Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. BÖLÜM

@mahinehar

BÖLÜM 3: HALFETİ/ FIRAT CEZA

 

“Seni değerli kılan, tarif edilemez oluşundur...”

 

Gün ışığı sızan kapıya yürürken, lavanta kokulu bir serinlik karşıladı eşikte bizi. Melis, dükkândaki nem nedeniyle oluşan küf kokusunu lavantayla gidermeyi seçmiş olmalıydı. Şirin ve sevimli görünen butiğe girer girmez, Hümeyra uzun yoldan gelmişçesine sızlana sızlana bedenini mor renkli, Lizbon üçlü koltuğun üzerine bırakmıştı. Bu hâline gülümseyerek, ben de karşısındaki tekli koltuğa yönelmiştim. Tam oturacaktım ki, Melis'in sitemkâr sesiyle olduğum yerde irkildim.

"Küçük Hanım! Oturmayı düşünmüyorsun herhâlde? Senin yapacağın iş çok bugün!"

"Ya, Melis. Acı bana lütfen! Büyük bir hata yaptığımın ben de farkındayım. Bir daha asla böyle bir şeyin yaşanmasına müsaade etmeyeceğim Çimen göz, lütfen." dedim yakarırcasına. Göz ucuyla Hümeyra'ya bakmış, dünya umurunda olmayan dostum hiçbir şey olmamış gibi kendi hâlinde öylece takılmaya devam ediyordu. Daha fazla dayanamayarak Melis'in arkasını dönmesini fırsat bilerek, Hümeyra'nın pamuk kadar yumuşacık olan koluna çimdik atmıştım. Olduğu yerde tiz bir çığlık atan saftirik arkadaşımın veryansın eden sesine korkuyla dönen Melis'e odaklanmam çok sürmemişti.

"Ay ne oldu be? Niye çığırıyorsun sen öyle Hümeyra?" diye anlamaya çalışan Melis'in sorusu üzerine, bakışlarımı bizim Obura çevirmiştim saniye arayla. Yüzü buruşmuş, canı yanmış bir şekilde bana doğru bakan Hümeyra'ya, sakın beni ele vermeye kalkma der gibi uyarırcasına bakınma ihtiyatını da elden bırakmamıştım.

"Bir şey yok ya. Fare gördüğümü sandım bir an. Belki uçak bile olabilir." dedi göz devirirken Hümeyra. Kesinlikle onun verdiği bu cevaptan sonra kendimi tutamadan kahkaha atmaya başlamıştım. Melis, delirmeye müsait iki arkadaşına hayretle göz gezdirerek bana doğru bütün bedeniyle hiddetle dönmüştü.

"Bunu da iyice kendine benzettin. Bir de dalga geçiyor benimle! Sen de cezalısın Hümeyra. Asiyle beraber çalışacaksın!" dediğinde, bizim Obura doğru kaymıştı bakışlarım. Göz ucuyla bana kaş göz işareti yaptığını fark etmiştim. Her zamanki gibi bir şey anlatmaya çalıyordu. Yine ne demeye çalışıyor bu kız diyerek onu anlamaya çalıştığım sırada, Hümeyra sessizliğin hâkim olduğu odayı sesiyle şenlendirdi.

"Ya ben ne yaptım? Suçum ne Hâkime Hanım? Yargısız infaz bu yaptığınız! Kararınızı tekrardan gözden geçiriniz lütfen." dediğinde bana bakarak göz kırpmış, tekrardan dudaklarını aralamıştı. "Asi bana çimdik attı. Etimi koparıyordu az daha! Suç duyurusunda bulunuyorum, davacıyım efendim!"

Şimdi anlamıştım bizim deli kızın ne yapmaya çalıştığını. Oyun oynayıp işten nasıl kurtulurum çabasına girişmişti ayaküstü iki dakikada. Bir de üstüne beni de ispiyonlamaya çalışarak yapıyordu bunu. Göz devirip oyununa ayak uydurmaya çalışmıştım ben de el mahkûm.

"Ben mi? Hâkim’ em, kesinlikle kuru iftira! Asıl ben davacıyım. Deliller ve gerekli ispatlar olmadan yargılanmak istemiyorum. Son olarak da susma hakkımı kullanıyorum efendim. Gerekli birimlere arz edilsin lütfen."

Melis bir bana bir de Hümeyra'ya bakmış, delirmesine ramak kala aniden sesini yükseltmişti. "Siz ikiniz, derhal bu saçmalığa son vermezseniz eğer, sizi ayağımın altına almak zorunda kalacağım. İki dakika da adliyeye çevirdiniz butiğimi. Suç ben de anacım. Ne diye siz iki deliyi içeri alıyorsam?"

Hümeyra ufaktan yanıma doğru yanaşıp, "Sanırım taktiğimiz işe yarıyor Asi. Yedi yiyecek bizim kız. Bak gör, birazdan kovar da ikimizi de. Birlikte hiçbir şey yapmadan kurtuluruz işten güçten." dediğinde keyifle sırıtıyordu.

Çılgın dostuma göz devirip hızla dudaklarımı araladım. "Kızım, karşımız da Melis Babadağ var. Sence yer mi sanıyorsun? Kaç kere çaktı her defasında yapmaya çalıştığımız şeyi. Sen yine bana mısın demiyorsun? Ben de ortalıkta kalma diye sana ayak uydurmaya çalışıyorum. Ne hallere giriyoruz bilmiyor musun sanki?"

Hümeyra ve benim aramızda süre gelen fısıldaşmamızı gören Melis, "Kendinizi çok akıllı sanıyorsunuz değil mi? Yemedim yine, dava düştü! İş başına, kıpırdayın çabuk! Hümeyra al eline toz bezini, birazdan malzemeci gelir. O gelene kadar, Asi sen de kumaşları katla bakalım. Hadi, bakmayın öyle yüzüme aval aval. Kolay mı beni keklemek? Üçkâğıtçılar sizi!" diye yükselmişti bizi yakalarken.

Etrafımızın kuşatıldığını anladığımda, "Gördüm işe nasıl yaradığını Oburiks. Yine batırdın ortalığı iyice kızım! Kalk çalışta aklın başına gelsin biraz." diyerek çıkışmıştım ben de Hümeyra'ya.

"Sen daha iyi bir şey bulsaydın o zaman Asi Hanım! Yaptığın tek şey, anca gelişigüzel çimdik atmak. Bir onu yapmayı biliyorsun maşallah."

Sinirli arkadaşıma tepkiyle, "Oh olsun sana! Gençliğimin baharında hayatım gül gibi aniden solup gidiyordu. Sen de göz göre göre oturup izliyordun. Kendine getirdim işte seni fena mı?" diye cırladım.

"Kendime nasıl geldim, anlatamam Asi!"

Hümeyra ile söylene söylene iş yapmaya koyulurken, Melis'te hesap kitap işine girişmişti. Aradan geçen zaman içerisinde malzemecide sonunda dükkâna gelmişti. Melis kapıya doğru ilerlerken, arkasına dönüp bana doğru ters ters baktı.

"Ee, hadi gelmiyor musun Asi Hanım? Davetiye bekliyorsan, bir şekilde yanıldığını söylemek isterim prenses. Kalk çabuk!"

"Tamam, geliyorum ya. Vicdansız Kraliçe ne olacak!"

"Duyamadım? Bir şey mi dedin sen Asi? Yoksa, ben mi yanlış anladım?"

Hümeyra benden önce araya girerek, "Asi, yaratana kurban, yaratana diye mırıldanıyor senin için Melis. Başka ne diyebilir ki, değil mi Asi?" dedi bıyık altı gülümserken.

Melis, rahat durmayan dostuna bakıp, "Hümo, istersen sen de gel? Yerinde duramadığını fark ettim güzelim!" diye sordu tek kaşını çatarken.

Bizim Obur panikle, "Yok... Ben almayayım aşkım. Böyle daha iyiyim. Allah'ım beni senin gazabından korusun. Çok âmin." diyerek yüzünü duasını etmiş bir kul gibi sıvazlamıştı.

Melis arkasını dönüp giderken, ben de peşine düşmek için harekete geçmiştim. Omzumun ardından üçkâğıtçı arkadaşıma baktığımda güldüğünü görmüştüm. Hümeyra' ya işaret parmağımı yüzüne doğru kaldırarak, "Bittin kızım, bekle sen. Elime düşersin elbet bir gün." dedim butiğin dış kapısına doğru yürümeye devam ederken.

"Allah'ım senin de eline düşürmesin Asi, çok âmin. İkinizden de korkuyorum, ama sen de bilirsin ki asla yerinde rahat oturamayan biriyim ben. Hadi sana kolay gelsin." diyerek ardımdan seslenmişti Obur.

Çıkışa geldiğim sırada arabanın arkasında konuşan Melis ile Erdem ağabeyi gördüm. Çarşıdaki sahafçı İhsan amcanın yeğeniydi. Beni görünce tebessüm etmiş, dudaklarını aralamıştı.

"Selamın aleyküm Asi. Nasılsın?"

"Aleyküm selam. İyiyim, Erdem abi. Sen nasılsın?"

"Elhamdülillah, ben de iyiyim. İş, güç uğraşıyoruz işte." dediğinde Melis araya girmişti.

"Hadi Asi, başla bir an önce çalışmaya. Hepsi aşağıdaki bodrum katına inecek. Kaytarmak yok, gözüm üstünde!"

"Tamam, anladım." diyerek akıbetine razı olmuş bir şekilde surat asmıştım. Erdem ağabey, sağ olsun Melis'in ikazından sonra yardım etmek için harekete geçmişti.

"Beraber taşıyalım, tek başına olmaz. Dur, ben sana yardım edeyim Asi." dediğinde onu engelleyen ses yine Melis'e aitti.

"Hayır, Erdem abi. Bırak, Asi halleder."

"Olur, mu ya öyle şey? Yardım etseydim ben de."

"Evet, ben yapabilirim abi. Hiç sorun değil. Teşekkür ederim."

"Peki öyleyse." diyerek Erdem ağabeyin arabanın ön tarafına gidişini seyretmiştim kedi gibi. Yanı başımda kaşları çatık bir şekilde duran Melis'e buz gibi bakışlar atmayı da ihmal etmemiştim. Kontrol memurlarını aratmadığı ciddi duruşuyla, tepemde dikildiği için bir an önce işe koyulup hızlıca bitirmem gerekti. Malzemeleri taşıya taşıya bir hâl olduğum halde bana acıyıp yardım edende yoktu. Kendi kendime söylenmeye başlamıştım paranoyaklar gibi.

"Hak ettin kızım Asi. Aferin sana! Ne vardı yani o iki parça kâğıdı unutacak? Böyle olur işte sonun." Yaklaşık yarım saatten fazladır uğraştığım halde henüz işim bitmek bilmemişti. İçeriden çıkan Hümeyra, ser sefil olan bana bakarak keyifle konuştu.

"Kolay gelsin usta. İşler nasıl gidiyor?"

"Maytap geçme benimle. Öldüm zaten yorgunluktan. Yardım et bana az." dediğimde olduğu yerde öylece bana bakan dostuma, "Bakmasana öyle, bir el atsan ölmezsin ya." diyerek sesimi yükseltmiştim.

Hümeyra bedenini dikleştirip, "Melis sana yardım ettiğimi görürse keser beni Asi! Bugün her zamankinden daha fazla sinirli. Yanına yanaşılmıyor bile, ama hâlinde çok kötü ya. Şimdi ne yapsam bilemedim." dediğinde Melis'in sesi ortamda duyulmuştu.

"Tamam, son kalanlara da sen yardım et Hümeyra." Konuştuklarımızı duymuş olacak ki, yanımıza acıyarak gelen Melis'e doğru öfkeyle baktım.

"Önceden söyleseydin ya! İlla benim burada kendimden mi geçmem gerekiyordu Çimen göz?"

Melis, o ketum duruşunu hiç bozmadan dudaklarını yeniden aralamıştı. "Hak ettin Asi. Buda sana ders olsun! Daha fazla uzatma işte, zaten iyice yoruldun. Boşu boşuna nefesini tüketip durma. Son kalanları da Hümeyra halletsin."

"Tamam, ben hallederim." diyebildi Hümeyra da sakince. Öfkeden köpürmek üzereyken bana bakarak, "Sus sen de azıcık. Kurtuldum demiyorsun da hâlâ çemkiriyorsun Asi."

Obur, son kalan malzemeleri de içeri taşıdığı sırada Melis'e ölümcül bakışlarını atan kişi benden başkası değildi kuşkusuz. Kesinlikle sözünde duran bir insandı bizim Çimen göz. Bu yönünü sevdiğim için kalbim hafiften ısınırken, işin ucu her zaman bana dokunduğundan dolayı çoğu zaman veryansın ediyordum. Üçümüzün sıkı dostluğu takdire şayandı. Hiçbir zaman aramızı bozacak şeylere izin vermediğimiz gibi bizleri etkilemesine de müsamaha göstermiyorduk.

Her şeyden öte birbirimize nazımız geçiyordu. Yaptığımız her sohbetten keyif alıyor, çekişmelerimizden de büyük zevk duyuyorduk. Acılarımız; hüzünlerimiz, sevinçlerimiz birdi. Tıpkı yüreklerimizin de bir olması gibi. Her koşulda, ne olursa olsun birbirimize destek olurduk. Gücün sembolleriydik âdeta bu imrenilesi dostlukta. Birlikte vakit geçirmekten her daim memnun kalıyorduk. Malzemelerin taşıma işi de sonunda bitmişti. Hümeyra son kalanları da hallettiği için butikteki koltuğa nakavt olmuş bir boksör gibi yığılmıştım. Yorgunluktan bitap düşmüş bir şekilde beni bu hâle sokan vicdansız kraliçeye, gözlerimi kısarak ölümcül bakışlar atmıştım. Hiçbir şekilde istifini bozmadan işini yapıyordu Melis. Hümeyra ise demlemiş olduğu çaylarla masaya gelmişti. Kesinlikle bu yorgunluğun üzerine, güzel bir demli çay çok iyi giderdi.

"Ellerine sağlık Oburum." dedim uzatılan bardağı elime alırken.

"Afiyet olsun canım. Ben diyorum ki çayımızı içtikten sonra biraz dışarı çıkalım. Ne dersin Asi?"

"Olur tabii ki. Biliyorsun, asla sana hayır demem. Gidelim Hümoş."

"Kızım, Hümoş ne Allah'ına? İsim katliamı yapıyorsun farkında mısın?"

"Aman ya, bir bırakmıyorsun da ağız tadıyla sana takılalım. Seninle uğraşmak hoşuma gidiyor, Hümoş'um."

"Tabii canım. İntikam alıyorsun değil mi? Ben anladım, senin derdin o!"

"Aa, tövbe... İntikam almayı sevmem, ama ödeşmek âdettendir Hümoş'um."

"Vay be! Öyle olsun bakalım. Takıl sen bana Asi Hanım. Dikkat ette kursağında takılı kalmayayım!"

"Yok, kalmazsın Hümoş. Gel, öpeyim seni. Vallahi çok tatlı duruyorsun şu an." dediğimde ikimizin konuşmasını öfkeyle bölen ses Melis'e aitti.

"Aman be! Gidecekseniz gidin artık. Kafamı şişirdiniz, vır vır tepemde!"

Hümeyra söze atlayıp, "Öyle mi, bak sen Melis Hanıma? Gidiyoruz ulan! Gelmeyeceğiz bir daha butiğine. Bizi kovmaktan beter ediyorsun her seferinde." diye cırladı.

"Kim olsa kovar kızım. Haydi, güle güle." dedi umursamaz bir tavırla el sallayan Melis.

"Görüyorsun değil mi Asi? İsim katliamı yaptığın bir gerçek, ama iyi de lakap takıyorsun. Vicdansız Kraliçe Melis Babadağ. Ne kadar çok yakışıyor bu lakap bizim Çimen göze." dediğinde ikimiz birden gülmeye başladığımız sıra, Melis makinasının yanında duran dikiş ipliklerini seri bir şekilde bana ve Hümeyra'ya doğru fırlatmaya başlamıştı. Butiğin çıkışına doğru kahkaha atarak kaçışmıştık Hümeyra'yla. Gülmeye devam ettiğimde nefes nefese kalmıştım. Hümeyra, derin bir nefes alarak bana doğru baktı.

"Atışta da gayet iyiymiş bizimkisi Asi. Bir yerine bir şey oldu mu?"

"Hayır. İyiyim de ne vardı yani Melis'i bu kadar sinirlendirecek?"

"Onunla uğraşmak hoşuma gidiyor. Tıpkı senin de benimle uğraşman gibi."

"Deli kız. Hiç akıllanmayacaksın değil mi? Yürü bakalım, düş önüme."

"Akıllı olmaktan ziyade deli dolu yaşamayı tercih ediyorum diyelim."

Hümeyra ile caddede ilerlerken, telefonumun çaldığını fark ettiğimde çantamı açarak içinden zoraki bir şekilde çıkarmıştım. Kimin aradığına kontrol etmek için ekrana doğru baktığımda arayanın, annem olduğunu görmüştüm. Onu daha fazla bekletmeden gelen aramayı yanıtladım.

"Efendim, anne?"

"Kızım, neredesin?"

"Hümeyra ile çarşıdayız."

"Bitti mi işiniz? Melis kızım da sizinle beraber mi?"

"Yok, o butikte hâlâ anne. Kapının önüne koydu da bizi. Anlayacağın yine kovulduk. Biz de gezip hava almak için Hümoşla dışarı çıktık."

"Kovuldunuz mu? Ne yaptınız kıza? Yine mi duramadınız yerinizde be yavrum?"

"Vallahi ben değil anne. Bu sefer Obur' un yüzünden oldu. Biliyorsun, yerinde duramıyor. Sataştı yine Melis'e." diyerek gülmeye başladım.

"Hiç rahat durmuyorsunuz kızım. Neyse artık, olan olmuş. İyisi mi siz dikkat edin."

"Olur, dikkat ederiz. Bir şey lazım mı, gelirken getireyim?"

"Yok, kızım, ama Emre teyzem nerede deyip duruyor haberin olsun. Biraz erken gelsen iyi olur."

"Oy, kıyamam ben ona. Tamam anne. Gelirken en sevdiği şeyi alırım hem."

"Çikolatalı pasta mı?"

"Evet, seviyor ya sıpa."

"İyi olur kızım. Gidip diyeyim bari teyzen geliyor diye. Yoksa bu gidişle evi başımıza yıkacak."

"Tamam, annecim. Görüşürüz."

Gülümseyerek telefonu kapattığım sıra, Hümeyra'nın yanımda olmadığını fark ederek sağıma soluma baktım. Nerede bu kız diye söylenerek etrafıma bakmaya devam edip durmuştum kısa bir an. Az ileride, şalcıda olduğunu gördüğümde oraya doğru yürümeye başlamıştım içime su serpilirken. Yanına geldiğimi gören Hümeyra, heyecanla şakıdı.

"Asi, çok güzeller değil mi? Ben bayıldım! Mor renkli olan daha güzel göründü gözüme. O yüzden bunu alacağım. Sana da mavi şalı almak istiyorum. Sen çok seviyorsun maviyi."

"Bana mı? Gerek yok Hümeyra, sağ ol."

"Ne demek gerek yok? Ben almak istiyorum. Konuşma, bak şu nasıl? Beğendiysen onu da alırız. Hadi, ama bakma öyle, beğenip beğenmediğini söylesene kızım?"

"Tamam, bu güzel işte." dedim elinde tutmaya devam ettiği mavi şalı işaret ederken.

"Ay Asi! Bir şey de beğensen şöyle ağız tadıyla şaşırırdım zaten. Mırın-kırın edip dur anca."

"Konuşma fazla Hümoş. Alda gidelim bir an önce. Daha pasta alacağız."

"Pasta mı, kime?" diye sordu şaşkınlıkla bakan sevgili arkadaşım.

"Emre için alacağım. Hadi, daha fazla oyalanmayalım."

"Tamam, ama bak bu güzel değil mi?

"Evet, güzel."

Hümeyra'nın serzenişleri eşliğinde şal ve pasta alma işi de bitmişti sonunda. Bana söylene söylene yanımdan ayrılan Obura gülmeye devam etmiştim büyük keyifle. Eve doğru yürürken, kapının önünde oturan yeğenim Emre'ye gözüm ilişmişti. Bir hayli dalgın ve üzgün bakıyordu etrafına. Gülümseyerek yanına doğru yaklaşıp çömelmiştim.

"Teyzecim, ne yapıyorsun burada tek başına bakalım?"

"Seni bekliyordum teyze. Canım sıkılıyor. Hiç kimse de benimle oynamıyor."

"Oy, kıyamam aşkıma. Bak sana ne aldım." diyerek elimdeki paketi havada sallandırdım. "Çikolatalı pasta. Akşam yemeğinden sonra yiyeceksin, ama anlaştık mı?"

"Anlaştık. Teşekkür ederim teyze."

"Hadi gel, içeriye geçelim. Bir daha da taş zemin üzerine sakın oturayım deme. Üşütüp hasta olursun yoksa."

"Tamam, teyze."

Güneş tüm heybetiyle mor bulutların arasından batışa geçerek yerini zifiri karanlığa teslim ediyordu. Güzel bir akşam yemeğinden sonra herkes odasına çekilmişti. Bitkin bir şekilde günün yorgunluğunu atmak için yatağıma uzanmıştım. Yine aklıma gördüğüm o tuhaf rüya, ansızın gelivermişti. Aşktan söz etmişti sesi ürpertiye sebep olan o tuhaf adam. Sesini duyuyordum; ancak görüntüsünden eser yoktu gizemli adamın. Aşka hiçbir zaman bulaşmamıştım. Oldukça garibime gidiyordu açıkçası gördüğüm rüya. Düşündükçe beni derin bir deltanın içine çeken gizemden sıyrılmak için masasının üzerinde duran kitabı elime almış, kapağı açarak içine bakmıştım. Geçenlerde bir ara başlığı okuma fırsatı bulmuştum. 'Aşk üzerine dedikodu.' adlı bir başlıktı. Bugün fırsatım varken kitaba baksam iyi olacaktı. Yazının olduğu sayfayı bulmakta azıcık zorlanmış olsam da sonunda bulmuştum. Şöyle yazıyordu:

 

-derkenar-

Aşk üzerine dedikodu

 

Aşkın insanlar üzerinde etkin bir gücü; keskin bir egemenliği, yadsınamaz bir hâkimiyeti, çürümeyen bir nüfusu, dayanılmaz bir baskısı vardır. En sıkı düğümlenmiş düğümleri çözende katılıkları eritende buna karşılık sağlamları sarsan ve yasak olanı serbest bırakan da odur. Aşk, yalnızca bir bakıştır; gerisi vesairedir... O ilk bakıştan sonra âşık durmadan sevgiliyi seyretme onu görme arzusu duyar. Çünkü göz ruha açılan büyük bir penceredir. Gönlün sırlarını keşfe çalışır ve en gizli düşünceleri bile açığa vurur. Aşığın gözü sevgiliden başkası üzerinden eğleşip durmak istemez. Mıknatıs, çekim gücünü göz ile sevgili arasındaki ilişkiden almıştır. Dil bilgisinde sıfatın isme uyduğu gibi, göz de sevgiliye uyar, onda eriyip sonsuzluğa karışır. Eğer sevgiliden başkasına söyleyemeyecek şeylere sahip olunmuşsa aşk kapıda demektir. Bu durumda sevgilinin sözünü can kulağıyla dinlemek, ileri sürdüğü her şeyden dolayı hayret etmek, saçma sapan, hatta yalan şeyler bile konuşsa ona hak vermek, haksız olduğu zamanlarda bile onu doğrulamak ne yaparsa ne derse, peşine sürmek, hep aşkın halleridir. Hatta birbirleriyle çelişkili haller bile aşk için söz konusudur. Ayrılık acısının âşığa hoş gelmesi, zamanla ondan zevk alması gibi. Aşk ilerleyince sevgilinin derdini çekmek mutluluk olabilir. Tabiatta herhangi bir şey haddini aşınca zıddına dönüşür. At arabasının tekerleri çok hızlı dönmeye başlayınca sanki tersine dönüyor gibi görülür. O halde bütün üzüntülerin sonu mutluluk, bütün gülmelerin sonu gözyaşıdır. Sevincin de hüznün de aşırısı insanı öldürür. Kahkahalarla gülen kişinin gözünden sonunda yaş akar.

Yıldız sürülerinin çobanları da olsa olsa yalnızlığı seçip inzivaya çekilen ve orada öylece ağlayıp duran âşıklardır.

Onlar gecelerin bitmez tükenmez uzunluğunda yıldızları sayıp yıldız yıldız gözyaşları dökerler. Âşıkların gözkapaklarıdır ki bulutlara bu konuda ders verir. Eğer Batlamyus yaşıyor olsaydı, yıldızların akışını gözlemlemek için âşıklardan kendisine bir gözlem ekibi kurardı. Eski bir doğu şiirinde "Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir/Mübtelâyı gama kim geceler kaç saat"*denilmiştir.

Bu doğrudur.

Yılın en uzun gecesinin hangi gece olduğunu müneccimler ile takvim düzenleyenler asla bilmezler. Onun hangisi olduğunu; ancak gama müptela olmuş âşık bilir...

Bu muhteşem yazının ardından kendimi düşündüm. Sesli bir şekilde düşüncemi odamın dört bir yanında eko yapmasını sağlamak üzere dudaklarımı araladım. "Gözlerimi mavi bir aydınlığa açmadığım sürece, böyle şeylere gökkuşağında bir renk olarak anca adım atabilirim. Gözlerimin gafletinden değil, benliğimin ruhuna büründüğüm gün, aşık bir Asi Karayurt olabilirdim, ancak." Uykuya, o belirsizliğe bir yolculuk halindeyken, kapamıştım kirpiklerimi gecenin koynunda.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%