@mahinehar
|
BÖLÜM 45: GERÇEKLİĞE HOŞ GELDİN ACISI/ FİNAL 1
“Aşk her gönüle baharı getirmez!”
Nörolojisi Uzmanı Doktor Demir Saraç, hastanenin koridorunda hızla ilerliyordu. Bir an önce altıncı kattaki dört yüz bir numaralı odada bulunan hastasının yanına gitmesi gerekiyordu. Kapanmak üzere olan asansöre son dakika yetiştiğinde derin bir nefes aldı. Gideceği katın düğmesine basmış, yüzünde belli belirsiz bir ifadeyle tavana doğru bakmıştı. Sonunda gitmek istediği katta inmiş, sağında kalan odaya doğru hızla yürümeye başlamıştı. Hemen orta bölmede duran danışmaya, hemşire Elif'i çağırmalarını söylemeyi de ihmal etmemişti. Odanın kapısını aralayarak açtığında içeriye doğru girmiş, pencerenin açık ve yatağında boş olduğunu görür görmez sinirlenmişti. Odadan hiddetle çıktığında adeta kat görevlilerine bakıp kükremişti.
"Buradaki hastam nerede?"
"Odasında olmalı hocam." dedi genç kız öfkeyle burnundan soluyan Doktor Demir'e doğru panikle baktığında.
"Öyle mi? Peki, o zaman neden şu an yerinde yok? Bana bu saçmalığın açıklamasını yapabilir misin?" diye sert bir şekilde sorduğunda öfkeyle gözlerini yummuş, sakinleşmek umuduyla tekrardan dudaklarını aralamıştı. "Derhal hastane bahçesi, lavabolar, aklınıza gelebilecek her yere bakın. Hem de hemen!" dediğinde yanına koşarak gelen Hemşire Elif'e rastlamıştı.
Elif, nefes nefese kalarak geldiğinde aynı tezatlıkla yavaşça yutkunmuş, dudaklarını aralayıp konuşmaya çalışmıştı. "Hocam, beni çağırmışsınız?" dedi alnında biriken ter damlaları arasında can vermek üzereyken.
"O nerede?" diye söylendiğinde genç kızın gözleri, dört yüz bir numaralı odanın açıkta kalan kapısında takılı takılmıştı. Gözlerini çaresizce yumduğunda Doktor Demir, yeniden şaha kalkan öfkesiyle bağırmıştı. "Asi nerede? Onunla ilgilenen her zaman sendin Elif! Nerede olabilir?" diye sordu, elini ensesine doğru sıkıntıyla attığında. "Nereye gidebilir?"
"Ben yerini biliyorum hocam. Şimdi gidip getiririm onu." diyerek hareket ettiğinde Doktor Demir genç kızı durdurmuştu.
"Bu kaçıncı firar? Böyle bir sorumsuzluğu artık istemiyorum! Geldiğimde onu burada, odasında görmek istiyorum ben Elif Hanım. Durumu artık gittikçe kötüleşiyor. Asla yalnız kalmamalı. Beni anlıyor musun? Asla..." dediğinde hemşire Elif, onay vererek genç kızın yanına gitmek için hızla harekete geçmişti.
Çok geçmeden sırtı dönük, kolları açık bir şekilde güneşin parıltısı, yüzünde dans eden genç kızın yanına doğru gelmişti. Hemşire Elif, onu bulduğu için bir hayli mutlu olurken, aniden de yüzü düşmüştü. Hastanede tanıştığı Asiyle o kadar yakından bir bağ kurmuştu ki, bu arkadaşlık imrenilecek kadar güzel ve özeldi. Çok geçmeden onunla birlikte harika bir dostluğa adım atmışlardı. Bir-iki adım atarak Asi' ye doğru yaklaşmıştı, gerginliği yerini rahatlığa bıraktığında.
"Güzelim..." dediğinde genç kız ardına dönmüş, ona doğru gülümseyerek gelen arkadaşına bakmıştı. "Seni yine yatağında bulamadım. Neden beni her seferinde korkutup duruyorsun? Bu hiç adil değil..." diyerek Asinin omuzlarından hafifçe sıkıp sarsmıştı. Genç kızın gülüşü, aniden solduğunda aklına gelen soruyla, Elif'e doğru bakıp dudaklarını araladı.
"Okudun mu?" diye sorduğunda Elif, hızla gözlerini kaçırmıştı. "Sessiz Aşıkları okudun mu?" dedi ikaz dolu bir sesle sözünü tekrardan baskılayan Asi.
"Evet, okudum. Bunu daha sonra da konuşabiliriz. Hadi gel, odana geri dönmemiz gerek. Doktor Demir, yine seni yerinde bulamadığı için etrafına ateş püskürüyor." dediğinde Asi ondan bir-iki adım geri de durmuştu.
"Peki, sonunu duymak ister miydin? Yazdığım o yaşanmamış hayatın gerçeğinde bir karakter olarak, asıl dünyamı, benim gerçeğimi görmek ister miydin?" diye sorduğunda hemşire Elif, göz pınarlarından düşen yakıcı bir damla gözyaşını firar ettirmişti sığınağından.
Elif, "Bunu daha fazla kendine yapma lütfen." dediğinde Asi, aslında genç kızın ona ne söylemek istediğini çok iyi biliyordu. Yüzüne yerleştirdiği zoraki bir gülüşle arkadaşına doğru hüzünle bakmıştı.
"Ağlamanın bir faydası yok Elif. Zamanında ben de çok ağladım. Benim için üzülme..." dedi yeşil bahçe çiminin üzerinde oturmak için hareket ettiğinde. Genç kızda yanına doğru usulca oturmuş, ellerini buhranla dizlerine dayamıştı.
"Kendini çok fazla hırpalıyor ve yıpratıyorsun Asi. Aynı zamanda bu kadar düşünüp, kendini çıkmazlara sokman da hiç iyi bir şey değil güzelim. Daha ne kadar böyle yapmaya devam edeceksin? Buna artık tümüyle, kendi iyiliğin için bir son vermelisin." diye söylendiğinde öfkesi bir tek Asi için değildi elbet. Elif, hiçbir şekilde Asi meleğine kızamazdı zaten. Genç kız, her şeyden çok, yaşanan şeylere karşı duyarsız kalan bütün insanlığa sinirli ve öfkeliydi. Onun kavgası, vicdanını yitirmiş her bir yüreğe idi...
Asi, hiç cevap vermeden mahmur gözlerini ufka dikmişti. Hastalık gittikçe onu ele geçirmeye başlamış, zamanından çok bedeninden çalarak artık onu yaralamaya geçmişti. Sanki, gerçek hayatında çok iyiymiş gibi... Sanki, bu dünyada her şeyi mutlulukla yaşayabilecekmiş gibi... Elif, daha fazla dayanamayıp durumun vahametine bakmış, arkadaşıyla tekrardan konuşmayı tercih etmişti. Asiyi daldığı yerden çıkarmak için her zaman konuşan ve sohbeti başlatan o olurdu. Kimi zaman Asi, öyle bir dalıp giderdi ki, söylediği onca şey havada asılı kalırdı genç kızın. Yine aynı şey olmuştu işte. Elif, başını önüne doğru eğerek, bakışlarını Asinin yüzünde gezdirmişti.
"Hastaneyi yine birbirine kattı Demir Bey. Her yerde harıl harıl seni arattırıyor diyorum. Onu daha fazla sinirlendirmeden geri dönmeye ne dersin canım?" dediğinde onu hiç dinlemeyen arkadaşına tekrardan bakmıştı Elif. "Asi?" dedi kısık çıkan sesini kendi bile zor duyduğunda.
"Ardımda kalan hastanenin ürkütücü soğuk duvarları, tıpkı yetimhanedeki ağladığım gecelerin buz kesen duvarlarını anımsatıyor bana. Bu yüzden içeri girmek istemiyorum ben Elif." dedi yüzünü sıcak güneşe doğru çevirdiğinde. Biraz bekledikten sonra, sözlerine kaldığı yerden devam etmişti Asi. "Hayal kurmak, istediğin bir hayatı yaşamayı düşlemek çok mu kötü bir şey Elif?" diye sormuştu yanında duran, ona ömrünün son demlerinde bile eşlik etmeye devam eden arkadaşı Elif'e kederle baktığında.
"Değil tabii ki. O da nereden çıktı?" diyerek Asinin ela gözlerine dolu dolu bakmıştı Elif. "Bu dünyada hayal kurmayan insan yoktur herhalde."
"Peki bunu yazmak?" diyerek yeni bir soru yöneltmişti arkadaşına Asi. Bekledi ve ıstıraplı bir iç çekişin ardından tekrardan dudaklarını aralamıştı. "Ben, hiçbir zaman yaşayamadığım bir hayatı kaleme aldım. Üstelik bunu hiç kimsem yokken yaptım. Hayal dünyamda sanki bir anlığına var olmuşlar gibi görünen dost ve aile inşa ettim." Asi konuştukça genç kızın yüzü de gittikçe asılmıştı. Sözler, zehir zemberek gibi çıkıyordu adeta hasta genç kızın ağzından. Acıyla yutkunmuş, renksiz kalan dudaklarını yeniden aralamıştı. "Kimsesiz büyüdüm... Aile kavramı nedir, hiç bilmedim. Dostlarım, arkadaşlarım aslında hiçbir zaman var olmadı. En acısı da ne biliyor musun? Ben, insanlar tarafından her zaman hor görüldüm. Herkes benden sanki vebalı bir hastaymışım gibi kaçıp durdu. Bir tek sen bana arkadaşlık ettin Elif. Bir tek sen benim yanımda durdun." dediğinde boğazını temizleyerek yutkunmuştu Asi.
"Sana bazen kızıyorum, bazen de imreniyorum biliyor musun Asi?" dedi Elif, gıptayla dostuna doğru baktığında.
"Neden?" diyerek gülümsemişti genç kız da. Yüzündeki tebessüm, bir çiçek gibi aniden solduğunda, "Ben gıpta edebileceğin bir insan değilim Elif."
"Hayır, böyle söyleme lütfen. Sen cidden hiçbir şeyin farkında değilsin Asi. Sana onca şey yaşatan adamı hâlâ güzel bir şekilde anlatabildiğin için gıpta ediyorum. Hâlâ böylesine yüce gönüllü bir insan olabildiğin için gıpta ediyorum. Sana bazen patlayıp kızdığımda aslında sebebi, kendine bu kadar acı çektirmenden ötürüydü. Eğer ben yerinde olsaydım, bunların hiçbirini yapamazdım Asi. Sen bunu yapmayı nasıl başarabiliyorsun?" diye sorduğunda gözlerinin feri, iyice çökmüş olan arkadaşına doğru bakmıştı.
Asi, "Çünkü çok sevdim..." dediğinde ortamda büyük bir sessizlik vuku bulmuştu.
Hemşire Elif, daha fazla derine girmemesi gerektiğini anlayarak, "Artık geri dönmemiz gerekiyor güzelim." diyerek Asiyi oturduğu yerden kaldırmıştı. O an başka bir yöne doğru hareket eden hasta genç kıza doğru anlamayarak bakmış, öylece yürüdüğü sıra da şaşkınlığını gizleyemeden onu kolundan tutup durdurmuştu.
Elif, "Nereye gidiyorsun sen?" diye sormuştu, Asi' ye kuşkuyla bakmaya devam ettiğinde.
"Odama..." demişti Asi de etrafına her şey normalmiş gibi bakarken.
"Senin odan o tarafta değil ki Asi. Orası yeni doğan ünitesi." dediğinde tuhaf bir şekilde bakmaya devam etmişti genç kız etrafına. Elif, durumu fark ettiğinde bir an önce Asiyi alıp odasına götürmek için harekete geçmişti.
İki genç kız asansörden çıkmış, dört yüz bir numaralı odaya doğru girdiklerinde dev kadronun da orada olduğunu görmüşlerdi. Asi, doktorlarına gülerek baktığında, "Hepinizi bir arada görmek ne büyük şeref. Ne o? Bir kutlama var da benim mi haberim yok?" diye sorduğunda yatağına, Elif'in yardımıyla oturtabilmişti. Hastanenin Başhekimi Ahmet Bey, elinde tuttuğu belgeleri masaya doğru bırakmış, çok geçmeden dudaklarını aralayıp söze girmişti.
"Bak Asi... Sen uzun bir zamandır bizimlesin. İlk ameliyatını da başarıyla gerçekleştirdik. Fakat yeniden nükseden bir tümörün daha oldu. İyi huylu olan tümörün (benign) şu an kötü huylu (moling) tümörüne dönüşmüş durumda. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?" diye sormuştu, sıkıntıyla genç kıza bakan orta yaşlı adam.
"Ölüm..." dediğinde odada bulunan doktorlar sarsıcı, bir o kadarda gerçek olan bu cevap karşısında yüzlerini aşmıştı. Genç kız zoraki bir şekilde nefes alarak, "Neye sebep olacak?" durdu ve dudaklarını dişlemişti sıkıntıyla. "Bendeki bu tümör, feda etmediğim neyimi alacak daha?" diye sormuştu, ona doğru bakan bütün doktorların üzerinde göz gezdirdiğinde.
Demir, kurumuş dudaklarını aralayarak, "Vücudunun başka bir yerinde nükseden tümör, ön görülemez bir şekilde beynine sıçradı. Sinir uçlarına basınç yapması, önce beyninde büyük bir hasara neden olacak. Tabii bu tümörün, büyüyerek kafa içinde sıvı birikmesine de sebep olabilir. En yaygın belirtiler baş ağrısı ve nöbetler... Bunun yanı sıra; mide bulantısı, kusma, görme bozukluğu, işitme azalması, zayıflık, hissizlik, düşünme, konuşamama ve hatırlayamama gibi bulgular şeklinde ilerleyebilir. Zaten senin vücudunun da gösterdiği semptomlar, artık bu yönde Asi. Bizim senden tek ricamız, stres ve üzüntüden olabildiğince uzak durman. Anlıyor musun? Senin durumundaki bir hasta için bütün bunlar hiç de iyi şeyler değil." dediğinde ortamda derinlemesine bir sessizlik peyda olmuştu. Genç kızın kimsesi olmadığı için bütün bilgiler, hastalığına dair her şey onunla konuşulup, paylaşılıyordu. Doktor Demir, suskunluğunu herkesten önce yeniden bozduğunda etrafına doğru bakıp talimat vermeye başlamıştı.
"Fiziki muayene, Nörolik muayene, Bilgisayarlı tomografi (BT), MR tetkiki (MR), Anjiyografi... Herkes ne yapacağını çok iyi biliyor. Derhal iş başına! Kurtarmamız gereken bir hayat var..." dediğinde Asi' ye doğru gülümseyip odadan çıkmak üzereyken sözünü, dudaklarını aralayan genç kız kesmişti.
"Ben bazen göremiyorum. Bunun sebebi tümörümün etkisinden dolayı mıydı?" diye sorduğunda Elif, duyduğu gerçekle sarsılmıştı, Asi' ye doğru acıyla baktığında.
"Amarosiz..." demişti Doktor Demir. "Geçici körlük yaşamış olabilirsin Asi. İki ila, on dakika süren ağrısız görme kaybı demek." dediğinde bir diğer doktor lafa atılarak, "Retina da normal olarak geçici emboli görülebilir. Ya da ileri derece Amoroz da olabilir." dediğinde Asi, o da ne der gibi anlamayarak bakmıştı.
"Amoroz, kronik olarak ışığın algılanamaması, geçici veya kalıcı körlük." demişti kollarını bağdaş şeklinde birbirine dolayarak açıklama yapan Doktor Mithat. Demir, arkadaşının lafı bitince Asi' ye doğru bakmıştı. Genç kızın yalnız kalması gerektiğini fark ettiğinde Elif'e doğru bakmış, muhakkak yanında durmasını söyleyerek odadan çıkmışlardı.
Asi, tepkisiz bir şekilde eline aldığı mavi kalıplı defterini yeniden açmıştı. Elif, onu izlediğinde dolan gözleriyle cama doğru kederli bakışlarını dikmişti. Genç kız iç çekerek, kalemi tekrardan ellerinin arasına almış, gerçekleri olduğu gibi anlatmak için harekete geçmişti.
Bunu gören Elif, "Ne yapıyorsun Asi?" diye sormuştu sesi titrediğinde.
"Masalın sonunu getirmek için yazacağım. Sen de duydun... Tümör beynimde hasara yol açarsa, bir daha hiçbir şey yapamam. İleride de körlükte söz konusu..." dediğinde genç kız hızla sözünü kesmişti.
"Hayır... Sen iyi olacaksın. Saçma sapan düşünceleri aklından çıkart!" diye söylendiğinde gözleri yeniden dolmuştu Elif'in. "Bana görmediğini neden söylemedin?" diye sordu, bakışlarını bir hayli çökmüş, Asinin bedeninde göz gezdirdiğinde.
"Kendini kandırmanın hiç sırası değil. İkimizde çok biliyoruz, iyileşmem neredeyse imkânsız Elif. Ben, artık yarı ölü bir insanım... Bu dediğin tümörüm kötüleşmeden hemen önceydi. O yüzden bana her defasında umut aşılamayı bırakırsan çok iyi edersin. Hayatı, zaten yeterince kararmış bir insan için bu direktifler bir hayli sarsıcı olabiliyor. Benim için artık hiç ışık yok. Şimdi senden ricam, çekmeceye koyduğum Ömer'in mektubunu verir misin?" dediğinde genç kız burnundan soluyarak, "Yapma Asi... Bunu kendine daha fazla yapma artık!" dedi sesinin tonuna dikkat etmeden bağırdığında.
Öfkeliydi Elif... Hiç olmayacağı kadar acı çekiyor, yüreğine çöken kasveti henüz bertaraf edememişken Asinin yaşadıkları, defalarca kez bütün gerçekleri suratına doğru savurup duruyordu. Günden güne gözlerinin önünde öylece eriyip giden Asi' ye bakmıştı yeniden genç kız. Onu seviyor, içten içe her zaman iyi olmasını diliyordu. Umudunu kesmeden hayatını idam edenlerdendi Elif. Asi, ona can yoldaşı olan arkadaşına sakince bakmış, halsiz bir şekilde kurumaya yüz tutmuş dudaklarını aralamıştı.
"Elif, bu konuyu daha önce de seninle konuşmuştuk." dediğinde genç kız oflayarak çekmeceyi açmış, çıkardığı mektubu alıp Asi' ye doğru uzatmıştı. Daha sonra yalnız kalmak istediğini Elif'e, çökmüş gözleriyle bakarak söylemişti. Genç kız odadan hiçbir şey söylemeden üzgün bir şekilde öylece çıkıp gitmişti. Asi, mavi defterinin beyaz sayfalarına yavaşça açtığında yeniden yazmaya başlamıştı. Gerçekler ne kadar acıysa, yüzleşmeler o kadar kanatırdı!
Hemen yanında duran şiirine doğru buğulanmış gözleriyle bakmıştı genç kız. Yalnız kaldığı zifiri gecelerde, duvarlar üzerine doğru geldiğinde, kaçışlarını mürekkebin ucunda sallandırarak çok istediği hayalin anılarına sığınırdı. Elinde tuttuğu mektubu defalarca kez okumadan hemen önce, kırık bir yüreğin acıya ket vurduğu yaprakta yazılmış sözleri zikrederdi dili...
Aklımdaki seni öldürdüm; ama kalbimdeki seni öldüremiyorum... Şimdiki hâline değil bu özlemim, geçmişteki benli olan hâlinedir hasretim. Bedenin olmaya bilir bir kabir için. Yetiyor anıların gömmek için. Ve her gün uğrayıp bir karanfil bırakıyorum başucuna. Ruhen yıkık benliğim, bedenen yorgundur biçareliğim. Bakma öyle, ölü bir günlüğü tozlu raftan alıyorum senin için...
|
0% |