Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1| Yeni Bir Dönem

@margaritka_z

"Arkadaş; düştüğünde el uzatan, dost ise düşerken tutandı."

🐮

Ortasında kaldığım duruma baktığımda aklımdan, okuduğum sayılı kitaplardan birisi olan Minik Kurbağa Kurbi isimli kitaptan bir cümle geçiyordu.

Hayatımız her an değişebilir.

Minik Kurbağa Kurbi'nin hayatı annesinin hastalanmasıyla değişiyordu. Babasıyla birlikte ev işlerini idare etmeye çalışıp, sıçıp sıvıyorlardı. Annesinin yokluğunu çekiyor ve çokça dramaqueen'lik yapıyordu. 32 sayfalık kitabın 30 sayfasında zırlıyordu Kurbağa Kurbi. Yine de favori kitabımdı, kişisel gelişim adına epey faydalıydı.

Benimse hayatım sınıfımıza yeni bir öğrencinin gelmesiyle değişmişti. Birbirine dayayarak, sınav vakti kantinci Tarık Abi'yi bile olaylara dahil edip kopya çekerek, kızlar tuvaletinde kapıların arkasında WhatsApp kız grubu kurarak, siyaset konuşarak, maç kritiği yaparak, akşamları sahilde buluşarak ve kıyafet-telefon kontrolünden kaçarak geçirdiğimiz günlerin içine bomba gibi düşen bir öğrenciyle...

Mert Karan, ezeli rakibim...

Karşı apartmana taşındıkları andan itibaren camdan birbirimize nah çektiğimiz ve İnstagram üzerinden paylaştığımız her gönderiye karşılıklı olarak kapak laf yazıp öküz emojisi yolladığımız çocuk, tüm düzenimin içinden geçmişti.

Haftasonları öğlen ikiyi görmeden kalkmayan ben, sabah yediden itibaren cama dikilir olmuştum. İlk nahı ben çekmek için.

Ekmek almaya dışarıda bir afet görmüşüm ki üff diyerek gazladığım abimi gönderen ben, fırında yatıp kalkar olmuştum. En taze ekmekleri alıp ona bırakmamak için.

Kağıt israfı olmasın diye devletin verdiği ders kitaplarını bile okul idaresinden almayan ben, ders çalışır olmuştum. Ondan daha iyi notlar alabilmek için.

Beynimin içinde dönüp duran çocuk kesinlikle düzenimi delip geçmişti. Ferhat'ın Şirin'i deldiği gibi... Çünkü şu anın başka biz izahı olamazdı. Karşımızda ellerindeki tespihlerle Çamlıhemşin Meslek Lisesi öğrencilerinden yirmiye yakın kişiden oluşan grup, kesinlikle bizi deşmek istiyordu. Niye? Mert Karan yüzünden. Üzerimize yürüdükçe beş çizgili Adasdas eşofman takımlarının üzerlerinde parlayan zincir kolyeleri birbirlerine çarparak şıngırdıyordu.

Allah'ım Bradd Pitt'i canlı görmeden ölmek istemiyorum, şimdi değil.

"Sana suluk sözüm olsun Musti." Diyen Mert Karan, namıdiğer Öküz Herif, Musti'nin her yerde Duygu Özaslan gibi tanıtımını yapıp '299 lira 99 kuruş bu suluk' diyerek cümlelerini tamamladığı antep fıstığı yeşili suluğunu çantasından çekip çıkardı. İçi su dolu suluğu en öndeki çocuğun kafasına fırlattığında Musti'nin slowmotion çığlığı sokağı doldurdu.

"Suluğum! 299 lira 99 kuruşluk suluğum! Yudum yudum su içebildiğim suluğum!"

Ulaş ise Musti'yi çantasından tuttuğu gibi çekiştirdi. En önden koşmaya başlayan Mert'in peşine takıldığımızda Çağla'nın en arkadan "Koşun amına koyayım!" Diye bağırdığını duymuştum.

Şimdi her şey garip geliyor çünkü ortasından başladım hikayeye. Her şeyi başa saracak olursak dört hafta öncesine gitmemiz gerek. 11. sınıfın ilk gününe...

🐮

Dört Hafta Önce

"Bu ne lan böyle beyaz beyaz? Hamile kalmayalım şimdi amına koyayım?" Parmaklarıma bulaşan yoğun kıvamlı beyaz sıvıya bakarken burnumu kırıştırmıştım.

"Boraks o Allah'ın cahili!" Elimden alınan şişeyle gözlerimi kırpıştırarak şişeyi elimden kapan kişiye baktım. Serdar, şişenin kapağını kapatıp yerine geri koyarken Cafer önündeki kasenin içindeki henüz kıvam bulan sıvıyı karıştırıyordu Tarık Abi'den çorladığı kaşıkla. Kaşlarım kaşığa bakarken çatılırken Cansu'nun da aklından aynı şey geçmiş olmalı ki Cafer'e döndü.

"Canim sen o kaşığı onuncu sınıfta almadın mı Tarık Abi'den, iki ders sonra getiririm diye." Onuncu sınıfta Fizik dersinde yapacağımız deney için kaşık getirmeyi unutan Cafer, kantine inip Tarık Abi'den kaşık almıştı iki ders sonra getiririm diye. Bugün on birinci sınıfın ilk günüydü ve kaşık hala Cafer'deydi.

Cafer kaşığa bakarken yüzünü buruşturdu. "Sormayın ya, göt korkuma kantine giremiyorum anasını satayım. Dışarıdan yemek almaya başladığımdan beri harçlığım erken bitiyor, dilenciliğe başlayacağım sanırım. Onuncu sınıfın son günü cesaret ettim tam gireceğim Tarık Abi'yle bakıştık," başını havaya kaldırdı yok dercesine. "Geri döndüm."

"Cafer bez, ay pardon suyu uzatır mısın?" Konuşmamızı bölen Serdar'a ters bir bakış attı Cafer. Elindeki pet şişeyi Serdar'ın göğsüne vurdurarak verirken dişlerinin arasından tıslıyordu. "Çok komiksin sen amına koyayım."

Laboratuvarın kapısında gözcülük yapan Duygu bize döndü. "Oğlum hadisenize, Sevim Hoca gelir birazdan." Serdar etrafı toplamaya girişirken bizde yaptığımız karışımı küçük kaplara koyarak kapaklarını kapatıyorduk.

11/F sınıfı olarak ne yaptığımız sorulacak olursa, ticaret yapıyorduk.

Sınıfımızın tüccarları Serdar ve Cafer, geçen sene yaptıkları ev yapımı yapıştırıcı işinden köşe olamayıp üstüne davalık olduklarında ve ailelerine yüklü bir miktar para cezası girince üstüne üstlük az daha hapis yolları görününce akıllanırlar zannetmek en büyük aptallığımızdı. En büyüğü... Şimdiyse ev yapımı jöle işine girmişlerdi. Yardım amaçlı olarak bizde sınıfça işin içindeydik.

"Hacım her şeyi anlarımda, jölenin içinde boraks ne alaka? İçine sim koy slime olsun amına koyayım!" Ulaş elindeki kabı koklarken burnunu kırıştırdı. Serdar laboratuvarın giriş kapısının hemen yanında bulunan küçük musluktan geçirdiği begerglasları yerine yerleştirirken bize döndü. "Kıvam versin diye?"

Zeyno elindeki kutunun kapağını kapatırken gözlerini devirdi. "Nişasta mı bu Allah aşkına?" Son kutuları da Cafer'in spor çantasına tıkıştırırken Can konuştu bu seferde. "Yine geçen seferki gibi davalık olmayında..." Serdar kollarını göğsünde birleştirirken kendisini savunmaya geçti. "Ben mi dedim ona güneşin altında bırak, yapıştırıcı erisinde tüm halıya bulaşsın diye?" Yapıştırıcı erimiş Serdar, yapıştırıcı... "Kanka çocuğun ayağı halıya yapışmıştı, ailesi spatulayla kazımıştı hatta?" Can'ın konuşması üzerine İs hatırladığını belirtircesine kafasını salladı. "Hatta ve hatta çocuğun halıya yapışan ayağı şişip, iki numara büyümüştü. Ayakkabılarının biri 40, diğeri 42 numara bu arada!"

"40 numara mı, severiz..." Yüzünde koca bir sırıtışla içeriye giren Musti'nin dediğiyle, elindeki deftere bir şeyler yazan Ozan eliyle dışarıyı gösterdi. "Allah aşkına iğrenç fetişini git başka yerde yaşa!"

Musti yanımıza gelip laboratuvar masasına oturduğunda Zeynep gözlerini kaçırdı. İdil ise Musti'nin omzuna vurdu. "Neredesin be sen, bütün işi yine biz yaptık?" Musti sıkıntılı bir nefes verirken elindeki tostun kağıdını yırttı ve tek ısırıkta yarıladı karışık tostu. "Pırıl'la ayrıldık ya!" Zeynep'in gözleri heyecanla parlarken başını Musti'ye çevirdi. Cansu'yla birbirimize bakıp heyecanla gülümserken Zeynep'i dürttüm. Aynı hevesli yüz ifadesiyle bana döndü.

Arden elini boşver dercesine salladı. "Yarın gider 'Bugün kafam Pırıl Pırıl' dersin, barışırsınız yine. Her hafta ayrılıp barışmak huy oldu sizde de he!"

Zeynep'in gözlerindeki ışık solarken elimle hafifçe tiki olduğu bel boşluğuna vurdum. İstemsizce kıkırdayarak yüzünü düzeltince bende tebessüm ettim. Sağ tarafına geçen Çağla Zeynep'in omzuna vurdu hafifçe. "Yok be, gururlu kızdır Pırıl. Bir daha barışmazlar." İdil inanmazca dudaklarını büzdü.

"Kanka Zeynep istedi diye çizelge tuttuk; sevgili olduklarından beri elli iki kere ayrılıp barıştılar. Elli üç yolda söyleyeyim." Cansu, susması için İdil'e vurdu.

"Barış Alper Yılmaz." Dedi Çağla. "Elli üç, Barış Alper. Forma numarası." Diye devam etti koyu Cimbom taraftarı Çağla.

Cansu gözlerini devirerek Zeynep'e sarıldı. "Sen bakma İdil'e canim, bitti bence bu sefer. Net." Zeynep öyle mi dercesine dudaklarını büzdü.

"Hayır seneye son sınıf olacaksınız hala okul kurallarını öğrenemediniz!" Kapıdan başını uzatan Sevim Hoca'nın bağırtısıyla yerimde sıçrarken baş parmağımı damağıma vurdurdum.

Sevim Hoca, Tarih dersimize giriyordu. Kısa boyuna karşın boyundan büyük siniri vardı. Fakat buna rağmen diğer okullarda olmamasına karşın her pazartesi ve cuma günleri İstiklal Marşı'yla birlikte Gençliğe Hitabe okutmasıyla saygı duyduğum ve sevdiğim hocalarımdan birisiydi.

Eli beline yaslanmış kızgın bakışlar atıyordu siyah saçları arasından. Burnunun üzerine düşen kemik gözlüğünü düzeltirken ağırlığını diğer ayağına verdi. Bakışlarının hedefinde direkt olarak Serdar ve Cafer vardı. "Yine saçma saçma şeyler yapıp satacaksınız değil mi? Oğlum davalıkta oldunuz hala akıllanmadınız mı?"

"Oha lan, ünümüz Sevim Hoca'ya kadar gitmiş." Diye fısıldayan Cafer'le birlikte Serdar konuşmaya başladı. İşaret parmağını havaya kaldırdı ve gür bir sesle bağırdı.

"Bayrağımızı indiremeyecekler hocam!" Sevim Hoca'nın kaşları çatılırken tip tip Serdar'a baktı. "İndiremezler tabii de, ne alaka şimdi Serdar? Yine o saçma şeylerden mi yapıyorsunuz?"

Serdar ise onu dinlemeyerek devam etti. "Vatanımızı bölemeyecekler!" Sevim Hoca'nın duruşu dikleşirken afallamıştı. "Bölemezler tabii. Dur ama kaynatma konuyu, ne yapı..." Serdar bir kez daha susturdu onu.

"Bizi Atam'ın izinden alamayacaklar!" Bu sefer Sevim Hoca'da kopmuştu konudan. Sırtını dikleştirdi ve tok bir ses tonu takındı. "Asla, kimse yapamaz böyle bir şeyi." Dedi o da Serdar'a katılarak.

"Ezanı susturamayacaklar hocam!" Dedi bu seferde Serdar, daha gür bir sesle. Sevim Hoca gaza gelmiş bir şekilde başını salladı. "Kimsenin ona gücü yetmez evelallah." Serdar içi yaptığımız jölelerle dolu olan çantayı eline aldı ve Sevim Hoca'nın karşısına dikildi.

Boştaki eliyle asker selamı durdu. "Allah'a emanet hocam!" Sevim Hoca'da Serdar'a asker selamı verdi. "Sende çocuğum!" Serdar laboratuvardan çıkarken bizde peşine takıldık. Hepimiz Sevim Hoca'ya asker selamı vererek çıkıyorduk.

Arden ve Cafer kendi aralarında sessizce gülüşürken ikizler, İs ve Belis gülmemek için kendilerini sıkıyorlardı. Koridoru yarılamıştık ki arkadan Sevim Hoca'nın anlamsız homurtuları geliyordu. Büyük ihtimalle yeni yeni çakıyordu olayı. Çağla arkaya dönüp Sevim Hoca'ya baktığında koşmaya başlamıştı. "Koşun!" Hepimiz zaten bitmek üzere olan koridoru koşarak geçtik ve sınıfa çıkan merdivenlere yöneldik. Sevim Hoca ise arkamızdan sinirle bağırıyordu.

"11/F!"

🐮

"İrem Alaca?" Elimi kaldırdım ve "Burada!" Diye seslendim. Şükran Hoca yoklamayı bitirdiğinde ayağa kalktı. Kalçasını öğretmenler masasına dayayarak dudaklarını aralamıştı ki kapı çalındı. İçeriye, önde nöbetçi öğrenci olmak üzere iki kişi girdiğinde gözlerim kısıldı. Tanıyor muyum ben bunu? Nöbetçi öğrencinin arkasında kalan çocuğu süzdüm. Gözlerim parmaklarını saran gümüş yüzüklerde durunca gözlerim irice açıldı.

Yeniden çocuğa döndüğümde o da doğrudan bana bakıyordu tanımaya çalışır gibi. "Yeni öğrenci," Dedi nöbetçi. "Mert Karan."

Yok ebenin nikahı!

🐮

Bir Gün Önce

"İrem telefonumun şarjı bir, Eğer kapanırsa kendini öldü bil! Uç, kaç getir şarjımı bana!" Yan odadan abimin anırtısı geldiğinde ağlar gibi bir ses çıkartarak yerimden kalktım. Neredeydi bunun şarjı ya? Odamdan koşar adımlarla çıkarak merdivenlere yöneldim. Trabzanlardan kayarak indiğim basamaklar sonunda koşarak mutfağa girdim. Kapısından başımı uzattığımda annem bulaşık yıkıyordu. Prizin boş olduğunu görmemle gerisin geri salona girdim. Koltukların arkasındaki prizlere bakarken babamın yayıldığı berjerin arkasında bulmamla şarjı kaptığım gibi merdivenlere koştum.

Üçer üçer çıktığım merdivenlerin sonunda odamın tam karşısındaki abimin odasına daldım kapıyı bile çalmadan. Yatağında yatar vaziyette otururken kendi kendine mırıldanıyordu. "Şarjım bir, kapanırsa kendini öldü bil. Ne güzel kafiye yaptım lan! Keşke edebiyat seçseymişim." Diye mırıldanışını şarj aletini kafasına atmam böldü.

Kucağına düşen şarj aletiyle bana sertçe baktı. "Kapandı telefon, geç kaldın!" Telefonunu şarja taktıktan sonra üzerime atıldı. Küçük bir çığlıkla geri geri kaçarken "Ben şimdi seni ısırmaz mıyım?" Diyen abim, kollarımdan yakaladığı gibi kendine çekti yarısı kadar olan bedenimi. Kundaklarmışcasına kollarımı bedenime yapıştırdığında kaçmak için ayaklarımı boşlukta sallıyordum.

Abim 1.97'ydi, bense 1.62... Düz, baya 1.62'ydim.

Koca ağzını açıp yanağımı ısırmasıyla gülerek çığlık attım. Koparacakmış gibi çekerken belimde duran elleriyle de tikimle oynuyordu. Yanağımı bırakıp tümden kafamı ısırmaya kalkıştığında bu sefer sahici bir çığlık attım. "Öküz!" Kollarımı kurtarıp ellerimi saçlarına doladığımda homurdanarak kulağımı ısırdı. Çektiğim saçlarıyla kulağımı kurtarmaya çalışsamda nafileydi. Kurtarıcım ise yine annem olmuştu. Kapının önünde dikilip "İlker ve İrem!" Diye bağırdığında ikimizde öylece kalakalmıştık.

Eline aldığı terliği havada sallarken sertçe yutkundum. Abim ise "Canım kardeşim." Diyerek ısırdığı kulağımı öptü ve tutmak için sardığı kollarını sarılıyormuş gibi bir pozisyona soktu. Bende yolduğum saçlarını okşarken ikimizde anneme karşı gülümsedik. Annem terliği yeniden ayağına giyerken bana döndü. "Hadi anasının sarı civcivi, gitte bir dondurma alıver."

"Civciv mi, bu civcivi var ya çiğ çiğ yer. Göbeğe bak." Diyerek göbüşümü sıktıran abimle etini cimcirdim.

"Abim gitse?" Diyerek dudaklarımı büzdüğümde abim boş durmayarak öne atıldı. "Ben üniversiteli bir delikanlıyım, okulum iki ay önceden açıldı benim. Yetiştirmem gereken bir animasyon var." Dediğinde gözlerimi belerterek ona baktım. "Daha demin telefona bakmıyor muydun sen, şimdi mi aklına geldi ödev?" Abim şerefsiz bir şekilde sırıttığında annemin delici bakışlarına karşılık yavru köpek bakışlarımı attım.

"Yapma şunu yemin ederim midem kalkıyor, Habeş maymunlarına benziyorsun." Derin bir nefes alarak abime döndüğümde küçük çocuk gibi saçını çekmemle tehditvari bir şekilde gözlerini kıstı. "Isırırım bak."

Annem ise orada olduğunu belirtircesine boğazını temizledi. "Hadi anasının sarı civcivi." Ofuldayarak üstümü değiştirmek için kendi odama gideceğim sırada annemin anında değişen ses tonunu duydum. "Kız üflenmez anneye!" Kendi odama geçtiğimde bisiklet taytımı ve sıradan bir tişörtü üstüme geçirerek çıktım odadan.

Aşağı inip ayakkabılarımı bağlarken "Anne," Diye seslendim. "Para!" Annem ise mutfaktan çıkarken ellerini kuruluyordu. "Anne değil, baba! De bakayım, ba-ba." Gözlerimi devirirken elimdeki cüzdanım ve telefonumla bir kez daha seslendim. "Baba para!" Yalnızca bir kaç saniye sonra elinde 100 lirayla gelen annem siparişlerini sıraladı. "Bana limonlu, babana vanilyalı, abine çikolatalı kendine de istediğini al." Başımı sallayarak parayı cüzdanıma yerleştirdim.

Annem kapıyı ardımdan kapatırken apartman merdivenlerini zıplayarak indim. Dışarı çıktığımda ise tam karşıdaki apartmanın önündeki nakliye kamyonunu görmemle adımlarım yavaşladı. Karşı apartman henüz yapılmıştı ve aynı bizim apartman gibi dört katlıydı ve dördüncü kat dubleksti. Taşınanlar, bizim gibi dördüncü kata yerleşiyordu. Aşağı inip çıkanlara bakındım bir süre. Kimin taşındığını merak etmiştim. Ev sahibi olduğunu hafif kutuları taşımasından anladığım babam yaşlarındaki adam ve annem yaşlarındaki kadını gördüm ilk önce. İkiside kucaklarındaki kolilerle apartmana girerken göz göze gelmiştik. Gülümseyerek "Kolay gelsin!" Dediğimde başlarını sallayıp gülümseyerek karşılık vermişlerdi.

🐮

Azıcık şansım olsa, bu dünyaya Angelina Jolie olarak gelirdim zaten.

Brad Pitt'in karısı olmak, Brad Pitt ve kasları... Veşş!

Yaşıyorsun bu hayatı Angelina Abla.

Geldiğim dondurmacının önünde Marmaris sıcağından bunalan insanların oluşturduğu, caddeye kadar taşan kuyruk olduğu yetmezmiş gibi saat 22.30 civarı olması sebebiyle son kutu dondurmalar çıkartılmış ve tüm kutular yarılanmıştı neredeyse. Kısa boyumdan ötürü önümdeki kişinin sağından uzattığım başımla kalan dondurmalara bakıyordum.

En nihayet önümde yalnızca üç kişi kaldığında çoğu kutu bitmiş, beş-altı çeşit anca kalmıştı. Sıra bana geldiğindeyse kutuların dibi görünmüştü, bir sonraki kişiye dondurma kalacağını düşünmüyordum. İsteklerimi sıralamak ağzımı açtığım sırada başımın üzerinden uzanan kolla birlikte başımı havaya kaldırdım. "Abi bana karışık kutu yapsana ya, acil." Parayı uzatan kişinin parmakları gümüş yüzüklerle parlıyordu.

Dondurmanın ne gibi bir aciliyeti olabilir Allasen?

Başımı yere indirmeden ona doğru döndüğümde benden epey bir uzun olduğunu gördüm. Ya da benim fazla kısa olduğum gerçeğiyle bir kez daha karşı karşıya kaldım. "Ben varım yalnız sırada." Dediğimde başını eğip bana baktı. Benim yaşlarımda olmalıydı, siyaha çalan koyu kahverengi saçları ve uzun kirpikleri aynı renkti. Tıpkı saçları gibi gözleri de kahvenin en koyu tonlarındandı. Yüzüme kısaca baktıktan sonra umursamazca omuz silkti. "Görmemişim." Dediğindeyse sinirden gözümün seğirdiğine yemin edebilirdim.

Yeniden dondurmacı abiye döndüğümde parayı uzattım. "Sırada ben varım abi," Dediğimde çocuk atıldı, "Biraz sonra alırsın kardeşim." Başımı iki yana sallayarak parayı uzatmada ısrarcı oldum. "Sen birazdan al, önce ben geldim değil mi?" Çocuk beni ittirerek öne geçmeye çalışırken bende aynı onun gibi olanca gücümle karşı duruyordum.

Arka taraftan homurtular yükselirken hemen arkamızdaki kadının "E hadi ama, sizi mi bekleyeceğiz sabaha kadar?" Demesiyle artık dibime kadar girmiş olan çocukla birlikte dönüp "Sus be!" Diye çirkefçe bağırmamız bir oldu. Kadın ayıplarcasına "A ah!" Derken eli göğsündeydi.

Büyük bir itiş-kakış savaşı verdiğimiz çocuğa döndüm. "Güzel kardeşim, sen medeniyet diye bir şey duymadın mı hiç? Geçsene sıraya!" Omzumla omzunu ittirdim. "Sabahtır bekliyorsun, bir de beni bekle. Acil diyorum." Omzuyla omzumu itti. "Ya dondurmanın ne gibi bir aciliyeti olabilir?!" Dediğimde dondurmacı çocuğun kepçeyi vurdurmasıyla ikimizde olduğumuz yerde sıçradık.

En fazla 25 yaşında olan çocuk dondurma kutusuna vurduğu kepçeyle sıranın dışını gösterdi. "Yeter bu kadar, çıkın sıradan!" Gözlerim irice açılırken itiraz etmek için ellerimi kaldırmıştım ki çocuğun itiraz istemeyen bakışları eşliğinde somurtarak çıktım sıradan. Hemen peşimden gelen çocuğun adım seslerini duymamla bir hışım ona döndüm.

"Hayır önce ben gelmişim, ne demeye önüme geçersin ki Öküz Herif?!" Bağırmamla birlikte sokaktan geçen bir kaç kişi bize bakmıştı. "Dondurma bitiyordu ne yapsaydım?" Diyerek kendini savunmasıyla cinlerim ciddi manada da tepeme geldi.

Öncelikle 21 kere bismillahirahmanirrahim...

"Ben vardım sırada!" Dedim ona bir gerçeği açıklamak istercesine. "Alacağım iki top dondurmaydı, sana hayli hayli kaldırdı zaten. Nereden bileyim senin ne kadar alacağını?"

Elimle dondurmacıyı ve sırayı gösterdim. "Alırsın şimdi iki top!" İmalı sesimi anlamış olmalı ki gözlerini kıstı. "Terbiyesiz, yaş sınırı olan şakalar için fazla küçük değil misin sen?" Kaşlarım havalanırken sinirden yumruklarımı sıkıyordum.

"17 yaşındayım!" Dediğimde konu dondurmadan çoktan uzaklaşmıştı. Karşımdaki çocuk alayla güldü. "He aynen." Diyerek yanımdan geçip gittiği sırada sinirimi alamayarak arkasından bağırdım. "Öküz Herif!" Omzunun üstünden bana dönüp baktığında alayla gülüyordu. "Bücür!" Bağırışı kulaklarıma dolduğunda sinirle yerdeki bir çakıl taşını elime alıp, çocuğun kafasına fırlattım.

Taş isabetini bulup çocuğun ensesine çarptığında, çocuk ilk saniyeler öylece durdu. Sinirlendiğini düşünerek freni patlayan kamyon gibi kaçış rampası ararken bana dönen yüzünü görmemle olduğum yerde kalakaldım.

Dudakları büzülmüş, bir eli ensesinde, gözleri nemliydi. "Acıdı." Dediğinde sesi çatallı çıkmıştı.

Ufacık taş, mahalledeki erkek çocuklarına attığımda oyun sanıp embesil gibi peşime koşuyorlardı.

Sorun o çocuklarda mıydı yoksa bu çocukta mıydı?

"Nasıl?" Dedimi ilk şoku üzerimden attığımda. "Acıdı mı?" Dudakları ağlayacakmış gibi titrerken başını salladı olumlu anlamda. İçime ufaktan bir vicdan azabı oturduğunda sesimi alçaltarak bir soru daha yönelttim.

"Çok mu?"

Dudaklarını iyice büzdü ve burnunu çekti. Çatallı çıkan sesiyle "Çoook." Dedi.

Tehlikeli bir durum olup olmadığını anlayabilmek için fizik bilgilerim gözümün önünden geçerken 36 almamdan dolayı olsa gerek bir sonuca varamamıştım.

"Hadi canım, acımamıştır. Çoook hiç acımamıştır." İnanmazca ona baksamda içimde bir yerlerden fısıldayan bir vicdanımda vardı.

Sözlerimle iyice ağlamaklı bir hal alan yüzü beni ciddi manada bozguna uğratmıştı. Küskün bir çocuk gibi arkasını dönüp yürümeye başladığında hala olduğum yerde ona bakıyordum. Sokağı dönüp sahil şeridinde kaybolmadan önce omzunun üzerinden dönüp bana baktı. "Dondurma Hırsızı!"

Teessüf edermiş gibi elimi göğsüme bastırdım ve ona doğru sert bir adım attım. Adım atmamla korkarak geri kaçtı. "Öküz Herif!"

Ciddi mi yoksa maytap mı geçiyordu bunu bilmiyordum ve hiçte öğrenemeyecek gibi duruyordum.

 

🐮

Şu an

Sanırım cidden şansım olsa Angelina Jolie olarak doğarmışım.

Ulan kıl payı kaçırmışız Brad'i!

Gözleri üzerimde oyalanan çocuk epey şaşkındı. Aldanma güccük boyuma aslan parçası, 17 yaşındayız dediysek 17 yaşındayızdır, nohta. Nöbetçi öğrenci sınıftan çıktığında Şükran Hoca yeni çocuğa döndü. "Mert, hoşgeldin. Nereden geliyorsun?" Yeni çocuk isminin seslenmesiyle şaşkın bakışlarını benden çekerek Şükran Hoca'ya döndü. "Eskişehir'den geliyorum ben. Eskişehir Fatih Fen."

Kaşlarım havalandı çünkü Eskişehir Fatih Fen gayet iyi bir okuldu ve not ortalaması epey yüksekti. "Tayin sebebiyle mi geldiniz?" Diye sordu bu seferde Şükran Hoca. "Babamın tayini yüzünden." Diyerek hocayı onaylayan çocuğun bakışları bana kayıp duruyordu.

17 yaşında olmama cidden şaşırmıştı bu anasını satayım.

Şükran Hoca kısaca sınıfa baktıktan sonra en arkada uyuklayan Sefa'yı gösterdi. "Sefa'nın yanına geç şimdilik, sonra ayar çekersiniz kendi aranızda." Mert, Sefa'nın yanına ilerlerken Şükran Hoca'nın üzülen bakışlar attığını gördüm.

Sanırım bizim sınıfa düştüğü içindi o üzgün bakışlar.

"Zeki çocuk seni," Dedi Can gözlerini kısarak. "Sınıfın sessiz çocuğunun yanına oturarak kendisini güvenceye alıyor." Yanımda oturan Zeynep ne alaka dercesine kaşlarını kaldırdı. "Ne ilgisi var Can?" Can Zeynep'e dönerek sesine gerilim dolu bir ton ekledi. "Ben bunun hakkında çok film izledim Zeyno. Sınıfın sessiz çocuğu bir katliam yapıyor ve yalnızca sıra arkadaşını hayatta bırakıyor." Sıraya oturmak üzere olan Mert şaşkınlıkla Can'a bakıyordu. "Geriye kalanlarsa ölüme doğru adım adım, vaov!" Diye bağırdığında Şükran Hoca'da dahil olmak üzere herkes yerinde zıplamıştı.

"Can sana film izletenin ben ta," Diyen Tuğkan, son anda Şükran Hoca'yı fark etmiş ve susmuştu. Şükran Hoca uyarıcı bakışlarını Tuğkan'a diktiğinde Tuğkan, kıvırmak adına devam etti sözlerine. "Ta canını yiyeyim." Diyerek şirin olduğunu zannettiği ama en fazla Gargamel kadar şirin olabildiği bir gülümseme gönderdi Şükran Hoca'ya. Mert yerine oturduğunda kendisine atılan meraklı ve belki de biraz düşmanca bakışlara ürkekçe karşılık verdi.

"Şş, sınıf! Derse geçiyoruz bana odaklanın." Şükran Hoca'nın elindeki tahta kalemini öğretmenler masasına vurmasıyla bakışlar Mert'ten ayrılarak tahtaya döndü. Ben hariç, Mert'le bakışlarımız bi an olsun ayrılmazken ağlayacak durumdaydım.

Affet beni Brad kocacığım, ama bu şanssız hayatı ben seçmedim.

"Kanka Ozan nerede lan?" Diye dürtülmemle arkamı dönerek beni dürten İdil'e baktım. Sınıfa göz attığımda yerinin boş olduğunu görmemle dudaklarımı büzdüm bilmiyorum dercesine. "En son bizden ayrılıp kantine inmişti sınıfa geçmeden." Aynı İdil gibi fısıltıyla konuşmuştum.

Bir kez daha kapı çaldığında kalbim yerinden fırlayacakmış gibi hızlandı. Şimdi kim gelmişti? Hangi geçmiş hasmımı sınıfa yeni öğrenci diye getirmiştiler?

Bebekken emziğini çaldığım çocuk mu?

Anaokulunda oyuncak toplamamak için uydurduğum yalanları hocaya söylediği için taburesine uhu döktüğüm çocuk mu?

Kafama attığı top geldi diye mahallede iki tur attırdığım delikanlı çocuk mu?

Kundak anılarımdan başlayarak şu yaşıma kadar yaptığım itlik, serserilik ne varsa gözümün önünden geçerken endişeli gözlerim sınıf kapısındaydı. Allah'ım yine kim?! Başımı korkarak kollarım arasına aldığımda neden kundaktayken bile ibnelik yapacak kadar sorunlu bir tip olduğumu düşünüyordum.

Abim 'olmamış bu' derken haklıydı sanırım.

Şükran Hoca'nın seslenişiyle içeri giren Ozan'ı görmemle derin bir oh çektim. Fakat bunu mecazda bırakmayıp sesli bir şekilde yaptığımı anladığımda bana garipçe bakan sınıf arkadaşlarıma döndüm. Rezilliğimi örtmek adına sağ elimin dört parmağını baş parmağıma yaslayarak bir hareket yaptım.

"Oh, mis!" Diye tekrarladım kendimi. "Hava harika ya! Güllük gülistanlık, güneşli, sıcak... Oh!" Utancım yanaklarımı ısıtırken üstüne üstlük dışarıda yağmur atıştırmaya başlamasıyla heykel gibi donup kaldım tabiri caizse.

Omzumun üzerinden cama bakarken yüzümü avuçladım. "Ama niye böyle yapıyorsunuz Mikail bey ya?!" Diye mırıldanışımı neyse ki bu defa yalnızca ben duymuştum. Sınıfın dikkatini dağıtansa yine Şükran Hoca olmuştu.

"Ozan neredesin oğlum sen, daha ilk dersten? Yok yazdım seni." Ozan elini göğsüne yaslayarak nefeslenirken omzundaki çantası kolundan sıyrılarak yere düşmüştü. "Hocam sormayın ya," Dedi kesik nefeslerinin ardından. Yerdeki çantasını alarak doğruldu olduğu yerden. "Sordum ama Ozan." Şükran Hoca'nın cevabıyla Ozan'ın yüzü değişirken boğazını temizledi.

"Hocam ben sınıfta kaldım diye biliyordum doğrusunu isterseniz." Dediğinde ön sırada su içen Çağla boğulur gibi öksürdü. Sırtına okkalısından bir yumruk indirdiğimde "Amına," Diyerek bana dönmesiyle Ozan'ın sözlerinin şaşkınlığıyla içtiği suyun bir kısmını okul formasına püskürttüğünü gördüm. Sırtına fazla sert vurmuş olmalıyım ki Çağla bana kötücül bir bakış attı.

Şükran Hoca fenalık geçiriyormuş gibi "Ayh!" Dediğinde Ozan başını önüne eğmişti. "Dakika bir, gol bir..." Diye mırıldanan Şükran Hoca'yı yalnızca ön dörtlü duymuştu sanırım. "Nasıl becerdin onu Ozan?" Diyerek sorduğunda Şükran Hoca artık şaşkınlıktan öte bezmişlik vardı sesinde ve bakışlarında.

"Hocam," Diye söze başlayan Ozan eliyle kendini gösterdi. "Takdir edersiniz ki o notlarla benim sınıf atlamam Fener'in şampiyon olması kadar imkansıza yakın bir olasılıktı, e bende haliyle 10/F'ye geçtim. Sizin sözlülerime yüksek girip 0,02'lik bir puanla beni sınıf atlatacağınız hiç aklıma gelmedi." Şükran Hoca daha fazla duymak istemiyormuş gibi eliyle sınıfı gösterdi.

"Allah aşkına yerine geç Ozan, senin bu derslere olan aşkın beni öldürüyor." Ozan dünden hazır bir şekilde sınıfa daldı. En arkadaki yerine kurulduğunda kendisine gülen yüzlere kırgın bir bakış attı.

"Matematikten 8 alınca insan sınıf atlamayı düşünemiyor, pardon da."

🐮

Teneffüs zili çalınca Şükran Hoca henüz sınıftan çıkmamışken Musti elini kaldırdı. "Hocam hamile olma durumunuz var mı acaba?" Musti'nin sorusuyla Çağla bir kez daha boğulurcasına öksürdüğünde aynı güç ve kuvvetle sırtına vurdum. Bu defa "Koyayım," Diyerek bana döndüğünde az evvel yarım kalan küfrünü tamamlamıştı bir nevi.

Şükran Hoca fuarını düzeltirken şaşkınca Musti'ye baktı. "Ne alaka yavrum," Dediğinde tüm sınıf aynı şaşkınlığı paylaşıyorduk. "Hocam İngilizcecisiniz, altı yıldır bizim okuldasınız, üç yıldır dersimize giriyorsunuz ama bir kere bile hamile olduğunuzu görmedim. İngilizce hocası olmanın altın kuralı değil midir hamile olmak?"

"Dan diye de sormazsın hani." Diye fısıldayan elini ağzına kapatmış İs'ti. Zeynep elini çenesine yerleştirirken melül bakışlar eşliğinde derin bir iç çekti. "Ay ne güzel sordu ama." Aşk dolu sesine karşılık yalnızca başını okşadım. "Aynen."

Şükran Hoca çantasını eline alırken ufak bir kahkaha attı. "Ay ilahi, evli bile değilim ben ayol!" Şükran Hoca sınıftan çıkmak üzereyken Musti tekrar konuştu.

"Hocam Ronaldo'da evli değil,"

Şükran Hoca imayı anlamadığı için sınıftan çıktığında Arden Musti'yi dürttü. "Oğlum kadın ya yanlış anlasaydı?" Musti cevap vermek için ağzını aralamıştı ki gelen hapşırık sesiyle herkes sesin geldiği yöne döndü.

Sefa'nın yanında oturan Mert bir kez daha hapşırdığında Cafer kendini tutamayarak "Anam kedi!" Diyerek ciyaklamıştı. Cidden pçı diye bir ses çıkartarak hapşıran Mert ona çatık kaşlarla baktığında gülmemek adına boğazımı temizledim.

Uzaylı bakışlarımızın ardından insani tepki veren tek kişi Musti olmuştu. "Çok yaşa Çibörek." Diyerek Eskişehir'e de bir gönderme yapan Musti karşısında Mert, bir şey söylemek yerine teşekkür amaçlı başını salladığında Musti gözlerini dramatik bir edayla büyüttü.

"Ben çok yaşamayayım mı?"

Dramaqueen Mustafa Asil.

Mert şaşkınca Musti'ye baktığında ne diyeceğini bilemeyerek dudaklarını araladı. "Yaşa, yaşa tabii canım. Sende çok yaşa." Mert ve Musti arasında garip ve uzun bir bakışma yaşanırken melodik ıslığı kimin öttürdüğünü bilmiyordum.

"Fox'a dizi çıktı amına koyayım," Dedi ıslığı kesen Onur koluyla Duygu'yu dürterken. "Çibörek dizinin adı da, yaz dizisi bakışması bu nerede görsem tanırım." Duygu'yla ikisi kıkırdarken Musti ve Mert'in bakışması hala kesilmemişti.

En sonunda Mert bir kez daha kedi gibi hapşırdığında bakışmaları bölündü. Bu sefer tüm sınıf "Çok yaşa," Dediğimizde burnunu çeken çocuk kafasını salladı. Ardından özellikle Musti'ye baktı. "Sizde görün."

Ay görmeyelim!

Burnumu kırıştırararak içimden geçirdiğim düşüncem üzerine tüm bakışlar bana döndü bu defa. Herkes bana garipçe bakarken iç ve dış ses hatlarının yeniden karıştığını anlamam uzun sürmedi. Toparlamak adına eğrerti yüz ifademi düzelterek hararetle konuşmaya başladım. "Görmeyelim camdan dışarısını! Hava berbat ya! Kapkaranlık, yağmurlu, soğuk... Görmeyelim." Bu esnada hava aniden açtığında ve içeriye sicimle güneş ışığı girdiğinde güneş ışınlarının sıcaklığıyla terlediğimi hissetmiştim.

Deliymişim gibi bakan sınıf arkadaşlarım yüzünden yüzümü avuçlayarak kendi kendime mırıldandım. "Ama Mikail bey olmaz ki böyle ya!" Sesimi ben bile zor duyarken yüzümü avuçlarım arasından çıkarttığımda ilgi yeniden Mert'e dönmüştü.

"Eskişehirli misin?"

"Ortalaman ne? Bizim sınıfta 90 üstü ortalama alanı dövüyoruz."

"Yaşın kaç?"

"Burcun ne canim, akrep deme sakın? Akrep erkeğinden daha kötü bir şey varsa o da yükseleni akrep olan erkektir."

"Temelli mi geldin, geçici mi?"

"Hangi takımlısın, bu arada tehdit olarak algılama ama bizim sınıfın yarısından çoğu Galatasaraylı, fanatik, koyu, candan, içten, kandan... Öyle yani."

"Messi mi Ronaldo mu?"

Onlar Mert'e dur durak bilmeyen sorular sorarken sınıf kapısından başını uzatan Somer Hoca içeriye göz baktı. Herkes Mert'le ilgilendiği için onu gören bir tek ben vardım. Somer Hoca sınıfın hareketsizliğini fark ettiğinde bana n'oluyor dercesine göz kırptı. F şubesini bu kadar hareketsiz bu kadar sessiz ve bu kadar itlik serserilik peşinde koşmuyorken yakalamak tarihi bir andı. Aramızda mesafe olduğu için hafif bağırdım.

"Afyonumuz patlamadı daha hocam!" Somer Hoca sevinmiş gibi gülümsedi, bugün o nöbetçiydi bizim katta ve ilk teneffüsü F'lerden yana rahat geçirecekti. "İyi iyi, patlarsa söyle dikeriz geri." Ardından kendi dediğinde gülerek kapıyı kapatarak çıktı sınıftan.

Arkasından kırıştırdığım burnumla bakarken erkeklerden önce hoca mizahının kapatılması gerektiğini düşünüyordum. Mizahşör seni...

"İrem," Cansu ismimi seslendiğinde Somer Hoca'nın arkasından bakmayı bırakıp ona döndüm. "Canim gelsene." Dediğinde Mert'le tanışmamı kastettiğini anlamıştım.

Beyin bedava...

Kalabalığı yararak Sefa ve Mert'in sırasının yanında durduğumda Mert bir ünlü edasıyla kendine yöneltilen mantıklı ya da saçma fark etmeksizin tüm soruları cevaplıyordu. Sanırım yeni sınıfta dışlanma korkusuydu bu sabrın sebebi. Hemen yanında durduğumda varlığımı hissederek yan gözle bana baktı.

Arden gayet ciddi bir tavırla Mert'e eğildi. "Kanka şey soracağım," Arden burnunun kenarını baş parmağıyla kaşıyarak dudaklarını yaladı. Bu sırada yüzündeki ciddi ifade bir an olsun silinmedi. "Kaç santim?" O muhterem soruyu sormasıyla birlikte yüzündeki ciddi ifade kaybolan Arden koca bir kahkaha patlattı.

Kahkaha mı? At kişnemesinden hallice...

Yüzümde mimik oynamazken sertçe Arden'in sırtına vurdum. "Komik mi?" Arden, sırtından aldığı darbeyle tökezlerken kişnemesi kesilmişti. "Evet?" Dediğinde en az benim kadar ciddiydi.

Arka sıralardan bir inleme sesi geldiğinde Arden'in dikkati oraya kaydı. Onur, kucağında zıplayan Deniz'i ittirmeye çalışırken acıyla bağırıyordu. Arden "Bensiz mi?" Diyerek üstlerine atlamasıyla birlikte işaret parmağımı Deniz'e doğrulttum. "Deniz yemin ederim hamile kalan ilk erkek olarak tarihe geçeceksin! Yeter ya!" Arden'in Deniz ve Onur'un üstüne atlamasıyla Onur böğürürcesine bir çığlık attı. "İffetim gitti!"

"Sen nasıl 17'sin ya?" Aldığım soruyla yeniden arkamı döndüm. Mert, sanki arka sırada üç tane camış çiftleşmiyormuş gibi şaşkınca bana bakıyordu. "Baya," Diyerek omuz silktiğimde baştan aşağı boyumu süzdü. Fakat bu kısa sürdü çünkü ortada pek bir boy yoktu. "13 yaşındaki kız kardeşimle aynı boydasın." Dedi bir şeyi fark ettirmeye çalışıyormuş gibi.

Keko bir tavır takınarak elimi sıranın üstüne yasladım. Yarım at kuyruğuyla topladığım uzun saçlarım yüzünün önüne tel tel düşerken burnumu çektim. "Her şey boy değilmiş demek, değil mi güzelim?"

"Güzelin miyim cidden?" Sorusu üzerine girdiğim havalı ifade bir anda bozguna uğradı.

"Yanlış diyalog lan, karıştırdın." Elimi sırasından çektiğim sırada sarf ettiğim sözler üzerine boğazını temizledi. "Ne zaman gideceksin?" Hoşnutsuz bir aceleyle söylediklerimle gözlerini devirdi. "Babamın tayini ne zaman çıkarsa," O da aynı benim gibi hoşnutsuzluğunu sesine yansıtmıştı.

"İyi," Omuz silktim.

"İyi," Omuz silkti. "Küsüm bu arada hala." Dediğinde gözlerim pörtledi. Bana bir kez daha bakmadan kollarını göğsünde bağladı. "Taş attığım için mi?" Diye sorduğumda başını salladı onaylarca. Çattık ya diye geçirirken içimden yanından ayrıldım.

Zeynep'in yanına oturduğum esnada Musti koşar adımlarla sınıf kapısına ilerledi. Bir kızı kolundan tutup sınıfa soktuğunda, bu kızın Pırıl olduğunu gördüm. "Ya iki gözümün pırıltısı niye böyle yapıyorsun?" Diye yakınan Musti, Pırıl'ın elini kavramıştı. Bu görüntü karşısında Zeynep'in omuzları düşerken başını omzuma yaslaması için kafasını çektim.

Pırıl yalancı bir şaşkınlıkla elini göğsüne bastırdı. "Neden acaba?" Musti'nin avuçları arasındaki elini sinirle çekti. "246 kızı takip ettiğin için olabilir mi? Ve o 246 kızın hepsiyle DM'den flörtleştiğin için olabilir mi? Ve yine o 246 kızı bana kuzenim onların hepsi diye yutturmaya çalıştığın için olabilir mi?" Ağzım şokla aralanırken öğretmenler masasında bağdaş kurmuş oturan Can, başını iki yana salladı.

"Hayatımda 246 tane kız görmedim, flörtleşmeyi bırak. Kahrol dünya."

"Ya ama cidden kuzenim Pırıl! Bizim konuşma tarzımız flörtümsü. Kürdüz biz kızım kürt! Doğal 246 tane kuzenim olması." Diyerek kendini savunan Musti'yi susturan şey Ulaş'ın, kafasına attığı kalem olmuştu. "Rum'sunuz hacım siz!" Musti gözlerini pörtleterek sus işareti yapmaya çalışsa da çok geçti.

Pırıl sabrının son demlerindeymiş gibi derin bir nefes aldı. Musti ise sıçtığını sıvamadan önce son bir atak yaptı. "Tamam kürt değiliz ama aşiretiz. Bizim orada bana Mıstafa Agam diyorlar. Baba tarafım sekiz kardeş, anne tarafım alt kardeş. Hepsinin üçer çocuğu olsa," Diyerek parmak hesabına giriştiğinde gözlerimi devirdim. "Yok lan tutmuyor." Dedikten sonra yeniden parmak hesabına girişti. "Annemler on çocuk, babamlar on çocuk olsa... Hepsinin dörder çocuğu dersek yine tutmuyor." En sonunda bir ejderhaya dönüşmek için an kollayan Pırıl'la göz göze geldiğinde ne yaptığını anlayarak parmaklarını arkasına sakladı.

"Ya çok kardeş olunca karışıyor tabi." Diyip gülmeye çalışsada her şey için çok geçti. Pırıl sakin olmaya çalışarak dudaklarını yaladı. "Mustafa. Senin annende babanda tek çocuk." Musti sona geldiğini anlamış olacak ki yüzüne küfreder gibi bir ifade takındı. "Söyledim mi ben sana onu ya?"

Pırıl daha fazla dayanamıyormuş gibi kendi sınıfına gitmek için çıktığında Musti yüzünü buruşturdu. "Bu sefer harbi bitti galiba lan."

Biz yan yana dizilmiş beş kız; Zeynep, Cansu, Çağla, İdil ve ben hep bir ağızdan ellerimizi dua eder gibi açıp "İnşallah!" Dediğimizde sınıf bize dönsede umrumuzda değildi pek.

Zeynep'in bahtı söz konusu ayol.

Teneffüsün bittiğini belirten zil çaldığında kimse rahatını bozmadı. Öğretmenler masasına kurulmuş Can, oturmaya devam etti.

Tahtanın önünde güreşen Cafer ve Arden, güreşmeye devam etti.

Telefonundan İcardi haberlerini inceleyen Çağla devam etti.

Elindeki küçük deftere bir şeyler yazan Ozan devam etti.

Onur'u ayartmaya çalışan Deniz, dekolte vermeye devam etti.

Sefa... Sefa uyumaya devam etti. Her zamanki gibi.

Tahtadan Keloğlan açıp izleyen Ulaş, Timuçin, Serdar ve Duygu bir sonraki bölüme geçip izlemeye devam etti.

İdil elindeki kitabını okumaya devam etti.

Zil çalmamış gibi. ​​​Salla diye düşünerek omzumun üzerinden çaprazıma dönerek tek başına oturan Mert'e baktım. Kendine yöneltilen ilgi kısa sürünce yanında uyuyan Sefa'yla birlikte tek kalmıştı. Etrafa bakışlar atıp sınıftakileri izledi bir süre. Ardından yeniden önüne dönüp parmaklarına geçirdiği gümüş yüzüklerle oynamaya başladı.

Bu görüntü kaşlarımın kalkmasına sebep olurken onun için üzülmüştüm. Yeni geldiği Marmaris'te, yeni okulu ve sınıfında ilk günüydü ve tek başınaydı.

"Gençler akşam sahile iniyor musunuz?" Diyen bir ses duyduğumda bakışlarım hızla o yöne döndü. Sınıf kapısına yaslanıp içeri bakan Pelin'i ve hemen yanında dikilen Murat'ı gördüğümde sertçe yutkundum. Murat'la bakışlarımız kesiştiğinde başımı önüme eğdim. "Ne işleri var bunların burada?" Diyen Cansu'yu duyduğumda başımı kaldırdım bir kez daha. Bu kez doğrudan Pelin'le kesişmişti gözlerimiz. Yeşil gözlerini kısarak sevimsizce el salladığında içimde yeşeren öfke, utancımı ve üzüntümü dahi bastıracak kadar güçlüydü.

Belis, Murat ve Pelin'in yanına ilerleyip onlarla konuşmaya başladığında saçlarımı elimle omzumun arkasına attım. "Pişt, bozma moralini kuşum." İdil omzumu ovuşturduğunda yalnızca omuzlarımı silkebildim.

Yeni bir dönem, yeni hayal kırıklıkları demekti.

 

🐮

Hellüü! Biz geldik öküzcüklerimle, bilmem kaçıncı defa... Her defasında beğenmeyip bir kez daha baştan başlıyorum ama bu sefer oldu. Cidden oldu. Vallahi.

Yaşadığım şehir olan Eskişehir'den vazgeçip Marmaris'te yaşamalarına karar verdim. Kurgu Eskişehir değil Muğla/Marmaris'te geçiyor. Aklımda çok daha güzel bir mekan tasarımı oluştu.

Bu kurguyu 2020'den beri süründürüyorum, Allah'ın izniyle bu sefer başlıyore.

Kısaca konudan bahsetmek istersek bir lise kurgusu Öküz Tayfası.

He ama öyle Elite'de ki gibi mini etek giyip amine kızı gibi ortada fink atan ama buna rağmen fakir ve gerizekalı Victoria Secret Melekleri yok.

Her an cebinde prezervatif taşıyan, erkek kız ayırmaksızın herkese giren (öhm) ultra mega kaslı ve yakışıklılığı sayesinde tek bakışıyla kız düşürebilen Los Angeles üretim bad boy'lar yok.

Baş rol salak kızımıza (olmayan) sataşan çirkef şıllıklar yok.

Baş rol bed boyumuza (olmayan) ciddi manada tekme, yumruk girişen ve düşmanlığının neden olduğu belli olmayan, karakter doldurmak için, kötü karakter olsun diye konan ve genellikle baş rol salak kızımızı (olmayan) esas erkekterden çalmak isteyen erkek karakter yok.

Yalnızca ATM olarak görev yapan, birbirinden psikopat ebeveynler yok.

Los Angeles kolejleri gibi okullar ve mini etek, gömlek kıyafetleri yok.

Peki ne mi var?

Gerçek dostluklar, kardeşlikler var.

Birbirinden tatlı ve özel aşklar var.

Normal bir devlet okulu ve normal okul üniformaları var.

Apartman daireleri var.

Birbirinden garip huyları olan tatlış ebeveynler var.

Lakap takılan öğretmenler var.

Girdiğimiz değil de giren sınavlar var.

Tabiiki de bazen sinir olacağımız karakterler var.

Deli dolu ama kendi içlerinde sıkıntıları olan (hepimiz gibi) öğrenciler var.

Ve aile sıcaklığı yaşatan bir sınıf, 11/F var.

O zaman '11/F Mayınlı Bölge'ye' hoşgeldiniz!

 

 

Loading...
0%