Yeni Üyelik
47.
Bölüm

46. BÖLÜM

@mahinehar

BÖLÜM 46: GERÇEKLİĞE HOŞ GELDİN ACISI/ FİNAL 2

 

 

 

“Hiç kimse arkasına bakmadan gitmez. Kimi sevdiği için bakar, kimi pişman olduğu için, kimi de bıçak yarası almamak için bakar. Bu böyledir, değişmez.”

 

 

 

Benim, adım Asi... Bu dünyaya gözlerimi açtığımda ne annesi ne de babası olan bir kız çocuğuydum. Yetim olduğum kadar aynı zamanda öksüz bir kızdım. Aile kavramına uzak, dostta ırak, arkadaşlığa ise kimsesiz... Asıl ailemin başına ne geldi? Ne geçti? İnanın ben de hiç bilmiyorum... Dedim ya, ben yetimhanede büyümüş olan evsiz, yurtsuz, kimsesiz bir kızdım... Benim hiç üzüldüğümde sarılanım olmadı. Ağladığımda gözyaşımı silenim olmadı. Mutlu olduğumda sevincime ortak olanım çıkmadı. Şu hâlimle ne kadar mutlu olabilmişsem artık...

 

Gecelerce ağladığım zamanlarım oldu. Soğuk duvarların üzerime üzerime geldiğinde baba diye ağladığım zamanlarım. Ateşler içinde yandığımda anne diye sayıklayan bana, sevgi nedir diye söz etmeyin bile... Bedenim küçük olsa da yüreğim tarih yazacak kadar büyüktür benim. Dokunursanız yanar, dinlerseniz ağlarsınız. Sığınacak bir liman, derdimi açacak bir ailem yokken omuzlamıştım canhıraş yakarışlarımı. Düştüğüm yerden defalarca kez bir başıma kalarak ayağa kalktım. Kaderin oyununda savrulan bir yaprak gibi oradan oraya öylece esip durdum. Yine ve yeniden umuduma tutunarak körpe bir şekilde yaşamıştım ben bu hayatı. Sonra bütün dünyamı alt üst eden, yüreğimi şiraze bir şekilde yakan adamla tanışmıştım. Ömer'imle... Daha doğrusu, Ömer Behramoğlu'yla!

 

 

•*•*•*•*•

 

 

05/09/2017

 

 

ANKARA

 

 

 

Yine yağmurlu ve puslu bir akşamüstüydü Ankara'da. Genç kız elinde sıkı bir şekilde tuttuğu kitaplarıyla yağan yağmurdan korunmak için başını kapatarak çabucak koşmaya başlamıştı. İyice ıssızlaşan ve artık hiç kimsenin bulunmadığı yoldan seri adımlarla geçmeye çalıştığında kulaklarına dolan ani bir inleme sesiyle olduğu yerde irkilmişti. Durduğu an kaşlarını hafiften çatmış, etrafına doğru dikkatle bakmıştı. Tedirginlik vücuduna iyice hâkim olduğunda etrafına panik olmuş bir şekilde bakıp, çevresini kısık gözleriyle kontrol etmişti. Baktığı yerde kimseyi görememiş ve gelen sesin kesilmesiyle birlikte yoluna devam etmek üzere, yağmurun umarsızca ıslattığı zemine doğru adım atmıştı. Yürümeye kaldığı yerden devam ettiğinde aniden çıkan sesi bir kez daha duymuştu. Hemen ardında duyulan inleme sesini, daha net bir şekilde fark ettiğinde sesin yükseldiği yere doğru, korku bedenini yavaşça hâkim olurken ilerlemişti. Az ötede işte tam da çalılıkların arasında yerde yatan, yüzü gözü kan revan içerisinde kalmış bir adama rastlamıştı genç kız.

 

Ürkerek bulunduğu yerden geriye doğru bir adım atmış, derhal burayı terk edip kaçmak istemişti. Ne olduğunu bilmiyor, korkuyla onun da başına bir şey gelir düşüncesiyle derhal buradan uzaklaşmak istemişti bir hayli tedirgin olan genç kız. Hiçbir şey düşünmeden ardına doğru hızlıca döndüğünde vicdanı aklına galip gelmiş, orada bilinçsiz bir şekilde öylece yatan genç adamı bırakamayacağını söylemişti, merhameti de yüreğine. Geriye doğru dönmüş, etrafına yardım aramak umuduyla baktığında kimseyi görememişti. Yağmur, olduğu gibi hızla yağmaya devam ettiğinde bir kavşaktan diğer kavşağa giden arabalardan başka hiçbir şey yoktu etrafta. Hırpalandığı her halinde belli olan adamın yanına doğru iyice yaklaştığında yüzü gözü kan revan içinde kalan gencin koluna korkuyla dokunmuştu.

 

Yere doğru iyice eğilmiş, fısıltı şeklinde çıkan sesiyle, "Uyan..." diyebilmişti. Kafasını etrafına bakmak için panikle kaldırdığında aynı zamanda yola bakmayı da ihmal etmemişti. "Hey! Sana söylüyorum..." diye seslenmeye devam ettiğinde birileri geçer umuduyla sağına, soluna doğru bakmaya devam etmişti.

 

İçinde bulunduğu durum o kadar boktandı ki, sızlanarak dudaklarını aralamıştı. "Seher teyze, yine ona parayı vermediğimi düşünecek! Ne yapacağım ben şimdi? Ne..." diye bağırdığında yağmurun altında çaresizce ıslanmaya devam etmişti. Bir saniye boyunca süren apansız düşünceleri arasında aklına gelen ilk şeyi yapmak için harekete geçmişti. Kendini yola doğru attığında durmadan geçen arabaların önüne delice atlamış, elleriyle durdurma işareti yapmaya çalışmıştı. Onun bu yersiz çabaları karşısında hiç kimse durmuyor, kornalar büyük bir gürültüyle yükseliyor, yağmur da şiddetini artırmaya devam ediyordu.

 

Genç kız telefonu olmadığı için perişan bir halde son sürat gelen aracın önüne hayatını tehlikeye atarak geçmişti. Gelen araç, yolun ortasında aniden duran genç kızı fark ettiğinde hızlıca frene basmak için büyük bir çaba göstermişti. Üzerine gelen arabanın ani fren sesi yüzünden direksiyon başında hafiften savrulup sallanan adam öfkeyle genç kıza doğru bakmış, ne olduğunu anlamadan arabasından hiddetle inmişti.

 

"Delirdin mi kızım sen! Ne diye kendini arabamın önüne atıyorsun?" diye sormuştu, bağırması ortalığı ansızın inlettiğinde. "Ölmek mi istiyorsun sen? Deli mi ne!" diye söylenmeye başladığında genç kız heyecanla karışık bir tavırla şoföre doğru bakmıştı.

 

"Lütfen yardım edin! Şu tarafta, yerde yaralı bir şekilde yatan genç bir adam var. Onu hemen hastaneye götürmemiz gerekiyor! Lütfen yardım edin, lütfen..." dediğinde işaret ettiği yere doğru orta yaşlı adamında onay vermesiyle hızla koşarak gitmişlerdi. Yerde bilinçsiz bir halde yatan genci, yattığı yerden zar zor kaldırmış, birlikte arabaya taşımış, hastaneye doğru götürmek için hareket etmişlerdi.

 

Çok geçmeden hastaneye geldiklerinde şoför, olay üzerine kalır korkusuyla onları kapının önünde bırakarak hızlıca çekip gitmişti. Hiç tanımadığı adam kaçarcasına yanından uzaklaştığında genç kız acil servisteki görevlilerden yardım dilemiş, olduğu yerde amansızca bağırmaya başlamıştı. Koşarak yanlarına gelen sağlık çalışanları, genç adamı içeriye taşıyıp müdahale etmeye başlamışlardı.

 

Aradan bir saat geçtiğinde oturduğu yerden kalkarak danışmaya, hastaneye getirdiği genç adamı sormuştu. Hemşirelerden biri, durumunun iyi olduğunu, genç adamın sonunda uyandığını, kendine geldiğini söylemişti. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm hayat bulduğunda hastanenin çıkışına doğru yürümeye başlamıştı genç kız da.

 

Hemşire durumu fark ettiğinde, "Az önce onu buraya getiren kişinin kim olduğunu sordu bize. Adınız neydi?" diye sormuştu karşısında sırtı dönük bir şekilde yürümeye devam eden kızın ardından seslendiğinde.

 

Genç kız omzunun ardından çevirdiği başıyla, "Benden kimsesiz biri diye bahsedebilirsiniz." diye söylediğinde koridordan öylece çıkıp gitmişti.

 

Hastanenin çıkışına doğru geldiğinde gecenin epeyce ilerleyen saatleriydi. Etrafına ne yapacağını bilemeyen bir bakış atmış, sıkıntıyla bu saatte nasıl araç bulacağını düşünmüştü. Elini alnına doğru dayamış, sinirle ovalamaya başlamıştı. Yapacak hiçbir şeyin olmadığını anladığında ise yürümekten başka çaresi kalmamıştı. Öylece ilerlemeye başladığında ardından koşarak gelen yaralı genç adam, az önce onun hemşireye söylediği şekilde hitap etmişti.

 

"Kimsesiz... Kimsesiz..." diyerek zar zor çıkan sesiyle bağırmaya devam eden genç adamın, yanına doğru gelmeye çalıştığını, arkasını döndüğün anda anlamıştı. Alelacele uzaklaşmaya çalıştığında genç adam onu fark etmiş, adımlarını hızlandırarak bir kez daha ona doğru bakıp seslenmişti.

 

"Kimsesiz sen misin?" diyerek derin bir nefesi ciğerlerine doğru çektiğinde aniden durmuştu. Genç kız onu takmadan yürümeye devam ettiğinde genç adam sorusunu tekrardan yinelemişti. "Kimsesiz sen misin? Korkmana hiç gerek yok. Ben sadece sana teşekkür etmek istiyorum. Hepsi o kadar..." diye söylediğinde genç kız ardına doğru dönmüş, hastaneye getirdiği genç adamın yüzündeki morluğa inat, hafiften ona doğru tebessüm etmesine şahitlik etmişti. Duran kızın yanına usulca yaklaştığında elini ona doğru uzatmıştı. "Benim adım Ömer. Ömer Behramoğlu..." dediğinde şaşırarak bakan kıza olduğu yerden bakmaya devam etmişti genç adam. Tereddüt ederek uzattığı eli hiç tutmadan mırıldanmıştı genç kız da izlemeye devam ettiğinde.

 

"Benim adımda Asi. Asi Karayurt..." dediğinde ela gözlerini hızla kaçırmış, ne yapacağını bilmeyen bakışlarıyla ıslanmış zemine ve ona doğru ilgiyle bakan genç adamın bakışları arasında öylece kala kalmıştı.

 

Asi, o ölümsüz sandığı anıların arasına doğru gittiğinde gözlerinin yaşarmasına bir türlü engel olamamıştı. Parmakları dermanını kaybedene kadar durmadan yazmaya devam etmişti.

 

İkimizin birbiriyle tanışması iki yıla dayanıyor. O geceden sonra Ömer benim peşime düşmüş, borcumu ödeyeceğim diyerek aniden hayatıma dâhil olmuştu. O yağmurlu ve soğuk geceden sonra hayatım hızlı bir şekilde değişmişti benim de. Hemen hemen her gün onunla buluşarak birlikte bir şeyler yapmaya başlamıştık. Neredeyse birbirimizin hayatında olan biten her şeyi öğrenmiş, böylelikle ansızın birbirimizin yaşantısına dahil olmuştuk. Güzel başlayan arkadaşlığımız önce dostluğa, ardından da aşka dönüşmüştü. Bir gün Ömer, ellerinde tuttuğu güllerle yanıma gelmiş, bana unutamayacağım bir evlilik teklifi yapmıştı.

 

İşte ben o gün, umudun hâlâ var olduğuna bu hayatın üzüntüden çok mutlulukla da sürebileceğine canı gönülden inanmıştım. Üstelik bu sefer hiçbir yıkıma mazhar olmadan... Umut denen şey gerçekten vardı! Sadece onu sabırla beklemek, bizim payımıza düşen en önemli gerçeğimizdi. Ben artık kimsesiz değildim... Bunu bilmek, beni havalara doğru uçuruyor; yaşayamadığım, o bana çok uzak olan duyguları, sanki ayağıma doğru getiriyordu. Her şeyden ve herkesten çok sevdiğim bir adam vardı artık. Birden hayatıma dahil olmuş, bu birliktelik ise güzel bir şekilde taçlanmıştı.

 

Sevgiye ve ilgiye aç, şefkate ise çok muhtaç bir kızın böylesine yoğun duygular içerisinde harmanlanması ne demekti, benim için kelimelerle bile anlatılamayacak kadar imkânsız bir şeydi. İnanın... Ömer, bana ihtiyacım olan her şeyi veren tek insandı. Onunla olduğum her gün, her an, her saat çok mutlu oluyordum. Bize ait, küçük, sıcak bir yuva kurmayı teklif ettiğinden beri Ömer'le, sınırsız hayaller kurarak, günlerimizi heyecanla geçirmiştik. Benim bir ailem yoktu. Fakat o, bana kurdurduğu hayallerle, çocuklarımızın düşleriyle nefes alabileceğimi göstermişti. Biz onun söylemleriyle çok güzel bir aile olacaktık. Bir kadın olarak, en önemlisi bir anne adayı olarak, yaşadığım o zorlu yıllardan sonra benim evlatlarım, anne ve baba hasreti çekmeden büyüyeceklerdi. Üstelik benim gibi acı çekmeyecek, benim gibi kimsesiz olmayacaklardı. Çok geçmeden Ömer beni yanına alarak, kendi memleketi Halfeti/Fırat'a götürmüştü. Beni bütün ailesiyle tanıştıracak, annesine de 'İşte senin gelinin. Benim ise sevdiğim kadınım, Asim...' diyecekti. Biz onunla gittik gitmesine; fakat nereden bilebilirdim ki kara günlerin orada da beni bulup, yakamı asla bırakmayacağını?

 

Ömer'in ailesi beni hiçbir şekilde kabul etmemiş, hayatlarında da istememişti. Yetimhanede büyüdüğümü, kimsesiz bir kız çocuğu olduğumu ve nereden geldiğimi, kim olduğumu bilmediklerini söyleyerek beni istemediklerini aşırıya kaçacak bir tepkiyle göstermişlerdi. Ömer, her ne kadar beni ailesine karşı savunmuş olsa da ben, onu ailesinden asla koparamazdım. Bunu yapamazdım... O yüzden dağılmak üzere olan bu ailenin iyiliği için Ömer'le olan birlikteliğime bir nokta koyma kararı almıştım. Benim zaten bir ailem yoktu. Ömer'in de var olan ailesini ondan alamazdım ya? Buna hakkımın olmadığını bilerek bitirme kararı almıştım. Ben, her ne olursa olsun, sevdiğim adama bu haksızlığı yapamazdım.

 

Ömer'i, sakince karşıma aldığımda onunla ciddi bir şekilde konuşmak istemiş, bu birlikteliğe artık bir son vermek istediğimi, yüreğim paramparça olurken dile getirmiştim. Ömer, kahve gözlere sahipti; fakat bana bakışı, sonsuz ve uçsuz bucaksız duran gökyüzü gibiydi... Aldığım kararı hiçbir şekilde kabul etmemiş ve beni asla bırakmayacağını, gözlerimin içine bakarak defalarca kez söylemişti. İşte ben o an bir kez daha Ömer'i karşıma çıkardığı için rabbime şükretmiştim. Ailesi tarafından onaylanmadan bir süre Ömer'imle bu şekilde devam etmiştik.

 

Sevdiğim adamın ağabeyi, bu zorlu süreçte bizimle çok uğraşmıştı. Sanki hayatım çok parlakmış gibi türlü oyunlarıyla beni karalamaya çalışmıştı. Fırsatını bulduğu her an, her saniye istenilmediğimi yüzüme doğru haykırıp durmuştu. Sorun değildi... Ömer yanımda olduğu sürece, ellerimi bırakmadığı sürece, üzmeyecektim kendimi. Elbet, bunlar da geçecekti. Geçmeyen şey yoktu nasılsa...

 

Ömer, bir gün kaldığım otele gelmiş, bana her şeyin çok güzel olacağını söylemiş ve benimle biraz vakit geçirdikten sonra alnıma bir öpücük kondurarak evine gitmek üzere yanımdan ayrılmıştı. Biz sonunda evlenme kararı almıştık. Yarın sabah birlikte el ele vererek nikah masasına oturacaktık. Oysa ben, nereden bilebilirdim ki o sabah uyandığım anda yeniden kimsesiz kalarak Halfeti'nin soluklarında öldürüleceğimi? Evet, ben o sabah öldürülmüştüm. Ömer ise yeniden doğmuştu...

 

Ağabeyi, kaldığım otele yeniden gelmiş, beni tehdit ederek Ömer'in bir başkasıyla evleneceğini söylemiş, buralardan sonsuza dek çekip gitmem gerektiğini de kati bir dille dile getirmişti. Halfeti'de kaldığım süre boyunca şahsıma yönelik attığı çirkin iftiraları da yüzüme, gözlerimin içine bakarak itiraf etmişti. Sevdiğim adama o kadar çok güvenmiştim ki, beni bir kez olsun bile dinlemeden böylece ortalıkta bırakıp gidebileceğini hiç tahmin etmemiştim. O an ne yapacağımı bilemeden hızla telefonuma sarılmıştım. Ömer'in ağabeyinin bana attığı iftiralar, yenilir yutulur cinsten değildi. Ben, hiçbir zaman ağabeyi Adnan'ın söylediği gibi Ömer'ime ihanet etmemiş, onu bir başkasıyla aldatmamıştım. Sevdiğim adam buna inanamazdı, beni öylece bırakıp gidemezdi!

 

Benim ne onun parasında ne de başka bir malında gözüm vardı. Ben, Ömer'i sırf kendisi olduğu için sevmiştim. Ben onu, yüreğinin güzelliğinden ötürü sevmiştim. Dünya malı neydi ki? Ömer, hiçbir şekilde aramalarıma cevap vermiyor, sürekli meşgule atıp duruyordu. Daha dün gece, bana her şeyin çok güzel olacağını söyleyen adam, beni yüz üstü bırakıp gitmiş miydi şimdi? Hem de bir başkasıyla evleneceğini bilerek öyle mi? Akıl alır şey değildi doğrusu...

 

Ağabeyi Adnan, öylece yanımdan çekip gittiğinde ben de hızla oturduğum yerden kalmış, Ömer'le yüzleşmek için dışarıya çıkmıştım. Madem yüz üstü bırakıp gidecekti beni, ne diye ellerimden tutmuştu ki? Neden her defasında beni terk edip gitmeyeceğini söyleyip durmuştu? Neden bana umut aşılayıp, her şey çok güzel olacak diyerek sayısızca hayal kurdurmuştu? Neden... Ben anne olma hayalleri kurmuştum, anne! Bunca acının, göz yaşının ardından bir türlü sahip olamadığım aileyi kuracaktım! Bu saatten sonra artık hiçbir şey canımı yakamazdı. Sevdiğim adamın bile bunu yapmaya gücü yetemezdi. Çünkü o, Ömer Behramoğlu, çoktan beni kendi elleriyle öldürmüştü. Katilim, artık canımdan çok sevdiğim adamdı...

 

Otelden hızla çıktığımda onu bulmaya gitmiştim. Defalarca kez mesaj atmama rağmen hiçbir şekilde bana geri dönüşte bulunmamıştı. Çaresizce nereye gittiğimi bilmeden Halfeti belediyesinin bankına çöktüğümde yalnızlığım, yüzüme attığı acı bir tokatla yeniden zaferini ilan etmişti. Bu şehirde gidebilecek kimsem yoktu. Hiç kimseyi tanımıyor, nereye gideceğimi bilemez bir halde öylece oturuyordum. Yüz üstü bırakılmış, tek bir açıklama bile yapılmadan öylece terk edilmiştim. Hissiz, yurtsuz ve kimsesiz bir şekilde olduğum yerde kala kalmıştım. Kulakları tırmalayan ani bir gürültü koptuğunda dikkatimi seslerin yükseldiği yöne doğru vermiştim. Önümden geçen birkaç kişi coşkuyla, "Behramoğlularının düğünü var..." diyerek sevinçle bağırmıştı. Duyduklarıma inanamazken titreyen dizlerimle aniden ayağa kalkmıştım. Bu olamazdı! Duyduğum şey gerçek olamazdı... Aklımdan geçen şey doğruysa şayet, ben bu saatten sonra yaşayan bir ölüden farksızdım...

 

Olduğum yerden bir-iki adım atarak seslerin olduğu tarafa yönelmiştim. Ömer'i görmemle gözlerimi yummam saniyemi almıştı. Sevdiğim adam, bugün başka bir kadınla evlenecekti. Buğulanan gözlerimle ona doğru acıyla baktığımda şahit olduğum bu sarsıcı tablo, damarlarımda büyük bir basınca sebep olmuştu. Bu sabah benimle evlenmek için söz veren adam, şu an başka bir kadının kollarındaydı. Ardıma doğru hızla dönmüş, tek bir kelime dahi etmeden omuzlarıma binen büyük bir hayal kırıklığıyla, yok oluşlarıma doğru duygusuzca hareket etmiştim. Artık bu şehirde daha fazla kalamazdım. Ne birlikte tanıştığımız Ankara'ya gidecektim. Ne de mezarım olan Halfeti'de duracaktım. Bir daha asla beni benden alan bu iki şehre dönmeyecektim. Her şeyi ardımda bırakarak İstanbul'a gitme kararı almıştım...

 

 

•*•*•*•*•

 

 

15/07/2020

 

 

İSTANBUL

 

 

6 ay sonra...

 

 

 

Asi, aylarca gördüğü kimyasal tedavi sonrası iyice çökmüş, hastalığının son evrelerini yaşıyordu artık. Hemşire Elif, saat başı yoklamalarını on dakikanın altına düşürerek, sürekli genç kızın yanına geliyordu. Asinin iyice çöken bedeni, yatağın içinde küçücük kalmıştı. Artık tamamıyla gözlerini kaybettiği için onu yalnız bırakmamaya özen gösteriyordu Elif.

 

Odaya doğru girdiğinde genç kızın yanında gelen başka biri daha vardı. Bu yaptığı şey için Asinin ona çok kızacağını biliyordu; fakat başka türlüsüne de gönlü bir türlü razı gelmiyordu Elif'in. Genç kız ayakta öylece durmuş, o çok sevdiği gökyüzüne doğru sanki bir daha bakabilecekmiş gibi ellerini cama doğru dayamıştı. Durduğu yerden sanki dışarıyı izliyormuş gibi hiçbir şey yapmadan öylece dikiliyor, hafiften esen rüzgârın esintisini yüzünde hissediyordu. Hemşire Elif, ona bakmaya devam ettiğinde yine olduğu gibi kaşlarını çatmıştı.

 

"Güzelim, sen hiç akıllanmayacaksın değil mi?" diye serzenişte bulunduğunda aynı zamanda yanına doğru usulca adımlamıştı. Asinin yaptığı tek şey ise, öylece durarak hiçbir tepki vermeden susmak olmuştu. Genç kız yanına doğru yaklaşıp, omuzlarına dokunduğunda adını diliyle zikretmişti. "Asi..."

 

Ardına dönerek etrafına tutunan genç kız, "Sen de kimsin?" diye afallayarak sormuştu.

 

Elif, artık yavaş yavaş her şeyi unutan arkadaşının bu hâlini gördüğünde gözlerinin içi dolmaya başlıyordu. Asi, gittikçe adını unutmuş, bu süre zarfında duyma yetisini de beraberinde yitirmeye başlamıştı. Aslında bunun olabileceğini doktorlar daha önce de söylemişti. Bazen Elif'i hatırlıyor, bazen de ben neden buradayım diyordu kendi kendine konuşan genç kız. Hafızası ara sıra gidip geldiğinde Elif'e dönerek tekrardan söze girmişti.

 

"Beni yatağıma götürebilir misin?" diye sormuş, Elif bunu yapmaya yeltenecekken yanında gelen kişi onu hızla durdurmuş, Asi' ye doğru tutunması için ellerini uzatmıştı.

 

Genç kız bu dokunuşla aniden ürpererek durmuş, bir şeyi fark edip korkuyla irkilmişti. Burnuna dolan o karagül kokuyla titremiş, elleriyle tutunduğu kişiden aniden ateşe dokunmuş gibi parmaklarını geri çekmişti. Bu hareketi yüzünden sarsılarak düşmek üzereyken Elif, son anda düşmemesi için hamle yapmıştı. Genç adamın, düşmek üzere olan Asiyle birlikte hızla yere çökmesi kaçınılmaz bir sona gebe olmuştu. Asi, göremediği için elleriyle yerden destek alarak kalkmaya çalıştığında beraberinde panikle yatağına doğru tutunmaya çalışmıştı. Ani bir şokla Elif'in adını haykırmıştı genç kız.

 

"Elif, Elif..." dediğinde usulca bir köşeye çekilip beklemişti. Ömer, elleriyle atılan hemşireye dur işareti yapmış, Asi' ye doğru yaklaşıp kucağına almış ve onu yatağına doğru oturtmuştu. Elif, gözleri dolu bir şekilde acıyla ikiliyi izliyordu. Ömer, çok geçmeden boğazını temizlemiş, hızla kendini toparlamıştı.

 

"Asi..." dedi içi yanıp tutuşan genç adam. "Benim güzel meleğim..." diye hitap ettiğinde genç kız elleriyle yavaşça ona doğru dokunmuştu. Bu hayal değildi! O, buradaydı... Ömer, sonunda yanına gelmişti. Çok sevdiği, uğruna canını feda edeceği adam, şimdi karşısındaydı öyle mi? Ömer'in yüzünü avcunun içine alarak akan bir damla gözyaşını parmaklarında hissetmişti. Genç adam konuşmaya yeltenecekken Asi, ellerini dudaklarına doğru usulca kapatmıştı. Hiçbir zaman sakal uzatmayan Ömer'in yüzünde artık sakallar vardı. Elleriyle çenesine dokunmuş, yavaşça başını boyun girintisine sokarak naifçe koklamıştı içine çektiği karagül kokusunu. Ne çok özlemişti bu kokuyu genç kız. Ne çok kurmuştu bugünün hayalini. Yaşadığı onca acının üzerini, tek seferde örtbas etmişti bu koku. Önce acılarını, hemen ardından bir zamanlar yaşadığı zorluklarını...

 

"Ömer..." dedi cam kırıklıklarıyla dolu sesi. "Geldin ha, sonunda geldin..." dediğinde ağlamaya başlamıştı Asi. Genç adam sevdiğinin hâline baktığında o an kendine lanetler yağdırmıştı. Ağabeyinin onca yalanına inandığı için kendinden ölesiye nefret etmişti. Nasıl yapabilmişti bunu Ömer? Sahi, nasıl böyle sorumsuzca davranabilmişti?

 

Asi' ye doğru sıkıca sarılarak, "Geldim, Asim. Hayırsız Ömer'in sonunda çıkıp geldi. Beni affet, ne olursun beni affet..." dediğinde Asi, kurumuş dudaklarını aralamıştı.

 

"Affetmek Allah'a mahsustur. Ben onun merhameti karşısında bir hiçim Ömer. Seni, vicdanın affetsin..." dediğinde kendini yavaşça ondan geri çekmişti.

 

Ömer, genç kızın ellerini yeniden tutarak, "Seni götürmeye geldim." dediğinde Asiyi kucakladığı gibi dışarıya doğru götürmeye çalışmıştı. "Artık seni burada öylece bir başına bırakamam ben Asi." dedikten hemen sonra Elif, duruma müdahale etmek için hızla Ömer'in ardından yürümeye başlamıştı. Genç kız ardından koştururken bir yandan delirerek hareket eden adama öfkeyle bağırıyordu.

 

"Onu böyle götüremezsin! O hasta tamam mı? Asiyi bir gün olsun ne aradın ne sordun! Şimdi böyle hiçbir şey olmamış gibi götüremezsin onu Ömer Efendi!" diye kükremişti adeta ardından bağırmaya devam ettiğinde.

 

"Ben onu yanıma alıp en iyi hastaneye götüreceğim. Lütfen bana engel olma Elif. O, yaşayacak! Asim yaşayacak..." dediğinde kucağında gözleri kapanmış genç kıza doğru korkuyla bakmıştı Ömer. Hızla yere doğru çömelerek Asiyi uyandırmayı denemişti. Elif, panikle çığlık atmış, çevresindeki insanlardan korkuyla yardım istemişti. Asi, gözlerini hafiften aralamış, göremediği genç adamın yüzüne doğru usulca parmaklarıyla dokunmuştu.

 

"Her şey için artık çok geç..." diye söylediğinde Ömer ağlayarak, "Değil... Hiçbir şey için geç değil meleğim! Seni kurtaracağım Asi, yaşayacaksın! Daha bana bağıracak, öfkeyle kızacaksın. Sana şakalar yaptığımda bana tatlı tatlı küseceksin... Yapma be Asi, beni böyle bırakıp gitme, ne olursun! Ben seni bıraktım... Lanet olsun bana ki seni öylece bir başına bırakıp gittim. Üstelik seni daha yeni bulmuşken, sana daha yeni kavuşmuşken, yalvarırım bu seferde sen beni bırakıp gitme! Yalvarırım böyle gitme Asi..." diye haykırdığında genç kız, rüzgâra karışan kısık sesiyle son kez fısıldamıştı sevdiği adama.

 

"Seni çok seviyorum Ömer'im. Ben seni çok sevdim..." dediğinde elleri hızla yanına düşmüş, artık gözleri bu dünyaya sonsuza dek kapanmıştı. Hastane görevlileri geldiğinde her şey için artık çok geçti. Asi, oracıkta hayatını kaybetmiş, son nefesini acı bir şekilde vermişti. Altı ay boyunca verdiği yaşam savaşını bu şekilde kaybetmişti. Minik kalbi, sonunda atımını durdurmuş, onu bu hayattan öylece koparıp almıştı. Elif, olduğu yerden hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Ömer, kollarının arasında cansız bedeniyle yatan sevdiğine bakarak hıçkırarak ağlamış, avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Elif, bu acı tablo karşısında Asiyle olan anılarını hatırlamıştı.

 

Ona her seferinde, "Ömer geldi mi?" diye soran genç kızın cansız bedenine bakmıştı ağlamaya devam ettiğinde.

 

"Yok, o hâlâ gelmedi güzelim. Uyuyup dinlenirsen, belki yarın gelebilir." diyerek usul usul ağlardı o zamanlar.

 

Her defasında Ömer'in adını dilendiren Asi' ye bakıp, "Her şeyi unutuyorsun, ama sana bunca acıyı yaşatan adamın adını unutmuyorsun güzelim. Adı hâlâ dilinde..." derdi genç kıza şaşırarak baktığında.

 

Asi ise arkadaşına gülümseyerek bakıp, "Ben onu aklımla sevmedim ki, yüreğimle sevdim. Aklıma güvenip bir şey söyleyemem; ama yüreğime her zaman kefilim. Bana hiçbir zaman Ömer'imi asla unutturmaz." derdi genç kız. Hatırladıkça hatırlıyordu Elif. Üstelik acı mı, yoksa iyi bir anımı olup olmadığını bilmeden. Onun da yüreği, şimdi aynı ateşle yanmaya başlamıştı. Ömer'in saçma sapan bir iftira sonucu ağabeyinin yalanlarına kanmasına hâlâ inanamıyordu genç kız.

 

Son bir ayda bıkmadan usanmadan yenileyip duruyordu bu soruyu kendisine. Yatağın içinde tebessüm eden genç kız zihninin her karesine yerleşmişti artık. Elif de bu yakıcı hatırların verdiği acıya eşlik ederek, "Neden gülüyorsun?" diye sorduğunda Asi, bir müddet bekleyip ardından konuşmak için aralardı dudaklarını.

 

"Ömer'imin kokusunu alıyorum." diye cevapladığında arkadaşını, Elif'in tüyleri diken diken olurdu. Asi, gözlerini yumduğunda ellerinin arasında tuttuğu mavi kalıplı defterini anımsamıştı. Birden o günü hatırlamıştı hemşire Elif...

 

Asi, yazmayı unuttuğunda sözleri kısa kısa hatırlayarak, son kalan hikayesini de ona yazdırmıştı. Hafızası iyice gidip geldiği için artık yarıda bıraktırmıştı Asi de. Elif, ona doğru döndüğünde susan arkadaşına dikmişti bakışlarını.

 

"Ne düşünüyorsun?" diye sorduğunda Asi çekmecede duran, vakti zamanında ikisinin birbirine yazdığı mektubu vermişti arkadaşına.

 

"Bu mektupların içinde yazan şeyleri kitabımın sonuna da eklettir olur mu? Vakti zamanı gelince basımın yapılması için bahsettiğin şu arkadaşınla iletişime geçersin. Lütfen dikkat et Elif, kaybolmasınlar. O zamana kadar bana ne olur bilemem, ben her şeyimi sadece sana güvenip bırakabilirim. Hayallerimi senden başka kimseye emanet edemem." derdi acı gülüşleri arasında.

 

Hayat acısıyla, tatlısıyla insanoğluna karşı çeşitli oyunlar düzenlerdi. Elif, arkadaşı Asinin odasına gelerek eşyalarını toplamaya başladığında Doktor Demir Beyde yanındaydı genç kızın. Eline aldığı her şeyi kartonlara yerleştirmiş, sonunda mavi kalıplı deftere sıra geldiğinde ona doğru kederle bakmıştı. Üzüldüğü an gözleri dolmuş, aniden ağlamaya başlamıştı genç kız.

 

Derin bir iç çekip, "İsteğini yerine getireceğim Asi. Gözün arkada kalmasın..." dedi ve sanki dostuna sarılırmışçasına defteri bağrına basmıştı.

 

Doktor Demir, "Onu artık içinde tutmamalısın Elif. Bırak, özgür kalsın ruhu. Bırak, gittiği yerde huzur içinde mutlu olsun Asi..." dediğinde omuzlarına dokunmuş, genç kızı teselli etmeye çalışmıştı.

 

İnsanoğlu, ölümün soğuk nefesini ensesinde hissetmediği sürece, sevdiği birilerini kaybetmediği sürece asıl sevginin aslında ne olduğunu hiçbir şekilde öğrenemezdi. Hayattayken değeri bilinmeyen şeylerin, yok olduktan sonra kıymete binmesi de en büyük acımasızlıktı... Şahit olduğumuz bu sevda öylesine acı, öylesine hüzünlüydü ki... Bizlere onlardan geriye sadece tek bir cümlenin dudaklarımızdan dökülmesini sağlamıştı.

 

"HER MASALIN SONU MUTLU BİTMEZ!"

 

Loading...
0%