@mahinehar
|
BÖLÜM 8: KONAKTA ASİ RÜZGÂRI
“Gözlerini kapatırsan derin uykulara, kirpiklerini tekrardan arala bizli dünyamıza.”
Adının Asi olduğunu söylediği an, birdenbire kendimi sinirden alev almış çakmak çakmak yanan gözlerde bulmuştum. Bütün dengem altüst olmuştu bir bakışıyla. O kadar tuhaf bakıyordu ki, karşımda bu şekilde cesur ve kendinden emin durması açıkçası dikkatimi çekmişti. Üstelik her söylediğime de bir laf yetiştiriyordu. Şaka gibiydi resmen! Halfeti'ye ayak bastığım gün, beraberinde olaylar başlamıştı. Kim bilir daha ne şekilde devam edecekti böyle? Her şeyi geçtim de bu kız neden buraya gelmişti? Onu bu denli sinir eden şey, evimize kadar getiren hadise ne olabilir diye düşünüyordum ki, ağabeyim ardımda belirmişti ve adının Asi olduğunu yeni öğrendiğim kıza hiddetle bakmıştı. "İsminin hakkını fazlasıyla veriyorsun şu an farkında mısın?" dedi ters ters bakmaya devam ederken. "Sen... Sen osun değil mi? Adnan Behramoğlu." "Evet, benim. Ne istiyorsun benden? Ayrıca bu nasıl bir saygısızlık?" "Senden bir şey istediğimi de kim söyledi? Büyüklüğün cebinde kalsın bir zahmet. Yaptığın pisliğin hesabını ver önce bana!" "Sen ne pisliğinden söz ediyorsun? Kimsin ki bana hesap soruyorsun?" "Davut Altunizade sana tanıdık geldi mi? Kiracısı Melis Babadağ peki?" dediğinden meydan okuyan gözleriyle bakmaya devam ediyordu ağabeyime. "Dükkânımı boşaltın diye adam gibi ikaz edebilirdin. Gidip butiği başlarına yıkmanın firavunluktan aşağı kalır yanı yok Adnan ağa! Hangi kitapta yazıyor böyle bir kanun, söyle?" Neler döndüğüne dair hiçbir fikrim yoktu ve Asinin bu tavırları, gördüğüm kadarıyla ağabeyimin soğuk soğuk terlemesine vesile oluyordu. Etrafıma sakince baktığımda gözüm bir tek babamın odasına takılı kalmıştı. Sesleri duyup aşağıya inmesi kaçınılmaz bir sona davetiyeydi; ne yazık ki. Bakışlarımı bir cevap bekleyen genç kıza doğru çevirdiğimde, ağabeyim ona yüksek sesle bağırmaya devam etmişti. "Bu olay seni bağlamaz! Ben o dükkânı Davut Bey'den satın aldım. Elimde kapı gibi tapusu var." diye Asi' ye baktığında, elini rahat bir tavırla cebine geri sokmuştu. "Eski kiracısı fazla naz yapmadan dükkânımı derhal boşaltmalı. Yok, illa inat edeceğim diyorsa, ben onu tıpış tıpış çıkarmasını çok iyi bilirim! Ayrıca şahsıma yönelik ithamlarına da dikkat etsen iyi edersin küçük hanım. Bakıyorum, dilin baya uzunmuş, çeneni kapa yoksa-" "Yoksa ne yaparsın ha?" diye bağırarak karşılık vermişti Asi de. "Başıma mı yıkacaksın Halfeti'yi? Sen kendini ne sanıyorsun Adnan ağa? Bu öz güven patlaması da nedir? Parana güveniyorsan eğer, bir gün gelecek o çok güvendiğin zenginliğin bile beş para etmeyecek! Acınacak hâldesin, bundan haberin bile yok. Yazık, çok yazık. Birazdan olacakları tahmin bile edemeyeceksin Adnan Behramoğlu!" "Hangi olacakları?" diye sordum geldiğinden beridir Asiyle konuşmaya çalışırken. Gözü o kadar dönmüştü ki, hiçbir şekilde kimseye aldırmıyordu. Ağabeyim Adnan'a söz hakkı düşmeden hemen önce, içeriye nefes nefese kalmış bir genç kız ve beraberinde polis memurlarının girdiğini görmüştüm. Genç kız korku ve panikle Asinin yanına yanaşıp dudaklarını aralamıştı. "Asi, iş gittikçe büyüyor. Bak, polisler bile geldi kızım. Ne yapmaya çalışıyorsun sen? Başımız büyük belaya girecek! Vazgeç bir an önce yaptığın bu saçmalıktan ve derhal olayı kapatalım lütfen." demişti ürkerek etrafını süzmeye çalıştığında. Ev ahalisi, avludaki seslerimizden ötürü bir bir oldukları yerlerden çıkarak, konağın ortasına gelmişlerdi. Merdivenlerden inen annem ve babam, Asinin dikkatini çekmiş olacak ki, onlara doğru hamle yapmıştı. Orta boylarda ne uzun ne de kısa olan kırçıl sakallı, henüz saçlarında siyahın asaleti bulunan babam polis memuruna yaklaşarak, "Hayırdır Memur Bey? Sizi buraya hangi rüzgâr attı?" diye sormuştu otoriter sesiyle. "Rahatsızlık verdiğimiz için lütfen kusura bakmayın Hulusi Bey. Oğlunuz Adnan Bey hakkında şikâyet aldığımız için buradayız." Polis memurunun sözlerinden sonra ciddi bir şekilde iki kaşını çatarak ağabeyime dönmüştü babam. "Oğlum, ne şikâyeti bu? Hem, bu hanım kızımız da kim?" diyerek sorgular gözlerle Asi' ye doğru bakmıştı. Babamın sorusu üzerine cevap vermek üzere atağa geçen isim ağabeyim Adnan'dan başkası değildi. "Baba, önem arz edecek bir şey yok. Kendini bilmezin biri işte!" dedi Asi' ye ters ters bakarken. "Bu gördüğün arsız kızda geldiği gibi gidiyor-" diyemeden sözünü kararlı bir şekilde Asi bölmüştü. "Hulusi Bey, öncelikle sizinle bu şekilde tanışmak istemezdim. Şu an saygısızlık yaptığımı düşünüyorsanız, affınıza sığınıyorum efendim. Siz iyi bir insansınız. Adınızı, kişiliğinizi, mertlikteki namınızı ben dâhil herkes biliyor. Bütün Halfeti size saygı duyduğu gibi ben de size saygı duyuyorum. Her zaman bu toprakların insanlarına yardımsever oldunuz, iyi davrandınız. Zorda olanların yardımına, darda kalanların imdadına yetiştiniz. Her şekilde mükemmel bir insansınız; fakat bunu söylemeden edemeyeceğim, sizin gibi bir babanın nasıl böyle bir oğlu olduğunu ben dâhil, Halfeti'de bulunan diğer insanlar da bir türlü anlam veremiyor." dediğinde ağabeyime sanki bir pisliğe bakıyormuş gibi tiksinerek bakmıştı. Delici bakışlarını tekrardan babama doğru çevirdiğinde, "Sizin yaptıklarınızın tersini yapan bir suç makinası hâlini gelmiş, insanları zenginliği ile ezen, haklarını gözetmeksizin alaşağı eden bir evlattan söz ediyorum. Bu size ve saygın kişiliğinize karşı yapılmış bir hakarettir. Benim, bugün burada bu şekilde, sizinle tatsız, bir o kadar da üzücü bir olay için karşı karşıya gelmemin tek sebebi oğlunuz Adnan'dan başkası değildir. Ben arkadaşım için buradayım. Suç duyurusunda bulunan kişide benim efendim. O kadar çaresiz bırakılıyorlar ki insanlar oğlunuz tarafından, korkudan seslerini edemez oldular Halfeti'de. Buna birinin artık dur demesi lazımdı. Ben, bana düşen görevi yerine getirdiğimi düşünerek hareket ettim ve adaleti sağlamaya çalışıyorum. Bu saatten sonra takdir sizin efendim." demişti sakin bir şekilde sözünü bitirirken. Asi, babamın karşısında o kadar cesur bir şekilde duruyordu ki, hiç mi korkmuyor diye düşünmeden edememiştim. Yaptığı şeyin acaba farkında mıydı? Yoksa farkında mı olmak istemiyordu, emin değildim. Anladığım tek şey, yaptığından zerre pişmanlık duymuyor oluşuydu. Bütün anlattıklarını dinleyen polislere döndükten hemen sonra, Adnan ağabeyime bakmıştı. "Şikâyetçiyim memur bey bu adamdan." dedi işaret parmağını ona öfkeyle bakan Adnan ağabeyime doğru uzatırken. Polis memuru konunun muhatabı olan ağabeyime bakıp, "Adnan Bey, sizi karakola götürmemiz gerekiyor. Yasal işlem başlatabilmemiz için ifadenizi almamız lazım. Buyurun, gidelim." diyerek eliyle dış kapıya doğru göstermiş, ağabeyimi dışarı yönlendirmeye çalışmıştı. İtiraz dolu bir sesle, mümkün olduğu kadar karşı çıkmıştı bu karara ağabeyim. "Ne demek bu memur bey? Kim olduğu belirsiz bir kızın söylediklerini dinleyerek, benim gibi bir adamı karakola mı götüreceksiniz? Bir yere gelmiyorum ben!" dedi geriye doğru bir adım atarak, öfkelenmeye devam eden ağabeyim. "Adnan Bey, hakkınız da şikâyet var. Prosedür böyle, sizi götürmemiz gerekiyor. Lütfen zorluk çıkartmayın. Ne bizim için ne de sizin için zorlaşmasın mesele daha fazla. Buyurun lütfen. Arkadaşlar, Adnan Bey'e araca kadar eşlik edin." "Bu yaptığınıza pişman olacaksınız. Benim kim olduğumu biliyor musunuz? Bu şekilde davrandığınız için sizi dava edeceğim. Baba, ne olur bir şey söylesene?" dedi umutla ardına dönerek babama bakmaya çalışan ağabeyim. Onun serzenişi karşısında babam, ağabeyimin yüzüne utançla bakarak, "Zorluk çıkartma oğul. Memurlar ne diyorsa öyle yap. Bizi de kendini de daha fazla rezil etme." dedi başını önüne eğerken. Ağabeyim, zorluk çıkarttığı için yaka-paça götürüldüğü sıra, Asi' ye doğru bilenmiş bir şekilde delice bakarak, "Bana hiç bulaşmayacaktın Asi Hanım. Bu olay, burada böyle bitmez!" dedi derinlemesine bir kinin fitilini ateşlerken. Ağabeyimin götürülüşüne şahitlik eden Asi, ondan zerre olsun ürkmüş gibi durmuyordu. Endişeli bakan genç kız, arkadaşının koluma girerek, "Biz de gidelim artık Asi." diyebilmişti usulca. Birlikte çıkışa doğru ilerlerken, polis memuru genç kızlara doğru seslenmişti. "Asi Hanım, sizin de bizimle birlikte karakola gelmeniz gerekiyor. Siz de şöyle buyurun." dedi yolu göstererek. Bütün olanları ağzı açık bir şekilde izleyen arkadaşı dostuna doğru korkuyla dönmüş, "Gördün mü işte, şimdi bittik! Ne vardı bu kadar uzatacak kızım? Karakola düştük sonunda, eyvahlar olsun! Yürü gidelim, yandığımız bariz ortada zaten. En azından boşu boşuna acımadı canımız deriz." dedi nefes almadan konuşurken. Asiyi çekiştirerek götürmeye çalıştığı sıra da öfkeyle bu sefer ben dudaklarımı aralamıştım. "Yaptığını beğendin mi? Ortalığı dağıtıp elini kolunu sallayarak hiçbir şey olmamış gibi gidiyorsun. Kendi başını da derde soktun. İyi mi oldu şimdi böyle?" dedim gözlerimi genç kızın üzerinde gezdirirken. "Burada işim yok artık. Başımı derde sokmam sizi neden alakadar ediyor Ömer Bey?" diye sormuştu Asi. "Tabii ki işin olmaz. Huzur mu bıraktın biz de akşam akşam?" diye söylenmiştim tereddüt etmeden. Neden son soruyu sorduğuma dair bir anlam verememiştim cidden. Kendi kendime iç hesaplaşmaya oturmuştum. Sahiden, beni neden ilgilendiriyordu ki Asi? Boğazımı temizleyip çabucak toparlandım. "İyilikte yaramıyor sana. Başkalarının sorunları yüzünden kendi başını derde sokma demek istemiştim ben sadece. Sanırım anlayacağın yok senin. O yüzden ne hâlin varsa gör." dedim bakışlarımı onun üzerinden kaçırarak. "Mağdur olan insanlarında hiç huzuru yoktu. Bir günde siz huzursuz olun, bir şey olmaz. Ben arkadaşım için her şeyi yapmaya hazırım. Dostluk para ile satın alınamayacak kadar değerlidir. Ben değil, ama ağabeyin bu saatten sonra ne hâli varsa görecek!" Söylediklerinden ötürü öfkeden kabaran damarımı hissetmiştim. "Bana edebiyat parçalama bayan çokbilmiş. Bu yaptığın yanına kâr kalmaz!" diyerek tehditkâr çıkan sesimi dizginlemek gibi bir düşüncem yoktu; ne yazık ki. "Ne o? Ağabeyine mi özenmeye başladın sen de?" dediğinde, gözleri bir ok gibi delip geçmişti sanki bütün sözlerimi. "Ondan aşağı kalır yanın yok da şu an. Yanıma kâr kalmasın, peki. Elinizden geleni ardınıza koymayın, ama boş tehditlerinize de karnım tok benim!" diyerek çıkışa doğru yürümeye başlamıştı Asi. Ardına hiç bakmadan öylece devam etmişti yürümeye. Bana hiçbir söz hakkı tanımadan hızla çekip gitmişti. Ne kadar gözü kara ne kadar da cesur bir kızdı. Beni saniyeler içerisinde hayretler içinde bırakmıştı. Bakışlarını hâlâ unutamıyordum. Cesur ve güzel olduğu kadar, bir o kadar da küstahtı. Fakat nedense her haliyle hoşuma gitmişti. En azından kendini beğenmiş kızlardan değildi. Sırf bir arkadaşı için buraya kadar gelmeyi göze almıştı. Bu yaptığı takdire şayandı belki, ama söz konusu da benim ağabeyimdi. Olaydan hâlâ bir haber olduğum için ağabeyimin götürüldüğü karakola gitmem gerekiyordu. Beni düşüncemden çekip alan otoriter ses babama aitti. "Orada öylece dikilme! Git bak bakalım ağabeyin ne durumda." dedi soğuk bir edayla gürleyen babam. Yüzüm babama dönük değildi; ancak sesi, bir kamçı gibi sıvazlamıştı sırtımı. Bana vursaydı şayet, belki bu kadar yanmazdı canım. Sanki harabe bir köşede kısılmıştı sesim, her seferinde ayakta tutmakta zorluk çektiğim umudum da yerle bir olmuştu. Olduğum yerde sinirden ellerimi yumruk yaparak, olabildiğince var olan bütün gücümle sıkmıştım. Hiçbir şey söylememiştim babama. Çıkışa doğru yürürken, kapı eşiğinde yerde bir parlaklık anımsamıştım. Eğilerek baktığım da gümüşten yapılma bir bileklik olduğunu fark etmiştim. Ellerimin arasına alarak dikkat ettiğimde, üzerinde farklı figürlerden çeşitli semboller ve bir isim yer alıyordu. Dikkatle incelemeye başladığımda üzerinde Asi yazıldığını görmüştüm. Gözlerimi devirerek, içimden yok artık nidasıyla gökyüzüne doğru baktım. Beni neden bu denli sinir etmişti anlam veremiyordum açıkçası. Vural arabayı kapının önüne getirir getirmez, bilekliği cebime atmış, karakola gitmek üzere konaktan ayrılmıştım, aklımda kendine yer edinmiş Asi varken... ••••• İshak Bey butiğe doğru varmak üzereydi. Korkusu ve endişesi sonunda onu da esir altına almıştı. Alelacele butiğe giren İshak Bey'i, yerinde düşünceli bir şekilde oturan Melis karşılamıştı. Yüz yüze geldiklerinde genç kızın endişesi, yaşlı adamın çehrelerine göz kırpıyordu adeta. "Asi nerede kızım?" diye sordu, etrafına bakıp burada olmasını umarken. Yorgunluğu her halinden belli olan Melis, konuşamayacak hâldeydi. Genç kızın babasına, Melis'in teyzesi, Suna Hanım cevap vermişti. "Kızınız bir hışımla Behramoğlu konağına gitti İshak Bey. Biz bile onu durduramadık. Asi gözü kara biri, inşallah bizim yüzümüzden başına bir iş açmaz. Yoksa bu yükün altından kalkamayız biz asla." dediğinde İshak Bey mahcup bir şekilde şaşkınlıkla bakıp dudaklarını aralamıştı. "Asi konağa mı gitti? Tek başına mıydı peki?" diye sormuştu tekrardan. "Hayır," dedi yerinden kalkmadan masada duran telefonunu eline alan Melis. "Hümeyra ile birlikte İshak amca. Sen merak etme. Ben şimdi arıyorum kızları. Belki Hümeyra Asiyi ikna etmiş, gitmemişlerdir konağa. İyi düşünelim, iyi olsun. Ben sanmıyorum, ama yine de emin olmak için önce arayalım." dediğinde kulağına doğru yanaştırmıştı telefonunu. Bir-iki çalmadan sonra araması yanıt bulmuştu. "Neredesiniz Hümeyra? Ne! Karakol mu? Delirdiniz mi siz? Ben sana Asinin peşinden koş demedim mi? Ne demek yetişemedin? Bu deliliği yapmasına nasıl izin verdin sen Hümeyra? Tamam, kapat geliyoruz birazdan." dedi telefonu masaya fırlatan Melis. "Ne oldu kızım?" "Karakolluk olmuş bu ikisi İshak amca. Şu an oradalar. Hepsi benim suçum, benim yüzümden oldu. Bırakmayacaktım Asiyi, gitmesine izin vermeyecektim. Bu deliliği yapmasına mâni olamadım, bağışla." dedi gözleri yaşlarla dolan genç kız. "Karakol mu? Eh be Asi, eh be kızım. Sen de üzülmeyi bırak evladım, böyle şeyler de söyleme. Gidelim karakola, nasıl olsa olup bitenleri orada öğreniriz. O zaman Asinin kulağını ben bir güzel çekerim. Hak etti bu sefer. " demişti gitmek için harekete geçen İshak Bey. Hep birlikte merkeze doğru gitmek için butikten ayrılıp, yol almışlardı karakola doğru. O ara Asinin annesi Zühre Hanım aramış, İshak Bey olup biteni, bir de ona anlatmıştı. Şok yaşayan Zühre Hanım da onlarla birlikte gitmek istemişti; ancak buna izin vermeyen eşi İshak Bey, evde oturup onları beklemesini, kesinlikle onu arayarak her şeyden haberdar edeceğini söylemiş ve telefonu öyle kapatmıştı. Melis büyük etkide kalarak düşünceye dalmıştı. Bakalım onları bu sarsıcı olayların ardından neler bekliyordu?
|
0% |