Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31. BÖLÜM

@mahinehar

 

BÖLÜM 31: KAÇIŞ

 

 

“Merhum duyguların yası, kirpik aralarına tutunurmuş.”

 

 

 

İki kırık düş...

 

İki yıkık ruh...

 

İki kırık kalp...

 

Sonsuz maviliği, elleriyle bile isteye siyaha boyuyordu insanoğlu. Mordan pembeye çalan matem, hüznün güzergâhı olarak belirlenmişti. Ömer, usulca genç kızın yanına doğru belirsiz bir şekilde ilerlemeye devam etmişti. Kahve deryası gözleri, şu an Asi 'den başkasına bakmıyordu. İçinde nükseden tarifsiz duygularla adımlarını genç kıza doğru usul usul atmıştı. Yüreği, atımını öyle sert bir şekilde gerçekleştiriyordu ki, sanki ciğerlerini kaplayan kaburgaları kırılacak gibiydi. Aldığı her nefes yarım, ciğerleriyse oksijensiz kalmıştı bu isyan karşısında. Asinin neler hissettiğini anlamak için kısa bir an kendini onun yerine koymuş ve onun gibi düşünmeye başlamıştı derin düşüncelerinin hezeyanı arasından. Ağabeyinin yaptıkları yenilir yutulur cinsten şeyler değildi elbet. Ellerini öfkeyle yumru şekline getirip, sinirle sıktığında kasılmış, kasıldıkça da öfkesi daha da artmıştı; ama şu an onun için Asi'den başkası önemli değildi şüphesiz. Her şeyi bir kenara atarak ona doğru gelmişti işte. Asi, genç adamın geldiğini gördüğünde tek bir mimik hareketiyle bile dahi olsa, ona karşılık vermemişti. Boş gözlerle daldığı yere, öylece bakmaya devam etmişti. Ömer'in ardından gelen Kayahan, oluşan sessizlikte kimin ne söyleyeceğini aşırı derecede merak ediyordu. Ömer, kurumuş dudaklarını aralayarak sıkıntıyla nefes alıp vermişti.

 

"Asi..." diye fısıldadığında dilinden dökülen isim, ortamda bulunan herkesin gözlerinin ona doğru çevrilmesine sebep olmuştu. Asi, genç adamın yüzüne bile bakmadan susmaya devam etmişti körpece.

 

Bu tepkisizliği gören Ömer, "Benimle konuşmayacak mısın?" diye sorduğunda, Melis öfkeyle karşılık vermişti çaresiz bakan genç adama.

 

"Konuşacak ne bıraktınız ki kızda? Git buradan derhal! Hem sen hangi yüzle gelebiliyorsun hâlâ buraya?" dedi kaşlarını hiddetle çatarak Ömer'e doğru nefretle baktığında.

 

Hümeyra sakince Melis'in kolundan tutmuş, Asiyi işaret ederek öfkesini kontrol etmesini istemişti dostundan. Melis, öfkesini dizginleyemeden kızarak arkadaşına doğru sitemle baktı.

 

"Bırak ya! Ağabeyi de kardeşi de bir türlü düşmedi şu kızın yakasından. Ne yaptı size bu kız ha, ne yaptı?" diyerek bağırmıştı, ses tonunun çıtasını iyice aştığını zerre takmadan.

 

"Kızlar..." dediğinde gerginliğin hat safhada olduğunu fark ederek, usulca bakan Asinin ağzından dökülmüştü kelimeler.

 

"Bu adamla konuşmak zorunda değilsin Asi. O, zaten geldiği gibi de gidiyor buradan öyle değil mi?" demişti Melis, delice Ömer'in yüzüne doğru baktığında. Hümeyra olanı biteni anlattığı Kayahan'ın yanına sinirle gitmiş, ona doğru öfkeyle bakıp kızmıştı.

 

"Sana söylediğime neden pişman ediyorsun beni? Neden Ömer'i de alıp buraya getiriyorsun Kayahan?"

 

"Durduramadım ki Hümeyra. Er ya da geç olanı biteni öğrenecekti zaten Ömer. O zaman yine buraya gelmek isteyecekti. Hiçbirimiz de buna asla engel olamayacaktık." dedi mahcup çıkan sesiyle sevdiğinin yüzüne bakarak konuşan genç adam.

 

"Ben sadece seninle gelmesine gerek yoktu diyorum. Neden her şeyin altından sen çıkıyorsun? Buna cidden bir türlü anlam veremiyorum ben!"

 

"Benimle ne alakası var Hümeyra? Olan biten yetmiyormuş gibi bir de sen mi kızacaksın bana şimdi?" dedi boncuk boncuk bakmaya devam eden Kayahan. Hümeyra öfkeyle, ya sabır çekmişti. Asi onu duymazlıktan gelen kız arkadaşlarına ve yanlarında olan iki genç adama doğru bakarak sinirle sesini yükseltmişti.

 

"Hepiniz susun!" dediğinde bütün gözler ona doğru çevrilince, kaldığı yerden devam etmişti sözlerine genç kız. "Git buradan Ömer!" dedi yanından buz gibi bir edayla geçip gitmeye çalıştığında. Ne diyebilirdi ki Asi? Ne yapabilirdi bu çaresizlik karşısında? Hiçbir şey...

 

"Gitmeyeceğim!" dediğinde bir hayli kararlı çıkan genç kızın sesine dönen Ömer olmuştu. "Asla, ama asla gitmeyeceğim buradan!"

 

Asi yürümekten vazgeçip, "Gideceksin dedim sana!" diye ardına doğru dönmüştü genç adama öfkeyle bakıp bağırdığında.

 

"Gitmem... Seninle konuşmadan şuradan, şuraya gitmeyeceğim bayan çokbilmiş!"

 

Asi tetiklenmeye devam eden öfkesiyle yeniden, "Gideceksin!" dediğinde ardına dönüp yoluna devam etmişti. Ömer, öfkeyle çıkıp giden genç kızın peşinden koşmuş, kolundan hızlıca tutmuştu. Asi, yaptığı bu ani girişimle daha fazla sinirlenirken, tehlikeli bakışlarını genç adamın üzerine dikmişti.

 

"Gitmeyeceksin öyle mi? Gitmeyeceksin!" dedi sinirle eğilerek yerden aldığı bir taşı Ömer'in yüzüne doğru aceleyle fırlattığında. Attığı taş, genç adamın kaşına doğru denk gelmişti. Sert bir şekilde isabet ettiği için Ömer'in o an kaşı patlamıştı.

 

Kanın aktığını gören Hümeyra, "Kanıyor... Kaşı, kanıyor!" diye bağırmıştı ulu orta. Asi çabucak Ömer'e doğru korkuyla döndüğünde, buğulanmış ela gözleri, kahve harelerin engin denizine takılı kalınca yaptığı şeyden ötürü büyük pişmanlık duymuştu.

 

Tırnaklarını avuç içlerine bastırıp, yeniden arkasına dönmüş, daha fazla dayanamayarak dudaklarını aralamıştı. "Git dedim sana Ömer! Artık seninle hiçbir şekilde konuşmak istemiyorum. Bu saatten sonra Behramoğlularının ne adını duymak ne de yüzlerini görmek istiyorum. Benden uzak, Allah'a yakın olun..." dedi ciğerlerinden atmaya çalıştığı öfkesini soluyarak yürümeye devam ettiğinde.

 

Ömer, kaşından akan kanın sıcaklığında boğuluyordu sanki. Öfkelendi... Bu öfkesi gözlerinin önünde ona sırtını dönüp giden kıza ait değildi elbet. Öfkesi, kendi kanından olan ağabeyi Adnan'a karşıydı. Neden her şeyi böylesine yokuşa sürdüğüne dair bir türlü anlam veremiyordu. Neden Asi, ailesi ve sevdikleriyle bu kadar uğraşıyordu? Neden artık yaptığı bütün bu kötülüklere bir son vermiyordu? Halfeti'ye gelmeden önce daha başka neler olmuş olabilirdi ki? Sonuçta Ömer, geldiğinden beri bir tek karakol mevzusuna dâhil olmuş ve buna hiç istemeden de olsa seyirci kalmıştı.

 

Bugün fabrikalarının kapatılması, Asinin ve ailesinin bu duruma düşmeleri, olan ve asla bitmek nedir bilmeyen diğer şeyler... Tam olarak neyin nesiydi bütün bunlar? Ömer, tek kelime dahi etmeden avuç içlerini tırnaklayarak ardına doğru dönmüştü. Ne diyebilirdi ki? Sahi, ne yapabilirdi? Ağabeyinin darmaduman ettiği hayattan ne isteyebilirdi daha fazla? Onun tek derdi, umurunda olan tek kişi Asiydi şüphesiz. Genç kız o kadar bıkmıştı ki Behramoğlularından, kısa bir süre önce tanıdığı, ağabeyi kadar sorun yaşamadığı adamı bile görmek istemiyordu artık. Buna bir türlü tahammül edemiyordu genç adam. Bu çaresiz istek, genç adamın canını yakmış, onu da iyice çaresiz bırakmıştı. Asi ciddi ciddi onu görmek istemiyor, tek kelime dahi olsa bile hiçbir şey sarf etmeden Ömer'in ruhuna serzenişte bulunuyordu. Genç adamın içi acımış, yüreği yanmıştı bu belirsizlik karşısında. İçinde nükseden cereyanlı sancı, kalbinin odalarına doğru akıyordu şimdi. Kayahan arkadaşının ardından sessizce gitmiş, bir iki adımda hemen yanına varmıştı. Omuzlarına ne yapacağını bilemeden dokununca, Ömer sessizliğini bozmuştu.

 

"Yalnız kalmak istiyorum Kayahan."

 

"Bu hâldeyken mi? İzin vermeyeceğimi biliyorsun Ömer."

 

"Kayahan, sana yalnız kalmak istiyorum dedim kardeşim!"

 

"Nereye gideceksin, bari onu söyle?"

 

Ömer gözlerini kısarak, "Bu işi başlatanın yanına." dediğinde derin bir nefesi salmıştı ciğerlerine. Araladığı dudakları arasından tıslayarak, "Ağabeyime..." dedi öfkeyle.

 

"Tamam, git. Ama önce bir sakin olmayı dene istersen Ömer. Bunu yap, çünkü işler kimse için daha fazla kötü olmasın. Bana düşmez belki, ama onun ağabeyin olduğunu sakın unutma ve ona göre davran lütfen kardeşim." dedi uyarır bir tonda mantıken konuşan genç adam.

 

Ömer tek bir kelime dahi etmeden öylece yola atmıştı kendini. Beynini kemirmek için can atan sorular ve Asinin içini dağlayan sözlerinin getirisi olan bir acıyla yürümeye başlamıştı. Kayahan ardından baktığı arkadaşına iç çekip üzülmüştü. Yapacak bir şey kalmadığında aracına binmek için sırtını dönen genç adamın, hemen burnunun dibinde biten Hümeyra'yı görmesi, anlık nefesini kesmişti. Bu yakınlık oldukça tehlikeliydi. Yüreğini şiraze bir şekilde yakan afallatıcı bu yakınlık, ikisinin de birbirinden bir adım geriye doğru adım atmalarını sağlamıştı. Kayahan kekeleyerek Hümeyra'ya doğru şaşkınlıkla baktı.

 

"N-ne oldu?" diye sordu panikle.

 

"Olan oldu beyefendi, görmedin mi?"

 

Kayahan kendini toparlayıp göz devirdiğinde, "Lütfen yine başlama Hümeyra." dedi omuzlarına binen bir ağırlıkla sarsılırken.

 

"Ben mi başlamayayım? Ömer'in buraya gelmesi hataydı anladın mı? Görmüyor musun, Asi iyi değil. Onun gelişiyle daha da kötü oldu kız."

 

"Ömer de iyi değil Hümeyra. Bu olanlarda onun suçu ne? Söyler misin?"

 

"Bana Ömer'i savunma!"

 

"Ya ne yapmalıyım? Senin bana yaptığın gibi Asiyi bana karşı savunma mı demem gerek? Bak Hümeyra, olan oldu tamam mı? Yapmamız gereken asıl şey, bu olanları nasıl düzeltebiliriz, ne yapabiliriz diye düşünerek ortak bir noktada buluşmak ve ona göre hareket etmek. Burada birbirimizi kırmanın hiçbir anlamı yok. Bunu sen de çok iyi biliyorsun." dedi genç kızın gözlerinin içine doğru anlamasını umarak baktığında.

 

"Beni kıramazsın zaten. İstersen dene ve gör. Bak bakalım o zaman neler oluyor."

 

"Yapamam. Bunu sen de çok iyi biliyorsun." dediğinde genç kız bu durum karşısında aniden afallamıştı. Alenen bir itiraf mıydı genç adamın söylediği? Hümeyra sözlerini hızla toparlarken aynı zamanda da tartmıştı.

 

"Nereden bileceğim?"

 

"Öyle mi? Seni kırabileceğimi nasıl düşünürsün. Sen..." dedi genç adam yutkunurken. "Sen benim için çok değerlisin." dedi bir cesaret, gözlerini sevdiği kadından kaçırmadan konuşan Kayahan.

 

Hümeyra şoke olmuş gözlerle karşısında duran genç adama bakıyordu. Dudaklarını aralayıp tek bir kelime edememiş, nutku bu sözler karşısında tutulmuştu sanki. Kayahan da ondan farksız değildi şu an. Genç adam bir an yanından hızla çekip giden kızın ardından öylece baka kalmıştı. O bildiği ve tanıdığı kız, hiçbir şey söylemeden kaçıp gitmiş miydi şimdi? Ona kızmamıştı bile. Yüzünde beliren tebessüm, umut denizinin teknesine atlamış, göz kamaştıran büyük okyanusa doğru yelken açmıştı. Genç adam keyifle arabaya binmiş, kontağı çevirerek aracını çalıştırmıştı.

 

•*•*•*•*•

 

Ofisinde sağdan sola doğru hırsla volta atıp duruyordu Adnan. Gözlerini karartan kini, önünü görmesine engeldi kuşkusuz. Bu yaptıkları yetmiyormuş gibi bir de bunu ileriye taşımak için canla başla uğraş vermeye kaldığı yerden devam ediyordu. Adamlarından birine aceleyle haber salmış, kendini belli ettirmeden yine bir işin rayına oturması için adım atmıştı. Birazdan başına gelecek şeylerden habersiz sinsice gülümsemişti. Aradan geçen zaman zarfında Ömer, öfkeyle burnundan soluyarak ofise doğru gelmişti. Ağabeyinin olduğu odaya girmek için sabırsızlandığında merdivenleri üçer beşer çıkarak soluksuz bir şekilde kalıp odasına dalmıştı.

 

"Neden..." dedi oldukça sitemkâr bir şekilde çıkan sesiyle, "Neden bütün bunları yapıyorsun sen abi?" diye sordu kendine hâkim olmak için büyük çaba sarf eden genç adam.

 

Adnan odaya destursuz bir şekilde dalan kardeşine kaşlarını çatarak bakmıştı. "Adabı muaşeret nedir bilmez misin sen? Hem ne yapıyor muşum ben? Adam gibi anlatsana." dedi kardeşi Ömer'e doğru yürüdüğünde.

 

"Bırak Allah aşkına abi! Sen aslında neyden söz ettiğimi çok iyi biliyorsun!"

 

"Şu an söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum Ömer." dedi kesin bir dille açıklarken. "Tam olarak neden söz ediyorsun bilmiyorum ama benim yaptığım bir şey yok kardeşim."

 

Ömer ürkütücü bir şekilde gülmüş ve aynı şekilde ağabeyine doğru bakmıştı. "Asi ile neden uğraşıyorsun?"

 

"Ha, o mesele?" dedi sinsice kardeşi Ömer'e bakan Adnan. "Onunla görülecek hesabım vardı. Hak tecelli oluyor aslanım. Sen işime sakın karışma. Seni daha önce de uyarmıştım!"

 

Genç adam zerre ağabeyinden korkmuş gibi durmuyordu. Aksine, bedeninden taşan saf bir öfkeyle ona doğru bakıp dudaklarını kararlılıkla aralamıştı. "Ondan uzak duracaksın abi!" dediğinde sarf ettiği sözler karşısında çakmak çakmak yanmıştı Ömer'in gözleri. "Asi 'den ve ailesinden... Ona yakın olan herkesten uzak duracaksın! Beni anladın mı?"

 

"Senin dediğinle mi dönecek bu devran aslan parçası? Ağabeyine saygısızlık yaptığının farkındasındır umarım şu an?"

 

"Asıl sen, beni hiçe saydığının farkında mısın?"

 

"Ben hiçbir zaman seni hiçe saymadım Ömer. Bu saçmalığı yapmam, yapmayacağım da. Benim meseleme asla karışma sen! Hem sana ne o kızdan? Seni neden bu kadar çok ilgilendiriyor ki Asi?"

 

"Yaptığın sanki çok mu doğru abi? Sen ne ara böyle bir adam oldun? Bana bakan gözlerinden hırs akıyor resmen. Görmüyor musun, insanlar senin yüzünden acı çekiyor! Asi benim arkadaşım, ondan uzak dur diyorum sana!" dediğinde Adnan kardeşinin sitemine kulak tıkayarak sözlerine kaldığı yerden devam etmek için dudaklarını aralamıştı.

 

"Ne yani? Bir arkadaşın için mi beni karşına alıyorsun sen? Bu kadar çok mu değere bindi, o kenar mahalle dilberi?"

 

"Ben de çok değerli Asi. Onun hakkında konuşurken dikkat et abi!"

 

"Bu kız senin gözünü nasıl boyadı Ömer? Paranda pulunda gözümü var? Seni parmağında oynatıyor küçük-" diyemeden öfkeyle bağırmıştı ağabeyine genç adam.

 

"Yeter!" dedi boğazını patlatırcasına haykıran Ömer. "Onun hakkında tek bir kelime bile etme. Yoksa çok kötü şeyler olacak abi!"

 

"Kendini onun için bu kadar kaybetmeni bir türlü anlamıyorum?"

 

"Çünkü..." deyip duraksamıştı Ömer. Bir an için tereddüt etmişti. Saniye arayla beynine üşüsen düşüncenin çıkış yolunun kapı kulpundan tutmuştu. Bunu yapsa, acaba ağabeyi her şeye son verir miydi? Ondan uzak durur muydu? Daha fazla beklemedi genç adam. Kaybedecek bir şeyi yoktu artık. Farkında olmadan kendini ve Asiyi yakacak sözleri sarf etmek için aralamıştı kurumaya yüz tutan dudaklarını.

 

"Onu seviyorum, anladın mı? Asiyi seviyorum ben abi! Bu sana son ikazım, ondan ve ailesinden uzak duracaksın. Yine diyorum bak, devam edersen çok kötü şeyler olacak!" dedi odadan çıkarak kapıyı sert bir şekilde çarpan Ömer. Adnan duyduğu şeylerin ağırlığında daha öncesinde keyifle oturduğu koltuğuna bu sefer hüsranla yığılmıştı. Ne demek seviyordu Asiyi? Bu nasıl olmuştu ki? Nasıl gönlünü bu kıza kaptırmıştı? Deli düşünceler aklına üşüştüğünde bitkin bir hâlde usulca aralamıştı dudaklarını.

 

"Artık çok geç..." dedi çarpan kapıya buz gibi bakan gözleriyle Adnan.

 

Ömer, öfkeyle yürümeye devam ettiğinde dudaklarını dişledi. Az önce ağabeyi Adnan'a ne demişti öyle? 'Onu seviyorum, anladın mı? Asiyi seviyorum ben abi!' Başka çıkış yolu olmadığı için bunu söylemek zorunda kalmıştı genç adam. Belki ağabeyi onu ve ailesini rahat bırakır diye ummuştu; fakat bu büyük bir hataydı. Hem de aşırı derecede büyük bir hata... Bu saatten sonra söylediği şeylerin sonuçlarına katlanmak, herkesin boynunun borcu olacaktı. Yüreğinin kaçış planı, daha nereye kadar dayanırdı, bir bilinmezlikti. Ömer, eline aldığı telefona bakarak, Kayahan'ı aramak için hızla rehbere girmişti.

Loading...
0%