@mahinehar
|
BÖLÜM 7: NELER OLUYOR?
“Aşk üç kelime: yaz usta bir o kadar da ‘hiç’, diye...”
Kulağıma uğultulu sesler gelmeye başladığı anda, gözlerimi zorlukla aralayabilmiştim. Kirpiklerimi aceleyle kırpıştırdığımda, beyaz ışığın savaşına karşı direnmeye başlamıştım. Rahatsız edici sesin, çantamdan yükseldiğini fark ettiğimde yerimden istemsizce doğrulmuştum. Telefonumun ısrarla çaldığını bir kez daha duyduğumda, yerimden bir ok gibi fırlayarak elimi çantama doğru uzatmıştım. Kim arıyor diye kontrol ettiğimde, Hümeyra'nın olduğunu görmüştüm. Tam tamına üç cevapsız çağrı vardı. Ne kadar derin uyuduğumu fark ettiğimde, telefonumun sesini hiç duymamamdan ötürü kendi kendime söylenmiştim. Ne olmuş olabilirdi ki? İnşallah bir şey olmamıştır. Endişeli düşüncelerime ara verip, gelen yanıtsız çağrıya hemen geri dönüş yapmıştım. Hümeyra'yı aramamla, açması bir olmuştu. "Efendim, Hümeyra?" "Asi, neredesin sen kızım? Arıyorum, açmıyorsun!" "Uyuyordum, duymamışım. Kusura bakma." "Hemen Melis'in butiğe gel Asi, acele!" "Ne oldu? Bir sorun mu var? Korkutma beni Hümeyra!" "Davut Bey..." dedi ve durdu. "Sonunda butiği Adnan Behramoğlu'na satmış. O da adamını yollayıp kaba bir şekilde dükkânımı boşalttın diye mesaj göndermiş bizim kıza. Adamlar butiği darmadağın etmişler Asi. Melis iyi değil, acele çıkıp gel!" diyebilmişti telaşla Hümeyra. "Neler oluyor ya? Bu Adnan Behramoğlu fazla olmaya başladı artık! Derdi ne bu adamın? Ben hemen oraya geliyorum Hümeyra." Telefonu kapattığım gibi elime geçirdiğim kıyafetlerimi hızla giyinip odadan çıkmıştım. Merdivenlerden aşağıya bir hışımla indiğimde birden anneme denk gelmiştim. "Kızım, nereye gidiyorsun böyle alelacele?" diye sordu. "Melis'in butiğine gidiyorum anne." dedim pardösümü hızla üzerime geçirdiğimde. "Hayırdır inşallah? Bir şey mi oldu?" "Ne olacak? Bu Behramoğluları fazla olmaya başladı! Davut Bey korkudan dükkânı sonun da Adnan Behramoğlu'na satmış. Bu da adamını, bizim kızın başına salmış, dükkânımı boşalt diye. Üstüne üstlük butiği darmadağın ederek yapmışlar bunu anne. Melis'in yanına gidiyorum. Arkadaşımın bana ihtiyacı var." diyerek son işlem olan ayakkabılarımı da ayağıma geçirmiştim. Annem, "Asi, ortalık karışıktır şimdi orada evladım. Gitmesen olmaz mı? Behramoğlularıyla baş edilmez kızım. Onlar Halfeti'nin ileri gelenleri. Zenginler, sözlerinin üstüne söz söylenmez yavrum." diye söylenmişti korkuyla. "Ben söylerim! Bu dünyada kimse kimseden üstün değildir anne. Ağaysa Ağa! Bize ne bundan? Onlar önce bir insan olmayı öğrensinler. Bu zorbalık, bu açgözlülük neden? Ben gidiyorum, daha fazla tutma beni lütfen." "Asi, kızım dur!" Son sözünü bile dinlemeden evden alelacele çıkan kızını seyre dalan Zühre Hanım, hızla mutfağa koşarak masanın üzerinde duran telefonunu eline aldı. Eşi İshak Beyi aramaya çalışmıştı çabucak. Telefon bir-iki çalmadan sonra yanıt bulmuştu. "Alo, efendim Zühre?" "İshak, Asi... Asi..." dedi nefes nefese kalan yaşlı kadın. "Ne oldu Asi' ye? Konuşsana kadın!" "Melis'in butiğini Adnan Behramoğlu satın almış sonunda. Adamları kızı ikaz ederken dükkânı dağıtmışlar bey. Asi delilendi, oraya gidiyor." "Neden gitmesine izin verdin ki Zühre?" "Ne bileyim? Rüzgâr gibi esip çıktı kızın, gidiş o gidiş. İshak, korkuyorum Adnan ile karşı karşıya gelmelerinden. Ya, olan bitenden haberi olursa? Ne yaparız biz o zaman bey?" "Gitmesine izin vermeyecektin Zühre! Olan oldu artık. Ben hemen onların yanına gidiyorum, sen merak etme. Sonra görüşürüz." ••••• Dükkâna varmama çok az kalmıştı. Sinir ve öfke karışımı halinde kasıp kavruluyordu benliğim. Melis'i çok merak ediyordum. Kim bilir dostum ne haldeydi? Can dostum sürekli aklımdaydı ve Hümeyra'yı en son aradığımda, iyi olmadığını söylediği için kendimi oldukça çaresiz hissetmiştim. İçin içimi kemirirken, daha da hızlanarak dükkânla aramdaki mesafeyi yarıya indirmiştim. Kapıya vardığım anda içeri girerek Melis'in yanına doğru koşmuştum. Suna teyzesi ve Birhan eniştesi de gelmişti Melis'in. Hümeyra, elindeki suyu ısrarla Melis'e içirmeye çalışıyordu. Benim geldiğini fark ettiğinde, "Sonunda geldin." dedi sitemkâr çıkan sesiyle. "Evet, geldim." diye karşılık vermiştim öfkeyle. Dostumun dizlerinin önüne çömelerek, "İyi misin güzelim?" diye sormuştum nefes nefese soluk alıp verirken. "İyiyim, sadece biraz ortalık karıştı o kadar." Hümeyra tahammül edemeden, "Allah'ım ya, kıza bak? Ne kadarda rahat! Asi, bu deli Melis Adnan'ın adamlarından birinin kafasına vazo geçirmiş!" diye bağırdığında şoke olmuş gözlerimi Melis'e doğru sabitlemiştim. "Ne! Şaka mı bu?" "Ne yapsaydım kızım? Adamlar butiğimi dağıttı! Hiçbir şey yapmadan oturup öylece izlese miydim? Haklı olan bendim tamam mı? Yaptığım tek şey, kendimi savunmaktı. Aksini kimse iddia edemez." dedi elindeki su bardağını Hümeyra'ya hiddetle uzatan Melis. Kolunu uzattığı sırada çürümüş bir morluğu fark ettiğimde aniden kolundan tutmuş, "Bu nasıl oldu, Melis?" diye sormuştum korkuyla. "Arbede sırasında oldu. Bir şeyim yok, iyiyim ben Asi." "Ne demek bir şeyim yok? Polisi aradınız mı peki?" "Polis mi?" dedi alayvari bir şekilde tutum sergileyen Hümeyra. "Evet, Hümo Polis. Hangi çağda yaşıyoruz? Olacak iş mi dükkân basıp darmaduman etmek?" "Asi kızım, Adnan Behramoğlu'ndan söz ediyoruz. Adamlar zengin, Halfeti’nin ileri gelenleri. Polise mi bakar onlar sence?" dedi sesi titreyerek çıkan Birhan amca. "Ne yapalım başka Birhan amca? Elimiz kolumuz bağlı bir şekilde öylece oturalım mı? Yaptıkları onların yanına kâr mı kalsın? Zorbalık ve hovardalık yapmakta nedir, Allah aşkına?" "Yapacak bir şey yok Asi. Dükkânı boşaltacağız. Baş edilmez böyleleri ile." dedi Suna teyze elindeki peçete ile alnındaki teri silerken. Melis ise başı önünde çaresiz bir şekilde olan biteni dinliyordu. Diyecek hiçbir söz bırakmıyordu teyzesi arkadaşıma. Bedenimden taşmak üzere olan sahici bir öfkeyle, Hümeyra' ya doğru baktım ve dayanamayarak dişlerimi hiddetle sıktım. Kimse bir şey yapmıyorsa eğer, o kişi ben olacaktım. Sırf zenginler, sözleri bu toprakların insanlarına geçiyor diye öylece sessiz kalamazdım. "Hayır efendim, baş edilir böyleleri ile! İş başa düştü o zaman. Ben şimdi onlara gösteririm!" dediğimde çömeldiğim yerden öfkemin verdiği korkunç dürtü ile şaha kalkmıştım. "Asi, dur nereye?" diye soran Melis ile aniden göz göze gelmiştim. "Kanunsuzlara, kanun olmaya!" diyerek ardıma bile bakmadan, kapıdan çıkarak butiğe geldiğim gibi öfkeyle terk etmiştim. "Hümeyra, koş Asinin peşinden! Benim yüzümden bir delilik yapmasın!" demişti Melis. "Ulan, adamın kafasını patlatan sen! Ağanın konağını basmaya giden Asi! Ben hangi birinizin peşinden koşayım?" diye söylenmişti butikten aceleyle çıkan Hümeyra da. Hızlıca Behramoğluları konağına doğru yol almıştı Asi. Ardından gelen Hümeyra, dostuna yetişmek için büyük çaba sarf ediyordu. Her ne kadar söylenip dursa da Asi kafasına çoktan konağa gitmeyi koymuştu. Yol boyunca Hümeyra'nın dediklerine kulak tıkamış, elini çantasına atarak telefonumu çıkarmıştı. Yaptığı ilk şey, tabii ki polisi aramak olmuştu. ••••• Kapıdan içeri girdiğim zaman, etrafı yavaşça izlemeye başlamıştım. Her şey olduğu gibiydi. Nasıl bıraktıysam öyle kalmıştı. Anlaşılan annem, odam daha önce nasılsa, aynı şekilde kalması için çaba sarf etmiş olmalıydı. Gözlerim, çalışma masasına takılı kaldığında oraya doğru ilerledim. Elimi masanın üzerinde duran çerçeveye uzatmıştım. Ağabeyimle küçüklükten kalma çekindiğimiz bir fotoğraftı. Çınar ağacının altında mutlu bir şekilde poz vermiştik. Ne kadar da masummuşuz küçükken. Halamın lafı aklıma gelmişti birden. 'Büyüdükçe masumiyetimizi kaybediyoruz evlat.' derdi her seferinde. Haklı mıydı? Masumiyetimizi günden güne kayıp mı ediyorduk? Bu düşünce içerisinde boğulmak üzereydim ki annemin gözü gibi sakındığı albüm aklıma gelmişti saniye arayla. Bir gün alıp bakmalıydım kesinlikle. Özlem duygumu zaman içerisinde tatmin etmek benim için en mantıklısı olacaktı. Zaman tüneline takılarak yılların, ayların, günlerin nasılda geçmiş olduğuna, bizi ne denli değiştirdiğine bir kez daha şahitlik etmeliydim. Dolabın kapağını açmış, valizimi yerleştirmek için eşyalarımı boşaltmaya başlamıştım. İçinden birkaç parça da giysi ayırarak aynı zamanda banyo içinde hazırlık yapmıştım. Birkaç düzenlemeden sonra sonunda yerleşme işlemimde bitmişti. Ankara'da yaşadığım süre zarfında her şeyi tek başına yapmaya alışmıştım. Kendi işimi, geçen yıllar içerisinde kendim yapmayı benimsemiştim. Odamın kapısı çalındığında, içeriye kapı ardından başını uzatan ağabeyim, "Destur var mı?" diyerek izin istemişti. "Gel tabii Abi. Bu da soru mu?" "Ne bileyim kardeşim? Soru işte..." diyerek gülümsemişti. Yanıma tam oturacaktı ki, birden telefonu çalmaya başladı. Telefonuna bakarak yüzünü asan ağabeyime, "Açmayacak mısın?" diye sordum. "Gerek yok, önemsiz biri." dedi telefonunu cebine geri koyarken. "Peki." demekle yetinmiştim ben de o sıra. Fakat ağabeyimin telefonu ısrarla çalmaya devam ediyordu. "İstersen aç. Önemli olmasa bu kadar çaldırmazdı arayan kişi." dediğimde, sözümü dinleyen ağabeyim sonunda gelen çağrıyı yanıtlamıştı. "Ne diyorsun? Nasıl oldu? Ben size demedim mi sadece ikaz edin diye? Ne demek lan dükkânı dağıtmak? Kim hastanede? Kız kafasına şişe mi geçirmiş? Ulan ben sizin yapacağınız işe de size de kapat!" Tam ağabeyime ne oldu diye soracaktım ki, Adnan Behramoğlu diye bağıran birinin sesini duymuştum. Ağabeyime dönerek, "Neler oluyor abi? Telefonda birine estin, gürledin. Şimdi de kapıda senin adını bağıran biri var. Neler oluyor böyle?" diye sordum. "Ne bileyim oğlum? Telefonu anladım da bu kapımız da bağıranın kim olduğunu ben bile bilmiyorum. Sen bekle, ben gidip bir kontrol edeyim." "Hayır, ben de seninle geliyorum abi." "Ömer, sözümü ikiletme kardeşim." "İnatçı olduğumu biliyorsun." diyerek odamdan ağabeyimden önce çıkmıştım. O da ardımdan gelerek beni takip etmişti. ••••• Sonunda Behramoğlu konağına varmıştım. O kadar öfkeliydim ki, Adnan Behramoğlu'nu bir kaşık suda boğabilirdim. Konağın kapısını ellerimle itekleyerek içeriye doğru girmiştim. Kapı eşiğinden hızla geçmiş, bir hayli büyük görünen avluya öfkeli bakışlarımı dikmiştim. Avlunun ortasına geldiğim sıra, "Adnan Behramoğlu!" diye nefretle bağırdım. Sağ tarafımda bulunan kapıdan bir kadın çıkmıştı. Gözleri, korkudan yuvalarından çıkacakmış gibi bana doğru bakıp, "Hayırdır kızım? Bu saatte neden bağırıyorsun sen böyle?" diye sormuştu hayretler içinde kalırken. "Hayır mı, şer mi? Şimdi görürsünüz. Çık dışarıya Adnan Behramoğlu, çık." diye tekrardan bağırdığımda yukarıda bir hareketlilik sezmiştim. O tarafa doğru dikkatimi verdiğimde merdivenlerden bir gencin indiğini ve bana doğru gelerek, "Ne diye çağırıyorsun sen Adnan Behramoğlu'nu? Ve neden bu kadar yüksek sesle bağırıyorsun?" diye sormuştu tuhaf tuhaf bakarken. "Sen kimsin?" "Kim olduğumun bir önemi yok. Asıl sen ne istiyorsun onu söyle?" "Kim olduğunu bilmeyen bir adama ne istediğimi söylemem ben!" "Bak kızım, akşam akşam oyalama istersen bizi. Derdin ne senin, hadi söyle?" "Ben senin kızın falan değilim! Düzgün konuş benimle tamam mı? Ayrıca şu ukala tavırlarına bir son vermek istersen seni öğretici metinlerime bağlayabilirim." "Bayan çokbilmiş, benim ukala tavırlarım yok bir kere. O senin ukalalığın. Evimde bağırıp çağıran sensin bu saatte. Bilmem farkında mısın?" "Evine gelmiş bir insana kaba bir şekilde, 'Derdin ne?' diye sorulmaz. Hele, 'Kızım' kelimesi hiç! Muhatabım sen değilsin. Kim olduğunu bile bilmiyorum ve sen söylememekte de bayağı ısrarcısın. Şimdi çekil önümden." "Evime gelen bir insana nasıl davranacağımı senden öğrenecek değilim. Ayrıca bu gelen kişinin davranışlarına göre de değişir. Senin bana karşı olan tavrın, benim sana karşı olan davranış biçimimi değiştirir. Şekil A'da da olduğu gibi. Bir yere falan gidemezsin bayan çokbilmiş." "Benimle bu şekilde konuşamazsın! Laflarına dikkat et yoksa seni-" diyemeden sözümü kesmişti adını bile bilmediğim genç adam. "Etmezsem ne yapacaksın?" "Senin kadar kaba bir adam görmedim!" "Ben de senin kadar, baskın sesiyle ortalığı inleten bir kız görmedim!" "Bak hâlâ ya? Kimsin sen be, kim?" "Ömer Behramoğlu. Sen kimsin asıl?" dediğinde yüzüne kaşlarımı çatmış bir şekilde ters ters bakmaya devam etmiştim. Kuruyan dolgun dudaklarımı dilimle ıslatıp, "Asi... Asi Karayurt." dedim bana deliymişim gibi bakan Ömer Behramoğlu'na.
|
0% |