis. Asi bana, senin bugün formunda olduğunu söyledi. Başka bir şey olduğu yok güzelim." dediğinde, ürkerek geri çekilmişti.

Konunun muhatabı Melis, "Bak sen? Ben bugün formumdaysam eğer, hepsi onun sayesinde. Enerjim boşa gitmesin bari değil mi canım?" dediğinde, kollarını sıvazlamaya başlamıştı.

Bittiğimin resmidir! Hümeyra bol keseden sallıyordu. İşin içinden sıyrılmak için bir de araya har vurup harman savurmuştu insafsız. Melis üzerime gelmeye başladığı anda, aniden kırmızı alarm sistemimi devreye sokmuştum ustalıkla.

"Durun! Durun bir dakika..."

İkisi ve bu olaya şahit olan sevgili ailem pürdikkat bana odaklanmışlardı. Saf saf ne diyeceğimi bilemez bir hâlde vakit kazanmaya çalıştığım anda birden bahçenin ortasında sağdan sola doğru deli gibi koşturmaya başlamıştım. Bunu gören Melis, "Asi!" diye her ne kadar arkamdan seslense de ben onu duymazlıktan gelerek kaçmaya kaldığım yerden devam etmiştim. Peşimden gelen Melis'i hemen ardımda görünce, önce babamın arkasına, ondan sonra babaannemin yanına, oradan da ablamın yanına uçmuştum bildiğiniz. Hâlâ peşimi bırakmıyordu, kana susamış sevgili dostum.

"Kaçma, gel buraya Asi Hanım!"

"Melis Babadağ peşime düşmüş! Ne sandın? Ben kaçmim de kim kaçsın? Bak, bir daha asla olmaz. Gel, affet sen beni Çimen göz. Bir güzel barışalım seninle olmaz mı?"

"Olmaz! Sana bu saatten sonra güzel bir ceza vermek farz oldu. Bu kadar kolay kurtulamazsın sen ellerimden, Asi Karayurt!"

Annem bizi bahçede koşturur bir şekilde görürken, "Bak, kocaman kız olmuşlar ne yapıyorlar? İlahi kızlar, bırakın kedi köpek gibi didişmeyi de gelin sofraya oturun çabuk. Kızmaya başlarsam, sizin için hiç iyi olmaz."

Annemin serzenişiyle peşimden koşmayı bırakan Melis, anneme dönüp, "Zühre teyzem, senin bu kıza iyi bir ders vermezsem olmaz. Yatsın, kalksın sana dua etsin şimdilik bu cadı. Yoksa elimden asla kurtulamazdı Asi. Senin o güzel hatırın için duracağım ben."

Melis'e bakıp nefes nefese kalmıştım. Derin derin soluk alıp vermiştim aynı hızla. Ucuz yırtmıştım şimdilik, ama biliyordum ki beni asla rahat bırakmayacaktı sevgili arkadaşım. Hümeyra'ya da ters bir bakış atmıştım aynı zamanda sen görürsün gibisinden. Ben koştururken, resmen büyük bir keyifle izliyordu.

Ortalığın hızlıca durulmasından fırsat bulup, "Hadi kızlar, madem o kadar beni beklediniz, siz şimdi kahvaltı falan da yapmamışsınızdır. Gelin, bir güzel kahvaltı yapıp öyle konuşalım. Olur mu?" diyebilmiştim temkinli bir şekilde.

Melis bana ters ters bakıp masaya doğru ilerledi. Hümeyra zaten dünden hazırdı sofraya oturmaya. Maşallah öyle bir iştahı vardı ki kendisin de sormayın gitsin. Bir de öyle zayıftı ki ne yese kilo almıyordu. Ben ona hep Obur derdim. Bunu dememden ne kadar hoşlanmasa da kızmıyordu. Annemin telkini sayesinde gireceğim o kötü potadan son anda kurtulmuştum. Bol aksiyonlu dakikaların sonunda hepimiz güzel sohbetler eşliğinde kahvaltımızı yapmaya başlamıştık. Ara sıra Melis'e alttan bakışlar atsam da az önce olan sinirinden eser kalmadığını fark etmiştim. Zaten ne kadar sinirli olsa da o anneme asla dayanamazdı. Kendi annesi gibi sevip sayıyordu sağ olsun. Tabii ki annemde onu aynı şekilde öz kızı gibi seviyordu. Hümeyra'yı da severdi. Biz çocukluk arkadaşıydık. Ne kadar Melis bizden yaşça büyük olsa da aramızda en fazla iki yaş vardı. O bir modelist adayı idi. Hümeyra da çocuk gelişimi okuyordu. Beni sorsanız? Ben de doktorluk hayalleri ile hülyalara dalıyordum. Özellikle bir dal seçecek olursam, kesinlikle Kalp doktoru olmayı tercih ederdim. Bu güzel mi güzel hayalimi arzulamak dışında çok çalışmam gerektiğinin de farkındaydım.

İnsanlara umut olmayı seviyordum, her şeyden önce onlara iyi gelmeyi. Yardım etmeyi ve içten davranmayı... Kalbi saf, niyeti temiz bir kızdım. Sevdiklerime çok değer verip saygıda asla kusur etmezdim. Tabii bunlara ek olarak, bir de renk katan iki güzel mi güzel dosta sahiptim. Onlarla eğlenceli, bol kahkahalı zamanlar geçiriyordum. Hepimizin hayalleri vardı. Gerçekleşmesini çok isteğimiz ve bu süreçte düşler kurarak kendimizi avuttuğumuz zamanlarımız...

"Ee, bugün ne yapıyoruz kızlar? Hep birlikte butiğe gidelim diyorum ben. Sen ne dersin Melis?" diye hevesle sormuştu Hümeyra.

"Oraya gelip beynimi ütülemek için mi istiyorsun bunu? Siz şimdi susmazsınız da." dedi bana doğru göz dağı vermek isteyen dostum.

Hümeyra bozularak, "Amma da kıymetli butiğin varmış! Aşk olsun valla Melis." dedi dudak bükerken.

"Şaka yapıyordum, alınma hemen sen de. Dükkanımdan çıktığınız mı var sanki? Hem ben size ne zaman gelmeyin dedim ki? Hadi kalkın, gidelim. Zaten çene çalmanıza asla müsaade etmeyeceğimi de bilmeniz gerek. Bu vesileyle azıcık da olsa bana yardım etmiş olursunuz, fena mı?" dedi Melis, bize doğru sinsi bir şekilde baktığında. Keskin bakışlarını özellikle benim üzerime doğru diktiğinde, "Asi' ye daha çok iş düşüyor. Bugün dükkâna malzemeler gelecekti zaten. O da itiraz etmeden hepsini bodruma paşa paşa taşıyacak artık. İyi oldu bak, buna ayrıca sevindim."

"Ben mi? Yapma Çimen göz, acı bana."

"Sen onu her şeyi mahvetmeden önce düşünecektin Asi Hanım."

Hümeyra bana doğru eğilip sesini alçaltarak, kısık bir sesle konuştu. "İstersen şansını daha fazla zorlama Asi. Bana göre şu an ucuz yırttın. Bence sen en iyisi, güzel bir dua et bu kadar kolay bir şekilde Melis'ten kurtulduğun için."

"Tek başıma canım çıkana kadar çalıştığımda da aynı şeyleri söyleyebilecek misin bakalım Hümeyra?"

"O zaman gelene kadar bir hal çaresine bakarız. Şimdilik, sus ve Melis ne söylerse onu yap Asi."

"Oldu!"

Melis, "Zühre teyze, müsaadenle biz artık kalkalım. Asiyi de yanımda alıp götürüyorum. Malum, çekmesi gereken bir cezası var." dedi bana bakmaktan vazgeçip anneme doğru odaklanırken.

Annem beni nasıl olsa kurtarır düşüncesiyle umutlanınca, hayallerimin aniden suya düşmesi bana uzaktan nanik yapmıştı. "Tamam, kızım. Gidin siz, dikkatli olun ve sakın didişmeyin olur mu?"

Vay arkadaş! Annem, göz göre göre izin verdi. Çekilecek çilen varmış Asi kızım. Yandın ki ne yandın! Ne eziyetler yapar şimdi bu Melis sana. Kesin doğduğuma pişman ederek, emdiğim sütü burnumdan getirecek. Bittim ben, bittim!

"Hadi Asi, Hümeyra düşün önüme de gidelim bir an önce."

"Durun, çantamı alıp hemen geliyorum." diyerek içeriye kedi gibi boynu bükük bir şekilde girmiş, portmantodaki çantamı alarak hızla dışarı çıkmıştım.

"Geldim, gidebiliriz."

Hep birlikte çıkış kapısına doğru yol aldığımızda azıcık önden yürüyüp dış kapıyı açmış, Melis ve Hümeyra'nın çıkmasını bekleyip, arkalarından hemen ben de çıkmıştım. Mahallemiz çok güzeldi. Komşularımız da çok iyiydi.Tabii her şeye burnunu sokan Semra teyzeye yakalamadan bir an önce hızlı bir şekilde yürümemiz gerekiyordu. Bizi yakalarsa, konuşmaya başlardı ve asla susmak nedir bilmezdi.

 

 

Hümeyra uyarı ateşini benden önce yakarak, "Yürüyün çabuk, Semra teyzenin radarına yakalanmayalım. Kadın santral gibi ve alıcıları şaşırtıcı bir şekilde efsane çalışıyor. Bizi yakalamadan bir an önce tüyelim buradan. Maazallah şimdi çıkar gelir, kurtulamayız dilinden sonra." dedi sırıtarak konuştuğunda.

 

 

Ben ve Melis içtenlikle Hümeyra'nın söylediklerine gülmüştük. Doğru diyordu heyecanlı arkadaşımız. Yakalanmadan en acilinden toz duman olmamız gerekiyordu. Gülerek mahalleyi ardımızda bırakmış, butiğin olduğu caddeye doğru yürümeye başlamıştık. O sırada Hümeyra yine çenesine hâkim olamayıp yol boyunca konuşmuştu. Ben de gülüp geçmiştim. Yolun nasıl bittiğini anlamadan butiğe çoktan varmıştık bile. Melis anahtarını çantasından çıkarmış, kapıya doğru yönelmişti. Demir kapıyı açtığında hep birlikte içeriye doğru girerek malzemeleri beklemeye başlamıştık. Büyük bir yorgunluğun hedefinde olduğumu az çok tahmin etmiş, akıbetimin gelip beni bulmasını çaresizce beklemeye başlamış ve bir an önce bu işkencenin bitmesi için yaratana yakarmaya başlamıştım...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%