@mahinehar
|
BÖLÜM 6: BEHRAMOĞULLARI KONAĞI
“Ateşten gömleğimle yanıyorum, yakıyordum.”
Kendimle olan kavgamı ringin dışına çıkarmıyordum. Aklımda, tonlarca cevabı olmayan sorularım ile bir belirsizlik içinde çatışma hâlindeydim. Gözlerim, denizin derinliklerinde kaybolan bir kristal taşın büyüsüne kapılmış, etkisinden çıkamayan melül bakışlarımı da dalgınlığından sıyırıp, hayal dünyama çalım atarak, etrafı izlemeye başlamıştım. Ne kadar tuhaftı; doğduğum bu şehir, bana bir hayli yabancı geliyordu. Kendimi, sanki buraya ait değilmişim gibi hissediyordum. Çocukluğuma olan özlemim, hâlâ yokluyordu benliğimi. Geçmiş, her an aklıma üşüşmeye çalışan kara düşünceler gibiydi. Yine her şeyi olduğu gibi tam takım kurmuştum kafamda. Halfeti'den kötü bir şekilde ayrılmış, Ankara'da yeni bir hayata adım atmıştım. Babam, asla Hukuk okumamı istemiyordu. Onun aksine, şirkette çalışmalı bir işe yaramalıydım. Yıldızımız hiçbir zaman barışmadı babamla. Bana karşı her zaman soğuk ve sertti. Bu durumdan pek hoşnut olmasam da annemin varlığı, her şeyi örtbas etmeye yetiyordu açıkçası. Eve varmamıza çok az kalmıştı. Başımı ağabeyime doğru çevirdiğimde, telefonda hararetli bir şekilde konuşarak, her zaman yaptığı gibi birilerine emir yağdırıyordu. Konuşmasına son verdiğinde bana doğru baktı. "Aslanım, arabaya bindiğinden beri tek kelime etmedin. Kısa cevaplar ile geçiştirmeye çalışıyorsun beni. Fark etmedim sanma." Haklıydı. İçimde büyüyen duygu karmaşası, düşünmemi engelliyor, konuşma yetime ket vuruyor, beni ulaşılmaz bir tepenin ardına savuruyordu sanki. Engebeli bir düzlükten, varış yerine ulaşamayacakmışım gibi tekinsiz bir hissin kancasında takılı kalmıştım adeta. Belirsizlik, bunca yıl aradan sonra bile yakamdan düşmediği için kendimi garip hissediyordum. Aslında sessizliğim, bunca karmaşık hissin ortasında bir başıma kaldığımdandı. Ağabeyim Adnan, tatmin olsun diye dudaklarımı tebessümle aralamıştım. "Eve geçince konuşuruz abi. Kaçmıyorum ya? Nasıl olsa, buradayım artık. Bol bol sohbet edip konuşuruz." dediğimde kafamı cama doğru çevirip, etrafı izlemeye kaldığım yerden devam etmiştim. "İyi bakalım, öyle olsun aslan parçası." dedi ve duraksadı. "Eve geldik zaten." Ağabeyimin, 'Eve geldik zaten.' kelimesinden sonra, içimde anlamlandıramadığım bir kıpırtı oluşmuştu. Merakla, hüzünle, her an içimden canlanarak taşacak olan anılarla etrafıma bakınmıştım. Geldiğimizi haber vermeye çalışan Vural, ardı ardına kornoya basmıştı. Gürültülü çağrının ardından, aniden kapı önünde bir sima belirmişti. Dikkatli bakınca, gelenin ilk önce büyük yeğenim Mert olduğunu fark etmiştim. Hemen ardından cimcimem olan diğer yeğenim, Hivda belirmişti kapı ağzında. Benim ona deyimimle 'Küçük kız.' Arabadan indiğimde heybetli bir şekilde ayakta dikili duran konağı seyre dalmıştım. Sonunda doğup büyüdüğüm bu evin, ceviz ağacından yapılma kapısının önündeydim. Geçmiş ve gelecek karşı karşıya birbirini nakavt etmeye çalışan iki boksör gibi bakışıyordu şimdi. Bu evden kaçarcasına çıkıp gittiğim anlar aklıma üşüşünce, kendimi duygu dünyamda salmadan hızla derleyip toparlamıştım. Bir zamanlar terk ettiğim bu eve, şimdi ağabeyi tarafından zorla getirilmiş bir mahkûmdan farkım yoktu. "Ne, o? Orada öylece dikilecek misiniz Ömer Bey?" Ağabeyimin beni dalgınlığımdan çıkaran ikazlı sesinden sonra, yavaş adımlarla kapıya doğru yöneldim. Yüzüme gülümseyen iki masum ifadeye, ben de aynı şekilde gülümseyerek karşılık vermiştim. Kollarımı iki yana doğru açarak sarılmak istediğimi Mert ve Hivda'ya belirtmek istediğimde, onlar hiç durmadan hızla bana doğru sarılıp aynı anda, "Hoş geldin amca." diye sevinçle bağırdılar. Yüzlerindeki o heyecan, mutluluk görülmeye değerdi. Bana boncuk boncuk bakan yeğenime, sinir olacağını bilerek, "Naber, Küçük kız?" demiştim gülerek. "Ya, amca! Küçük kız deyip durmasana artık bana. Ben büyüdüm!" "Hayır, tabii ki. Sana bu şekilde seslenmek hâlâ benim hoşuma gidiyor. İnat ettim ve söylemekten asla vazgeçmeyeceğim, Küçük kız." Hivda dediklerime burun kıvırarak ağabeyime bakıp konuştu. "Baba, duyuyorsun değil mi amcamın söylediği şeyi? Bana hâlâ Küçük kız diyip duruyor." diye söylenmişti. "Aranızda halledin, güzelim. Bana hiçbir şekilde bulaşmanızı istemiyorum. Hem amca ve yeğen arasına girilmezmiş. Ben demedim, dediler." diyerek, aradan sıyrılmaya çalışarak munzurca gülen ağabeyime, ben de gülerek baktım. Ardından Mert'e dönüp, "Nasılsın yakışıklı?" diye sordum, saçlarının arasından parmaklarımı şefkatle geçirirken. "İyiyim, amca. Özlettin kendini, gözlerimiz yollarda kaldı." "Ben de özledim tabii ki ama-" "Ohoo, siz böyle laf kalabalığı yaparsanız, biz sabahlarız bu kapıda çocuklar. Hadi, içeri geçelim artık. Amcanızda yorulmuştur zaten. Bir türlü bitmek bilmedi karşılama merasiminiz. Geri kalanına artık içeride devam edersiniz. Hadi, bakalım geçin şöyle." Ağabeyimin küçük çaplı serzenişinden sonra hep birlikte eve girmiştik. Avlunun ortasına geldiğim sırada merdivenlerden usul adımlarla inen anneme değmişti gözlerim. Ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Kocaman adam olmuştum olmasına, ama yenilgimi annemin huzurunda boyun eğerek geçiriyordum. Validemin yüzünde gezinen tedirginliğini sezmem geç olmamıştı. Aniden yanaklarına sağanak halinde firar eden gözyaşlarında ben de boğulmuştum. Sadece ağzından dökülen tek kelime, "Oğlum, Ömer'im." olmuştu. "Anne, canım annem..." diyebilmiştim ben de ona doğru kocaman sarılırken. Bir müddet, validemde bu şekilde hasret gidermiştik. Hemen ardından o buğulu sesi bölmüştü, ortamdaki ıssız sessizliği. "Seni çok özledim oğlum. Hoş geldin yuvana. Sefalar getirdin, doğduğun topraklara." "Ben de çok özledim annem. Hoş buldum, canımın içi." "Ana? Oğlunu gördün, bizi unuttun sanki. Kıskanıyorum..." diyen ağabeyime ikimizde aynı anda gülmüştük. Küçükken ne zaman annemle sarılıp sarmalasak birbirimizi, ağabeyimde, tıpkı şu anda olduğu gibi küçük kıskançlıklar yaparak bölüp dururdu bizi. Annem, eninde sonunda dayanamaz, sen de gel eşek sıpası der, ağabeyimi yanına çağırırdı. Bugün yine aynı şekilde o kaide bozulmamıştı. Annem, tıpkı eski günlerdeki gibi, "Sen de gel eşek sıpası." dedi. Ağabeyim hiç durur mu? Hemen yanımıza doğru atılmıştı, olduğu yerden. Bir kez daha özlemle, hasretle sarıp sarmalamıştık birbirimizi. "Sanırım biz de unutulduk. Öyle değil mi, Zeliha?" Meryem yengem ve Zeliha olduğu yerden bize doğru bakarken, yerimden kalkıp ikisinin yanına gitmiştim. Önce yengeme, ardından da kardeşime hasretle sarılmıştım. Zeliha, "Abi, canım abim..." diyerek sıkı sıkı sarmıştı bedenimi. Sesinin titremesi, her an ağlayacak olması, isteyeceğim bir şey değildi ve bu yaşanmadan hemen önce gerekeni yapmak için dudaklarımı aralamıştım. "Şşş, sakın ağlayayım deme Zeliş'im." Kendine hâkim olmaya çalışan kardeşim, "Tamam, ağlamak falan yok abi." dedi benden ayrılırken. "Ha şöyle. O güzelim gözlerinden yakıcı yaşlar akmasın. Yoksa buna asla dayanamam, bilirsin. Zaten ben de zar zor duruyorum. Bu gidişle sakın beni de ağlatmayın." dediğimde annem hevesle atıldı. "Ağlamak falan yok! Ben bugün çok mutluyum. Oğlum gelmiş evine. Hasretim, özlemim, neşe kaynağım gelmiş. Kimsenin bu saatten sonra ağlamasını istemiyorum ben. Zeliş, git bak bakalım sofra hazır mı? Meryem, sen de derhal banyoyu hazır et. Oğlum duş alsın, yol yorgunluğunu önce bir güzel atsın." Annemin yüzündeki o geniş çaplı gülümseme, benim de sevinmem için yeterli bir sebepti. Heyecan, sevinç, mutluluk denen duygu kavramlarını beni doğuran kadından izlemek, benim içim ayrı bir keyifti. Geldiğimden bu yana, herkesi görmüştüm. Bir tek babam yoktu etrafta. Belki de şirketteydi. Ya da evimizdeki çalışma odasında. Etrafı göz ucuyla seyrettiğimi fark eden annem, anlamıştı etrafıma ne için bakındığımı. "Oğlum, baban çalışma odasında. Geleceğini duyduğundan beri o da sevinçli ve mutlu." "Ondan mı yok aramızda? Yapma lütfen anne. Babamı bana anlatmaya çalışma." "Ömer'im, can parçam. Aranızdaki bu husumete bir son verin artık. Eskisi gibi olun. Sizi böyle görmek beni kahrediyor evladım. Hiç baba oğul arasında anlaşmazlık olur mu?" "Kendi ayaklarımın üzerinde durmak suç mu? Hayatımı kendi başıma da düzene sokamaz mıyım? Hukuk bölümünü okumak istedim diye ne bu düşmanlık? Tabii, Hulusi Behramoğlu adını bütün Halfeti'ye gelmiş geçmiş en iyi fındık ihracatı yapan, büyük patron olarak duyuracak. Onun istediği tek şey, kendi krallığında iki prensiyle rahat bir şekilde hüküm sürebilmek anne. Kendinden başka kimseye de izin vermemek. Ben babam değilim, olmayacağım da!" "Aman oğlum, baban bunları söylediğini duyarsa seninle bir daha asla konuşmaz." "Merak etme, o değerli egosunu incitmem." dedim öfkeyle solurken. Ağabeyim Adnan, araya girerek çatık kaşıyla sert bir şekilde bana doğru baktı. "Ömer, bu kadar yeter kardeşim. Kapatalım şu konuyu. Hadi, sofraya geçelim." dediğinde göz ucuyla anneme bakmıştı. "İstersen daha fazla üzme anamı." Ağabeyim yanımdan kalkıp giderken, ardından öylece bakmakla yetinmiştim. Annem ise başını eğmiş, parmaklarıyla oynuyordu. Ellerimi az önce yapmış olduğum konuşmanın sinirinden ötürü öfkeyle sıkarken, ona doğru koşulsuz şartsız sarılmıştım. "Özür dilerim annem. Seni üzmek gibi bir niyetim yoktu asla. Bağışla beni lütfen. Bir anlık öfke patlaması yaşadım." "Biliyorum oğlum. Geçti gitti, hadi biz de ağabeyinin peşinden gidelim." Annemle birlikte oturduğumuz yerden kalkıp yemek salonuna geçtik. Herkes masadaki yerini çoktan almıştı. Başköşe boştu ve babam yerinde yoktu. Susarak, yemeğimi yemeğe başlamıştım ben de sessizce. Sonradan Zeliha güzel bir sohbet başlattığında yemek faslını güzelce geçirmiştik. O kadar yorgundum ki, bir an önce odama giderek duş alıp uyumak istiyordum. Annem bana dönüp, "Hadi bakalım, sen de kalk, odana geç artık oğlum. Kimse Ömer'imi, bu gece rahatsız etmeye kalkmasın. İyice bir dinlesin paşam." dedi ikaz dolu bir sesle, ortamda bulunan aile üyelerine doğru uyarırcasına bakarken. "O-o, hiç merak etmeyin Hafize Hanım. Oğlunuzu asla rahatsız etmeyiz." diyen Zeliha'ya baktığımda herkes annemle kardeşimin aralarında geçen diyaloğa gülümsemişti. Ben de gülümseyerek yerimden kalktım. Annemin yanağına kelebek etkisi yaratacak kadar minik bir öpücük bırakmış, odama geçmek üzere harekete geçmiştim. Kapıya geldiğimde, çocukluğum bir an gözümde canlanmıştı. Elimi kapı koluna atmış, içeriye doğru süzülerek girmiştim. Hayaller ve gerçekler fısıltı şeklinde eş geçmişti kulağımın harabe sokağından. ••••• Hümeyra aradan geçen bir saatin sonunda yanımıza geldiğinde, hep birlikte İhsan amcanın yanına doğru gitmiştik. Dükkân ne kadar eski de olsa o naftalin kokusu, oluşan küflü havanın boğucu kokusunu örtbas ediyordu. Özelikle kitap kokusu içinde bulunmak ayrı bir keyifti benim için. İhsan amca elindeki kitapları rafa yerleştiriyordu. O kadar dalmıştı ki yaptığı işe, bizim geldiğimizi fark etmemişti bile. "Selamın aleyküm, İhsan amca." dedim genişçe gülümserken. "Aleyküm selam, Asi kızım. Hoş geldiniz." "Hoş bulduk. Nasılsın bakalım?" "İyiyim güzel kızım. Siz nasılsınız?" "Çok şükür bizlerde iyiyiz. Baya dalgın gördüm seni. Bizi fark etmedin bile." İhsan ama gülümseyerek aralamıştı dudaklarını. "Mecnun, Leylasına olan aşkından kendini nasıl kaybetmişse, ben de kitaplara olan aşkımdan kendimi onların arasında kaybediyorum güzel kızım. E-e, yaşlılıkta var malum. Sahi, o iki derbeder âşıktan bahsetmişken, küçük bir kıssayı da size okumak ve düşüncelerinizi almak isterim. Ne dersiniz?" diye de sormuştu. İşte en sevdiğim an... Hümeyra ile birlikte iskemlelerimizi çekip, heyecanla yerimizi almıştık. "Ben dünden hazırım, İhsan amca." diye hevesle dinleme pozisyonuna geçmiştim çabucak. Hümeyra ise, "Allah derim İhsan amca. Dinliyoruz seni." dedi kocaman bir tebessümü ona doğru bahşederken.
-derkenar- Aşk, asla paylaşılmayan sır.
Leyla'ya sordular: "Sen mi Kays'ı daha çok sevdin; yoksa o mu seni?" Kara gözlü, kara saçlı, kara benli Leyla iç geçirdi, üzüldü: "Dostlar, bu nasıl bir soru, bana böyle bir soruyu nasıl sorarsınız ki? Elbette ben onu daha çok sevdim, onun beni sevdiğinden..." "İyi ama Leyla, o senin için deliye döndü, çöllere düştü, adı Mecnun'a çıktı ve kurtlarla, kuşlarla konuşur oldu..." "İşte bakın, o gitti, bana olan aşkını ona buna anlattı, ben ise aha şuracığımda, kalbimin içinde onun aşkını saklayıp durdum, hiç kimse ile ne paylaştım ne kimseye dert yandım. Şimdi siz karar verin, o mu beni daha çok sevmiş; ben mi onu?" İhsan amca kıssayı bitirince dönüp bize doğru baktı. "Şimdi söyleyin bakalım, Leyla mı haklı? Yoksa Mecnun mu?" diye sordu sırtını sandalyesine yaslarken. "Bana göre Leyla haklı İhsan amca." dedi büyük kararlılıkla Hümeyra. "Peki, sen Asi kızım. Sana göre kim haklı?" diye sordu, yüzüne sirayet etmiş yorgun bir ifadeyle. "İkisi de..." diye cevap verdim. "İkisi mi? Peki, neden kızım?" İhsan amca ve Hümeyra şaşırıp bütün dikkatlerini bana doğru verdiler. "Kıssayı okurken, 'Aşk, asla paylaşılmayan sır.' diye okudun. Madem aşk paylaşılmayan bir sır ise bunu Leyla'nın çok güzel bir şekilde başarmış olduğunu görüyorum. Aşkını hiç kimseyle paylaşmadan günlerini ıstırap içinde geçirmiş, bir nevi kendine eziyet etmekten başka bir şey yapmamış. Mecnun'a gelince, o da aşkını dilden dile vurmuş. İçinde biriken onca şeyi kusmuş, ama o da tıpkı Leyla'nın yaptığı gibi kendine eziyetten etmekten başka bir şey yapmamış ki. İki âşık da birbirine olan hasretini, sevgisini, bağlılığını zamanla insanlar tarafından sorgulanır bir hale getirmiş. Aşk da taraf tutulmaz. Ne kadar aşk çıkmaz bir sokak olsa da insanlar hep bir şeye odaklanırlar: Kazanan ya da kaybedene... Aşk da kazanıp ya da kaybetmek yoktur, mağdurluk vardır. Bu iki aşık da bana göre buna temsili bir örnek. İkisi de kendine göre haklı. Ben, şahsen kendi fikrimi dile getiriyorum. Hem Leyla'ya hem de Mecnun'a büyük saygım var. Bardağın her zaman dolu tarafına değil, boş tarafına da bakmak gerek. Ben de tam olarak şu an bunu yapıyorum." İhsan amca olduğu yerde gülümsedi. "Evlilik tıpkı bir kayıkta seyahat eden iki çifte benzer. Biri öfkelense kayığı sallar, diğeri ise tutmaya çalışır. Eğer ikisi de öfkelenip kayığı sallamaya çalışırsa, kayık alabora olur ve yüzme bilmeyen boğulur. Güzel söyledin kızım. Hak anlayışında tıpkı usta bir hukukçu gibi her dem adaleti sağlamaya çalışıyorsun. Dilerim rabbimden, senin de karşına tıpkı Mecnun gibi seven bir yiğit çıkarır. Fazlasıyla hak ediyorsun bunu güzel kızım." İhsan amcanın güzel sözleri karşısında olduğum yerde utanmıştım doğrusu. Çekinerek, "Allah razı olsun İhsan amca." diyebilmiştim. Etrafıma bakınca, Emre'nin elinde ahşaptan yapılma bir spor araba ile oynadığını görmüştüm. Kendince uslu ve sessiz bir şekilde oynamaya devam eden yeğenime gülümseyip, sohbete kaldığımız yerden devam etmiştik. Bu süre zarfında, vaktin nasıl geçip gittiğini anlamamıştık haliyle. Emre sıkılmış olacak ki, yanımıza gelip sıkıntıyla uflamıştı. "Teyze, artık eve gidelim mi?" "Tamam teyzecim, şimdi kalkıyoruz." dediğimde İhsan amcaya tebessümle bakarak, "İhsan amca, güzel sohbetin için çok teşekkür ederim. Seninle zamanda yolculuk yapmak gibisi yok. O kadar güzel şeyler anlatıp bizi aydınlatıyorsun ki, izahını yapmam mümkün bile değil. Tıpkı öz babam gibi seviyorum seni. İyi ki varsın." "Asi' ye katılıyorum. Ben de kendi adıma teşekkür ederim İhsan amca. Güzel bir gün oldu bizim için, sağ ol." dedi hoşnut kalmışçasına tebessüm eden Hümeyra. "Lafı bile olmaz kızım. Hem ben de yalnız başına kalmaktan bir nebze olsun kurtulmuş oluyorum. Allah Asi kızımdan razı olsun. Arada yanıma uğrar, hâl hatır sorar. Karşılıklı o yitip gitmiş eski sohbetleri açarak, benim de vaktimi nasıl geçirdiğimi bilmediğim güzel bir yolculuğa çıkarır. Her şey karşılıklı olunca güzel kızım." diyerek gülümsemişti İhsan amca. "Cümlemizden razı olsun İhsan amca. Şimdi bize müsaade. Küçük Bey daha fazla mırın-kırın etmeden gidelim biz en iyisi." İhsan amca Emre'ye doğru eğilerek, "Arabayı sevdin mi delikanlı?" diye sordu. "Evet, çok güzel!" dedi adeta şakıyarak tepki veren yeğenim Emre. "Madem bu kadar çok beğendin, senin olabilir. Benden sana küçük bir hediye olsun delikanlı." dedi ve cebinden şeker çıkarıp Emre'ye doğru uzatmıştı İhsan amca. Yüzüme bakan Emre onay vermemi isteyen bir bakış attığında içinin rahat etmesi için başımla onaylamıştım onu. "İhsan dedene bir de teşekkür et bakalım." diye de uyarmıştım Emre'yi. Sevgili yeğenim sözümü ikiletmeden dediğimi yapmıştı. Mutlu olan İhsan amca, "Yine gelin, her zaman beklerim." dedi mutlu bir şekilde. "Bundan hiç şüphen olmasın. Vakit bulduğum her an yanına gelirim İhsan amca." Elini öpüp, dış kapıya doğru ilerlediğimizde, "Güle güle gidin güzel kızım. Allah'a emanet olun." dedi ardımızdan el sallayan İhsan amca. Birlikte yol boyu Hümeyra ile sohbetin güzelliği hakkında konuşup durmuştuk. Memnun kalmış olduğu her halinden belli olan Hümeyra bir sonraki ziyarette, yine bana eşlik etmek istediğini dile getirmiş, ben de memnuniyetle arkadaşıma onay vermiştim. Evlerimizin ayrıldığı yol ayrımına doğru geldiğimizde Hümeyra, kendi evine gitmek için yanımızdan ayrılmıştı. Ben ve Emre de sonunda bizim eve gelmiştik. Bahçeye vardığımızda aile üyelerinin masanın etrafında oturduğunu ve semaver çayı içtiğini görmüştük. Emre, koşar adımla ablamın yanına gitmişti. Elinde sıkı sıkı tuttuğu oyuncak arabayı hemen bizimkilere büyük bir heyecanla gösterdi. "Selamın aleyküm Karayurt ailesi." Selamımı alan aile üyelerimin hepsi bir ağızdan, "Aleyküm selam." diye karşılık vermişlerdi. "Gel kızım, bir bardakta sana çay doldurayım. İster misin?" dedi annemin eli çaydanlığa doğru hızla uzandığında. "Yok annem. Ben odama çıkıp biraz uzanacağım. Daha sonra içeriz olur mu?" "Tamam, güzel kızım. Sen bilirsin." Bahçeyi ardımda bıraktığımda eve doğru yorgun bir şekilde yalpalayarak yol almıştım. Merdivenleri usulca çıktığımda odama seri bir hamleyle girmiştim. Sabahki uyku katliamı senfonisi aklıma birden geldiğinde göz devirmiş, olumsuz olan bütün şeyleri hızla bünyemden uzaklaştırmıştım. Yaptığım ilk şey, banyoya girip elimi yüzümü yıkayarak üzerimi değiştirmek olmuştu. Kendimi o çok sevdiğim yatağıma teslim etmek için hızla bazama doğru adımlamıştım. Biraz şekerleme yapmaktan kimseye zarar gelmezdi öyle değil mi? Benliğimi ve ruhumu uykunun kollarına bırakmak üzere, gözlerimi sonsuz karanlığa yummuştum.
|
0% |