Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@manggook

1. BÖLÜM SIRLAR


Gece başlayan yağmur sabahta hızını kesmden etkisini sürdürüyordu. Yağmur taneleri yeryüzüne toprağı döver gibi akın ederken puslu sokakta sesler yankılanmıştı.

“Hey İren, Beni bekle!” attığı adımları yerdeki su birikintilerine çarpıyor ve genç kızın üstüne çıkıyordu ama o kendisine bakmadığı arkadaşına sesini duyurmaktan vazgeçmemişti.

“İren!!!” Sonunda arkasına dönen iren arkadaşının mutluluk saçan yüzünde donuk bakışlarını gezdirmiş ve bir nebze olsun yüzüne minik bir gülümseme yerleştirmişti.

“Feris, bu halin ne sırılsıklam olmuşsun.”

“Sana da günaydın beyaz lisyantusum” Feris, irenin koluna girmiş ve diğer eliyle formasına sıçrayan çamurları temizlemekle meşguldu.

“Sana yetişmek için bazı bedeller ödedim lisyantusum malum küçük boylu olunca adımlarım seninkilerin yanında minnak kalıyor yazık bana.” Yüzündeki tatlı ifade ireni güldürmüştü hatta bu sabahki keyifsizliği bile gitmişti ama karşıda dağların arkasında kalan Ulya halkının o büyük heybetli binasını görene kadar.

Leyan halkı ve ulya halkı aynı dünyada var olan iki farklı evrendi, barış içinde yaşayan ama iki evrenin birbirlerine karışmadığı ülkeler.

Ulya halkı sihirliydi içinde Cadıları, büyücüleri ve daha nice bilinmeyen varlıkları barındırırdı.

En belirgin özellikleri ise hepsinin de saçlarının beyaz olmasıydı yada beyaz saçların içinde çoğunluğu renkli tutamların olması.

İki arkadaştan İren tamamen beyaz saçlıyken feris ise beyaz saçlarının uç kısımlarımdan başlayıp ense kısmına kadar ulaşan ateş renginde tutamlara sahipti.

Leyan halkında doğan herkes ise sıradan insan ve sihir yeteneği olmayanlardı.

Ancak aradan geçen bin yıl sonra Leyan'lıların içinde iki kişi beyaz saçlara sahip olarak doğmuştu ve bu halk tarafından yadırganmış ve sebebinin ne olduğu bulunamamıştı. Bilim adamları, işinde başarılı ve adından söz ettiren parapsikolaji profesörleri olayın sebebini açığa çıkartamamışlar ve konu kapanmak zorunda kalmıştı. Bazıları ise onların ulya'nın dışlanan bebekleri diyordu.

Leyan halkı iki arkadaşı ne kadar yadırgasalar da onları kendi evrenlerinden dışlamamışlar aksine onları içlerinde normal insan gibi kabullenmişlerdi.

“Yapma İren her gün şu lanet şato yüzünden suratını asamazsın.” İren her gün usanmadan okul yolunda karşılaştığı diğer evrenin dağlarının en uç noktasına yerleşmiş heybetli şatosuna dalarken buluyordu kendisini. İstemsizde olsa o şato sanki onu kendisine davet ediyor gibi hissettiriyordu.

İren, Ferise dönüp içinde durduramadığı garipliği gözlerine yansıtarak bakmıştı. “Bilmiyorum feris içimde anlamlandıramadığım şeyler var. Ne zaman oraya baksam sanki o şato beni davet ediyor gibi hissediyorum sanki orası benimmiş gibi ve bana ait olan gibi.”

“Bak iren beyaz saçlı olabiliriz ama belki de bizi yetimhaneye bırakan ailelerimizden birileri normal bir şekilde beyaz saçlıydı olamaz mı? yani biz buraya leyan'a aitiz. Saçımızın beyaz olması ulya'ya ait olduğumuz anlamına gelmez ve içindeki şu garip his bence psikolojik.” Genç kız, arkadaşının yüzüne haince sırıtıp bakarken tekrar nefes alıp konuşmuştu; “Belki biz kardeşiz aynı anne baba vs felan.”

“Hey onu zaten müdire hanım test ettirdi feris hem de iki farklı hastaneye ama biz kardeş değiliz.”

Ferisin yüzü anlık asılmıştı kollarını göğsünde bağlayıp saçlarını savurmuş ve bağırarak okula yürüyordu.

“Ne var yani benimle kardeş olmak istemez miydin?” iren kafasını iki yana sallayıp iflah olmaz arkadaşına sırıtıp ona yetişmek için koşturmaya başlamıştı.

“Heyy! Küstüm çiçeği.”

“Sensin o iren.”

“Yo sensin bir kere sürekli küstüğün için artık senin adını küstüm çiçeği yaptım.” Feris ikna olmayan bakışlarla pes ederek cevap vermişti;

“Hadi geç kalma iren Bay Leyon bugün sınav yapacak senin yüzünden geç kalacağız.”

   

Öğleden sonra güneş nihayet yüzünü göstermiş yaydığı ısısı yağmurun soğukluğunu götürmüştü saçtığı altın sarısı rengiyle ise her yeri kendi rengine boyamıştı.

Çalan zille birlikte okul kapıları hızlıca açılıp kapanmaya başlamıştı.

En son çıkan feris ardından iren olmuştu. Yüzlerinden yorgun oldukları açıkça anlaşılırken üstüne bugünkü sınavdan bile kalmışlardı ama onlar için sorun değildi yetimhanede oldukları için ileride başarısız bile olsalar düzgün bir işe sahip olacaklardı.


İkisi de tek kollarına taktıkları çantalarıyla okulun dış kapısına ilerlemeye başlamışlardı ama iren aklına gelenle aniden panikleyerek durmuştu.

“Olamaz! Telefonumu okulda unuttum.” Ayağının tekini küçük çocuk edasıyla yere vurmuştu.

“Tamam sakin ol hadi gidip alalım.”

“Sen burada bekle ben alıp gelirim.” Feris başını olumlu şekilde sallamıştı arkadaşının çantasını alıp karşıda duran banklara gitmişti.

İren tekrar okula girip alt kata inmişti. Etrafta kimse kalmamıştı açıkçası bu biraz ürkmesine sebep olmuştu bu yüzden sesi duyalamayacak şekilde daha önce ormanda kimden duyduğunu göremediği ama hoşuna giden o melodiyi mırıldanmaya başlamıştı.

Okul dolaplarının bulunduğu büyük solana girdiğinde aniden ışıklar yanıp sönmeye başlamıştı. Bu onun korkusunu tekrar filizlendirmişti.

“Lanet olası korku filminde miyiz? aptal ışıklar bu okulun neyi düzgün çalışıyor zaten.” Aldırmayıp melodiyi tekrar mırıldanmıştı.

Dolabının kapağını aralayıp içinde unuttuğu telefonu cebine koymuş ve dolabın kapağını tekrar kapatıp kilitlemişti.

Salon kapısından çıkacağı esnada duyduğu çatırdama sesleriyle irkilip melodiyi mırıldanmayı kesmişti.

Işıklar az öncekinden daha fazla yanıp sönmüş ve çatırdama sesleri daha fazla artmıştı.

kaçmaya yeltendiğinde içinden bir hisle dönüp arkasına bakmıştı gördüğü görüntüyle sendelemiş hatta yere bile düşmüştü.

Tam karşısında beliren kapı yüzünden gözleri korkuyla açılmış ne yapacağını bilemez hale gelmişti.

Işıklar tekrar düzene girdiğinde çatırdama sesleri kesilmişti. İren kendine henüz gelememişti fakat yaşadığı korku kendisini sorgulatma isteği uyandırmıştı.

“Yüce tanrım b-bbu ne?”

Beliren kapı akıl sınırlarını zorlamıştı, kendini yerden kaldırıp gitmekle kalmak arasında ikilem yaşamıştı hatta.

Ancak mavi bir kapı karşısında duruyordu üstünde göz alıcı altın rengi işlemeleri ve kapının kenarlarında adeta taç gibi duran yarım çember şeklinde sarmaşık gül ağacı vardı üstelik bu gül ağacı içinde beyazlarını daha çok barındıran ama aralarında pembe ve mor renklere sahip güller serpiştirilmiş lisyantusdu.

“Ama neden lisyantus?” feris gelmişti aklına o da kendisine böyle sesleniyordu.


“Bir dakika bir dakika ben bugün sadece bir fincan çay içtim yanında fındıklı çörek yedim yani bu demek oluyor kafam yerinde, evet evet kafam yerinde.” İren ileri geri volta atarak kendiyle konuşuyordu. “iyide benim kafam her zaman yerinde zararlı alışkınlıklarım yok, hastalığımda yok yani halüsinasyon göremem o zaman tüm bunlar gerçek.”

Hızlıca yerinde sabitlenip kapıya dönmüştü " Tamam madem ortada bir kapı var o zaman açmalıyım sonuçta kapılar açılmak için vardır."

adımları kesik ve fazlaca tereddütlüydü.

Kapının yanına iyice yaklaştığında durdu yavaşça korkudan buz kesen eliyle kapının üstünde parlayan elmas tokmağı narince kavramıştı. Açmadan önce derin nefes alıp tokmağı sağa doğru çevirdi.

Gelen metal sesleri kalbinin daha fazla atmasına sebep olmuştu fakat o korkusuna rağmen pes etmemiş ve kapıyı yavaşça aralamayı başarmıştı.

Kapının gıcırtısı sessizlikte yankılanıp kaybolmuştu.

Kapı tamamen açıldığında önünde sadece karanlık ve içi gözükmeyen ama sesi de olmayan bir yere açılmıştı.

İren belirsizliğin yaydığı huzursuzluk yüzünden baştan aşağı bütün kaslarını sıkmıştı.

Aldığı nefeslerini tutup sessiz sayılacak şekilde fısıldamıştı adeta;

“Kkimse yok mu bben iren.”

Hiçbir ses duyulmuyordu ta ki karanlığın arka tarafından gelen düzenli nefes haricinde. İşte şimdi dehşete kapılmış ancak geri çekilememişti.

olduğu yere saplanmıştı.

Gelen nefes seslerinin ardından nazik ve duyulamayacak kadar sessiz bir gülümseme sesi işitmişti.

Karanlığı yaran siyah eldivenli bir el yavaşça belirmiş kendisine sanki tutması için uzatılmıştı.

“Sonunda seni buldum müstakbel leydim.” sesi insanı mest eden çekicilikte çıkmıştı.

İren elini elmas tokmaktan çekip göğsünün üzerine koymuştu nefesleri yetmiyordu seri aldığı solukları onu yormaya başladığı esnada gözleri kararıp sert zemine bırakıvermişti kendini.

Gördüğü son şey karanlıkta beliren keskin hatlı yüz, hafif uzunluktaki kuzgun karası saçları üstünde yerini almış lisyantus simgeli tacı ve ateş mavisini andıran bakışlarını iren'e kilitlemiş bir çift gözdü.

Loading...
0%