@mahinehar
|
BÖLÜM 4: ANKARA EVE DÖNÜŞ
“Gözlerimin retinasında dans etmekte olan sevdiğimin hayalini gör...”
Sabah olmuştu. Mor bulutların arasından çıkmaya çabalayan sabah güneşinin parıltılı ışığı yüzüme düşerken, bal rengi bir ışıkta kaplıyordu her yanı. Rüzgâr, ince bir esintiyle uzaklardan topladığı yağmur kokusunu savuruyordu dört bir yana. Belki de gökyüzü ağıt yakıyordu gidişime. Ne olacağını ve başıma ne geleceğini bilmeden. Kaldırımları dolduran insanlar, ellerinde küçük paketleri, yüzlerinde eve gidiyor olmanın rahatlığı... Ben de tıpkı onlar gibiydim. Bugün doğduğum topraklara geri dönüş zamanımdı. Aslında bu benim isteğim dışında gelişen bir olaydı. Günlerdir ağabeyimin süre gelen baskıları, benim de kısa bir süreliğine memleketime dönüş yapma isteğimi perçinlemişti. Bu gidiş, kısa vadeli olduğu için doğup büyüdüğüm şehre, temelli dönmek istemiyordum. Burada kurulu bir düzenim, işim ve okulum vardı. Daha Üniversite de üçüncü sınıf, Hukuk Fakültesi öğrencisiydim. Ama bir yandan aileme olan özlemim kasıp kavuruyordu benliğimi. Hele anneme olan hasretim... Burnumda tütüyordu resmen. Gidiş günü sonunda gelip çatmıştı. Bugün, dönüyordum doğduğum topraklara. Kaderimin başladığı, Halfeti/Fırat'a... Telefonumun çaldığını fark ettiğim sırada kimin aradığına bakmak için hızlıca elim cebime gitmişti. Arayan Handeydi. Onunla olan birlikteliğim gittikçe kötülüyordu. Başlarda güzel ilerleyen ilişkimiz, şu an sorgulanır bir hâldeydi. Birbirimize olan duygularımız temelinden sarsılıyordu. Bunun yine farkında olmayan, daha doğrusu farkında olmak istemeyen taraf Handeydi. İlişkimiz nereye gidiyordu? Ne olacaktı? Bunu tümüyle zamana bırakmıştık her ikimizde. Beynimi âdeta kemiren düşüncelerden sıyrılmak istercesine gelen çağrıya cevap verdim. "Efendim, Hande?" "Canım, hava alanına vardın mı?" "Hayır, arabadayım. Henüz varmış değilim." "Anladım. Ne zaman dönersin Ankara'ya, belli mi?" "Ben de bilmiyorum. Gidip duruma göre bakacağım. Şu an için belirsiz. Net bir şey söyleyemem sana." "Peki, Ömer. Kendine dikkat et lütfen. Hayırlı yolculuklar dilerim." "Sağ ol, sen de kendine dikkat et. Görüşürüz Hande." "Görüşürüz, Ömer." Telefonu kapatırken içim burkulmuştu. Hande'ye bir yabancı gibi davranmak, bir zamanlar duygularımı paylaştığım kız arkadaşımla bu şekilde konuşmak benim için sarsıcıydı. Ona değer veriyor, aynı zamanda seviyordum. Fakat zamanla ona olan duygularımın aşk mı? Yoksa hoşlantıdan ibaret mi olduğunu ayırt edememek oldukça canımı sıkıp duruyordu. Farkında bile değildim. Daha doğrusu ne istediğimi ben bile henüz kestiremiyordum. Hava alanına çoktan gelmiştim. Taksiden bavulumu çıkarmış, ücreti ödeyerek girişe doğru hızlı adımlarla yönelmiştim. İşlemleri hallettiğimde uçaktaki yerimi almıştım artık. Bu süre zarfında yanımda bulunan kitabı elime alarak, güzel bir şiiri bulunan Menderes Ali Usta'dan başlamıştım okumaya. Yolculuk benim için artık çoktan başlamıştı. ••••• Menderes Ali Usta'dan... Gidiyorum uzaklara... Gönlüm kırgın, elveda demeden, arkama bakmadan, eyvallahım olmadan... Kimseye borcum kalmadan, alacaklarımı kalanlara bıraktım. Kim ne isterse onu alsın, benim olan bana kalanlar kalbimde götürdüklerim. Onlarda ya yaşatır ya öldürür beni! Gidiyorum uzaklara... Ne istersen onu yap. Sakın beni anma, merak da etme. Unut adımı ve ne ifade ettiğimi. Yırt at birkaç resim kaldıysa. Kim bilir? Belki bakar bakar ağlarsın, elbisem varsa almayı unuttuğum. Onu da yak istersen, hatırlatmasın beni. Soranlara benimle ilgili kötü şeyler söylesen de inan darılmam sana. Arkamda benimle ilgili bir kanıt bırakma. Gidiyorum uzaklara... Yolun sonu belli değil, uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşacağım. Gittiğim her yere seni götüreceğim. Gömeceğim elbet seni de bir gün kalbimin mezarına. Ama her gün sana sitem edeceğim sevgini isterken. Hicranını gördüm senden, sana gülü uzatırken dikeni tutuşturdun elime. Ben seni sana bıraktım, ben senden gidiyorum... Gidiyorum uzaklara... Sana kalsın bensiz hayat. Artık inancım kalmadı hiçbir şeyine dediğin ve istediğin gibi olsun. Benim gönlümde gam ve mağlubiyet olsa da. Tebrik ederim, dostça... Galibiyetini topladım her şeyimi usulca... Gözlerimde nem, önümde yolumu gösteren gölgem var. Şafak sökmeden kimseler "nereye" diye sormadan gidiyorum. Hem yol hem de yolcu olmaya... Gidiyorum uzaklara... Korkma, sevgimi istemeyeceğim senden. Kalsın sen de. Belki saklarsın hatıra diye. Benim olmadığım zamanlar bırakıyorum sana. Demir aldım kalbinin limanından. Senin olmadığın diyarlara yelken açtım. Rotası şaşmış gemi, acılarımı bir meçhule giden senden bana kalanlar hırçın bir deniz gibi savurur beni. Belki batarım, belki boğulurum, belki senden kurtulurum. Kahrın deryasına daldım gidiyorum. Gidiyorum uzaklara... Ne kimselere anlatacak mutlulukla başlayan ne umudum ne de sevincim var. Acılarım karlı. Sonu olmayan karlı yollar kadar uzun. Hıçkırıklarımı kimseler görmesin diye gecelerin karanlığına gömdüm. Fırat nehri benim artık yanaklarımdan yüreğime akan bir çığlık oldu sessizliğim. Sustum... Akan nehir oldu gözyaşım, gizledim. Sevda prangalı benim yüreğimde. Kurtuldum aşkın zincirinden artık. Ben gidiyorum. Hüzünlü şiirlerle kalanları sevinçli şarkılarla bırakıyorum. Gidiyorum uzaklara... Bıraktım, inadına dağınık kalsın odam. Bıraktım, inadına dağınık olsun saçım-sakalım. Bıraktım, inadına dağınık kalsın yakam. Çamurlu olsun elbisem, ne fark eder? Gidiyorum... Kirlenmiş bir yürekte yer yok bana, kaldıramıyorum bu kadar acıyı, gözyaşını... Kurşunlar sıkıldı kalbimin her köşesine. Ben uzak diyarların yağmuru ile ıslanırken, senin üzerine doğan güneş buralarda olmayacak. Kalmadı bir anlamı hayatımızdaki duygunun. Gidiyorum... Biz adını ayrılık koyalım gitsin. Gidiyorum uzaklara... Acılarımla baş başa kalmaya, içimdeki yaraları dağlayarak kanatmaya, yağmurların yağmadığı güneşlerin açmadığı Baharları olmayan diyarlara gidiyorum... Bütün acılarımı vurdum sırtıma. Yüküm ağır, bu filmi burada bitiriyorum. Senden uzaklaşarak gözden kaybolmaya gidiyorum. Gidiyorum uzaklara... Belki bir daha geçmeyeceğim bu sokaklardan. Bir hüzünü, bir matemi, bir de gözyaşını asıp yüzüme, gidiyorum senden. Elveda! Karanlık gecelerde saklı ağladığım gözyaşlarım. Gidiyorum başım önümde, ceketim omzumda. Hoşça kalın! Varsın olmayan hayallerim seninle kalsın. Benim yüreğimde kor, yüzümde kış, bakışlarıma kar düştü. Ondan sessiz ve ıssız benim dünyam. Elveda! Aşk, duramam ben buralarda kalamam. Bir gönülde yerim olmadı, bir yerim kalmadı. Bu şehre sığamam yüzümdeki bu hüzünle. Hoşça kal... Kalbimin ahı, bağrımın ateşi hoşça kal. Gidiyorum uzaklara... Vicdanına teslim ettim seni. Cebimde senden arta kalan keşkelerim; kırık düşlerimi, acılarımı, insafsızlığınla doldurdum giderken yanıma aldığım heybemi. Biliyorum, artık gelmeyecek vuslat! Zifiri karanlık dünyam. Ufakta bir ışık yok. Senin tek şahidin ben olduğum mahşerde, Allah'ın huzurunda bir dahaki buluşmamız, beni bir daha bulamayacağın diyarlara gidiyorum giderken. Sakın bana dokunma, ben kendi sandalyemi kendim tekmeleyeceğim... ••••• Uçağın inişe geçmesine sadece yarım saat kalmıştı; ama bu bile gidermiyordu içimdeki huzursuzluğu. Çok iyi biliyordum ki, indiğim yerde de karamsarlığın yakamı bırakmaya hiç niyeti yoktu. Sıkıntıyla ofladım; ancak oflamanın, puflamanın hiçbir yararı yoktu bana. Havaalanındaki insanlara bakarken, yolcuları bekleyenler arasında gülümseyen bir yüz, beni arayan bir çift göz yakalamaya çalışıyordum. Karşılamaya söz de ağabeyim gelecekti, ama ortalıkta bizden birileri yoktu. Elimde valizim, omuzumda bilgisayar çantamla ortalık yerde öylece kala kaldım. Sağa sola bakmanın da bir yararı yoktu. Valizimi zeminde sürükleyerek çıkışa doğru yöneldim. Sevdiklerine kavuşmanın mutluluğunu yaşayan kalabalığın arasından sıyrılmak üzereyken, adımın zikredildiği yöne doğru bakmıştım buhranla. Lacivert takım elbisenin içinde orta boylu ne uzun ne de kısa olan, hafif kalıplı ağabeyime baktım. Beni almaya gelmiş olmasına buruk bir şekilde sevinmiştim açıkçası. Yüzümde aniden çiçek açan gülümsememle ona doğru ilerledim. Beni kendine sıkıca sardığında, "Hoş geldin, Ömer Behramoğlu." dedi. "Hoş buldum, Adnan Behramoğlu." "Bayağı uzun zaman oldu, seni görmeyeli. İnat edip gelmiyordun. Ne kadar özlemişim seni aslan parçası." "Ben de özledim Abi. Annem nasıl? Babam, yengem, çocuklar, Zeliha?" "Nefes al oğlum. İyiler çok şükür. Hepsinin gözleri yolda ne zamandır, seni bekliyorlar. Hadi fazla bekletmeyelim bizimkileri." "Tamam, hemen gidelim o hâlde. Ben bayağı heyecan yaptım çünkü." "Belli, belli." diyerek gülümsemişti Adnan ağabeyim. Onunla sıkı sıkı sarılıp hasret giderdikten sonra, eve doğru yol almaya başlamıştık. Yol boyu beni bir hayli soru yağmuruna tutan ağabeyime kaçamak cevaplar vererek sohbeti kısa tutmayı tercih etmiştim. Derinlemesine bir yorgunluk ruhuma çökmüştü sanki. Bu, aileme olan özlemime engel değildi kuşkusuz. Bakalım beni nasıl karşılayacaklardı? Merakla ve heyecanla ilerliyordum doğduğum eve. Beni nelerin beklediğini, hiç durmadan ilerleyen zaman er ya da geç gösterecekti şüphesiz.
|
0% |