@mahinehar
|
BÖLÜM 5: HALFETİ/ FIRAT
“Matemim sisli duygular çıkmazı...”
Benliğimi, karanlığın içerisinde savrulan bir belirsizlikle avutmaya çalışırken, zihnimin dar aralıklı köşelerin de gördüğüm rüyanın etkisinde direnişteydim. Sesler ve uğultular, yarı uykulu hâlime gölge düşürüyordu sanki. Aslında oldukça netti beni derin uyuduğum uykudan kaldıran ses. Beyaz ışığın hâkimiyetini kurduğu odama, kirpiklerime açmış olduğu savaşla aralamıştım gözlerimi. Duyduğum sinir bozucu ses, telefonumdan geliyordu. Yattığım yerden, komodinin üzerinde duran telefonuma uzanmıştım bıkkınlıkla. Bana bir hayli uzak kalan telefonuma güzel dileklerimi içten içe göndermiş, sersemlemiş mahmur hâlimle, inadımdan asla ödün vermiyordum. İstifimi hiç bozmadan telefonumu, üstün çabalarla yeniden almaya yeltenmiştim. Sabah sabah telefona kafa tutmakta, anca benim gibi deli bir kızın işi olabilirdi. Resmen cephe savaşına girmediğim kalmıştı. O da olmuştu sonunda! Kimin aradığına bakmadan, inatla gelen çağrıya yanıt vermiştim çabucak. "Asker kalk!" dedi hattın öteki ucunda kuvvetle bağıran ses. "Allah'u Ekber! Ne oluyoruz ya? Savaş mı çıktı?" dediğimde, telefonun ucundaki Hümeyra'ya serzenişte bulunamadan yerle bir olmuştum. Canım epey yandığı için yüzümü buruşturarak yerde iki-seksen büklüm bir şekilde inleyip durdum. Dudaklarımı dilimle hiddetle ezmiş, dişlerimin arasına kıstırmıştım konuşmadan hemen önce. "Hümeyra, beni bir gün olsun sakince kaldırıp uyandıramaz mısın sen?" "Günaydın, Asi meleğim. Yine yerleri mi öpüyorsun, yoksa sen? Kalk annem yerden, üşütüp hasta olacaksın bak sonra. Bu yüzden iğne yapabilirler, doktor amcanlar sana. Bunu ne sen ne de ben isterim öyle değil mi?" "Çok komik küçük hanım! Doktor olduğumda ilk işim sana yüzlerce iğne batırmak olacak! Sen de bunu sakın unutma tamam mı? Asi demişti dersin!" "Hı hı, bekliyorum canım, tamam. Ya öyle mi? Kim ne dedi? Serap her zaman gıcıktı zaten, bunu hepimiz biliyoruz." Olduğum yerden göz devirerek, telefonun ardında kıkırdayan sevgili dostumu, hangi işkencelere tabi tutacağımı düşünmemek içten bile değildi benim için. Yapıştığım yerden kalkarak, penguenler gibi paytak adımlarla yatağıma doğru yürümüştüm. Bedenimi yumuşacık olan yatağıma bırakmıştım bitkin bir şekilde. Bana bu senaryoyu yazdıran Hümeyra'ya tebrik için ön konuşma çalışması hazırlığına girişmiştim saniyeler içerisinde. "Hümeyra Hanım?" "Efendim?" "Müsaadenizle iki kelam edebilir miyim?" dedim ciddiyetle. "Asi, sesin niye öyle geldi bana? Korkmaya başlamalı mıyım?" "Şimdi efendim, naçizane beni güzel bir şekilde arayarak uyandırmış olsaydınız, belki başınıza papatyadan taç yapabilirdim; ama siz hanım hanımcık bir kız olmadan, uykulu bir insana yaptığınız şeyin farkında bile değilken, bana tek bir iş düşüyor. Papatya yerine, karanfillerden güzel bir taç yapıp başucunuza bırakmak olacaktır! Sence de yerinde yapılmış güzel bir tespit değil mi? Yerle bir oldum, bunun içinde teşekkürü bir borç bilirim. Verdiğiniz acıdan, hesap soracaktır cellat Asi! Bunu da yazın bir kenara. Unutkanlık, başa bela. Sizde de ondan vardı, öyle değil mi?" dedim dişlerimi sıkmayı bırakıp bir hışımda solurken. Hümeyra yanlış damar yolu açtığını bilerek, bu durumdan kurtulmak adına hemen numara yapmaya başlamıştı. "Alo, alo orda mısınız? Sesinizi alamıyorum. Hümeyra mı? O da kim? Böyle biri yok, yanlış numara. İyi günler..." Telefonu alelacele korkudan kapatan Hümeyra' ya güle güle bir hâl olmuştum. İyi ki vardı deli arkadaşım. İyi ki benimleydi. Onu da Melis'i de çok seviyordum. İkisi benim için çok değerliydi. Bazen bu ciddi ve soğuk konuşmalarım onları ürkütse de benim oldukça hoşuma gidiyordu. Keyif aldığım aşikârdı bir nevi. Telefonumun susmasına sevinmişken, hemen ardından bu seferde odamın kapısı çalmıştı. Kendimi toparlayarak, "Kim o?" diye seslendiğimde, gelen kişinin yakışıklı yeğenim Emre olduğunu fark etmiştim. "Gelebilir miyim, teyze?" "Gelebilirsin, tabii ki paşam." Kapıyı açıp pijamalı haliyle bile çok tatlı ve masum olan yeğenime kocaman sarılmıştım mutlulukla. "Günaydın, yakışıklı." "Günaydın, güzel hanımefendi." "O-o ağzından bal damlıyor bakıyorum küçük adam. Sabah sabah sizi odama getiren şey nedir efendim? Bir emriniz varsa buyurun, sizi dinliyorum." "Çok sıkıldım teyze. Azıcık dışarı çıkalım mı, lütfen?" "Hım, bir düşüneyim." Bana masum kedicik bakışları atan küçük beye içim gitmiş, isteğine hayır diyemeyecektim elbette. Vereceğim cevaba odaklanarak kedi gibi bakan tatlı prensime, "Kabul, çıkalım o zaman; ama önce kahvaltı, sonra gezme tamam mı? Hadi bakalım koş, ben de giyinip geliyorum birazdan." "Tamam, teyze." 'Sabah sabah ne yaşadım be?' diyemeden kalkıp banyoya doğru yürümüştüm. Elimi yüzünü yıkandıktan sonra, dolabımı açarak kendime kıyafet seçmeye başladım sıkıntıyla. Sade olan siyah boydan elbisemi çıkarmış, üzerine de Hümeyra'nın aldığı mavi şalı tercih etmiştim dolabın kapağını kapatırken. Hızlıca giyinerek hazırlanmış, aşağıya inmek üzere odamdan dışarı çıkmıştım. Her zamanki gibi bahçeye kurulmuş mükellef bir kahvaltı sofrası karşılamıştı beni ve beraberinde masanın etrafında şen şakrak sohbet eden sevgili ailem... Bu portre izlenilmeye değerdi kuşkusuz. Adımlarımı hızlandırıp yanlarına doğru ilerledim. Büyük bir neşeyle aile bireylerime kollarımı açmış bir şekilde ilerleyerek dudaklarımı aralamıştım. "Günaydın, Karayurt ailesi." Hepsi bir ağızdan aynı karşılığı vermişti tebessümle. İnce belli çay bardağıma çayımı doldurarak yerime geçmiştim. Olduğun yerden Emre'ye göz kırpmış, aynı karşılığı geri bildirim olarak verdiğinde bir o kadar da tatlı olmasına bitiyordum her seferinde. Ağzıma zeytini atarken, konuşmayı seçmiştim sevinerek. "Abla, Emreyle dışarı çıkacağız teyze, yeğen. Haberin olsun." "Biliyorum canım, Emre söyledi. Gidin, ama lütfen dikkatte edin olur mu?" "Bak sen Küçük Bey'e. Uçurmuş hemen haberi, görüyor musun?" "E-e, teyzesi. Oğlum haber vermeden bir yere gidemiyor. Annesi merak eder sonra. Değil mi kuşum?" "Aman, tamam. Teyzesiyim ben onun, yabancı değilim sonuçta. Çokbilmiş küçük prens seni. Isırayım mı seni ha?" "Isırma beni teyze." "Bırak çocukla uğraşmayı Asi. Yemeğini yesin." "Tamam anne. Bir bırakmadınız uğraşayım şu küçük tosbağa ile. Nasıl olsa benimle bugün." Emre'ye dil çıkarıp çayımdan bir yudum daha almıştım. Kahvaltı faslı, güzel sohbet eşliğinde son bulurken, sofrayı toparlamak üzere ev ahalisine yardım etmiştim çabucak. Sofrayı toparlama işini hızla bitirmiş, çantamı da almak için portmantonun yanına gelmiştim. Emre'ye seslenerek yanıma çağırmıştım aynı zamanda. "Hadi gel, gidiyoruz Küçük Bey." Yanıma heyecanla koşarak gelen, yüzüme ise munzur bir şekilde bakan yeğenimin yanağına küçük, masum bir öpücük kondurmayı es geçmeyi de ihmal etmemiştim. Kim olsa bu tatlılık abidesi karşısında böyle sevgiden eriyip gidebilirdi şüphesiz. "Hazırsan çıkalım?" "Hazırım teyze." Emre'nin elinden tutup bahçenin dışına doğru yürümüştük beraber. O sıra aklıma çatlak arkadaşım Hümeyra gelince, elimi çantama doğru götürdüm. Telefonu çıkararak rehberden Hümeyra'yı bulup arama tuşuna bastım. Çaldı, çaldı... Ve sonun da açtı. "Alo, Hümeyra Hanım ile mi görüşüyorum?" "Ararsa the pörsın yu hev kold ken nat biriç et dı momınt dersin Sebastian..." "Bazılarına gemi alacağım; çünkü çok iyi dümen çeviriyorlar Sebastian." "Kızım, ne diye bozuyorsun sen beni?" "Aradığım kişiye ulaşmanın mutlu sevinci ile dünya tavafına çıkabilirim artık. Ne kadar mesudum anlatamam." diyerek küçük çaplı bir tiyatro oyunu ardından, "Ne o? Birden kapattın, bir şey mi oldu?" diye kıvrandırma seansına geçmiştim. "Yok canım, evde yatır var. Biliyorsun, çekmiyor." Kıkır kıkır gülme isteğimi feci bir şekilde bastırmaya çalışarak, "Hadi ya, öyle mi? Beni tanımamazlıktan gelen sendin, ama hatırlatırım." "Ya kızım, aklımı aldın! Ne yapsaydım yani? Acil durum çağrılarımdan birini devreye sokma fikri beni benden aldı. Sana karşı geliştirilmiş savunma şekillerimden bir tanesiydi. İcat üstüne icat yapıyorum görüyor musunuz? Yakında Marsa tayinim çıkarsa bebeğim, asla şaşırma. Beni sizler var ettiniz, teşekkürler..." "Ahaha. İlahi sen ya. Ne zaman son vereceksin şu hâline?" diye sorduğumda, birdenbire vazgeçip, "Gerçi son vermene gerek yok. Biz seni nasılsa her türlü seviyoruz; ama bazen aşıyorsun kendini Hümeyra. Ben değil de en sonun da Melis haşlar seni. Sofraya da bir güzel meze yapar. Yine diyorum bak, Asi demişti dersin." "Sen hep diyorsun zaten küçük hanım, ama nedense hiç icraat yok karşı tarafta. Bir şey olmaz bana merak etme sen. Hem, Melis bana asla kıyamaz." "Emin misin? Seni bir güzel harcar kızım. Bankaya bile yatırım yapmaz bak o derece söylüyorum." "Tamam, emin değilim." dedi sıkıntıyla Hümeyra. "Melis bu, beklerim ondan her şeyi. Ee, ne yapıyorsun bakalım?" "Valla Emre ile dışarı çıktık az önce. Biraz gezdikten sonra, sahafçı İhsan amcanın yanına gideceğim. Sen de benimle gelir misin?" "Sendeki şu kitap aşkı yok mu? Biraz da ben de olsaydı keşke Asi." "Bu yüzden seni hep giderken yanımda götürmek istiyorum ya. Hem İhsan amca güzel kıssalar anlatıyor. Hoş muhabbetleriyle zaman nasıl geçiyor anlamıyorum. Biraz olsun kitap aşkından nasibini almadın mı sen?" "Haklısın. İhsan amcanın sohbeti güzel. Almaz olur muyum? Aldım elbet, ama senin kadar değil canım. İyi o zaman, ben de işlerimi bitirip sana eşlik ederim bir saat sonra." "Tamam, süper. Bir saat sonra görüşürüz o zaman." "Tamam, canım. Görüşürüz." Telefonu kapattığımda evi epey ardımda bırakmıştım. Yol boyu soru soran yeğenime doğru cevapları vererek ilerlemeye devam etmiştim. Aradan bir saat geçince, Hümeyra da sonunda bize katılmıştı. Birlikte çarşıya, İhsan amcanın dükkânına doğru ilerlemeye başlamıştık gülüşmeler havada uçuşurken.
|
0% |