@mavimsu_
|
"Sus, Batı, ve içerideki insanların durum tespitini bildir." Kansu, kardeşini uyardığında, kardeşi hemen lafa atılmıştı.
"Hem sus diyor hem de tespit istiyor. Şaka gibi," Batı söylenmeye başladığında, Erdem alayla Kansu'ya bakmıştı. İkisi arasında böyle bir konuşma geçtiğinden, Kansu onun bakışlarına gözlerini kısarak bakmıştı. O ikisini kendi halinde bırakarak etrafı kontrol etmiştim. Arka kapıdan girdiğimiz için binanın tam olarak içinde değildik, aksine fazla eşyaların konulduğu depo tarzı bir odanın içinde duruyorduk.
Koordinatları ve binanın içindeki haritasını avucumuzun içi gibi ezberlemiştik. Kapı ön taraftaydı, dümdüz gidersek kapıya ulaşacaktık. "Koridor boş mu?" Arem'in sesi tam da kapının olduğu yerden geliyordu. Karton kutuların üstünden atlayarak, çok ses çıkarmamaya özen göstererek, onun olduğu yere doğru gitmiştik. İkizlerin kamera kayıtlarından koridorun boş olup olmadığını söylemeleri gerekiyordu.
"Maalesef hayır!" Tahmin etmiştik bunu, veliahtlar her zaman en ilerisini düşünmeliydi.
"Acı haber, birazdan kat görevlisine gider," Evren konuştuğunda hepimiz sırıtmaya başlamıştık. Kısa süre sonra kapının arkasında şöyle bir konuşma geçmişti:
"Tom! Ön tarafta kaza oldu. Kamyon senin arabanın üstüne devrildi, istersen gel de bir bak."
Haberi duyan Tom, görev yerini hızla terk edip 1. katı boşaltmıştı. İkizler koridorun temiz olduğunu söylediğinde en önde duran Arem kapıyı açmış ve hepimizin tek tek dışarı çıkmasını sağlamıştı.
"Güvenlik kameraları ne alemde?" Arem'in ikizlere yönelttiği soru, ikizler tarafından anında cevaplanmıştı.
"Abi, şu an güvenlik kameralarını izleyen ekip, olay saatinden 1 saat önceki kameraları izlediğinden habersiz. Hatta onlar, binanın ön tarafında kaza olduğundan bile habersiz. Eski kamera kayıtlarını canlı olarak izliyorlar."
Bir kez daha gülümsemiştim. Adrenalin vücudumuzda gezinmeye başladığında, yüzümüzde şeytanice sırıtma olurdu. Biz buyduk işte, hepimiz böyle olmak için yaşamış, böyle olmak için eğitilmiştik. Hayatımız boyunca da böyle olmaya devam edecektik, bundan hiç şikayetçi değildik. Biz aksiyonu çok severdik.
"Bizim ulaşmamız gereken bilgisayarlar 3. katta. Kimseye yakalanmak istemiyorsak, yangın merdivenlerini kullanacağız," Erdem konuştuğunda, bakışlarımız ona dönmüştü. Hepimizin üzerinde tek tek gözlerini gezdirmişti, herkes onunla aynı fikirdeydi. Yangın merdivenleri koridorun sonundaydı.
"Abilerim, geçen sefer geç haber verdik diye kızdınız ya hani, bu sefer erken haber vermek istiyorum. Buradan koşarak gitseniz bile yangın merdivenlerine bir dakikadan kısa sürede varamazsınız ve sadece 30 saniye sonra depodan mal almaya gelen biri sizi her ne yaparsanız yapın görmüş olacak."
Doğu, sakin sakin konuştuğunda, Kansu Arem'e bakıp ondan onay almıştı. Yapmamız gereken şey, işimiz bitene kadar burada olan olayların kimsenin duymamasını sağlamaktı. Adayımız cumhurbaşkanı olduğunda, bu binadaki herkesi bizim yerimize de susturacağı için, binayı başarılı şekilde terk edersek içimiz son derece rahat olacaktı.
Kansu, koridorun yangın merdivenleri olan kısmına değil de diğer tarafına doğru ilerlemişti. Son derece sakindi. Duvarın arkasına saklandığında, biraz sonra çaprazdaki koridordan bizim bulunduğumuz koridora doğru gelmek için biri geçiş yapacaktı. Kansu, bütün rahatlığıyla onun arz-ı endam etmesini bekliyordu. Üç saniyeden daha kısa süre içerisinde, siyahi biri, oldukça uzun biri, iki metrenin üzerinde boya sahip biri koridoru geçmiş ve duvarın arkasında onu bekleyen Kansu ile göz göze gelmişti.
"Yok, Godzilla amına koyayım!" Herif hem uzun hem de yapılıydı. Hepimiz Kansu'ya sırıtarak baktığımızda, kulaklıklarımıza ikizlerden Batı'nın sesi doluşmuştu.
"Abi, tamamen seni çok sevdiğimiz için söylemedik. Panik yapma diye," ikizler yine yapmıştı yapacağını.
Siyahi adam, bir bize bir elimizdeki silahlara, bir de hemen bitişiğindeki Kansu'ya baktığında hızla gardını kuşanmıştı. En yakınındaki kişi Kansu olduğu için, gardını ona karşı kuşanmıştı. "Ben o eve bir geleyim, 3 gün bilgisayar yok cezası vermezsem size, bana da Ricardo demesinler," Kansu İngilizce konuşarak İkizler'i haşladığında, Doğu kulaklıklarımıza sesini duyurmuştu. Tüm bu olaylar olurken, Kansu önündeki adamla düelloya girişmişti.
"Abi, Ricardo kim?"
Dövüş kısa süre içinde başladığında, Kansu sakin ve sessiz hareketlerle saldırıya geçti. Hızlı ve etkili yumruklarını kullanarak siyahi adamı köşeye sıkıştırdı. Siyahi adam, kaçmak yerine kendini korumaya çalışırken, Kansu'nun gücü karşısında zorlanmaya başladı. Kansu, sessizliğini korurken, her darbeyle siyahi adamı zorlamaya devam etti. Dövüş sırasında hiç ses çıkartmamaya özen gösteriyordu. Siyahi adamın çıkardığı her ses, onun kararlığını artırmaya devam ediyordu ve daha da hırslı olmasını sağlıyordu. Sonunda, sessiz ve etkili bir hareketle adamın boynuna vurarak onu bayıltmayı başardı.
Duvarın köşesine bir elini yaslayıp orada soluklanmaya başlayan Kansu'yu gördüğümde gülümsemiştim. Dövüşte fazlasıyla iyiydi, hakkını vererek dövüşürdü. Çok ses çıkarmadığı için dövüşürken her zaman en sessiz Veliaht o olurdu. Şu an içinde bulunduğumuz atmosferde sessizce hareket edecek birine ihtiyaç duyduğumuzdan koridorun sonuna onu göndermiştik. Yüksek ihtimalle ikizler, sırf o gidiyor diye adamın 2 metre yapılı biri olduğunu söylemeyi reddetmişlerdi. Bunlar Kansu için bir etken değildi, veliahtlar kaybetmezdi. Karşısındaki rakibin güçlü oluşu, sadece nefes nefese bırakırdı. Kazanan her zaman veliaht'ın kendisi olurdu.
"Ne oldu lan, iki tane tuşa basıyorsunuz diye adam mı oldunuz? Ricardo, benim şimdi bulduğum takma adım. Adamın gözünün içine baka baka kendi ismimi söyleyecek değildim herhalde," Ricardo'nun kim olduğu ortaya çıktığı için, rahat rahat yolumuza devam edebilirdik.
Arem'in işaretiyle, Mert ve Erdem, yerde yatan adamı sürüye sürüye içinden çıktığımız depoya doğru götürmüş ve onu oraya kilitlemişlerdi.
"Vay be, kimin abisi be. Olay anında adamla burun burunayken bize laf sokar ve yine de tedbiri elden bırakmaz. Her zaman zekice hareket eder. Sana çektiğimiz nasıl da belli, abiciğim. Resmen zekamızı senden almışız."
"Sırf Kansu'dan 3 günlük bilgisayar kullanamama cezası yememek için böyle övmüyorlarsa, ben de ne olayım," Evren haklıydı. Hepimiz ikizleri tanıyorduk. Onlar Kansu'yu övüyorsa, sebebi sadece onun egosunu bildikleri içindi. Egosu okşanan Kansu, onlara asla ceza vermezdi.
"O cezayı her türlü vereceğim, bu kez hiçbir iltifatınız beni yolumdan döndüremez."
"Tüh ya, neredeyse yiyecekti," Batı'nın isyanı her birimizi bir kez daha güldürmüştü.
Hep beraber etrafı kontrol ederken, koridorun sonundaki yangın merdivenlerine ulaşmıştık. Baş veliaht bir kez daha hepimizi en önden gönderip, en arkadan o gelmiştim. Merdivenleri teker teker çıktığımızda 3. katın girişinde durduk.
"Abiler, burası çok kalabalık ya, ne yapacaksınız?" diye sordu Batı.
"Bize mi soruyorsun, Batı? Senin cevap vermen gerekiyor," dedim, hızlıca cevaplayarak.
"Ha, doğru. Bir an, biz olmadan hiçbir şey yapamayacağınızı unutmuşum," diye devam etti Batı. Kaşlarım, duyduğum laf karşısında çatıldı.
"Kansu, hatırlat, ülkeye geri döndüğümüzde ben bunları döveceğim," diye ekledim.
"Bu kez ben de yardım edeceğim, hiç şüphen olmasın, kardeşim," iki tane çocuğun oyuncağı olmuştuk, kesinlikle dayağı hak ediyorlardı.
"İçeriye anons geçmek üzereyim. Ses değiştirici aktif," Kansu, gülmüştü.
"15 yaşındaki iki ergenin sesini bir biz ciddiye alıyoruz," onun söylemesi bizi de güldürmüştü.
"Dikkat, dikkat! Üçüncü kat koridorunda bulunan herkesin ikinci kata inmesi önemle arz edilir," içeriden gelen sesle bakışlarımı oraya doğru çevirdim.
"Kat temiz," Erdem, en önden içeri giriş yapmıştı. Etraf, söylendiği gibi temizdi. Koridor boyunca düz gitmemiz gerekiyordu. 3. oda, bilgisayar odasıydı. Orada çalışmakta olan ekip vardı ve oradaki bilgisayarlar, üst düzey bilgisayarlardı. Bütün eyaletlerin seçim sonuçlarını dosyalıyordu. Fakat o bilgisayarlara sızmak, birebir temas olmadığı sürece mümkün olmuyordu.
Kapının önünde durduğumuzda, Kansu elini ceketinin cebine atmıştı. O şeyi hiç sevmiyordum, sevmediğim için yüzümü buruşturmuştum. Kansu önce kapıyı çalmış, sonra kapıyı açmış, elindeki bayıltıcı dumanlar çıkartan gazı içeri atmış, sonra sakin sakin kapıyı tekrar geri kapatmıştı. İçeride çalışan herkes, o gazın etkisiyle bayılacaktı.
"Bir cazibem var ki, sadece bir saniye gören anında bayılıyor," diye espri yapan Kansu, yerli yersiz espriler yapmaya devam ediyordu.
"O değil de, ben acıktım ya," Erdem İsyan etmeye başlamıştı. Ona baktığımda, ben de acıktığımı fark etmiştim.
"Şu iş bitse de yemek yesek," Erdem beni kafasıyla onaylamıştı.
"O zaman baş veliaht olarak tüm yemekler Arem'den," Mert topu bir anda Arem'e atmıştı.
Arem, Mert'e bakıp kafa sallamıştı. Ondan cevap vermesini beklemek hata olurdu. İtiraz bile etmez hemen onaylardı. Yeter ki sussunlar derdi. Şu an kafasının içinde bunu döndürdüğüne emin olacak kadar iyi tanıyordum onu.
Bayıltıcı gaz dumanının, etkisinin geçmesini bekliyorduk. İçeridekiler bayılmış olarak kalmaya devam etseler de birkaç dakika boyunca içeriye giren herkes o gazdan dolayı bayılabilirdi.
"Sizce de Arem'in üzerinde, Sevgililer Günü'ne sevgilisiyle girecek tek Veliaht olma egosu yok mu?" Kansu, Arem'e bakarak konuştuğunda Mert sabır çekmeye başlamıştı.
Dört gün sonra Sevgililer Günü'ydü. Melisa için özel günler çok anlamlıydı. Sevgilisi olarak Arem için de o günün önem arz etmesi gerekiyordu.
"Tek olduğum doğru, ancak egom yok," Arem, Kansu'ya cevap verdiğinde. Kansu, Mert'e baktı ve orada kısa süreliğine sırıttığını fark ettim.
"Ee, söyle bakalım, 14 Şubat'ta ne yapacaksınız?" Kansu, heyecanını dile getirerek konuşmuştu.
"Girme, adamın özeline. En son tersine geleceksin, ezip geçecek seni o olacak," Evren, Kansu'yu uyarmıştı. Yine de, Kansu'nun çıktığı yoldan kimse onu geri döndürülemezdi, kanserlik hal ve tavırlarıyla bunu bize daima öğretmişti.
"Aslına bakarsanız böyle bir yerde söyleyeceğimi tahmin etmemiştim ama madem konusu açıldı söyleyeyim ne yapacağımı, " Arem uzun konuşan ve açıklama yapan biri değildi. Operasyon üzerinde olsak bile ondan bunu duymak hepimizi heyecanlandırmıştı.
"Evet devam et, " Kansu'da heyecanını dile getirdiğinde Arem, Mert'e bakarak konuşmuştu
"Sevgililer gününde Melisa'ya evlenme teklifi edeceğim..." Ve Mert'i öksürük krizi tutar. Kansu ise hızını alamayıp Mert'in sırtına peş peşe defalarca kez vurur.
"Ne yapacaksın ne yapacaksın? "
Arem gerçekten çok tuhaf biriydi. Şoktan krize soktuğu bir abi vardı karşısında ve onun yaptığı tek şey boşluğa bakar gibi ona bakmaktı. Baş veliaht henüz daha 18 yaşındaydı. Kafamı onaylamazca 2 yana doğru sallamıştım, çok erkendi ve o çok hızlı hareket ediyordu. Henüz daha duygularının farkında bile değildi. Sanırım baş veliahtın beceremediği tek şey aşktı .
"Duyduğun şeyi yapacağım, "
Mert kaşlarını öfke ile çattığında olası bütün durumların önüne geçmek için ikisinin arasına girmiş, oradan kapıya doğru ulaşmış ve bayılttığımız insanların içeride olduğu kapıyı hızla açmıştım.
"Şimdi değil Mert! Şimdi yeri değil. içeri gir!" Komutum üzerine önce bana son kezi se Arem'e bakıp, kafasını öfkeyle aşağı yukarı sallamış ve hızla açtığım kapıdan içeri girmişti.
"Umarım yemek işi yalan olmaz, " Erdem Arem'e bakıp konuştuğunda derin nefes almıştım. Herkesin derdi kendineydi. Kapıdan içeri Erdem'de girdiğinde Arem tekrar konuşmuştu.
"Yanlış bir şey mi söyledim?"
Ses tonu merak doluydu. Evren elini Arem'in omuzuna atmıştı. "Zamanla seni anlayacak, yanlış bir şey yapmadın sen. "
Kansu ikisine bakıp gülmüştü.
"Adamın 17 yaşındaki kardeşine evlenme teklifi edecek, alo! Yanlışı doğrusu mu var bu işin? Bir de kimseye değil Mert'in kardeşine...Biri Doğu ve Batı'yı benden istese kalpten giderim yemin ederim. "
"Abi, bizi niye senden istiyorlar ya, babamız varken?" Kulaklığın varlığını unuttuğumdan olsa gerek, ikizlerin isyanını aynı anda işitince irkilmiştim.
"Anası, babası, abisi yok bu işin. Siz de kimseye vermeyi düşünmüyorum, hayatınızın sonuna kadar evde kaldınız."
"Turşumuzu mu kuracaksın abi, bu ne kıskançlık?"
"Hayırdır, hayatınızda sizi ortadan ikiye ayırmama neden olacak türden ilişkileriniz mi var?" Kansu söylendiğinde kulaklıklarımıza şöyle bir anons geçilmişti, kadın sesiydi bu.
"Aradığınız ikizlere şu anda ulaşılamıyor. Sinyal sesinden sonra tekrar denemeyiniz." An itibarıyla Kansu'nun gözlerinden ateş fışkırıyordu.
"O bilgisayarın klavyesini tek tek bir taraflarınıza sokarım, duydunuz mu beni?" Duyuyor olsalar bile cevap vereceklerini zannetmiyordum. Kansu'ya bakıp başımı iki yana doğru sallamıştım. Kaynana olmak çok zor olmalıydı, oğullarını paylaşamayan kaynana olmak çok çok zor olmalıydı.
"Virüsler yüklendi, bilgisayarlar artık emrinize amadedir, ikizler." Erdem içeriden çıktığında, onu yüzü sirke satan Mert takip etmişti, bu da bir başka kaynana dramı olsa gerekdi.
"Çatıya çıkın, helikopter sizi bekliyor." Batı'nın sesiyle harekete geçmiştik. Mert en önden gidiyordu, aklınca Arem'e tepkiliydi, de işte Arem'in Dünya umrunda değildi.
İki asansör yanyanaydı. İkizler her ikisinin de boş olduğu anı ayarlayıp, 3. Katta durdurmuştu. Ben, Arem ve Erdem bir asansöre binerken, Kansu, Mert ve Evren diğer asansöre binmişti. Asansörler dört kişilik olduğu için ikiye ayrılmayı tercih etmiştik. Bina 20 katlıydı. Son kat çatı katına aitti.
Asansörün içine bindiğimiz an, Erdem son kat düğmesine basmıştı.
"Anlat bakalım, nereden çıktı bu evlilik işi?" Arem'in gözlerinin içine bakarak konuştuğumda, kafasını eğdiği yerden kaldırıp, gözlerimin içine bakmıştı.
"Artık ailem olsun istiyorum."
Öyle bir tonda söylemişti ki, bir an için yutkunamamıştım. Bizim birbirimizden gizlimiz saklımız yoktu, daima ne isek oyduk. Neyi istersek anında neden istediğimizle beraber anlatırdık, çekinmeden, gizlemeden. Erdem'in içine derin nefes çektiğini duymuştum, bu söz ona da ağır gelmiş olmalıydı. Baş veliaht, uzun zaman önce öz ailesi tarafından terk edilmişti. Benim Annem yoktu, uzun zaman önce kaybetmiştim. Lakin, onun için beni daima sevdi ve imkanı olsa asla bırakmazdı, diyebilirdim. Maalesef, onun için bu geçerli değildi, acısı bundandı.
"Biz senin ailen değil miyiz?" demişti Erdem. Öyle değildi işte. Erdem, Arem'in söylemek istediği şeyi anlayamamıştı, içerilenmişti söylediklerine. Oysa ben çok iyi anlamıştım onu.
"Ailemsiniz."
"Ee daha ne?" Erdem sertçe çıkıştığında, Arem kollarını önünde birleştirmişti. Sırtını asansörün duvarına yasladığında, bakışları tavana doğruyken konuşmuştu.
"Bir ailede sadece kardeşler olmaz. Anneler ve babalar da olmalı, belki birilerine..." Gülmüştü. Hayal ettiği şey, her neyse, bu onu güldürmüştü. "Küçük birilerine anne ve baba olduğumuzu bilirsem, içimdeki anne ve baba özlemi biter."
İşte tam burada Erdem yutkunmakta zorluk çekti. Ben zaten en başından anlamıştım neden böylesine çabuk evlenmek istediğini. Ailesi olursa aile özlemi biter sanıyordu, belki de haklıydı. Belki de kendisine ait bir ailesi olursa, o zaman gerçekten içinde yer alan o acı biterdi. Böyle bir şey istiyor diye kimse onu suçlayamazdı, küçükken ailesi tarafından terk edilmiş bir çocuk aileye hasret kaldı diye kimse onu suçlayamazdı. Eğer suçlayanların yanlarında bir ailesi varsa, suçlamak hadlerine de değildi, hakları da değildi. Ailesiz birini suçlayacaksa, bile sadece kimsesizler suçlayabilirdi.
Asansör durmuştu, kapılar yavaş yavaş açılmaya başladığında baş veliaht sırtını yasladığı yerden ağır ağır kaldırmıştı. Kapı iki yandan hareketle açıldığında, gözlerimi gördüklerim karşısında sımsıkı kapatmıştım. Her şey bitti sanmıştım, gördüğüm görüntü yanıldığımı anlamama yetmişti şayet her şey yeni başlamıştı. Önümüzde, takım elbiseli, elleri silahlı ve tüm silahları bize doğru tutmuş adamlar vardı. Onlar asansörün dışında bizi karşılamışlardı.
"Umarım mantıklı bir açıklamanız vardır, veletler." Kansu'nun sesi kulaklıklarımızdan kulağımıza doluştuğunda, onların da bizimle aynı senaryoyu yaşadığını anlamıştım.
"Abi, şimdi şöyle oldu... Adamlar o kadar salak değillermiş, sanırım sahte kamera kaydı izlediklerini çözmüşler." Hepimiz derin nefes alıp vermiştik.
"FBI'yız, teslim olun ve silahlarınızı yavaşça bırakın."
"Bir FBI'yımız eksikti, o da geldi tam oldu." Erdem söylendiğinde, ben etraftaki adamları sayıyordum. Şu an gözümün görebildiği yerde toplam 30 kişi vardı. Her birinin elinde silah vardı. Biz ise 6 kişiydik, adamların eğitimli ajanlar olduğunu varsayacak olursak, bu kez zorlanacağımız aşikardı.
"Veliahtlar, asansörden ayrılmayın." Arem'in sesini duyduğumda, bize bakan ve silahlarını doğrultan adamlara gülerek bakmıştım. Baş veliaht, komuta zincirini eline aldıysa hiç şansınız yok.
"Doğu-Batı, binaya hüküm etmeye devam edebiliyor musunuz?"
"Şimdilik evet."
"Güzel, öyleyse asansör kapılarını kapatın." Kısa süre içinde asansör kapıları kapandığında, FBI ekibi harekete geçmişti, asansörün kenar kolonlarına saklanıp ateş hattından hızla kaçmıştık.
"Sadece bir kat indirin asansörü." Asansör bir anda Arem'in emri üzerine çalıştığında, baş veliaht tabancasını kontrol ederken tekrar konuştu, gözlerim Erdem'e kaydı, durumu iyiydi.
"Herkes iyi mi?"
Yan asansörde olan veliahtlar onay sesi çıkardığında, rahat nefes almıştım.
"Kapıları kapalı tutun, yangın alarmını çalıştırın." Doğu ve Batı, Arem her ne diyorsa yaptığı için kısa süre içinde asansörde olduğumuz hâlde kulaklarımıza yangın alarmının yüksek sesi doluşmuştu.
"Asansörleri açın. Kansu, Evren, Mert, bizimle sırt sırta gelecek şekilde çıkın."
Kapıları açıldığı an son kez derince nefes almıştım, başlıyorduk.
Asansörden dışarı çıktığımızda etrafta koşuşturma olduğunu görmüştük, kimse koşuşturmanın içinde eli silahlı bizleri umursamıyordu, herkes yangının peşine düşmüştü. "Doğu, sen bizimle ilgilen, Batı ekibinle beraber seçim sonuçlarıyla ilgilen."
"Abi, sağ ve sol kanatlardan 15'er kişi olarak aşağıya iniyorlar, karşı karşıya gelmeniz 20 saniye içerisinde gerçekleşecek."
"Veliahtlar, gizlenin." Arem'in emri üzerine herkes saklanacak bir yer bulmuştu, ben kolonlardan birinin arkasına saklanmıştım.
"Erdem, sağ çaprazında." Kansu, Erdem'i uyarmıştı. Muhtemelen adam hedefine Erdem'i almıştı, ancak Erdem'in görüş alanında adam olmadığı için Kansu onu uyarmıştı. Silah sesleri peş peşe gelmeye başladığında, arkasına yaslandığım kolondan kafamı çıkarmıştım.
Görüş açıma giren ilk takım elbiseli adamı omuzundan vurduğumda, yere hızla düşmüştü, kafamı tekrar yaslandığım kolonun arkasında gizlemiştim. "Doğu, herkesi tek tek izleyin. Biz onlardan daha öndeyiz, kalabalık olabilirler ama her yerde gözü olan biziz." Arem haklıydı. Kamera kayıtları bizimleydi, her yerde gözü olan bizdik.
Bu kez kolonun arkasından kafamı çıkarmama gerek yoktu, çünkü adam tam karşımda duruyordu. O beni fark edememişti. Bunlar nasıl ajanlardı, işlerinde hiç iyi değillerdi ya da hayır, onlar işlerinde çok iyiydi. Sadece veliaht olan bizlerdik. Çok geçmeden sözde özel eğitimli ajan, kafasına yediği kurşunla beraber hayata gözlerini yummuştu.
"Ahhhh!"
Kulağımıza bir ses doluşunca, hepimiz aynı tepkiyi vermiştik.
"KANSU!"
"Burada."
"Zevzekliği kes, iyi misin, onu söyle?" Hızla araya girmiştim.
"İyiyim, sadece sıyırdı."
"Abi, iyi misin? Ne oldu, nereden vuruldun? Seni görebileceğim bir kameranın önüne geç." Doğu telaş yapmıştı.
"Abim... Ne oldu, iyi misin abi? Ses ver, abi! Abi diyorum, ses versene." Batı, ondan bile daha çok telaş yapmıştı.
"Ya işte böyle, abinizin kıymetini bilin." Kafamı iki yana doğru sallayıp işime geri dönmüştüm. Birini daha indirdiğimde, tekrar kolon arkasına geçmiştim.
"Lan pezevenk, vurulmadın vurulmuş taklidi mi yaptın?" Mert'in sesini duyduğumda, konuşsun istedim, benim yerime de konuşsun.
"Yok, harbi vuruldum ama abi olmak böyle bir şey." Ses tonu bile sırf egoydu.
"Abi olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlattığın iyi oldu. Malum bazıları, biz abilerin varlığını pek takmıyor da." Silah sesleri birbirine karışmışken, bir Mert'in, Arem'e karşı olan imâları eksik kalmıştı, o da gelmişti, tam olmuştu. İşte ortam gibi ortam.
"Üzerimden prim kasma, Mert."
Kansu, hazır cevap biri olduğu için cevabı yapıştırması uzun zaman sürmemişti.
"Arem, buradan nasıl kurtulacağız? Adamlar fazla kalabalık. En geç 10 dakika içerisinde takviye ekip yola çıkar, kapana sıkışmamız an meselesi." Kulaklık aracılığıyla baş veliahta ulaşmıştım, kurşunlar havada uçuşuyordu, saklandığımız yerden çok fazla çıkamıyorduk. Üstelik, birimiz yaralanmıştı ve kendisi alaycı biri olduğu için yarasının ne düzeyde olduğunu görmediğimiz sürece bilemeyecektik.
"Veliahtlar, karanlık bizim neyimiz?" Arem'in sesi hepimizin kulaklarında çınlandığında aynı anda cevap vermiştik.
"YUVAMIZ!"
"Biz karanlıkta görürüz. Biz karanlıkta duyarız, karanlık bizim yuvamız, en çok bizim yuvamız. Doğu, binanın ışıklarını kapat."
Sadece 10 saniye sürmüştü. Belki daha az, kısa süre sonra bütün binanın ışıkları kapatılmıştı. Işıkların sönmesiyle kurşun sesleri kesilmişti, onlar da eğitimli adamlardı, burada neyin döndüğünü çabucak kavramışlardı. Az önce bağırıp çağıran adamlar bize teslim olmamızı söyleyen o adamlar, şimdi sus pus olmuşlardı. En sessiz olmayı beceren ekip bu gece evine sağ salim dönecekti.
Birbirimizle iletişimimiz an itibariyle kesilmişti. Sessiz olmamız gerekiyordu ve kulaklık aracılığıyla konuşup yer tespiti yapamazdık. Ben kardeşlerimi bilirdim. Ben kardeşlerimi tanırdım, hangisi nerede saklanıyor, iyi bilirdim. Benim silahımdan çıkan kurşunların hiçbiri bu oyunda kardeşlerime denk gelmeyecekti.
Ben Kansu olsam, kör bir noktaya saklanırdım. Işık kapanmadan önce etrafımı iyi gözlemlemiştim, çaprazımda bir duvarın iki yanında süslü çıkıntısı vardı, o çıkıntının içi boştu. Kansu oradaydı.
Ben Evren olsam, düşmana en yakın olan tarafta olurdum, hemen arkalarında.
Ben Erdem olsam, kardeşlerime en yakın tarafta dururdum, onları korumak için hemen arkalarında.
Ben Mert olsam, kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerde olurdum, merdiven boşluğunda.
Ve ben Arem olsam, hem düşmanı gözlemleyeceğim, hem de kardeşlerimi kontrol edebileceğim bir yerde olurdum, merdiven tepesinde, keskin nişancı konumunda.
Derin nefes al. Hazar uzun süre nefesini tutar, düşman etrafta, karanlık onun değil, senin yuvan. Düşman, karanlık içinde olduğu sürece, zafer sana daha yakın. Kolonun arkasından çıktım, düz gittim, adım seslerimi ben bile duyamadım, o kadar sakindim. Ben onları tanırdım, onlar beni tanırdı. Ben onların durdukları yerden ayrılmayacaklarını bilirdim, onlar da benim olduğum yerde kalmayacağımı bilirdi. Adım seslerini duyuyorlardı, fakat gelenin ben olduğunu da biliyorlardı. O yüzden yememiştim, vücuduma kurşun.
Veliaht, kendinden olanı daima tanırdı.
İki yandan iki nefes, biri merdiven boşluğuna daha yakın, biri oraya adımlıyor. Mert kardeşim olan biri, diğeri kardeşimi öldürmeye çalışıyor. Silahımı çektim, boşluğa nişan aldım. Etraf zifiri karanlık. Ben hiçbir şey göremiyorum, yine ben çok şey görüyorum. Bir ses çıktı silahtan. Adamın biri vuruldu, kafasından.
Arkamdan kurşun sesleri duyulmaya devam ediyor, her biri kardeşlerimin olduğu yerden geliyor. Düşman ateş etmeye cesaret edemiyor, düşman önünü göremiyor, tepemizden kurşunlar uçuyor, baş veliaht hedefini hiç şaşırmıyor. Karanlık bizim yuvamız, karanlık en çok bizim yuvamız. Göz gözü görmez lakin veliaht herkesi görür.
Omzumun gerisinde birinin bana yaklaştığını hissettim. Kardeşlerim beni bilir, savaş esnasında bana yaklaşmamaları gerektiğini bilir. Yaklaşan kişi beni tanımıyor, yaklaşan kişi kardeşim değil. Ondan önce ben vurdum onu. Tanımam, etmem bu adamı, ne diye etrafımda dolanır ki? Bak, öldü bile.
Öldün, çık düşman.
Veliahtlar teker teker etrafta geziniyor, kanın kokusu burnuma dolanıyor, koku hoşuma gidiyor. Hiçbir kan kardeşlerime ait olarak dökülmüyor, biraz daha, biraz daha da, biraz daha... Birinin ayağı takıldı, düştü. Muhtemelen bir cesete takılıp düştü. O bir veliaht değil, olamaz da. Hiçbir veliahtın düştüğüne şahit olmadım bugüne kadar. Bu her kimse, bizden biri değil.
Düştüğü yerden bir daha kalkamadı. İşinde iyi biri ama önünü göremiyor, takılıp düşüyor. Yoksa sessiz biriydi, fark edemezdim. Karanlık onun yuvası olmasa gerek. Öldürdüm onu, tıpkı diğer ekip arkadaşları gibi.
Her yer kapkaranlık, yine de her şeyi duyuyorum. Her şeyi duyduğum için kazanıyorum, kazanıyoruz.
"Doğu, ışıkları aç! Etraf temiz." Arem sayardı kaç kişinin olduğunu. Kaç kişinin öldüğünü sayardı. Eğer o, "Işıkları aç" diyorsa, o zaman düşmandan geriye kimse kalmamıştır.
Işıklar aniden açıldığında, gözlerim karanlığa alıştığı için acımıştı. Işığa alıştığımda etrafa göz gezdirmiştim. Yerde yatan cesetleri gördükçe yüzümde gülümsemem eksilmiyordu. Herkes tam ortaya, benim olduğum yere doğru geldiğinde, gözlerim bir kişinin üzerinde gezindi. Sorun yoktu, omzundan vurulmuştu, bu yara onu öldürmezdi ama o yarayı aldı diye açılacak olan çenesi bizi ölmekten beter süründürecekti.
"Yani, var ya! Bir kere de sizden biri vurulsun, hep ben, hep ben, hep ben!" Mert, tişörtünü tuttuğu gibi yırttığı için hepimizin bakışları ona kaymıştı. İsyan eden arkadaşın bakışları bile ona kaymıştı. Elindeki bez parçası ile Kansu'nun yanına gidip kolunu alttan iyice sıkıp, bezle sıktığı yeri sıkı sıkıya bağlamıştı. Kan kaybetmesini önlemek için yeterli bir hareketti.
"Eyvallah," Kansu, Mert'e teşekkür ettiğinde, hepimiz birbirimize bakıp birden bire ortada hiçbir sebep yokken kahkaha atmıştık. Eğlendiğimizi itiraf etmemiz gerekiyordu. Aksiyon bize iyi geliyordu, ölümle burun buruna gelmek bize gerçekten iyi geliyordu. Bunun bize iyi gelmesi aslında bizim iyi olmadığımızı gösteriyordu. Ama olsun, biz böyle olmayı seviyorduk.
"Beş dakika içinde çatı katına çıkar mısınız? Asansörleri kapattım, destek ekip merdivenleri kullanmak zorunda. 5 dakika içerisinde bulunduğunuz yere gelirler."
"Doğu'nun sesi kulaklıklarımızdan içeri girdiğinde birbirimize son kez bakıp merdivenin olduğu yere doğru koşmuştuk. Çatı katının sadece bir kat altındaydık. Bu kez bu binadan kurtulmamamız için hiçbir sebep yoktu.
Merdivenleri hep beraber üçer beşer tırmanıp çatı katına çıkmayı başardığımızda boş alanda bizi bekleyen helikopteri görmüştük. Helikopterin çıkardığı rüzgar saçlarımızı uçuşturuyordu. Uzun süre kan soluduğumuz için temiz hava hepimize iyi gelmişti. Koşarak helikoptere doğru ilerlemiş, pervanesi dönmekte olan yüksek sesli araca teker teker binmiş, kapıları kapatmıştık. Helikopter kalkış için harekete geçtiğinde derin nefes alıp vermiştim. Bu kez içime çektiğim o derin nefes, rahatlık hissinden kaynaklanıyordu.
"İlk görevimiz başarıyla sonuçlandı. FBI tarafından tespit edilmiş olmamız hiçbir şey değiştirmez. Adayımız Cumhurbaşkanı olduysa, FBI'ı susturması uzun sürmez," Arem'in helikopter sesinden dolayı yüksek tonda çıkardığı sesine hepimiz kafa sallayarak karşılık vermiştik. Çok doğruydu, görevimiz başarıyla sonuçlanmıştı.
"Ee, ikizler, söyleyin bakalım. Adayımız seçimleri kazandı mı?" Evren, ikizlere kulaklık aracılığıyla seslendiğinde, ikizlerden çok geçmeden cevap gelmişti.
"Abilerim, babam hattın diğer ucunda sizinle konuşmak istiyor."
Ulubey Kenan Özkurt'un bizimle konuşmak istediği şeyi hepimiz merak ettiğimizden yerimizde dikleşmiştik.
"Aslanlarım, nasılsınız bakalım?"
"Vuruldum baba, ölmek üzereyim. Vasiyetimi vermek istiyorum: ikizlerin hayatının sonuna kadar bilgisayar kullanmasını yasakla. Teşekkürler."
"Bildiğim kadarıyla koldan vurulmak öldürücü olmuyordu oğlum," hepimiz gülerek Kansu'ya bakmıştık. O ise bizi umursamıyor yaralı koluyla ilgileniyordu.
"Bir sorun mu var abi? Görev başarılı. Bizimle konuşmak istediğin konu ne?" Mert, konuyu olması gereken yere çektiğinde, bir kez daha hepimiz dikkatimizi kulaklıklar aracılığıyla dinlediğimiz adama vermiştik.
"Sizinle konuşmak istediğim şey tam olarak bu. Göreviniz başarıyla sonuçlandı. Hepinizi bu konuda tebrik ediyorum. Artık bize sağlam veliahtlara sahip olduğumuzu kanıtlamış oldunuz. Lakin söylemek istediğim şey şu ki, görevinizin başarısız olması mümkün değildi."
Kenan Özkurt'u tam olarak anlayamadığımız için kaş çatmıştım.
"Nasıl yani?" Arem, soru yönelttiğinde, bir kez daha dikkatimiz Kenan Özkurt'a dönmüştü.
"Doğu ve Batı hiçbir zaman seçim sonuçlarına sızmadı. Çünkü sızmalarına gerek yok. Adayımız rakibine göre fazlasıyla güçlüydü. Her türlü kazanacaktı. Siz gitseniz de, gitmezseniz de, Cumhurbaşkanı olacağı belliydi."
Hepimiz gözlerimizi şaşkınlıkla açmıştık. Hiçbirimiz hâlâ hiçbir şeyi tam olarak algılayamamıştık.
"Sayın babacığım, affınıza sığınarak bir şey sormak istiyorum," Kansu konuştuğunda, ona bakmıştım. En az bizim kadar şaşkındı.
"Dinliyorum oğlum."
"Bizi ne diye buraya gönderdiniz? Madem adayınız en başından beri seçimi kazanacaktı, biz ne için böyle bir göreve kalkıştık?"
Kenan Özkurt'un güldüğünü işitmiştim.
"Bu bir görev değildi, bu sizin veliahtlık kariyerinizde aldığınız son eğitimdi. Sonucunda ders çıkarmanız gereken bir eğitim. Veliahtlar, sizler ulularınıza daima sadık kalacaksınız. Ancak söz konusu güvense, onlara da güvenmeyeceksiniz. Hayatınız boyunca bir tek birbirinize güveneceksiniz. Ders bitti çocuklar, artık sınıfı geçtiniz."
Kenan Özkurt sustuğunda, her birimizin şaşkın bakışları birbirimize dönmüştü. Aslında onlardan beklenenin tam tersini yapmıştılar, bizi kandırmışlardı ve bu eğitimin bir parçasıydı. Bir veliaht, kendinden olmayana hayatı boyunca hiç güvenmemeliydi. Yüzümüzde yer edinen gülümseme, hepimizin bu gerçekle yüzleşmiş olmasından kaynaklanıyordu. Biz burada, bugünden sonra, sadece birbirimize güvenecektik. Hiçbir zaman birbirimizden şüphe etmeyecektik ve hayatımızın hiçbir döneminde birbirimize ihanet etmeyecektik. Kardeş olmak demek veliaht olmak demekti. Bundan sonra bu, artık böyleydi.
(🎭)
|
0% |