Yeni Üyelik
2.
Bölüm

👁‍🗨BÖLÜM 1: MÜCEVHERİN DOĞUŞU

@mavimsu_

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gök Yakut'un asil okuyucularına

 

keyifli okumalar dilerim.

 

 

(👁‍🗨)

 

 

Bölüm Sözü

 

Kalbin için savaş. Aklın için öldür. Bir deliden, zır deli der ki; Zaferin işte tam da o gündür...

 

H.G.

 

(👁‍🗨)

 

 

“Şu andan itibaren okuyacağınız 15 bölüm, 'GÖK YAKUT-kanlı göz' adlı olup, serinin ilk kitabına aittir.”

 

 

Tarih : 29/06/2101

 

Saat: 23:08

 

Yer: İstanbul ( Üç Bölgeler Şehri)

 

Kuzey Doğum Hastanesi

 

 

...İlahi bakış açısıyla...

 

Yağmur, bardaktan boşalır gibiydi; ortalığı sel götürüyorcasına kuvvetli yağış vardı. Doğa, bir kez daha insanlara en acımasız olduğu hâliyle geldi. Aylardan Kasım'dı.

 

Bu aylarda kar da yağardı buralarda, yağmurda. Dünya genelinde 2050 yılından beri büyük iklim değişikliği söz konusuydu. Savaşların yanında iklim değişikliği en küçük sorunlardan biri olarak kalsa da, Türkiye'de bu küresel acımasızlıktan payını mutlak suretle almıştı. İnsanlık, kıymetini bilmediği Dünya'dan ağır dersler almaya devam ediyordu. Doğa binlerce yıldır ona yapılanın hıncını şimdilerde çıkarıyor gibiydi. Yaz aylarında kar yağabiliyor, kış aylarında güneş yeryüzünü bu sebeple kavurabiliyordu. Yahut kış, şu an olduğu gibi olması gerekenden çok daha soğuk olabiliyordu. Kışın en soğuk gecelerinden biriydi. Halkın büyük çoğunluğu yıkık dökük evlerde yaşadığı için, gecenin kurbanları olarak sabahı göremeyeceklerdi.

 

Dışarıda yıkım niteliğinde doğal afet yaşanıyordu. İlk yardım hatlarına daha şimdiden onlarca sel bildirimi ulaştı. Selin alıp götürdüğü insanlar bir daha geri gelmeyecekti. Tıpkı yetkililerden ne kadar yardım dilenirse dilensin, onlara kimsenin yardıma gitmeyeceği gibi.

 

Burada insanlar soylular ve soysuzlar olarak ayrılmıyordu. Herkes eşitti. Ancak genel olarak bir kesim vardı ki bütün belalar onları buluyordu. Bütün afetlerden sadece onlar nasibini alıyordu. Fakirlik ise cabasıydı. Cabası olmasının sebebi, fakirlikte olabilirdi.

 

Bir diğer kesime, kötülüğün rüzgarı bile değmiyordu. Kötülük zaten onlardı. Rüzgarın onlara değmemesi çok normaldi. Adalet ise daima bu kesimin yanındaydı. Hâliyle canı hiç yanmayanlar, canı hep yananlara yardım etmiyordu diye suçlanmıyorlardı.

 

Onlar adaletin yanındaydılar, çünkü adalet onların yanındaydı.

 

Kuzey Doğum Hastanesi'nde sessizlik hakimdi. Hastane, boşaltılalı bir saatten fazla bir süre olmak üzereydi. Hastanenin etrafı yoğun güvenlik çemberi ile örülmüş, giriş çıkışlar kapatılmıştı. Kırmızılılar, birazdan burada olacaktı. Onlar, yedi kırmızılı "KAHİN"di. Oldukça uzun zamandır bu anı bekliyorlardı. Dünya çapında aranıyor oldukları için gün yüzüne çok fazla çıkmamaya çalışıyorlardı. Bugün ise istisnadan ibaretti. Yakut Gen aktarıcısı sonunda tamamlanmıştı. Geriye sadece gen aktarıcıyı kurbanlara gerekli ayinleri yaparak aşılamak kalıyordu.

 

Tanrı'ya olan derin inanç temeli üzerine kurulu, ezoterik bilgilerle donatılmış ve inisiyatik bir yaklaşıma sahip olan Kırmızılar; insanlar arasında sevgi, tolerans ve kardeşlik prensiplerini yayma amacını taşıyan gizemli bir kardeşlik kurumuydu. İnsanlığın özgürlüğü, barışı, adaleti ve huzur içinde evrim geçirmesini savunan bu kardeşler locası, ortak bir insanlık ideali etrafında birleşmiş ve bu öğretiyi dünya geneline ulaştırmayı kutsal bir misyon olarak benimsemişti. "Kardeşler Konseyi" veya "Kardeşler Locası" olarak bilinen bu gizemli topluluk, 20. yüzyılın ilk yarısında hedefine ulaşmaya çok yaklaşmışken, yüzbinlerce sadık üyesinin vahşice katledildiği trajik bir dönemle sarsılmıştı.

 

Eski artık eskide kalmıştı. En azından bu devir, onların kontrolünde olmalıydı. 22. yüzyılın ilk yılında, kimse onları durduramazdı; yeni dünya düzenini kuranlar onlar olacaktı.

 

Kırmızılar, kendilerini bilime dayalı insanlığın evrimini hedefleyen ve dünya barışını temel prensip olarak benimseyen bir birlik olarak tanımlamalarına rağmen, yok edilmelerinin ardındaki sebep, oldukça gizemli kökenlere dayanmaktaydı.

 

İçrekçilik, batınilik ya da ezoterizm inancından türemiş bir örgütlenme yapısıyla şekillenmişlerdi. Derin bilgiler ve sırlar, sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilirken, bu bilgilerin ehil olmayanlardan gizlenmesi esas alınmıştı. Liderleri, gizemli bir olay yüzünden seçilen gizemli bir kişiydi ve Kırmızılılar bu kişilere daima itaat ederlerdi. Seçilmiş liderin kimliği, yaşamı ve adı hakkında hiçbir bilgiye sahip değillerdi. Yönetim, babadan oğula devredilen bir sistemle el değiştirirdi. Liderlerin kimlikleri sıkıca gizli tutulurdu. Kırmızılar arasındaki bu inanç kültürüne sahip yönetimin başında bulunan o gizli lidere kendi aralarında "BÜYÜKBABA" denmekteydi.

 

Büyükbaba ve onun fedaileri, yeni dünya düzeninde sınırlar yeniden çizildiğinde kalemi ellerinde tutan kişi olmak adına her türlü kanlı oyunu oynamaya hazırdı. Kanlı yolun kırmızı kahinleri amaçlarına ulaşmak için vardı.

 

Halk arasındaki genel inanış, yönetim tek bir otorite altında birleşmeden önce Kırmızılıların, dünyayı yer altından yönetmek amacıyla oluşturulmuş gizli bir örgüt olduğu yönündeydi.

 

Kardeşlik üyeleri, gizemli bir şekilde gözleri bağlanarak merkeze götürülürdü, bu nedenle tapınağın nerede olduğu hatta hangi ülkede olduğu bilinmezdi. Sadakat testinden geçen adaylar, söylentilere göre kanlı ritüellere tabi tutulurdu. Ayinlerinde gösterişli kıyafetler ve semboller kullanılırdı. Bu hâlleri, Kırmızılı'lara karşı kudretli bir korkuya sebebiyet vermişti.

 

Kırmızılıların amacı arasında dünyanın, politik ve ekonomik varlığını kontrol eden büyük gerçekliğin tek sahibi olan "Ra'nın Gözü" Tarikatına hizmet etmek bulunuyordu.

 

Hi*tler dönemi...

 

Hi*tler'in yönetimin başında olduğu dönemde, kendisinin RG tarafından "Kırmızılılar, bir tehdit olmaya başladı." mesajını aldığı iddiasıyla, 300.000'e yakın Kırmızılı üyesinin toplama kamplarında, Ya*hu*dilerle birlikte öldürüldüğü düşünülmekteydi. Hatta Hi*tler'in aslında asıl amacının bu olduğu söylenmekteydi. Ya*hu*di soykırımı özünde, kırmızılı soykırımını gizli tutmak için oluşturulmuş bir plandan ibaret olabilirdi. Ancak, bu bilgi yıllar boyunca tarih sayfalarından gizli tutuldu ve ortaya çıktığında dengenin akışını tamamen değiştirdi.

 

2033 yılında gizli tutulan bilgi, kimliği bilinmeyenler tarafından ortaya çıkarıldığında Kardeşler Locası, varlığından yeni haberdar olduğu bu katliama tepki vermek için isyan ateşini yaktı. Yakılan ateş, Ra'nın Gözü'nü tarihte Kırmızılılara karşı ikinci kez kızdırmayı başardı.

 

En tepedekiler olarak bu kez 300.000 değil, 2 milyon Kırmızılı üyesini toplayarak yok ettiler.

 

Büyük yok oluşun ardından yüzbinlerce Kardeş arasında geriye sadece onlar kaldı. Aradan geçen onlarca yılda üç beş aile, "Kırmızı Tarihini" korumak için cesaret göstererek neslini devam ettirdi. Şimdiyse onların soyundan gelenler olarak, eski güçlerini geri istiyorlardı. Bununla beraber almaları gereken intikam da vardı. Kendileri için kanı temsil eden kırmızı rengini ait kılmışlardı. Dökülen çok kan vardı; geçmişte dökülenler onlara aitti. Gelecekte dökülen çok kan olacaktı, ama hiçbiri onlara ait olmayacaktı.

 

Her hafta 3 bölgeden biri seçiliyor, belirlenen tarihte kurbanlara gen aktarımı yapılıyordu. Her seferinde o bölgenin doğum hastanesine gidiliyor, toplam yedi yeni doğmuş bebeğe ayin yapılıyordu. Bundan bir hafta önce diktatörlerin yönetiminde olan İkinci Bölge-Kızılkan'da doğan yedi bebek seçilip ayinlerden sonra gen aktarımına maruz kaldı. Ondan önceki hafta ise süvarilerin yönetiminde olan Birinci Bölge-Siyah Halka'da doğan yedi bebek bu iş için kurban olarak seçildi. Şimdi ise sırada Lordların yönetimindeki Üçüncü Bölge-Bıçak Üstü'ndeydi. Bu gece burada yeni doğmuş yedi bebek için toplanacaklardı.

 

Süvari'lerin Prensi,

Diktatör'lerin Prensi ve

Lordlar'ın Prensi acil olarak Konsorsiyum gerçekleştirmek adına merkez ülkeye çağrıldığından bölgeler başıboş kalmıştı. Yakalanma ihtimalleri bu sayede en aza indirgenmişti.

 

Yakut Gen'nin mucidi Yüksel Ecevit Asilkan, her seferinde olduğu gibi, Kırmızı Beyler adındaki askeri birliği arkasına alarak bütün hastaneyi boşalttı. Yedi yeni doğmuş bebeğin olduğu hastane koridorunda, onun bir o başa bir bu başa gidip gelmeleri dışında başka seslere ev sahipliği yapmıyordu hastane. Böyle bir kararı aldığı için kendisiyle çelişiyordu. Zaman daralıyordu. Aldığı seçimin sonuçlarına katlanabilecek miydi? Bilmiyordu. Bu gece kurban olarak seçtiği yedi bebek içerisinde onun kızları da vardı. 9 aylık hamileliğinin sonuna gelen karısı Hanzade Asilkan, bu gece yoğun sancılar eşliğinde apar topar hastaneye gelip doğum yapmıştı.

 

Karısının sadece bir gün daha dişini sıkmasını o kadar çok isterdi ki... Nafile bir çaba, boşuna bir istekti onunkisi. Belki cesareti olsa kızlarını alır kaçar giderdi ama yoktu işte. İkizlerini almaya cesareti yoktu. İkizlerin kaderi çoktan kanlı şekilde yazılmıştı. Düzeni değiştirmek istemesi düzeni değiştireceği anlamına gelmezdi. Adamın aldığı risk bundan kaynaklıydı.

 

Zümrüt Asilkan ve Safir Asilkan...

 

Bu gece kurban edilen yedi bebekten 2'si olmaktan kaçamayacaklardı. Onları, yazılan kanlı hikayelerinde babaları bile kurtaramazdı. Üstelik bütün hayatlarını değiştirecek olan o gen aktarımını bizzat babaları icat etmişken.

 

İkizler, damarlarında akan asil kan için kurban edilmesin diye babaları onları bu gece kurban etmişti.

 

Hastane koridorlarında yankılanan ayak sesleri gitgide daha yakından gelmeye başladığında, Yüksel Ecevit Asilkan, bir ileri bir geri attığı voltasını olduğu yerde kaskatı kesilerek durdurdu. Gelmişlerdi. Kırmızılıların asil üyeleriydi bunlar. Her birinin ayrı amaçları olduğu bilinen yedi kahin. Kalan son Kardeşler Üyesi. Kurbanları için buraya gelmişlerdi. Son kurbanları için.

 

Uzun yıllara tekabül edecekti onların planları. Oldukça uzun zamanlarca bekleyeceklerdi kurbanlarının büyüyüp, gelişmesini. Yeni dünya düzeninde söz sahibi olabilmek için kırmızılı adamlarının yapamayacağı şey yoktu.

 

Kan kırmızısı pelerinleri yere kadar uzanıyordu. Pelerinin yine kırmızıdan olan başlığını kafalarına geçirmişlerdi. Pelerin içine beyaz, geniş etekli üst tarafı altın rengi işlemelerle motiflenmiş elbiseler giymeyi tercih etmişlerdi. Bunlar onların ayin kostümleriydi. Yüzlerinde bütün yüzlerini örten beyaz maskeler vardı. Onların sesini bile henüz hiç duymamıştı. "Belki de konuşamıyorlardır" diye düşünmüştü bir keresinde adam. Gözlerini onların üzerine kitlemiş, her seferinde olduğu gibi yine saygıda kusur etmemek için kendi kendine telkinler verir olmuştu. Bu adamların saygısızlığı ve de hatayı affetmeme gibi çok katı kuralları vardı.

Tam ortada duran adama dikkat kesildi, onunla göz teması kurmak istemiyordu. Adamın yüzünde duran maske, onunla göz teması kurmasına engel olsa da, Ecevit adamın gözlerinin onun üzerinde olduğunun farkındaydı. Kızları için bunu yapmak zorundaydı, risk almıştı ve bunun sonucuna katlanmak zorundaydı. Aslında her şey tam olarak planladığı gibi gitmişti; karısı normal şartlarda bugün doğum gerçekleştirmeyecekti. Adam, karısının kızlarını doğuracağı tarihi bugüne ayarlayacaktı. Ancak adam daha kılını kıpırdatamadan, karısı yoğun sancılar yüzünden bebeklerini dünyaya getirmişti.

 

Henüz tam ortada duran o adamın bundan haberi yoktu. Ecevit çok büyük bir kumar oynuyordu, bedelini canıyla ödeyeceğini bilse de bu kumarı oynamaya and içmişti. Sadece birkaç saati vardı, adamlar gerçeği çakmadan iş işten geçmesi gerekiyordu. Asil kan sahibi kızların Yakut geni tarafından kutsanması gerekiyordu.

 

Kızlarının şu anki değil, gelecekteki hayatı tehlike içerisindeydi. Kendilerini, kendilerinden başka kimse koruyamazdı; babaları olarak bunun farkındaydı. Damarlarında akan asil kan, o iki kızın sonu olabilirdi. Ecevit'in planı, kızlarına gelecekte kendilerini koruyabilsinler diye onlara açık kapı bırakmaktan yanaydı.

 

Tam ortada olan ve de karanlık enerji yayan adama bu yüzden bakamıyordu. Asil kanlı adamın, asil kanlı kızların doğumundan henüz haberi yoktu. Eğer yalan söylediğini anlarsa ya da bir şekilde bundan haberi olursa, işte o zaman adam için kıyamet kopardı.

 

Hastane koridorları, Kırmızı Beyler Askerleri'nin patronlarına gösterdiği baş selamları ve yol açma ritüelleriyle dolup taşıyordu. Bu askerler, ellerinde son teknoloji silahlarla donanmış, çağ dışı kostümler yerine modern savaşçı kıyafetleri tercih eden bir birlikti. Patronları ne kadar medeniyet gerisindeyse, Kırmızı Beyler o kadar teknolojiye uyum sağlıyordu.

 

Bu piyade birlikleri, Orta Çağ dünyasının gelişmiş ve modern bir yapıya ayak uydurmuş 'Lejyoner' birlikleriydi. Her bir lejyon, 6000 kişiden oluşurken, kendi içlerinde 60 küçük bölüme (her biri 100 kişilik) ayrılarak century (ASIR) adı verilen birimlere bölünmekteydi. Saldırıda üstün performans sergileyen lejyonerler, savunmada da olağanüstü güçlüydü. Bu birlikler, çağın gereksinimlerine uygun şekilde medeniyetin ve teknolojinin ilerisinde yer alıyor, modern savaşın zorluklarına etkili bir şekilde karşı koyuyordu.

 

Yedi asil üye, onlara gen aktarımını takdim eden bilim insanının karşısında dikilmişlerdi. Adamın onlardan korktuğunu çok iyi biliyorlardı. Onlardan herkes korkardı. Zaman daralıyordu. Güneş doğmadan önce ayinin tamamlanması gerekiyordu. Daha fazla beklemek istemeyen adamlar karşılarındaki adamdan bir hareket bekliyorlardı.

 

Yakut Gen mucidi olan adam, bu yedi adamı daha fazla bekletmenin onun sağlığı için tehlike barındırdığının farkındaydı. Kafası ile onlara baş selamı verip koridorun sonundaki kapıyı eliyle işaret etti. Yedi yeni doğmuş bebek o odanın içindeki küvezlerde başlarına geleceklerden habersiz öylece olacak olanları bekliyordu. Tıpkı onlardan önceki 14 bebek gibi. Bundan sonrası yedi adamın tek başına yapması gereken işti. Onlardan başka içeriye birilerinin girmesi yasaktı.

 

Mucit'in gözleri içlerinden birinin elinde tuttuğu çelikten çantaya kaydı. Çantanın üzerinde kırmızı göz sembolü vardı. Göz kanlanmış gibiydi. Yahut gözün kendisi kanlı gözden ibaretti. Bu, onun icat ettiği Yakut geninin sonuncularının içinde olduğu o çanta olmalıydı. Adam derince yutkundu. Ürettiği maddenin ölümcül yan etkileri olabiliyordu. Biraz sonra kızları da bu maddeden payına düşeni alacağı için korkmakta haklıydı.

 

Kırmızılılar daha fazla oyalanmadan gerilerinde korkak bir babayı bırakarak koridorun sonundaki o odaya doğru ilerlediler. Ağlama sesleri daha şimdiden kulaklarına doluştu. Her birini ayrı ayrı tatmin ediyordu sesler. Gözlerinin önünde duran bebekler insanlık için çok önemliydi. Bu bebekler gelecek demekti. Bunlarla dünyayı yönetebileceklerdi. Bu bebeklere sahip oldukları için herkes önlerinde diz çökecekti. Eskiden sahip oldukları güç onlara geri gelecekti. Kardeşler Birliği Locası tarihin tozlu sayfalarına gömüldüğünde on binlerce loca üyesinin intikamını almak artık onların hakkıydı.

 

Şayet sadece kardeşler, kardeşlerinin intikamını daima alır, hakkını daima gözetirdi.

 

Aralarından biri, kapı kolunu çevirip ilk önce içeri giren kişi oldu. Her biri tek tek içeri girdiğinde arkalarından kapıyı kapattılar. Bebeklerin her biri çığlık çığlığa ağlıyordu. Ayinin temel şartlarından biri kurbanlarının aç olması gerektiğiydi. Doğdukları andan itibaren vücutlarına hiçbir şey girmemeliydi. Vücutlarının aldığı ilk besin Yakut geninden başka bir şey olamazdı. Saatlerdir aç olan bebekler bu yüzden kıyameti koparıyordu.

 

Biri hariç...

 

Birbirine yapışık olan yedi küvezin önünde dikilmişlerdi. Her bebeğe bir üye denk geliyordu. Herkes kendi kurbanıyla ilgilenecekti. Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi. 7 bebeğin 6'sı ağlarken sonuncusu ağlamıyordu. Bulundukları durum tuhaflarına gitse de seslerini etmediler. Ayin gereği önce ışıklar kapatıldı. Artık içerisi zifiri karanlıktı. Odanın her yerine daha önceden adamları tarafından bırakılmalarını istedikleri mumlar yerleştirildiğinden hepsini yaktılar. Artık içerisi zifiri karanlık değildi. Mumlar dışında içeride yanan tütsüler ise buram buram zafer kokuyordu onlara göre.

 

Birinci Kırmızı üyesi, boğazına asılı kolye şeklindeki bıçağı çıkarıp avuç içini bir kez daha ayin uğruna keserken, zaten karanlık bir ritüeli başlatmıştı. Ardından, önünde bulunan küvezdeki masum bebeğe yaklaşıp avuç içindeki kanı, küçük yavrunun yüzünün her yanı kan kırmızısı oluncaya kadar sürdü. Bu acımasız adamlar, kendi ritüellerindeki vahşiliği dingin bir soğukkanlılıkla uyguluyorlardı.

 

Adam, küçük bebeğin minik elini avuçlarına aldı, tıpkı kendi elini kestiği gibi onun da elini kesmeyi hedefliyordu. Keskin bıçak küçük erkek bebeğin sol avuç içini derince kesti. Hayatları boyunca bu lekeli iz, her birinin avuç içinde kara bir hatıra olarak kalacaktı.

 

Zavallı yavrucağın canı, vahşi ritüelden dolayı öylesine acıdı ki, var olan tüm gücüyle ağlamaya başladı, kıyameti koparıyordu. Ancak umursamayan üye, bebeğin kanlı avuç içini tutup kendi yüzüne onun kanını sürdü, masumiyetiyle oynanan oyunun sona erişini kutluyordu.

 

Ritüelin amacı bağlanmaydı. Bebeklerin ruhunu kendi ruhları ile bağlıyorlardı. Ruhları en güzel kan temsil ederdi. Onlar buna inanıyordu.

 

İlk üye işini bitirdikten sonra tekrar yerine geçti. Onun hemen ardından ikinci kırmızı üye avuç içini keserek, tıpkı ilkinin yaptığı gibi kendi önündeki bebeğin yanına gidip bütün yüzünü kana buladı. Peşi sıra acımasızca bebeğin avuç içini kesip onun kanıyla da kendi yüzünü kana buladı. Sırasıyla bütün üyeler bunu tekrarladı. Yedi bebeğin yedi'si de artık kan yüzlüydü. Yedi bebeğin yedi'si de artık avuç içinden yaralıydı.

 

Bebeklerin ağlama sesi geceyi daha korkutucu kılıyordu. Sonları ne olacağı bilinmeyen yedi bebekti onlar. Aralarından ikisi birbirine kan bağıyla bağlıydı. Ayin ise henüz tamamlanmamıştı.

 

Üyelerin her biri bu kez aynı anda bebeklerin yanına giderek onları kucaklarına aldı. İlk kırmızılı böylece konuşmaya başladı. Tıpkı yeni doğmuş bebeğini kulağına adını fısıldamak gibiydi yaptıkları. Onlar, bebeğin kulağına adını fısıldamak yerine gücünü fısıldıyorlardı.

 

"Yüce dağlar, gösterişli denizler, andım olsun size. Gök gürlesin, yer yerinden oynasın diye adağımı sunuyorum. O ki, kurbanlarına hiç acımasın."

 

Bebeği iki eliyle havaya kaldırıp gözlerinin içine bakarak bağırıp, hatta haykırarak konuştu. Kucağındaki erkek bebeğin kaburgalarını kırarcasına sıktığı için bebeğin acıdan gözleri kocaman oldu. Ağlamaya hâli bile kalmayan erkek bebek neredeyse ölmek üzereydi.

 

Onu peşi sıra ikinci kırmızılı takip etti. Kendi kucağındaki kız bebeğini tıpkı bir önceki gibi havaya kaldırıp acımasızca canını yakarak haykırışına başladı.

 

"Karanlık bir gecede, kanlı yüzlerle. Kurban olduğunu daima hatırlaman dileğiyle. Acımasızım ve de acımayacaksın." Bebeğin canı o kadar çok yanıyordu ki, acıdan dolayı küçük ağzını 'o' şeklinde açmış, nefes almaya çalışıyordu. Bebek resmen elinde can çekişiyordu.

 

Sıra üçüncü kırmızılı ve üçüncü bebekteydi. "Akıttığın her kan, andım olsun. Zehirin yeryüzünde ilaç olsun. Kardeşler konseyi der ki; Ölüm en çok getirdiğin olsun." Acımasızdılar, bütün güçlerini yeni doğmuş bebeklerin vücudunu ezecek, kemiklerini zedeleyecek şekilde kullanabilecek kadar acımasızdılar.

 

Dördüncü üye bu acımasızlıktan yana geri adım atmadı. Tıpkı kardeşleri gibi, kucağındaki bebeğin bütün ağlamalarını aniden kesecek kadar canını yaktı. "Güç demek zafer demek. Zaferin zaferimizdir. İzimizdesin. İzindeyiz."

 

Beşinci üye peşi sıra takip etmişti onları, kardeşlerini. "Kalbinin her atış sesi, alacağın her intikamın sesine tekabül etsin. Senki hiç yenilmeyensin."

 

Altıncı üye, ikiz kardeşlerden Zümrüt'ü kucağına aldı. Ağlamaktan duramayan bebeğin acısı, bedeninde derin izler bıraktı. Kocaman açtığı gözleriyle, canını acımasızca yakan adamın maskeli suratına bakıyordu. "Dünyanın en büyük laneti. Savaşçıların en asili. Karanlığın gölgesi daima üzerinde olsun. Kılıcın gördüğü her kelleyi acımasızca vursun."

 

Son üyenin, son bebeği kucağına alma zamanı geldiğinde yerinden doğrularak onun yanına doğru adımladı. Henüz o bebeğin kim olduğunu bilmiyordu. Kendinden bir önceki bebeğin ikizi olan Safir bebek, tıpkı ikizi gibi bir asilzade idi. Adamlar içeri girdiğinde ağlamayan tek bebek oydu. Diğer bütün bebekler odaya girdikleri ilk andan itibaren ağlıyorken, bir tek o susuyordu. Diğer bütün bebekler acıyı hissettiği an sustuğunda, o acıyı hissettiği an ağlar oldu.

 

Adam bebeğin kaburgasını kırar gibi sıktığında acı yine tüm sıcaklığıyla ortaya çıktı. Böylece ayinin son sözleri, Safir bebeğin ağlayışları eşliğinde tamamlandı.

 

"Zaman daralıyor. Zaman doğuyor. Yakut genliler ölüme fısıldıyor. Dünya karşınızda eğiliyor. Karanlık kan damarlarında akıyor. Yenilgi sana hiç uğramıyor. Sonsuzca sonsuzluğa kadar. Durmaksızın durmadan. Yık! Yak! Yok et!" Son üyenin haykırışlarından sonra bütün üyeler, onun son sözlerini tekrar ederek kucaklarındaki bebeklerin yüzlerine doğru var gücüyle haykırdılar.

 

Sesleri gecenin karanlığını delip geçti.

 

"YIK! YAK! YOK ET! YIK! YAK! YOK ET! YIK! YAK! YOK ET!"

 

Soğuk gecede, yedi korkutucu adam, gizemli bir ritüelde bulunarak yedi küçük bebeğin etrafında toplandı. Ayın solgun ışığı, onların kasvetli suratlarına düşerken, gökyüzü onların karanlık niyetlerini sakladı.

 

Bu karanlık topluluk, soğuk rüzgarların uğultusu arasında yankılanan kötülükle korkutucu bir ayini başlattı. Ve gece, karanlığın en derin noktasında titreyen mum ışıklarıyla aydınlandı.

 

Her bir adam, soğuk nefesini sefil bebeklerin masum yüzüne üfleyerek, içlerindeki karanlığı yaydı. Kötülük, o gece soğuk rüzgarlarla birlikte yayıldı, yedi bebeğin masumiyeti ise karanlık tarafından pençelenmiş oldu.

 

Ayin tamamlandığında, acımasız adamlar bebekleri tekrar küvezlere bıraktılar. Bu masum canlılar neredeyse ölümle burun buruna gelmişlerdi. Hazin sonlarına ulaşılmıştı artık. Göz sembolünün üzerindeki çanta, Kahinlerden biri tarafından açıldı ve çantadan yedi adet şırınga çıktı. Her biri, bebeklerin vücuduna enjekte edilecek kırmızı Yakut geni sıvısını içeriyordu. Bu madde, bebeklerin bütün hayatını kökten değiştirebilecek bir güç taşıyordu. Adeta zeki ve acımasız canavarlar yaratıyordu.

 

Her bir üye, kendi bebeğini küvezde yüzüstü bıraktı ve ellerindeki iğneyi bebeklerin ense köküne sapladı. Kırmızı gen ya da diğer adıyla yakut gen virüsü, hızla bebeklerin taze beyinlerini ele geçirmeye başladı. Öyle ki bebekler iğnenin acısına bile ağlayamadı. Virüs, hayatları boyunca onları bırakmayacak; ya onların sonu olacaktı, ya da sonsuz bir gücün hizmetkarlığını sunacaktı.

 

Virüsün kendine çizeceği güzergah ileriki hayatlarında hangi özelliklere sahip olacaklarını fazlasıyla belli edecekti.

 

İğnenin vücutlarına yarattığı etkiyle, her biri baygınlık geçirerek uykuya daldı. Uyandıklarında ise bu gece, hiç yaşanmamış sayılacaktı. Zamanı gelene kadar yaşadıkları hakkında hiçbir bilgileri olmayacaktı. Onlar, karanlığın şövalyeleri olarak, ya karanlığa gömüleceklerdi ya da onun hizmetine gireceklerdi.

 

Küvezlerin içine öylece bırakılan bebekler, ritüellerin sonunda birer taşıyıcı olmuş, tarikatın gücünü artırma amacına hizmet etmişti.

 

Yakut Gen'i sayesinde karanlığın içinden doğan yeni bir güç olacaklardı. Tarikatın geleceği daha da parlak ve korkutucu bir hâl almıştı. Kırmızılıların zirveye doğru tırmanışı, karanlığın içinde yankılanan sevinç çığlıklarıyla dolu bir geleceğin habercisiydi.

 

Gerilerinde herhangi bir iz bırakmadan bebekleri orada bırakıp giden adamlar, son kurbanlarını da adamış olmanın rahatlığı eşliğinde odadan çıkıp gittiler. Adamların çıktığı kapının önünde bekleyen mucit, her şeyin yolunda gitmesi için dua etmeye devam ediyordu. Özellikle de kızlarına bir şey olmaması için dua ettikçe ediyordu. Üyeler onu umursamadan yanından çekip gitti. Efendilerini takip eden Kırmızılı'lar askerleri de böylece hastaneyi teker teker terk etti.

 

Herkesin gittiğinden emin olan adam, var gücüyle bebeklerin olduğu odaya doğru koştu. Kapıdan içeriye girer girmez içerideki yoğun kan kokusu yüzünden burun kemiği sızlazdı. Diğer bebekleri umursamadan gözüne ilk kendi kızlarını kestirdi. Yüzüstü uyuyan bebeklerini gördüğü zaman ikisinin de yaşam fonksiyonlarını hızlıca kontrol etti. Yaşıyor olduklarını görünce derince aldığı nefesini içine çekti. Uzun ve korkutucu bir geceyi gerilerinde bırakmışlardı.

 

Adamın yapması gereken daha çok şey vardı. Bebeklerin her birini tek tek temizleyecek, karınlarını doyuracaktı. Hemen ardından bebekleri ailelerine geri verecekti.

 

Yine de önce iki küçük kızıyla vakit geçirmek istedi. Zümrüt ve Safir'in küçük ellerini tutarak her ikisinin de ellerine öpücükler kondurdu. Avuç içlerindeki kesiği gördükçe nefesi daralıyordu. Gözleri dolmuştu bile. Böyle olmamasını o kadar çok isterdi ki. Yapamamıştı ama. Belki de kızları zayıf olmak yerine güçlü olmayı seçerlerdi. Dirence yenilmek yerine direnç gösterirlerdi. Bu sayede o virüs onların sonu değil, sonsuzluğu olabilirdi. Kendini bu sözlerle telkin ediyordu. O bir baba olduğu için kızlarından af dilense de bir gün gelecekti ki kızları ondan kanlarının son damlasına kadar nefret edecekti. Bugün burada yaşananlar, ikizlerin kendi öz babalarından nefret etmelerine neden olacak kadar korkutucuydu.

 

Kötü gece o günün ardından geride kaldı.

 

29 Haziran gecesi lanetli gecelerden sadece biriydi. Oyun daha yeni başladı. Bundan sonra yaşanacaklar, bundan önce yaşanılanların bedeli olacaktı. Kimse kimseye acımayacaktı. Bu gece acımasızlar doğmuştu. Bu gece karanlığın çocukları doğmuştu. Bu gece YAKANLAR doğmuştu. Bu gece YIKANLAR doğmuştu. Bu gece YOK EDİCİLER doğmuştu. Dünya bir oyundan ibaretse, oyun kurucular oynamaya artık hazırdı. Zafere giden yol karanlık ve kanlıydı. Göz daima sizinle olmalıydı. Kanlı göz ebediyetiniz olsun diye sizinle olmalıydı. Şayet işte o zaman ruhunuz kanla dolmalıydı... Oyun başladığı an, sonunuz onların ellerinden olmalıydı...

 

Sevgili asil üye!

 

Yıktığın kadar yok et, yaktığın kadar yık. Daima yen, ilelebet savaş. Mutlaka kazan, deli olduğunu tüm dünyaya duyur. Akıllılar delilerin karşısında hiçbir şeydir. Sen delirdiğin an aklı olan onu kaçmak için kullanır. Aklı varsa tabii.

 

Evet! kesinlikle aklı varsa tabii...

 

Sahi, aklı var mıdır ki?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(👁‍🗨)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gök Yakut'un Asil Okuyucuları Mavimsulandı!

Loading...
0%