Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. BÖLÜM

@mahinehar

BÖLÜM 9: KİM HAPSE GİRİYOR?

 

 

“Güneşini yitirmiş bir gökyüzünden seni seyre dalıyorum, tut bırakma körpe ellerimi”

 

 

Karakoldaydık. Bütün bu olanlardan sonra ifadelerimiz alınmak üzere çağrılmıştık. Adnan Behramoğlu komiserin yanındaydı ve kim bilir ayaküstü kaç yalan söylüyordu? Bu belirsizlik hâlinde beni tesiri altına alan soğuk duvarların ardına yaslanmıştım. İçime işleyen serinlik, ürpermeme neden olmuş olsa da bir an bütün dikkatimi Hümeyra'ya vermiştim. Telefonda olup bitenleri, büyük ihtimalle Melis'e anlatıyordu. Bakışları beni bulduğunda konuşmasına son vererek yanıma doğru gelmişti.

"Melis geliyor. Sanırım İshak amcada yanındaydı Asi." dedi endişeli bir halde.

Babamın adını duyunca, içimde kopup giden bir şey bana fısıldıyordu sanki. Hiçbir şekilde babamı hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. Bugüne kadar bir vukuatım olmamıştı çok şükür; fakat şu an sonuca bakıldığında karakolda olan benden başkası değildi. İçinde bulunduğum durum her şeyi aşikâre ifşa etmişti. Ben doğru olanı yaptığıma inanıyordum. Bu bir nebze olsun içime su serpmiş olsa da yine de olacakları kestiremiyordum. Hümeyra'ya dönerek, "Anladım." diyebilmekten başka çarem yoktu.

Hümeyra haklı bir isyanla, "Neyi anladın kızım? İshak amca geliyor diyorum sana! Adam şimdi ne düşünüyordur haberin var mı?" diye çıkışmıştı.

Sinirli olduğunu ve çıtayı yükselttiğini düşündüğüm Hümeyra'ya bakarak, "Ben yanlış bir şey yapmadım ki. Ortada katili belli olmayan bir cinayet soruşturması da yok! Ne bu yersiz korkunun sebebi Hümeyra? Onu anlamadım, söyler misin?" diye sormuştum kollarımı çiçek şeklinde birbirine dolarken.

"Lan kime kafa tuttuğunun farkında mısın sen? Adam elini kolunu sallayarak, hiçbir şey olmamış gibi buradan çıkıp gidecek. Sen de yalnızca şikâyet ettiğinle kalacaksın, bilmem anlatabildim mi? Valla yeri gelince adının hakkını fazlasıyla veriyorsun Asi Hanım. İsyankâr diye bütün Halfeti'ye namını yayacaksın bu gidişle, demedi deme."

Sinir ile gülmek arasında gidip gelen arkadaşıma bakarak tebessüm etmiştim. Hümeyra gülümsediğimi görünce, "Oh, anasını. Melis milletin kafasını yarar ve hiçbir şey olmamış gibi davranır. Asi Hanımda sanki arkasında Sabancı dayısı varmış gibi hareket eder ve karakolluk olur. Bunu da çok normalmiş gibi karşılayıp bana tepki gösterir. Hepsini de topyekûn bir şekilde seyre dalan, zavallı bir ben kalır onlardan geriye. Oldu mu, lan? Hani birlik beraberlik? Ben de mi gidip adam dövüp geleyim illa buraya? Bunu mu istiyorsunuz? Açık açık söyleyin!"

"Sabancı dayısı mı?" dedim sessizce gülmeye çalışırken. Olduğum yerde kıkırdama mı izleyen Hümeyra, sinirleri bozulmuş bir şekilde gülerek bana eşlik etmişti. Yüzündeki tebessüm, yerini ciddiyete bırakınca tekrardan bana doğru çevirmişti hayret dolu bakışlarını.

"Ne bileyim kızım? Ne dediğimi biliyor muyum sanki ben?"

"Bırakmıyorsun ki konuşalım. Sabancı dayısıymış. Nereden geliyor aklına böyle şeyler?"

"Beni sizler var ettiniz. Teşekkürler Melis Babadağ ve Asi Karayurt! Her şeyi, siz ikinize borçluyum. Buna sonradan oluşan bir yetenekte diyebilirsiniz. Koçlarım siz iki mükemmel dostum olunca, bu kadar çabuk net sonuç vermem kaçınılmaz olurdu elbette." dedi yarı sinir yarı öfkesiyle yerinde sabit durmaya çalışırken.

Hümeyra'ya göz devirdiğim sıra içeriden çıkan polis memuru, beni amirinin odasına çağırmıştı. Ayağa kalktığımda kısa bir anlığına Hümeyra ile göz göze gelmiştim. Yüzünde aniden beliren endişe, korkunç bir şekilde ben buradayım diye bas bas bağırıyordu sanki. İçeriye doğru yöneldiğimde arkamı dönerek Hümeyra'ya son bir kez baktım. Hemen ardından Melis'in ve babamın geldiğini fark etmem, kaçınılmaz bir sona davetiyeydi artık. Babamla şu an göz göze gelemezdim. Sanırım vereceği tepkiden biraz çekiniyordum. Bana nasıl davranacağını tam olarak kestiremediğim için kendimi tuhaf hissediyordum açıkçası. Polis memuru beni uyarır bir tonda ikaz ettiği anda sırtımı dönmüş, içeriye doğru girmiştim. Adnan Behramoğlu oturduğu koltuğa iyice yayılmış, gayet rahat görünüyordu. Girdiğimi gören polis amiri, "Gel kızım, şikâyette bulunan kişi sensin demek?"

"Evet, benim efendim."

"Şimdi kızım, biz Adnan Bey ile konuştuk. Davut Bey'den satın almış dükkânı. Eski kiracısına da çıkması gerektiğini uygun bir dille söylemiş. Fakat kiracı Melis Babadağ uyarı için gelen haberciyi, anlaşılan darp etmiş. Adamın kafasına vazo geçirmekle kalmamış, üzerine bir de tartaklamış onları. Bizim Melis Hanımı da dinlememiz gerekiyor. Bu sebeple onu da çağırttı-" diyemeden sözünün arasına girmiştim.

"Melis... Melis Babadağ burada zaten."

"Buradaysa onu da içeri alalım." dediğinde kapının köşesinde duran görevliye bakarak, "Menderes, git kızı getir." dedi soğuk bir edayla emir veren amir.

Bir süre sonra içeri gelen Melis önce bana, ardından koltukta oturan polis amirine bakmıştı. Yanıma doğru usulca gelerek, "İyi misin Asi?" diye sordu merakla.

"İyiyim canım, merak etme."

Söze giren polis amiri, olan biteni bir de Melis'e anlatmıştı. Pürdikkat dinleyen arkadaşım, konuşması biten amire ciddiyetle bakarak, hakkında söylenen ithamlara cevap vermek için kurumuş dudaklarını aralamıştı.

"Benim her şeyden önce bir sözleşmem var amirim. Kısa bir süre önce Davut Beyle halletmiştik. Üstelik dükkânı boşaltmama daha aylar vardı. Adnan Behramoğlu zorla dükkânı Davut Bey'den tehdit ederek satın almış. Benim bu olaydan çok geç haberim oldu. Bu karşınızda duran şahsın adamları tarafından ikide bir rahatsız edildim. En son butiğimi darma duman etmek için geldiler ve ben de nefsi müdafaa yap-" diyemeden sözünü celallenerek yerinden bir ok gibi fırlayan Adnan kesmişti.

"Adamımın kafasını patlatmışsın! Hangi nefsi müdafaadan söz ediyorsun sen? Ayrıca ben kimseyi tehdit falan etmedim!" dedi yerinde huzursuzca kıpırdanırken. Melis ona nefretle bakmış, tiksinerek konuşmuştu.

"Kadına kalkan eller kırılsın! Gözü dönmüş bir şekilde bana vurmaya başladı adamın! Ne yapsaydım Adnan ağa? Kendimi kurtarabilmek için kafasına vazo geçirebildim o an. Aldığım darbelerden hiç söz etmiyorum bile! Yalanımda yok amirim, zorbalık yapan bu şahsın adamlarıydı. Benim yaptığım tek şey, sadece kendimi savunarak korumak oldu." dediğinde nefretle bakışlarını yeniden Adnan'a yönlendirmişti Melis. "Ve sen, kesinlikle Davut amcayı tehdit ettin. Adam korkup senden kurtulabilmek için satmak zorunda kaldı o dükkânı anladın mı? Kim haklı ise şimdi siz karar verin amirim, takdir sizin. Yeterince bu adama katlanmak zorunda kaldım. Daha da muhatap olmak istemiyorum, lütfen." demişti Melis bıkkın bir sesle.

"Anladım. Lütfen iki tarafta sakin olsun. Melis Hanım, iddia ettiğiniz şey doğru mu? Nereden biliyorsunuz, Davut Bey'in tehdit edildiğini? Çünkü bu önemli bir suçlama. Ayrıca demin birini de hastaneye gönderdim. Eğer adamın durumu kötü değilse ve şikâyetçi olmazsa serbest bırakılırsınız. Ancak durumu iyi değil ve size karşı bir şikâyette bulunursa işte o-" diyemeden sözünü korkuyla bu sefer Melis kesmişti.

"Ne demek bu amirim? Ben mi tutuklanacağım?" diye sormuştu. Beklemeden ikinci sorunun cevabını da hemen yapıştırmıştı. "Davut amca bana dükkânı Adnan Behramoğlu'na sattığını söylemek için geldiğinde söylemişti."

Amir, "Yani bizzat kendisi söyledi öyle mi?" diye şüpheyle bakmıştı Melis'e.

"Evet, elbette."

"Bakın Melis Hanım, şu konuyu önce açık bir dille size izah etmeme müsaade edin lütfen. Her ne kadar kendinizi korumaya çalışmış olsanız da karşı taraf şikâyetçi olmak istediği takdirde maalesef o zaman sizi nezarete almaktan başka çaremiz kalmaz." dediğinde Melis bana ürkütücü bir bakış atmıştı. Bakışlarım konuşmaya kaldığı yerden devam etmek isteyen amire kaymıştı aynı hızla. "Bununla birlikte Adnan Bey sizi de." dedi sağ tarafında duran koltuğun üzerinde oturan Adnan'a doğru başını çevirerek.

"Beni de mi? Neden?" diye sormuştu Melis'e ölümcül bakışlarını kesip amire dikkatle bakan Adnan.

"Melis Hanım'ın iddia ettiği şey doğruysa, sizi de Davut Bey'i tehdit etmekten dolayı nezarete almamız gerekecek. O da Davut beyin yapacağı bir şikâyete bakıyor yani. Yalnız, bunlara ek olarak, adamlarınızın yaptıkları şeyler ve Asi Hanım'ın da şikâyetini göz önünde bulundurarak söylüyorum. Çünkü bütün bu olanlara yaşanmış şu üç olayda dâhil. Şimdi beklediğimiz haber gelene kadar, sizleri kısa bir müddet nezarethanede misafir etmemiz gerekiyor." dediğinde ortamda gergin bir hava hâkim olmuştu.

Birden sesler hızla yükselmiş ve ani bir kargaşa yaşanmıştı. Bütün olup biteni şok olmuş bir şekilde izliyordum. Olay nereden nereye gelmişti. Bütün bu yaşananları kestiremediğim için olayın bu denli büyüyeceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Melis'in koluna giren polis memuru, onu alıp çıkmak isterken bütün gücümle götürmelerine engel olmaya çalışmıştım. Gözlerimi yakıcı olan gözyaşları, sağanak bir şekilde yanaklarımı ziyaret etmeye çoktan başlamıştı. Adnan Behramoğlu'na ne olacağı umurumda bile değildi. Beni ilgilendiren tek şey Melis'ti şu an. Oda dan dışarı çıktığımızda babam, Hümeyra ve Melis'in teyzesi kapının önünde bizi karşılamıştı. Yeni geldiği her halinden belli olan Adnan'ın kardeşi Ömer de tam karşımıza geçmişti. Melis'in götürüldüğünü gören teyzesi, bağırarak bu karara karşı çıkmaya çalışmıştı.

Ömer de olduğu yerden panikle ağabeyine yaklaşarak, "Abi neler oluyor? Nereye götürülüyorsun?" dedi kalabalığa doğru bakarken.

"Bir şey yok aslanım, merak etme. Vural, sen Nazif'e haber ver." dedi Adnan. Genç adamın kulağına eğilerek bir şeyler fısıldamıştı. Ona söyleneni yapmak için giden Vural denilen adam, herkesi ardında bırakarak gözden kaybolmuştu. Suna teyze öfkeyle yanıma gelmiş, hiddetle kolumdan tutarak bana bağırmaya başlamıştı.

"Melis'i içeri aldılar, yaptın mı beğendiğini Asi?" dedi ağlamaya devam ederken.

"Suna teyze, ne olursun böyle söyleme yalvarırım. O benim de arkadaşım, kötülüğünü ister miyim hiç?"

"O yüzden mi bu hâlde ha! Söyle bana? O yüzden mi bu halde?"

"Melis, Adnan'ın adamlarından birisinin kafasına vazo geçirdiği için tedbir olarak içeri alındı. Hastanedeki adam şikâyetçi olmasa çıkarıla-" diyememiştim ki sözünü Suna teyze öfkeyle kesmişti.

"Kes sesini! Duymak istemiyorum hiçbir şey anladın mı? O bana kardeşimin emaneti, kardeşimin... Ondan ben sorumluydum, ben!" diyerek bağrına vurmaya başlamıştı Suna teyze. "Sen de biliyorsun, annesi öldü. Babası bırakıp gitti Melis'i. Gözüm gibi sakındım onu ben her şeyden, herkesten kızım. Bunca şey, sırf onu bu halde görmek için miydi?" dediğinde kendinden geçmiş bir vaziyette güçlükle koltuğa oturmuştu.

"Suna teyze sakin ol." dedi araya giren Hümeyra. "Farkındaysan, Melis yaptığı bir şeyden dolayı nezarete alındı. Hem ayrıca müebbet yemiş bir mahkûm da değil. Bu olanlardan dolayı Asiyi tek taraflı sorumlu tutamazsın. Sakin ol ve kırıcı davranmaktan vazgeç. Biz kardeşiz. Hangimiz bugüne kadar birimizden birinin canının yanmasına izin verdi? Hangimiz birimizden birinin kötülüğünü istedi? Ne olursun yapma böyle. Biliyorum, sinirlisin. Ama bu hâldeyken yanlış kararlar vererek üzme kimseyi boş yere olur mu? Melis iyi olacak. O senin için ne kadar değerli ise ben ve Asi içinde o kadar önemli ve değerli. Bunu unutma." diyebilmişti yüz ifadesi değişirken Hümeyra'nın.

Arkadaşımın konuşması biter bitmez, Suna teyzenin çıkışı ve Melis'in başına gelenlerden dolayı sarsılmıştım. O an babam yanıma doğru usulca gelmişti. O kadar ihtiyacım vardı ki şu an onun güven veren kollarının arasına girmeye anlatamam. Babam bu dileğimi yerine getirmeme bile müsaade etmeden bana sarılmış, kollarının arasına almıştı beni. Gözyaşlarım daha şiddetli bir şekilde yuvalarından boşalınca, Adnan'ın bir şeyler demesi sonucu aramızdan ayrılan Vural denilen adamın, kısa bir süre içerisinde tekrar geri geldiğini fark etmiştim.

Aradan geçen birkaç saatin sonunda herkes, muamma bir bekleyişin içerisine düşmüştü. Bitkin bir haldeyken Ömer ile birlikte fısıldaşarak konuşan Vural'ı dikkatle izlemeye başlamıştım. O sıra koridordan geçen bir polis memuruna, "Ben ağabeyimi görmek istiyorum." diye talepte bulunmuştu Ömer.

"Yalnızca kısa bir süreliğine görebilirsiniz, ama. Kabul mü?" diye sormuştu memur uyarırcasına.

Görevlinin, Ömer'in teklifini çabucak kabul etmesi dikkatimi çekmişti. Ömer ve Vural gittiği sıra da ben de yerimden kalkarak polis memurunun yanına doğru gitmiştim. Aynı şeyleri Melis için talep ederek izin istemiştim ondan. Önce emin olamasa da vicdana gelerek, kabul etmişti görevli memur. Ömerlerin ardından ben de gittikleri yöne doğru hareket etmiştim. Uzun koridorları ardımda bırakarak, aşağıya doğru dar bir alandan geçiş yaptım. O sırada Adnan'ın iyice duyulan sesini işitmiştim. Aldırmadan dikkatimi sadece Melis'in olduğu bölüme gitmeye verirken, duyduğum şeylerle olduğum yere çakılmam bir olmuştu.

"Davut'u uslandırması için Nazif'i gönderdin değil mi? He, unutmadan, bir de şu adamlar dediğimi yapacaklar mı?"

"Her şeyi hallettik. Sen rahat ol ağam." demişti Vural denilen adam.

Ağabeyini ve Vural'ı dinleyen Ömer rahatsız olmuş gibi bir ses çıkarıp, "Abi, bu yaptığın hiç doğru bir şey değil! Sen gidip Davut denilen adamı tehdit mi ettin? Sana inanamıyorum! Nasıl yaparsın bunu, nasıl?" diye öfkeyle bağırmıştı.

"Aslanım, sanırım sana adaleti fazla yedirdiler. Burası Ankara değil, hesap sorma ve işlerime karışma sen."

"Ne demek işlerime karışma? Sen nasıl bir adam oldun böyle?" dedi öfkeyle bağırmaya devam eden Ömer.

"Bak Ömer, önce bir saki-" diyemeden öfkeyle ağabeyinin yanından ayrılarak çıkan sinirli genç adam ile göz göze gelmiştim. Yakalandığımı ve onları dinlediğimi fark etmiş olmalıydı. Ya da fark etmediğini düşünmek istemiştim o an. İçimdeki kuruntu sanki bir kanserli hücre gibi esir almıştı bedenimi.

Ömer'e dikkat kesildiğimde iki kaşının ortasındaki damar o kadar çok kabarmıştı ki, korkudan ne yapacağımı bilememiştim. Hiçbir şey demeden yanımdan öylece geçip gitmişti Ömer. Gider gitmez yutkunarak öne doğru bir adım atmıştım midem bulanırken. Geldiğimi fark eden Adnan, "Oo, Asi Hanımda buradaymış. Bu yaptıkların yanına asla kâr kalmayacak. Bak gör, nasılda elimi kolumu sallayarak çıkacağım buradan. İşte o zaman sana musallat olmaktan asla vazgeçmeyeceğim küçük hanım. Seninle daha işim çok!" dedi pis pis sırıtırken.

Sarf ettiği sözler karşısında midem bir kez daha bulanmıştı. "Sen yine neyin peşindesin Allah'ın cezası?" diyerek tiksintiyle soludum.

"Ağzını topla! Senin gibi bir kıza yakışmıyor böyle kelimeler. Davut Bey benden hayatta şikâyetçi olamaz, çünkü-"

"Çünkü çoktan onun da icabına baktın!" dedim dişlerimin arasından tıslarken.

"Aferin, bakıyorum da bayağı zeki bir kızmışsın. Hemen anlıyorsun. Peki, şikâyetini çekmezsen ne olacağını tam olarak biliyor musun? Arkadaşın girdiği delikten çıkamayacak. Çünkü emrimde olan adamım ne dersem onu yapacak. Baksana, her şey hâli hazırda." demişti iki kolunu gülünç bir şekilde yana doğru açan Adnan. "Bir sen kaldın anlayacağın. Gördüğüm kadarıyla sen de hiç eğlenceli bir kıza benzemiyorsun be Asi. Acaba bu oyundan zevk almak için daha ne yapmam gerekiyor? Şu an hiçbir şey bana zevk vermiyor. Sana da sormak lazım aslında Asi Hanım. Sen bütün bu olanlardan zevk alıyor musun?" diyen Adnan, utanmadan yüzüme bakıp küstahça gülmeye devam etmişti.

"Seni utanmaz rezil! Ne istiyorsun benden sen?"

"Gayet açık değil mi? Şikâyetini geri çek, çıkayım buradan. Yok, yapamam ben dersen, arkadaşın da sürünür buralarda. Yazık, daha çok gençmiş üstelik. Gençliğini ve güzelliğini parmaklıklar ardında heba etmesini hiç istemezsin öyle değil mi? Bak, ben hiç istemem mesela."

Beni köşeye sıkıştırmaya çalışan Adnan, amacına ulaşmak için her yola başvurmuş ve şeytani bir şekilde her şeyi hazırlamıştı. Elimi kolumu, zerre vicdan duygusu barındırmadan bağlamaya çalışıyordu. Sanırım üzerimde kurduğu psikolojik baskının etkili olduğu gayrette açıktı. Az önceki senaryo beni yeterince alaşağı edip yıkmaya yetmişti. Suna teyzenin o hâli gözümün önünden gitmişte değildi henüz. Mantıklı düşününce, bu pisliğin buradan çıkması için hayatta böyle bir şey yapmazdım; ancak elimi yüreğimin üzerine kenetleyince sevdiklerimi de düşünmek zorunda olduğumun sorumluluğu vicdanımı sorguluyordu. Adnan'ın karşısında çaresiz bir şekilde durmak o kadar zoruma gidiyordu ki, kendimden nefret etmiştim. Lanet olsun, ben şimdi ne yapmalıydım? Mutlak korkum peyda olur olmaz, her şey gözlerimin önünden geçivermişti.

Asla hata yapamazdım, yapmamalıydım da. Adnan'ı ardımda bırakarak çıkışa doğru yürümeye başlamıştım. Düşüncelerimin yoğunluğu yüzünden farkına varmadan dışarıya doğru gelmiştim. Sesler, acılı bir uğultu şeklinde beynime baskı yapıyordu. Esen sert rüzgâr, tenimi hafiften tokatlamaya ant içmiş gibiydi. İçimde oluşan tuhaf bir his, bütün bedenimi esareti altına almıştı. Etrafımdaki her şey, sanki yerli yerinden oynuyordu. Gözlerimin kararması, ayağımın yerden kesilmesi ile birinin beni sıkıca tuttuğunu fark etmem çok sürmemişti.

•••••

Ağabeyimin yaptıklarını görüp duyduktan sonra bu şekilde kayıtsız kalmak zoruma gitmişti. Nasıl bir insan olmuştu böyle? Nasıl olmuştu da kendini böylesine kaybetmişti? Bana söyledikleri şeyleri geçtim, hiç mi bir insanoğlunun değeri yoktu gözünde? Kendi krallığında at koşturan gamsız bir vicdansız yöneticiydi şüphesiz! Hâle bak? Öfkeyle yanından ayrılmak istemiş ve daha fazla ağabeyimin bu tekinsiz hallerine tahammül edebileceğimi sanmamıştım. Karakolun dışına çıkmak için çıkışa doğru yöneldiğimde, temiz havanın bünyeme iyi geleceğini bilerek aceleyle hareket etmiştim.

Etrafıma bakınca o dik başlı, çokbilmiş Asinin de çıktığını görmüştüm. Her şey, bir nebze olsun onun başının altından çıkmıştı. Yanına giderek bütün olanların hesabını sormak için ben daha neyi bekliyordum ki? Sinirle yanına doğru yaklaştığımda bir şey dikkatimi olduğu gibi çekmişti. Buradan bakınca, Asinin pek iyi görünmediğini fark etmiştim. En son onu içeride bırakmış, yanından öfkeyle geçerek geride bırakıp çıkmıştım. Acaba ağabeyim mi bir şey demişti ona? Ya da arkadaşının teyzesi yüzünden mi bu haldeydi, kestiremiyordum. Ama iyi görünmediği bariz ortadaydı. Tereddüt etmeden yanına doğru yaklaştığımda, birden dengesini kaybederek düşmek üzereydi ki refleksle yakalamıştım Asiyi.

Kollarımdaydı. O asi ve dik başlılığını konuşturan, her söylediğime laf yetiştiren kız değildi sanki. O kadar masum, o kadar naifti ki bu kadar yakınımda durması yüzünden güzelliğini bir kez daha fark etmiştim. Hâlâ derinden bakan o ela gözlerini unutamıyordum. Bana olan bakışları, meydan okuyarak ateş eden hareleri beni benden almıştı. Kollarımda titreyerek düşen bir yapraktan farkı yoktu şimdi. Her an elimden rüzgârın esintisiyle kayıp gidecekmiş gibi bir yaprak...

Sıkı tutmuştum düşmek üzere olan o yaprağı, hem de sımsıkı. Kucağıma alarak, bankların olduğu tarafa götürmüştüm Asiyi. Dengemi koruduğumda onu sarsmadan kucağımdan banka indirdim. Yüzüne hafif bir tokat atarak uyandırmaya çalışmıştım. Kendine gelmeyince, aklıma arabanın torpidosuna bakmak gelmişti. Belki orada şansıma bir kolonya vardır diye koşarak yakınımda bulunan araca doğru gitmiştim. Allah'tan fazla mesafe yoktu. Kapıyı açmış, torpidoya yönelmiştim. Biraz karıştırıp uğraştıktan sonra bulduğum kolonya şişesini, kaptığım gibi soluğu Asinin yanında almıştım. Kolonyayı koklatıp, ellerini yavaşça ovalamaya başlamıştım. Kendine nihayet gelmeye başlayan Asi' ye dikkatle ve merakla baktım. Gözlerini açtığında karşısında beni görünce, ellerini ellerimden çekerek, anlaşılmaz bir hâlde dudaklarını aralamıştı.

"Ne oluyor? Ne yaptığını sanıyorsun sen?" demişti öfkeyle. Bana sitem eden çokbilmişe göz devirerek, içimden sadece tek bir şey geçmişti: 'Eyvah, yine başlıyoruz...'

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%