Yeni Üyelik
131.
Bölüm

🎭 11 DOĞDU GÜNEŞİM

@mavimsu_

 

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın. Lütfen bölümü yıldızlamayı ve de bol bol yorum yapmayı ihmal etmeyin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hazırsanız biz DOĞRUYORUZ...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm Sözü

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Doğdu güneşim karanlığıma.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çınladı sesi kulaklarımda.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Öyle bir geldi ki bana,

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anne oldum ben sonunda.

 

 

 

 

 

H.G. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Derin nefes al sonra ver. Derin nefes al sonra yine ver. Alabiliyorsan al şu nefesi artık!

 

 

 

 

 

 

"Sarsmadan sür arabayı!"

 

 

 

 

 

Ya da sarsarak sürsün. En fazla ne olabilirdi ki? Ölürdüm. Evet! Kesinlikle sancıdan ölürdüm.

 

 

 

 

 

 

"Nefes al tanrıça!"

 

 

 

 

 

Yine konuşmuştu koduğumunun şerefsizi. Doğum başladığından beri düz gitmiştim ona. Arsız olmuştu. Koymuyordu artık.

 

 

 

 

 

 

"O nefesi sokarım sana!"

 

 

 

 

 

Kızgındım. Ona çok kızgındım. Benim için ölüp biten adam ne demek benim yerime doğuramazdı. Benim bu aşka olan inancım bitmişti.

 

 

 

 

 

 

"Ahhhh! Ne zaman çıkacak bu?"

 

 

 

 

 

Arabada başım Arem'in dizine gelecek şekilde uzandırılmıştım. Arabayı süren Erdem'di. Onun yanında oturan Kansu'ydu. Erdem'in doktor sevgilisi Gülçin önümde durmuş sapık gibi orama burama dokunuyordu. Diğerleri arabaya sığmadığından peşimizden geliyorlardı.

 

 

 

 

 

Onlar arabaya sığmıyordu, benim içim dışıma sığmıyordu. Hayat işte ne yaparsın.

 

 

 

 

 

 

"Teknik olarak seni ortadan ikiye ayırdıktan sonra çıkacak. " Gülçin'in sesini duymamla eş zamanlı olarak sancının bedenime girmesi bir olmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Allah senin belanı versin Arem. Seni tanıdığım günün sabahını... Ah!"

 

 

 

 

 

Yine sancı girince küfür yerine ulaşamadan kesilmişti.

 

 

 

 

 

 

"Uçurumun başında fantezi yaparsın ha!"

 

 

 

 

 

Arabada bu kadar çok kişi varken detay vermek hoş muydu, bilmiyordum.

 

 

 

 

 

Bildiğim tek şey canımın yandığıydı.

 

 

 

 

 

 

"Uçurum fantazisi ne lan?"

 

 

 

 

 

Erdem'in sesini duyduğum hâlde gözüm karnımda olduğu için ona bakamıyordum.

 

 

 

 

 

 

"Ne bileyim oğlum?

 

 

 

 

 

Yoksa uçurumdan atlarken havada-"

 

 

 

 

 

 

"Kesin sesinizi!"

 

 

 

 

 

Arem'in iki elini ellerimle kavramış, sıkmaktan bembeyaz etmiştim.

 

 

 

 

 

Tek kelime etmemişti bunun için. Ben Titanik gibi ortadan ikiye ayrılırken onun elleri bembeyaz olmuştu. Aman ne büyük acı. Karnıma giren sancı yüzünden iç sesimi düzeltmiştim. Gerçekten çok büyük acı.

 

 

 

 

 

 

"Tanrıça! Nefes al artık!"

 

 

 

 

 

Bir şeyden değildi ama yemin ederim bu adam kaşınıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Niye lan! Aldığım nefese de mi göz koydun? Onu da mı si-" Kızım diye demiyordum, kendisi lafı anasının ağzına çakmakta bir numaraydı. Yine sancı ve yine lafı yarıda kesilen ben.

 

 

 

 

 

 

"Niye çıktın lan sen benim karşıma?

 

 

 

 

 

Senin var ya senin, tuttuğun takım küme düşsün. Diline botoks yapsınlar da konuşama. Rock'çılar cover'lasın seni."

 

 

 

 

 

Beddua temalı bölümümüze yoğun bir sancının bedenimi esir alması sebebiyle kısa bir reklam vermek durumundayız.

 

 

 

 

 

Reklamlardan sonra tekrar kaldığımız yerden Arem'in saç telinden ayak parmağına kadar beddua etmeye devam edeceğiz.

 

 

 

 

 

 

"Yemin ederim taktir ettim. Bedduada bir dünya markası. " Erdem'in sesini duyunca gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Acı geçsin diye şarkı söylemeyi denemiştim içimden. Şöyle Göksel'den acıyor şarkısı tam durumuma uygundu.

 

 

 

 

 

 

Acıyor, acıyor, acıyor

 

 

 

 

 

Her yolu denedim, bitmiyor

 

 

 

 

 

Rahmimin ortasına bıraktın veledini, batıyor...

 

 

 

 

 

 

"Ulan! Ulan! Ahhhh!"

 

 

 

 

 

Sinirlerim canım her acıdığında daha çok geriliyordu.

 

 

 

 

 

 

"Küfür edecek birazdan izle. "

 

 

 

 

 

Kansu'nun kanserlik sesi yine gün yüzüne çıktığında Arem'in eli saçlarıma gitmişti. Saçımı okşayıp bana destek vermeye çalışıyordu. Benim canım acıdığı için onun da canı acıyor olmalıydı. Onun canını alırdım bu sinirle. Uzak dursundu benden.

 

 

 

 

 

 

"Aklını oyalayın. Acıdan ıkınmayı beceremiyor. " Bana beceriksiz diyenin aklını alırdım aklını. Her şeyin en iyisini yapardım ben. En iyi ben doğururdum. Yetmez en iyi ben ıkınırdım. Erdem'in sevgilisi hiçbir şey bilmiyordu. Doktor olması bunu değiştirmezdi.

 

 

 

 

 

 

"Kansu! "

 

 

 

 

 

Demişti Arem.

 

 

 

 

 

 

"Hı! "

 

 

 

 

 

Demişti Kansu.

 

 

 

 

 

 

"Konuş,"

 

 

 

 

 

demişti Arem.

 

 

 

 

 

 

"Ben niye lan?"

 

 

 

 

 

Demişti Kansu. O soru benim hakkımdı. Çocuğu ikimiz yaptıysak niye ben tek doğuruyordum?

 

 

 

 

 

 

"Sen boş boğazsın. Ondan herhalde," demişti Erdem. Hayret puştlarda ara sıra haklı olabiliyordu demek ki.

 

 

 

 

 

 

"Tamam lan tamam,"

 

 

 

 

 

demişti Kansu. Anneciğim sen de artık doğar mısın? Konuya odaklanamıyorum da senin yüzünden.

 

 

 

 

 

 

Biraz düşünmenin ardından kanserlik ses konuşmuştu tekrardan.

 

 

 

 

 

"Babamın söylediğine göre, annem benim doğumum da aynen Hera gibiymiş. Babama tüm yol boyunca küfür etmiş. Zavallı babam da aynı zavallı Arem gibi sesini dahi çıkaramamış. " Kansu'nun her ne kadar kafamı dağıtmak için anlattığı anısı olsa da, annesinin aslında babasına o kadar sert gitmesinin nedeninin, Kansu'yu dünyaya getirmeyi hiç istememesinden kaynaklandığını biliyordum. Bunu tahmin edebiliyordum. Kansu'nun annesi Kansu'ya karşı annelik namına hiçbir şey yapmamıştı. Çünkü o kadın Kansu'yu oğlu olarak görmüyordu. Kansu'nun babası olan Kenan Özkurt'u hiç sevmemiş olmanın acısını, bütün hayatı boyunca ondan çıkarmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Acaba diyorum Hera, sen kendini Arem'in yerine mi koysan?"

 

 

 

 

 

 

"Ulan doğuran benim zaten. Bir de empati mi yapacağım? " Gülçin, sürekli ıkınmam için komut veriyordu. Ben ise onu dinlemek yerine salak Kansu'yu dinliyordum.

 

 

 

 

 

 

"Tamam o zaman şöyle yapalım-"

 

 

 

 

 

 

"Erdem, daha hızlı gidemez misin?"

 

 

 

 

 

Gülçin'in komutunu duyan puşt, burada doğuracağım diye canımdan can gittiği için değil, sevgilisi ona hızlanmasını söylediği için hızlanmıştı. Bütün bunları kindarlık dosyalarıma kayıt alıyordum. Doğurduktan sonra tek tek hesabını soracaktım hepsinden.

 

 

 

 

 

 

"Kendini benim babamın yerine koy Hera. Farz et, dünyaya benim gibi mükemmel bir çocuğun gelmesine sebebiyet verdin ama-"

 

 

 

 

 

Kansu, boş boş konuşurken şu ana kadar bedenime giren en büyük sancı, rahmime mızrak misali saplanmıştı. Acı beni çileden çıkardığı için öfkeli şekilde âdeta bağırmıştım:

 

 

 

 

 

 

"Sen benim oğlum olsan, sikime dava açardım seni var ettiği için Kansu."

 

 

 

 

 

Arabanın içini Erdem'in kahkaha sesi doldurduğunda, Kansu ağzının içinde bir şeyler mırıldanır olmuştu.

 

 

 

 

 

 

Arem ile göz göze geldiğimde onun bana endişeyle baktığına bir kez daha şahit olmuştum. Saçlarımı okşayıp duruyordu.

 

 

 

 

 

Canımın acısı onun da canının acımasına neden oluyordu. Artık emin olmuştum.

 

 

 

 

 

"Özür dilerim. "

 

 

 

 

 

 

Beni hamile bıraktığı için özür mü diliyordu?

 

 

 

 

 

Ona odaklanamıyordum. Acıdan hiçbir şeye odaklanamıyordum.

 

 

 

 

 

 

Bedenime giren sancı, beni normalden daha çok acımasız yapıyordu. Canım acıdıkça kimseyi umursamıyordum. Arem bu kişilerin başında geliyordu. Onun, orman yeşili gözlerini, bütün içtenliği ile gözlerime çevirip, bana masum masum bakması; ona acıyıp merhamet edeceğim anlamına gelmiyordu.

 

 

 

 

 

En azından bebek doğana kadar bunun böyle devam edeceğine emindim. Arabanın daha da hızlandığını hissetmiştim. Tıpkı hızlanan nefeslerim ve eşiği artan acı seviyem gibi. Nutkum tutulmuştu acıdan. Anne olmak gerçekten zor işti. Doğuracağım diye dokuz doğurmuştum mesela. Sanırım durumu en iyi bu şekilde özetleyebilirdim.

 

 

 

 

 

 

Ikın!

 

 

 

 

 

Ikın!

 

 

 

 

 

Ikın!

 

 

 

 

 

Ee zıkkım yani...

 

 

 

 

 

 

Doğ artık kızım. Ne bu inat?

 

 

 

 

 

 

"Sık dişini Hera! "

 

 

 

 

 

Gülçin arabanın içinde, bacak aramın oralarda fazlasıyla meşguldü. Ben de meşguldüm. Yanlış zamanda meşgul olmak deyince de ben ! O gün o uçurumda meşgul olsaydım bugün burada can çekişmekle meşgul bulunmazdım.

 

 

 

 

 

 

Başım ağrıyor demek çok mu zordu?

 

 

 

 

 

 

"Biriniz şarkı söyleyesin!"

 

 

 

 

 

Bu emri Gülçin vermemişti. Arem'in de bu tarz talebi olmamıştı. Bu emri ben vermiştim. Canımın acısını sadece birilerinin canını sıkarsam görmezden gelebilirdim.

 

 

 

 

 

 

"Ne? "

 

 

 

 

 

"Ne?" Diyerek tepki veren iki kişi Kansu ve Erdem'di.

 

 

 

 

 

 

"Şarkı söyleyin dedim! Ah! "

 

 

 

 

 

Yine bir sancı gelince cümlemin sonuna doğru çığlık atmak zorunda kalmıştım. Saçlarım terden sırılsıklam olmuştu. Bedenim yay gibi gerildiğinde, Arem'in gözlerini sımsıkı kapattığına şahitlik etmiştim. Acı çektiğime şahitlik etmek onun canını bir kez daha yakmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Kansu sendeyiz."

 

 

 

 

 

Erdem, topu Kansu'ya attığında can çekişiyor olmasam kabullenişlerine gülebilirdim.

 

 

 

 

 

 

"Ben niye lan? "

 

 

 

 

 

 

"Çünkü ben araba sürüyorum. "

 

 

 

 

 

 

"O zaman Arem söylesin. "

 

 

 

 

 

Kafasını çevirip bizim olduğumuz tarafa baktığında, Arem'de her ne gördüyse sertçe yutkunup hızla önüne dönmüştü.

 

 

 

 

 

 

"Aslında veliaht olmasam kesin şarkıcı olurdum. " Ben de en fazla avukat olurum diyordum ama işte hayat beni veliaht yapmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Uzatma! Şarkı söyle!"

 

 

 

 

 

Arem'in sert sessi beni ona dönmeye mecbur bırakmıştı. Ellerini o kadar çok sıkıyordum ki kemikleri bu acıya nasıl dayanıyor diye merak ediyordum. Ne ara iki elimle iki elini tutup sıkmaya başladığımı bilmesem de, göz göze geldiğimiz her an, ikimizin de deli gibi acı çektiğini görebiliyordum. Benim acım fiziksel olsa da onun acısı ruhsaldı. Benim acım onun ruhuna acı veriyordu.

 

 

 

 

 

 

"Kansu abinin şirketleri var.

 

 

 

 

 

Kansu abinin şirketleri var.

 

 

 

 

 

Şirketlerinde bilgisayarları var.

 

 

 

 

 

Tak! tak! diye basılır.

 

 

 

 

 

Kansu abinin şirketlerinde."

 

 

 

 

 

Kansu'nun sesi, içimden bir can çıkarmaya çalışan Gülçin'in bile kafasını olay yerine kısa süreliğine döndürmesine neden olmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Kansu abinin eğitim bölgesi var.

 

 

 

 

 

Kansu abinin eğitim bölgesi var.

 

 

 

 

 

Eğitim bölgesinde silahları var.

 

 

 

 

 

Pat pat diye ses çıkarır,

 

 

 

 

 

Kansu abinin eğitim bölgesinde. "

 

 

 

 

 

Söylediği şarkı benzeri şey ya da her neyse, kulağa bir yerden tanıdık geliyor olsa da, yüksek ihtimalle doğurduğum için tam olarak nereden tanıdık geldiğini hatırlayamamıştım.

 

 

 

 

 

 

"Kansu abinin ikizleri var.

 

 

 

 

 

İkizlerin de abileri var.

 

 

 

 

 

Uyuyun artık!

 

 

 

 

 

Uyuyun artık!

 

 

 

 

 

diye bağırır,

 

 

 

 

 

İkizlerin, Kansu abisi."

 

 

 

 

 

 

Bir yandan eliyle ritim tuttuğu, bir yandan söylemeye çalıştığı şarkı sonunda bittiğinde onu göremesem de yüzünde burukça tebessüm olduğuna adım gibi emindim.

 

 

 

 

 

Kansu için bu hayattaki en değerli varlığı kardeşleriydi. Onlar için annelik yaptığı günlerde, uyusunlar diye başlarında söylediği ninniyi şimdi doğsun diye kızıma söylemişti anlaşılan. Veliaht olduğu ve aynı zamanda o dönem çocuk olduğu için, ninniyi kendine göre uyarlamıştı. Benim için artık bu ninni, Ali Baba diye değil Kansu abi diye başlayacaktı...

 

 

 

 

 

 

"Ee ne oldu doğdu mu şimdi? "

 

 

 

 

 

Kendine geldiğinde tekrar yönünü bize doğru çevirip gözlerimin içine bakarak pis pis sırıtmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Sen ah! Seni! Boğarım! Ahhhh!

 

 

 

 

 

Narsist veliaht! " Sancılarım giderek çoğaldığı için sözlerimi tamamlamam bile neredeyse dakikalarımı almıştı. Kansu tam bana cevap vermek üzereydi ki arabanın durduğunu hissetmiştim. Kapılar hızla açıldığında hastaneye varmayı başardığımız için, içim huzurla dolmuştu. Birkaç gereksiz velihat'la doğum yapmaktansa doktorlara kendimi ve kızımı emanet etmeyi tercih ederdim.

 

 

 

 

 

 

Arem'in; sedye! diye bağırmasının üzerinden çok kısa zaman geçmişti ki Gülçin, ; doğumhaneyi hazırlayın! diye adeta çığırmıştı. Burada doğuran bendim. Teknik olarak bağırma hakkına sahip olan tek kişide bendim. İnsanlar yerime geçmeye bayılıyorlardı. Herkes mi repliğimi çalardı?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Kadının biri bebeğiyle otobüse binerken bebeğin çok fazla çirkin olduğunu gören, otobüs şoförü kendini tutamayıp şöyle demiş: Aman tanrım ne kadar çirkin bir bebek...

 

 

 

 

 

 

Kadın sinirle biletini kutuya basmış, en arka tarafa geçmiş, bir adamın yanındaki boş yere oturmuş. Adam, kadının sinirden kendi kendine söylendiğini görünce, dönmüş kadına; Özür dilerim. Acaba az önce şoförle aranızda ne geçti? Demiş.

 

 

 

 

 

 

"Büyük bir terbiyesizlik etti. Hakaret resmen... " diyerek karşılık vermiş kadın.

 

 

 

 

 

Adam, kadının son derece haklı olduğunu anlayınca ; "Bir kamu görevlisi insanlara hakaret edemez. Suç teşkil eder," diyerekten fikrini beyan etmiş.

 

 

 

 

 

 

Kadın, adamın sözlerini işitince kendine gelmiş gibi omuzlarını silkelemiş. Ani aldığı kararla adama doğru hızla dönmüş.;

 

 

 

 

 

"Doğru. Gideyim de şunu bir azarlayayım," demiş.Adam bir kadına bir de kadının kucağındaki bebeğe bakmış. Son derece iyi niyetli şekilde tebessüm ederek konuşmuş;

 

 

 

 

 

 

"Merak etmeyin, ben maymununuza göz kulak olurum..."

 

 

 

 

 

 

"Hahahaha!

 

 

 

 

 

Hahahahaha!

 

 

 

 

 

Bak bu iyiydi işte! "

 

 

 

 

 

 

Kafayı kırmıştı bunlar. Allah'ım ben ne günah işlemiştim? Ne kadar cezan varsa hepsini bana göndermişsin. Sürüyle Allah'ın cezası vardı dört bir yanımda.

 

 

 

 

 

 

"Katılıyorum! İyiydi bu kez ikiz."

 

 

 

 

 

 

Sancılar beni benden alırken, bir de küçük akıllarının onlara verdiği yetkiye dayanara beni sakinleştirmek için hâlime şükür edeceğim şeyler yapıyorlardı Doğu, Batı ve Poyraz tepemde durmuşlardı. Sonunda beni güldürmenin doğum için çok sağlıklı olacağına kanaat getirmişlerdi. Oldukça dahiyane fikirdi doğrusu. Neticede bedenimde yarık varken ve o yarıktan nefes alacak canlı çıkarmaya çalışırken gülmemek ne mümkündü?

 

 

 

 

 

 

"Ulan! Ah! Ulan gerizekalılar! Başka fıkra mı kalmadı aaaahhh!" Üçünün surat ifadesini göremiyordum. Acıdan hem gözümü hem de dişlerimi sıkıyordum. Keşke kulaklarım içinde çözüm üretme şansım olsaydı.

 

 

 

 

 

 

"Aa beğenmedin mi? "

 

 

 

 

 

Soruyordu bir de. Veliahtlar korkutucu derecede inatçı olabiliyordu. Mesela doğumhanede içine düştüğüm şu durumda tepemde Doğu, Batı, Poyraz, Mert,Erdem, Kansu, Arem'in ne işi vardı? Aklı başında olan tek kişi Evren miydi? Bir tek o; Ne işim var benim doğumhanede? Demiş, tepkisini koymuş ve gelmeyi reddetmişti.

 

 

 

 

 

Öyle bir hikâyeydi ki içine düştüğüm hikâye, en aklı başında olanımıza Evren diyordum. Seviyenin bu kadar yerlerde olduğu şu dünyada var olmak için bu kadar çaba harcıyorsan, ilerde bana ağlamayacaksın kızım. Senin akrabaların belli zâten.

 

 

 

 

 

 

"Niye doğmuyor lan bu çocuk?"

 

 

 

 

 

Demişti bir kez daha Kansu.

 

 

 

 

 

 

"Sesini duydukça acaba diyordur. Acaba hiç doğmasam mı?"

 

 

 

 

 

Puşt haklıydı.

 

 

 

 

 

 

"Ne alaka lan? "

 

 

 

 

 

 

"Var oluşun insanı yok olmaya itiyor."

 

 

 

 

 

Yine haklıydı puşt. Doğumda berâber olma fikri hep Kansu'nun başının altından çıkmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Tansiyonum çıktı yemin ederim."

 

 

 

 

 

Doğuranlar kategorisinde sanırım bu kez yerimi Mert'e bırakmıştım. Hem de haberim yokken.

 

 

 

 

 

 

Kansu'nun çok engin fikri üzerine, fikirsizin teki olan veliahtlar, doğumhaneye doğum anında benimle beraber girmenin çok makul türden seçenek olduğuna kanaat getirmişlerdi. Onların yoğun talebi üzerine belden aşağım perdeyle çevrilip kapatılmıştı. Şu an ben de dahil olmak üzere kimse aşağıda ne olup bittiğini göremiyorduk. Doğumumu gerçekleştiren kişinin Erdem'in kız arkadaşı olması ayrı ironi olsa da onun bizi taktığı söylenemezdi. Gülçin'i ara sıra yanındaki ebelere seslenirken duyuyordum o kadar. Onun dışında canım çok yandığı için söylenenlerle pek muhatap olamıyordum. Zaten her şey bir de Afra yüzünden olmuştu. Belki de burada olması gereken, en çok ihtiyaç duyduğum isimlerin başında yer alacak kişi oydu. Söz konusu sevdiği insanlarsa eğer, Afra; ameliyathane, kesik, çizik, kan gibi şeylere tahammül edemediği için, beni bayılarak yarı yolda bırakmıştı.

 

 

 

 

 

 

Afra'nın yokluğunda doğumhaneye acıdan elini sıkacağım, saçımı okşayacak, alnımdaki teri silecek, birine ihtiyaç duyacağım için kargaşa başlamıştı. Bu kargaşanın ana temelinde: doğumhaneye ben gireceğim çünkü bunu ben hak ediyorum. Sözleri yer alıyordu. Doğum başladığı için kesinlikle müdahale edemediğimden ve tepemdeki geri zekalıların hiçbiri kimin içeri gireceğine karar veremediğinden, cümbür cemaat benimle beraber bebeğimin doğumuna katılmışlardı.

 

 

 

 

 

 

"Sana ne oluyor Mert'ciğim," demişti Poyraz.

 

 

 

 

 

 

"Bilmem. Doğum çok uzun sürdü. Bir de içeride çok fazla gürültü var sanırım ondan."

 

 

 

 

 

Hele tipe bak! Tipe! İçeride çok fazla gürültü var dediği de benim Hz. Musa'nın asasıyla kızıldeniz'i ortadan ikiye ayırdığı gibi, ortadan ikiye ayrılmış olduğumdan ötürü çığlık çığlığa olmamdı.

 

 

 

 

 

 

"Kusura bakmayın beyefendi ebemizin amını tersten gördüğümüz için bağırmak mecburiyetinde kalıyoruz. "Aşağılarda hareketlenme olduğunu görünce kafamı perdenin arkasındakilere doğru çevirmiştim.

 

 

 

 

 

Önümde diklemesine duran perdenin içinden kafasını sarşın, otuzlu yaşlarında, hafif kilolu bir kadının hızla çıkardığını görmüştüm.

 

 

 

 

 

 

"Ayıp oluyor ama."

 

 

 

 

 

Ebelerin yanında ebelere küfür edersek olacağı buydu.

 

 

 

 

 

 

"Pardon abla!"

 

 

 

 

 

Kafasını bir daha olmasın der gibi iki yana doğru sallayıp tekrar içeri dalmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Arem!

 

 

 

Arem! 

 

 

 

 

 

Abi ses versene abi!"

 

 

 

 

 

Aradığınız abiye ulaşılamıyordu sanırım.

 

 

 

 

 

Bebeğim doğar doğmaz babasız mı kalmıştı acaba? Diye merak içinde olduğumdan sımsıkı kapatığım gözlerimi geri açmıştım. Kafamı onun olduğu tarafa doğru çevirdiğimde Arem'in gözlerinin dolu dolu olduğunu görmüştüm. Orman yeşili gözleri üzerimden bir an olsun ayrılmamıştı. Karakter olarak Arem zaten çok konuşan biri hiç olmamıştı. Ama şimdi...

 

 

 

 

 

Şimdi onun gözleri konuşuyordu.

 

 

 

 

 

 

"Ağlama veliaht beni de ağlatacaksın."

 

 

 

 

 

Can çekişirken hâlâ daha onu gülümsetmeye çalışıyordum. Ben bu hayatta bu veliahtın başına gelmiş en mübarek şeydim.

 

 

 

 

 

Dolu dolu gözlerine rağmen gülümsemişti. Elinin içinde duran elimi havaya kaldırıp tam üstüne öpücük kondurmuştu. Kasılma ve sancılar yüzünden bağırmak istiyordum lakin yapamazdım. Veliahtın hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamasını görmek istemiyorsam acıya katlanmam gerekiyordu.

 

 

 

 

 

 

"Doğumhanede romantizm mi? Bunun bir tık üstü cenazede romantizm olurdu. Siz de o potansiyel var şimdi. Siz ölürken bile aşk yaşarsınız, ikna oldum ben. "

 

 

 

 

 

Kansu'nun kanserlik sesi kulaklarıma nüfus ettiğinde doğururken bile göz devirmek zorunda kalmıştım. Kansu Özkurt, bütün varlığıyla kanserlik adamdı.

 

 

 

 

 

 

Acı giderek artıyordu. Canımdan can gidiyor demek yaşadığım acının şiddetini açıklayamazdı. Çok daha fazlası çok daha sancılısıydı. Kaç dakikadır acı çekmekle cebelleşiyordum acaba? Kaç dakikadır fiziksel acının sınırlarını zorlayan bu doğal olayın hakimiyetini anlamaya çalışıyordum? Anne olmak, böylesine kutsal vazife ile taçlandırılmak onur ve gurur kaynağıydı. Yine de sadece onu dünyaya getirmek bile başıma takacağım o kutsal tacın öylesine alelade olmadığını hatırlatır nitelikteydi. Sanki ben tüm bu acıları doğuracağım şahsiyeti hak etmek için çekiyordum. Onu hak etmek, bebeğimi hak etmek ben de derin anlam taşımaktaydı. Onu hak etmek için acı çekmek bir anne için sadece mutluluk kaynağı olmalıydı.

 

 

 

 

 

 

Acıdan uyuşan parmak uçlarımı hissedemez olmuştum. Bebeğimin varlığını hissettikçe bedenimin varlığını hissedemiyordum. Yine de oldukça heyecanlıydım. Acaba nasıl güzellikteydi? Kime benziyordu? Saçları var mıydı yoksa kel miydi? Gözleri babasının gözleri gibi orman yeşili miydi? Yoksa güneşe çıktığı an, vampire dönüşen Bella gibi sarıya dönüşen , annesinin ela gözlerini mi almıştı?

 

 

 

 

 

 

Sağ elimin yumruğunu sıktıkça sıkıyordum. Sol elimi bebeğimin babası tuttuğu için onun canını yakasım yoktu. Sırf canım acıyor diye ağlamaktan asla çekinmeyen o adam, daha fazla canımın acısını bilmesin diye, ona karşı güçlü görünmeye çalışıyordum. Doğumu gerçekleştirmeye çalışan insanlar bana sürekli ıkınmam gerektiğini söylüyordu. Onların komutuna aklım ve bedenim el verdikçe uyumaya çalışıyordum.

 

 

 

 

 

 

Ne tuhaf hisseder olmuştum. Ben anne olmanın ne demek olduğunu şimdi çok daha iyi anlamıştım. Benim artık bana ait ailem vardı. Onlar için yapamayacağım şey yoktu. Biri dünyaya gelsin diye fiziksel acının en şiddetli olanlarından birine göğüs germiştim. Diğeri, acı çekmeme dayanamıyor diye acı çektiğimi gizlemek için elimden geleni yapar olmuştum. Bunca yaptığıma fedakarlık denilebilirdi. Böylesine büyük fedakarlıkları da sadece ve sadece anneler yapabilirdi. Hera Türkeş anneye sahip olmak ne demektir hiçbir zaman bilememişti. Ancak Hera Türkeş, artık anne olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyordu.

 

 

 

 

 

 

Havaların sıcak olduğu pek söylenilemezdi. Yine de ben ter döktükçe döker olmuştum. Saçlarım terden yapış yapış olmuş ve yüzümün her köşesine yapışı vermişti.

 

 

 

 

 

Gülçin, son bir kez daha ıkınmamı söylemişti. Son bir kez daha ıkınırsam ailemin en küçük üyesine kavuşabileceğimi anladığımda bütün varlığım bütün varlığına kurban olsun diye ıkınmıştım. Onu görmeyi, hiçbir şey istemediğim kadar çok istiyordum. Dünyanın en iyi annesi olabilir miydim? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey onun için dünyanın en iyi annesi olabilmek adına sonuna kadar çabalayacağımdı.

 

 

 

 

 

 

Yüksek sesli haykırışımdan sonra ortama benim dışımda bağırıp çağıran başka birinin sesi daha giriş yapmıştı. Onun sesi, su perisi kızımın sesi... Ağlıyordu. Oksijen o küçük ciğerlerine ilk kez nüfus ettiğinden canı yanıyor olmalıydı. Bu olayın onun canını yakan ilk ve son şey olmasını dilemiştim. Bir anne olarak, anneliğe adım attım ilk günümde, dilediğim ilk şey kızımın canının hiç yanmamasıydı. Yüzümde kocaman gülümseme belirmişti. Henüz sadece kızımın sesini duymuştum. Yüzünü görmek daha nasip olmamıştı. Bedenimdeki kasılma ve de sancılar durduğu için artık rahat rahat olduğum yere, vermiş olduğum büyük mücadelenin zaferle sonuçlanması sonucunda yığılabilirdim.

 

 

 

 

 

 

Veliahtların sevinç çığlıklarını duyabiliyordum. Endişelenmekten kafayı yiyen Arem, sadece birazcık da olsa kendinde olsaydı eğer veliahtlar doğumhaneden içeri giremezdi. Muhtemelen Arem henüz neyin ne olduğunun farkında bile değildi. O benim ve de kızı için o kadar endişelenmişti ki bütün arkadaşlarıyla kızının doğum olayına katılmanın doğru olduğunu zannetmişti. Kendine geldiği ilk an veliahtları haşlayacağına emindim.

 

 

 

 

 

Şey derdi mesela; "Hadi ben kendimde değildim ondan tepki bile veremedim. Ya size ne oldu lan! Doğumhaneye girmek nedir?"

 

 

 

 

 

 

Bebeğimle göz göze gelmeyi çok istiyordum. Onu şimdi burada görmeyi çok istiyordum. Bunu yapmayı çok istesem de yapamayacaktım. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Bedenim fazlasıyla yorgun olmuş olmalıydı. Ani gelen doğum, hazırlıksız yakalanmama sebep olmuştu. Bedenim hem hazırlıksız hem de yoğun sancılı geçen sürecin ardından dinlenmek adına bayılmamın doğru olacağına kanaat getirmiş olmalıydı. Gözlerim kapanmadan önce tek tek bütün aile üyelerim üzerinde gezinip durmuştu. Veliahtlar...

 

 

 

 

 

Ailem... Onlar artık benim ailem olmuştu. Şimdi Hepsi birbirine sarılıyor, gülüp, eğleniyordu. Bebeği ilk ben göreceğim kavgası başlamıştı bile. Biri hariç hepsinin ilgi odağı çoktan küçük kızım olmuştu.

 

 

 

 

 

 

Arem Barkın Soykamer'in her zaman her ortamda gözü daima benim üzerimde olurdu. Yine öyle olmuştu. Gözleri benim üzerimde gezinip duruyordu. Nereden nereye gelmiştik onunla. Nice büyük olaylar atlatmıştık. Nice büyük insanlar kaybetmiştik. Aynı yerden canımız yanmıştı. Sevmiştik. Biz birbirimizi sevmiştik. Çok büyük, oldukça büyük badireler atlatmış, sonunda bugün de bulmuştuk birbirimizi.

 

 

 

 

 

 

Nesiller boyu konuşulmazdık belki de. Adımıza şarkılar, türküler yazılmazdı. Şiirler bizden ilham alınarak nicelerine ilham olmazdı. Hayat hikayemiz film olmazdı. Ya da yaşadıklarımız kitap olup, sayfalara yazılmazdı. Bizi sadece biz bilebilirdik. Hikayemizi sadece biz bilecektik. Bizi bizden başka birileri bir gün öğrense dahi aşkımız hakkında ne düşünürlerdi kim bilir? Beni severler miydi? Ya benim sevdiğim adamı severler miydi? Bizim hakkımızda en çok neyi merak ederlerdi? Bunlar benim cevabını öğrenebileceğim sorular değildi. Şayet bizim hikayemizi başkaları biliyorsa eğer bizim için söyleyecekleri tek şey; Onlarınki bir aşk hikayesi miydi? Tartışılır fakat hikayeleri, herkesin başına gelemeyeceği, gelse bile herkesin kaldıramayacağı türden ilginçti.

 

 

 

 

 

 

Evet! Evet bizim hikayemiz kesinlikle ve kesinlikle ilginçti. Hem de her bakımdan ilginçti.

 

 

 

 

 

 

Arem, diz çökmüştü. Gözleri gözlerimin artık çok daha yakınındaydı. Bana yakın durmasını seviyordum. Bana yakın durmayı seviyordu. Ona gülümseyerek bakmaya devam ediyordum. Yüzü artık avuçlayabileceğim kadar yakınımda durduğunda, elimi ona doğru uzatmış, avuç içimle yanağını okşamıştım. Elimin varlığını hissettiği an kafasını sola doğru yatırmış, gözlerini huzurla kapatmıştı. Oldukça kalabalık ortamın içinde olmamıza rağmen zaman sanki bizim için durmuştu. Sanki burada sadece o ve ben varmış gibiydi.

 

 

 

 

 

 

"Seni seviyorum, " demiştim.

 

 

 

 

 

 

"Sana aşığım, " demişti.

 

 

 

 

 

 

Birbirimizin gözlerine dalıp gitmişken, uyumak ve uyanık kalmak arasında mücadele vermekte giderek zorlanmaya başlamıştım. Vermiş olduğum mücadelenin sonunda daha fazla dayanamayıp uykuya yenik düşeceğime adım kadar emindim. Ondan uyumadan önce her zaman yaptığı şeyi yapmasını isteyecektim. Her gece kafam, Arem'in göğsüne yaslı şekilde ondan bana şiir söylemesini isterdim. Bazen dünya edebiyatından bazense yurdum şairlerinden ama her gün, her gece uyumadan önce mutlaka şiir söylerdi. Şiir söylerken o kadar güzel telaffuz ederdi ki kelimeleri, sanki her kelime ona aşık olmam için var olmuş da ortaya o şiiri çıkarmış gibi gelirdi kulağıma. Uyumadan önce şiir söylemesi çok hoşuma gidiyordu. Şiirlere aşık ruhum artık şiirler söyleyen adama aşık olmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Bana iyi geceler şiiri söylesene."

 

 

 

 

 

İyi geceler şiirleri... Öyle herkesin anlayacağı şiirler değildi. Sadece çok sevenler çok sevdiklerine her gece iyi geceler demek yerine iyi geceler şiiri söylerdi. Bu tıpkı birine seni seviyorum demek gibiydi. Şiirler ruhun ilacıydı. Tutku demekti. Aşk demekti. Uzun uzadıya anlatılabilecek her şeyin en sade ve en anlamlı şekilde anlatılan hâliydi. Kısacası iyi geceler şiirleri, ruhu olanların, ruhuna iyi gelenlere ilaç olması adına söyledikleri şiirlerdi.

 

 

 

 

 

 

Gülümsemişti...

 

 

 

 

 

 

Bana doğru yaklaşmıştı. Yaklaşmıştı ve yanağıma kocaman öpücük kondurmuştu. Onun dilinde bu 'evet' demek oluyordu.

 

 

 

 

 

 

"Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

 

 

 

 

 

Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?"

 

 

 

 

 

(Yine dolmuştu gözleri. Sanırım şiirine ayak uydurmaya çalışıyordu. )

 

 

 

 

 

 

"Sevmek için güzele mi bakmalı?

 

 

 

 

 

Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?"

 

 

 

 

 

( Tam bu kısımda merak ettiğim tek şey, çirkin ten diye bahsettiği kişinin kendisi mi? Yoksa benim mi? olduğumdu. Umarım kendisiydi.)

 

 

 

 

 

 

"Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?

 

 

 

 

 

Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?"

 

 

 

 

 

(Arem, bana daima yanı başımda durduğunda bile seni özlüyorum derdi. Tam da kendine göre şiir bulmuştu. )

 

 

 

 

 

 

"Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?

 

 

 

 

 

Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?"

 

 

 

 

 

( Son derece saadetli yaşantım varken, beni aksiyon dolu hayatına kattığı için hırsız olduğunu kabullenmişti. )

 

 

 

 

 

 

"Solması için gülü dalından mı koparmalı?

 

 

 

 

 

Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?"(Ah o gülpembeler yok muydu gülpembeler? İnsanı yakar kavururdu da bir damla suya hasret bırakırdı.)

 

 

 

 

 

 

"Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?"

 

 

 

 

 

(Bir eli yüzümde yer edindiğinde, parmak uçlarıyla yavaş yavaş yanağımı okşamıştı. Ben de yavaş yavaş kendimden geçmeye başlamıştım.)

 

 

 

 

 

 

"Saçlar bağ,"

 

 

 

 

 

( Terden yüzüme yapışan saç tutamlarımı yanağımın üstünden geriye doğru yavaş yavaş itmişti.)

 

 

 

 

 

 

"gözler silah, "

 

 

 

 

 

(Gözümün hemen altını yavaş yavaş okşadığında, yüzümde karıncalanma hissiyatı uyandırdığı için gülümsemiştim.)

 

 

 

 

 

 

"gülüş, kurşun olamaz mı?"

 

 

 

 

 

( Surat ifadesi öyle hâl almıştı ki, sanki gerçekten gülüşüm onu tam kalbinden vurmuş gibiydi.)

 

 

 

 

 

VICTOR HUGO...

 

 

 

 

 

 

"Geçmişte ve gelecekte, binlerce yıl öncesinde ve binlerce yıl ötemizde, farklı evrenler, farklı hayatlar, farklı senler ve senin için var olmuş olan benler adına konuşuyorum tanrıça. Nerede olursan ol, nerede yaşarsak yaşayalım ben, seni bulur yine seni severdim. Hayatım değil! Sadece hayatım değil! Yaşadığım ve yaşayabileceğim tüm hayatlar adına yemin ederim ki ben yine seni severdim.

 

 

 

 

 

Çünkü tanrıça , çünkü var edilmişlerin en güzeli, ben seni sevdim . Seni seviyorum. Sana aşıktım. Sana aşığım... "

 

 

 

 

 

 

Uyumadan önce ağlatmak istemişti beni.

 

 

 

 

 

Öyleyse başarmıştı. Sevgisi beni ağlatmıştı. Aşkı ise uyumadan önce ağlatmıştı. İkisi arasındaki farkı sadece sevenler anlardı. Yüzümdeki gözyaşlarımı silmişti, eliyle usul usul. Sonra sanki beni ağlatmaya yemin içmiş gibi yenilemişti sözlerini.

 

 

 

 

 

 

"Sana ve kızımıza nefes aldığım süre boyunca tüm sevgimi, tüm aşkımı, bana ait olan her şeyi vereceğim. Sizi öyle çok seveceğim ki, öylesine çok seveceğim ki ruhunuz hiçbir zaman sevgiye aç kalmayacak. Şimdi izninle sen uyanana kadar kızımızla tanışsam iyi olacak tanrıça. Merak etme! Ona iyi bakacağım... "

 

 

 

 

 

 

Veliahtların biz birbirimizden ayrılıncaya kadar kızımıza çok iyi baktıklarına emindim. Hatta onu daha şimdiden doğar doğmaz sevgiye boğdukları için doğduğuna pişman etmiş olmalılardı. Şimdi bir de kızımın babasıyla tanışacağını bilmenin huzuru doluşmuştu içime. Bu huzurla gözlerimi kapatsam saatlerce uyuyabilirdim. Başucumda durmuş yanağımı okşamaktan bir saniye olsun ödün vermeyen adam, ben uyumadan yanımdan ayrılmayacaktı. Benim de zaten daha fazla direnecek hâlim kalmamıştı. Doğumhanenin içinde hemen tepemde duran parlak ışıklandırma gözlerimi kamaştırıyor olsa da, bedenim tükenmişliğin eşiğinde olduğu için ışığın yoğunluğunu umursamayacaktı. Önce kapatmıştım gözlerimi, sonra tekrar açmıştım. Sonra tekrar kapatmış ve tekrar açmıştım. En son kapattığımda ise bir daha açamamıştım...

 

 

 

 

 

*

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Göz kapaklarıma şiddetle açılması için baskı yapan ışığın karşısında daha ne kadar direnecektim kestiremiyordum. Etrafımda hiç kimsenin olmadığını düşünebilirdim. Eğer onun kokusunu hissetmeseydim. Buradaydı. Varlığını hissedemeyeceğim kadar sessizdi. Muhtemelen beni uykumdan uyandırmak istemiyordu. Onun burada olduğunu sadece kokusunu nefes alır gibi içime çektiğimden ötürü fark edebiliyordum.

 

 

 

 

 

Bedenimde, vermiş olduğum savaşın acısı hâlâ tazeydi. Bebeğim doğmuştu. Güneşim doğmuştu. Benim güneşim doğmuştu.

 

 

 

 

 

 

Onu görebilmeyi her şeyden çok istiyordum. Nasıl koktuğunu çok merak ediyordum. Nasıl göründüğünü çok merak ediyordum. Birini daha hiç görmeden sevmek mümkün müydü? Yüzünü, gözlerinin rengini, saçlarının şeklini, teninin kokusunu bilemeden onu canla başla sevmek mümkün müydü? Pekala mümkündü. Birini hiç görmeden sevmek belki de dünya üzerinde sevmelerin en güzeliydi.

 

 

 

 

 

 

Merakım beni her geçen saniye biraz daha çıldırmanın eşiğine getirdiğinden gözlerimi hızla açmıştım. Gözlerim anında yüzümü izlemekle meşgul olan adamın gözleriyle kesişmişti. Yüzü hemen yakınımdaydı. Gözlerim kapalıyken bana bu kadar yakın durduğunu tahmin etmemiştim. O aslında o kadar iyi gizleniyordu ki etrafındakiler onun aldığı nefesi bile duyamıyordu. Bana yaklaşıp bu kez başımın üstüne oldukça uzun süreli öpücük kondurmuştu. Bebek doğunca pabucumun dama atılacağına emindim. Şu anda bile veliahtların hiçbiri burada yoksa o zaman hepsinin yanında olduğu kişi benim doğurduğum kişiyle aynı kişi olmalıydı. Yine de hiçbir zaman Arem tarafından pabucumun dama atılmayacağını biliyordum. Kızımız doğduğunda yanımdaydı. Ben uyurken yine benim yanımdaydı.

 

 

 

 

 

 

"Günaydın tanrıça. "

 

 

 

 

 

Huzurla gülümsemiştim. Yavaş yavaş doğrulmaya çalıştığımda beni durdurup hızla harekete geçmişti. Elleri sırtımda yer edindiğinde bedenimi hafifçe baskı yaparak yukarı doğru kaldırmıştı. Kafamın altındaki yastığı yatağın başlığına diklemesine bırakarak sırtımı yastığa uzanacak şekilde konumlandırmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Kızım nerede?"

 

 

 

 

 

Heyecanla sorduğum soruya yatağın yanındaki boşluğa oturduktan sonra cevap vermişti.

 

 

 

 

 

 

"Az sonra gelir. Sağlık kontrolleri yapılıyor."

 

 

 

 

 

Sağlığı yerinde olmasa Arem'in karşımda böylesine mutlu olmayacağını bildiğim için zerre endişe duymadan heyecanıma kaldığım yerden devam etmiştim.

 

 

 

 

 

 

"Nasıl peki? Güzel değil mi? Kesin çok güzeldir. Ben doğurdum çünkü."

 

 

 

 

 

Gururlu ve heyecanlı sözlerim onu güldürmüştü. Onu güldürmeyi seviyordum. Onun güldüğünü görmek bana iyi geliyordu.

 

 

 

 

 

 

"Çok güzel...

 

 

 

 

 

Tıpkı sana benziyor. Sen kadar güzel."

 

 

 

 

 

Ben kadar güzel miydi? Kesinlikle hayata 1-0 önde başlamıştı. Onu giderek merak ediyordum.

 

 

 

 

 

 

"Çok şanslı olduğu kesinleşmiş oldu."

 

 

 

 

 

Ben kendini beğenmiş, egoistin teki olabilirdim ama Arem, en çok böyle yaptığımda gülüyordu. O benim egoma aşık adamın ta kendisiydi. Sağ eli sağ yanağımda yine yer edinmişti. Yüzümü yavaş yavaş okşamaya başladığında, kafamı huzurla avuç içine doğru yaslamıştım.

 

 

 

 

 

 

"Nasılsın Tanrıça? Ağrın var mı? Gülçin ikiniz için de son derece sağlıklı doğum olduğunu söyledi. Yine de canın acıyorsa doktor çağırabilirim. " Yine bütün bedenini telaş kaplamıştı. Avucumu yasladığım elinin üstüne elimi bırakmış ve elini, iki elimin arasına alarak sıkı sıkıya tutmuştum.

 

 

 

 

 

 

"İyiyim ben merak etme. Kızımızı görürsem çok daha iyi ol-" Sözümü henüz tamamlayamamıştım ki kapının açılma sesini işitmiştim. Kalabalık insan grubu sesleri kapı açılır açılmaz kulağımıza dolaştığı için ikimiz de yönümüzü o tarafa doğru çevirmiştik. Kızımın bana geldiği an itibarıyla kesinleştiğinden fazlasıyla heyecanlanmıştım. Sanki az heyecanlıymışım gibi.

 

 

 

 

 

 

"Biz geeeeldiiiiik!!!"

 

 

 

 

 

Kansu'nun sesini duyduğumda onu zerre takmamıştım. Benim ilgilendiğim şey Kansu'nun bize doğru sürdüğü küvez benzeri bebek arabasıydı. Benimki oranın içinde olmalıydı. Annelikten olsa gerek gözlerim daha şimdiden dolu dolu olmuştu. Onunla ilk kez karşılaştığımda ne yapardım bilmiyordum. Gülçin'in tepemde bittiğini gördüğümde dikkatim dağılmıştı. Uyandığım için mesleği gereği beni kontrol edecekti anlaşılan. Bunun için beklemesi gerekiyordu. Benim beklediğim bana gelmişken başka biriyle ilgilenemezdim. Gözlerine attığım bakıştan ne demek istediğimi hemen anlamıştı.

 

 

 

 

 

 

"Peki tamam! Önce bebek."

 

 

 

 

 

Geri adım attığında Kansu küvezi neredeyse yanımıza getirmişti. Gülçin, hemen yanında duran bebek arabasına belki de Kansu'ya güvenemediğinden acele ile yaklaşmıştı. Bebeği onun kucaklamasına müsaade etmemiş, kendisi almıştı.

 

 

 

 

 

 

"Ayıp ediyorsun yenge."

 

 

 

 

 

 

"Hayatında kaç kere bebek tuttun sen?"

 

 

 

 

 

Bebeğim Gülçin'in kucağında battaniyeye sarılı şekilde durduğu için hâlâ yüzünü göremiyordum. Bebeği bana vermek için neyi bekliyordu bunlar?

 

 

 

 

 

 

"İkizler ilk doğduğunda birini kucağıma almıştım. Sonra düşürmüştüm."

 

 

 

 

 

Düşürdüğünü duyunca gözlerimin hedefine hızla onu almıştım. Böylesine beceriksiz tecrübesinin üstüne bir de kızımı kucağına almaya cürret mi göstermişti?

 

 

 

 

 

 

"Ne? "

 

 

 

 

 

"Ne? "

 

 

 

 

 

 

"Hangimizi ?"

 

 

 

 

 

"Hangimizi? "

 

 

 

 

 

Doğu ve Batı aynı anda konuşarak abilerine hücum etmişlerdi. Göstermiş oldukları bu tepki için biraz geç kalmış olsalar da yapacak bir şey yoktu.

 

 

 

 

 

 

"Ne biliyim oğlum?

 

 

 

 

 

İkiniz de birbirinize benziyordunuz. Ayırt etmek o zamanlar çok zordu."

 

 

 

 

 

Sokrates'in duysaydı saygı duruşuna geçeceği o açıklamanın ardından bakışlarımı tekrar bebeğime çevirmiştim. Verin artık onu bana.

 

 

 

 

 

 

"Kesin Batı'yı düşürdü. Bana göre onun beyni daha az gelişmiş. "Yönler birbirine girmeye başlamıştı ama ben kızımı görmeyi hâlâ başaramamıştım.

 

 

 

 

 

 

"Kızımı ver artık! "

 

 

 

 

 

Gülçin, olayları izlemeye kendini kaptırdığından kucağındakini bana vermeyi akıl edememişti. İkazım üzerine kendine gelmişti. Şaşkın şaşkın yüzüme bakıp, kucağıma onu vermişti.

 

 

 

 

 

Onu...

 

 

 

 

 

Kızımı...

 

 

 

 

 

 

 

Kucağıma onu verdikleri an herkes susmuştu. Herkesin bakışlarını üzerimizde hissediyordum. Uyuyordu. Gözlerim yüzünün her karışında, zihnime varlığını mıhlamak ister gibi geziniyordu. Çok güzeldi. Benden bile daha güzeldi. O her şeyden daha güzeldi. Saçları hiç olmaz zannediyordum. Ama simsiyah ve gür saçları vardı. Tıpkı annesi gibi siyah ve gür, kabarık saçlara sahip olacağını doğar doğmaz ispatlamıştı.

 

 

 

 

 

 

Küçücük hokka burnu vardı. Kucağımda o kadar küçük duruyordu ki canını yakmaktan korkmuştum. Gözlerini henüz açmadığı için göz renginden bir haberdim. Ama yoğun kirpikleri göz rengi her ne olursa olsun muhteşem bakışlara sahip olacağının kanıtıydı. Yeni doğduğu için ten rengi kırmızıydı. Zamanla renginin açılmasını umut ediyordum. Düşüncem beni gülümsetmişti. Kucağımdaki varlığı beni ağlatmıştı. Bebeğim beni hem ağlatmış hem de güldürmüştü.

 

 

 

 

 

 

O an kokusunu merak etmiştim.

 

 

 

 

 

Nasıl koktuğunu çok merak etmiştim.

 

 

 

 

 

Yavaş yavaş kucağımda duran kızıma doğru yaklaşmıştım. Kafamı kokusunu hissedecek kadar ona yaklaştırdığımda içime derince nefes çekmiştim. Hayır! Ben içime derince nefes çekmemiştim. Ben az önce cenneti koklamıştım.

 

 

 

 

 

 

Nasıl da güzel kokuyordu öyle. Çok güzel kokuyordu öyle. Bir ömür koklasam her an cenneti hissedecekmişim gibiydim.

 

 

 

 

 

Gözümden damla damla yaş akıp gitmişti. Mutlu olmayı o kadar uzun zamandır bekliyordum ki şu an mutluluğu kucağımda tutuyor olmak beni ağlatmak için yeterliydi. Bütün huzurum kucağımdaydı. Varlığı varlığıma çok iyi gelmişti. O bana öyle bir gelmişti ki ben sonunda anne olmuştum. Anne olmak, mutlu olmak için yeterliydi.

 

 

 

 

 

 

Kalbi taştan olan bile anne olduğu an kalbinin attığını hissederdi. Aklı başında olmayan bile anne olduğu ilk an, sırf onu koruyabilmek için akıllı davranırdı. Zaman bizi nereye götürürdü bilemezdik. Hayatın bizden aldıkları kadar bize verdikleri de vardı. Bütün hayatım boyunca bana verilen en güzel şey kucağımdaki melekken, onu benden almasınlar diye her şeyimi feda edebilirdim. İşte anne olmak tam olarak böyle bir şeydi.

 

 

 

 

 

 

Onun kucağımdaki varlığını saatlerce izlemek istiyordum. Tabii eğer ağlamaya başlamasaydı. Bir anda ağladığını görünce korkmuştum. Ona zarar verecek bir şey mi yapmıştım? Onun canını yaktıysam canım çok yanardı. Bakışlarımı bana yardım etmesi için bizi mutlulukla izleyen adama kaymıştı. Bana baktığı an endişemi hatta endişe nedenimi anlamıştı.

 

 

 

 

 

 

"Sadece acıktı tanrıça. "

 

 

 

 

 

Derince iç çekmiştim. Aklım çıkmıştı ona zarar verdiğimi zannettiğim için.

 

 

 

 

 

 

"Süt vermesi lazım. Hadi herkes dışarıda 15 dakika beklesin sonra yine geliriz. "

 

 

 

 

 

Afra'nın sesini duyduğumda bakışlarımı onu görmek için etrafımda gezdirmiştim. Elinde telefonu vardı. Gülümseyerek kızımla beni çekmekle meşguldü. Hemen yanında Mert durduğu için bu durumu yadırgamıştım. Sanırım Mert'in görevini artık Afra üstlenmişti. İkisinin bana olan sevimli ve neredeyse ağlayacak gibi olan bakışlarını gördüğümde gülmeden edememiştim. Duygusallık söz konusu olduğunda o kadar çok birbirlerine benziyorlardı ki iyi anlaştıkları her hallerinden belliydi.

 

 

 

 

 

 

Herkes bana ve bebeğime güzel güzel sözler söyleyip tek tek dışarı çıktığında oda da sadece ben, bebeğim ve bebeğimin babası olarak, çekirdek aile şeklinde kalmıştık.

 

 

 

 

 

 

"Hadi besleyelim küçük canavarı. "

 

 

 

 

 

Henüz bu konuda bilgi düzeyim yerlerde olduğu için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Arem'in benden daha tecrübeli olmasını umut ediyordum. İyi bir şey mi umut ediyordum? Yoksa umut ettiğim şeyde terslik mi vardı? Bunu zaman gösterirdi.

 

 

 

 

 

 

Küçük kızımız ağlamaya durmaksızın devam ediyordu. Rengi kırmızıydı kızımın. Ağlamak onu daha çok kırmızı yapıyordu. O ağladıkça benim içime sıkıntı düşüyordu. Kalbim sıkışıyor hissi içinde âdeta can çekişiyordu. Arem ikimize doğru yaklaşmıştı. Bebek sussun diye gözünün içine baktığımdan Arem'in ne yaptığını tam kestirememiştim. İki el bedenime doğru yaklaşıp üzerime giydirilen gri renk hastane kıyafetinin önünde duran düğmeleri açmıştı. Mantıklı hareketi. Bunları aklıma not etsem iyi olacaktı. Lazım oldukça kullanırdım.

 

 

 

 

 

 

Kızımız hâlen daha ağlamak konusunda ısrarcıydı. Çok aç olmalıydı. Ağlarken gözlerini sımsıkı kapatığından göz rengini hâlen görememiştim. Üzerimde hiçbir şey olmadığından göğüslerim olduğu gibi dışarı çıkmıştı. Arem vakit kaybetmeden son derece ciddi şekilde kızımızı tutan ellerimin altına ellerini koymuştu. Baskı yaparak bebeğimizi havaya kaldırmamı sağlamıştı. Tam olarak ağzı meme ucuma denk geldiğinde iç güdüsel olarak ağzıyla önce arayışa çıkmıştı bebeğim. Aradığını bulduğunsaysa o küçük ağzından beklenmeyecek türden sertlikte emmeye başlamıştı.

 

 

 

 

 

 

Sustuğunu ve karnının doymaya başladığını görünce, göğüslerimin içine düştüğü bu durumu ilk kez yaşadığından acıması umrumda olmamıştı. Arem'in bizi sessiz sedasız izlediğini farkettiğimde kafamı ona doğru çevirmiştim. Mutluluk ve huzurla bizi izliyordu. Gözlerimin ona döndüğünü fark edince konuşmuştu.

 

 

 

 

 

"Çok güzelsiniz. " Demişti.

 

 

 

 

 

 

Ona bakıp tebessüm etmiştim. En içtenli hâlimle karşılık vermiştim ona.

 

 

 

 

 

"Biliyoruz." Gülmüştü. Gülmüştüm. Bazı şeyler hiçbir zaman değişmiyordu.

 

 

 

 

 

 

Saatlerce baksam yine doymayacağımı bildiğim o yüze gözlerimi tekrardan çevirmiştim. Bakışlarım ona değer değmez olduğum yerde resmen kalbimden vurulmuş olmuştum. Öylece durmuş bana bakıyordu. Sütünü gözleriyle annesini izlerken içiyordu. Gözlerini ilk kez görmenin mutluluğu vardı üzerimde.

 

 

 

 

 

 

İşin trajikomik kısmı tam olarak burasıydı. Kızımın var oluşuna kadar her şey, aslında annesinin bir başka kadınla birbirlerine benziyor oluşu yüzünden oluşmuştu. Kızım annesine benziyordu. Hele göz yapısı olarak tıpatıp bendi. Ben dünya üzerinde kimse bir ben olamaz dedikçe, Tanrı yağdırıyordu...

 

 

 

 

 

 

"Burnu aynı ben."

 

 

 

 

 

 

"Ağzı da aynı ben."

 

 

 

 

 

 

"Gözler bana çekmiş belli."

 

 

 

 

 

 

At yalanı ulan sevsinler inananı.

 

 

 

 

 

Veliahtlar kendi aralarında palavra sıkma işine kaldıkları yerden devam ediyorlardı.

 

 

 

 

 

 

"Saçlar bana çekmiş."

 

 

 

 

 

 

"Batı sen sarışınsın,"

 

 

 

 

 

demişti Afra. Göz devirmişti Batı.

 

 

 

 

 

 

"Ee bu neye engel?"

 

 

 

 

 

Kızımın simsiyah saçları varken Batı kesinlikle haklıydı.

 

 

 

 

 

 

"Hiç konuşmadım say, " demişti Afra.

 

 

 

 

 

 

"Düğün ne zaman gençler?"

 

 

 

 

 

Erdem'in bana ve veliahtıma yönelik sorduğu soru yüzünden Arem bana tekrar ters ters bakmaya başlamıştı. Ne zaman bu konu açılsa sinirleniyordu. Evlenmek için istekli olan oydu. Evliliği erteleyip duran kişi ise bendim.

 

 

 

 

 

 

Bunun tek sebebi Arem'in soyadıydı.

 

 

 

 

 

Hera Türkeş'in yerini Hera Soykamer'in alacak olmasını düşünmek dâhi korkutucuydu.

 

 

 

 

 

 

"Kısmetse kızımız üniversiteye başlayınca diye düşünüyorum." Ancak kurtarırdı. Arem'in ağzının içinde bir şeyler gevelediğini hemen yanı başımda olduğundan rahatlıkla duymuştum.

 

 

 

 

 

 

"Erken değil mi ya? Ben diyorum ki yeğenim evlenince çifte düğün yaparsınız."

 

 

 

 

 

Mert'in alay dolu sesi beni öfkelendirmişti. Ne demek yeğenim evlenince?

 

 

 

 

 

 

"Ben doğuracağım, ben büyüteceğim elin oğlu gelecek onu benden alacak, üstüne bir de evlenecek öyle mi? Cesedimi çiğnemeleri lazım. " Kızımı çok fazla sahiplenir olmuştum. Benim olan benimdir ilkesine inandığım için muhtemelen kızımı her şeyden ve de herkesden kıskanma özelliğine sahiptim. Kesinlikle evlenmesine karşı çıkacağım kızım ise şu an uyuyordu. Onu hemen yanımda duran beşiğine koymuştuk. Gözüm sürekli üzerindeydi. Üzerine titriyordum resmen.

 

 

 

 

 

 

"Eh belki bir gün aşık olur kızımız tanrıça. O zaman ne yapacaksın. " Arem ile rolleri her defasında ne diye değiştiriyorduk? Kızımızı elin oğlundan kıskanması ve evlenip gitmesi fikrinin onu çıldırtması gerekmiyor muydu? Adamın rahatlığı bana batıyordu artık.

 

 

 

 

 

 

"Şey yapabilirim mesela...

 

 

 

 

 

Yani şey-"

 

 

 

 

 

Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Tek bildiğim kızımın aşık olma ve bizi bırakıp gitme fikrine müsaade etmeyecek oluşumdu.

 

 

 

 

 

 

"Aaa şey yaparız Hera. "

 

 

 

 

 

Poyraz konuşunca ona doğru hızla dönmüştüm.

 

 

 

 

 

 

"Evet ney?"

 

 

 

 

 

 

"Kızımın peşini bırakmak için kaç para istiyorsun? " İki elimi hızla birbirine çakmıştım. Mükemmel ötesi fikirdi.

 

 

 

 

 

 

"Kesinlikle evet. Parayı Arem'in cebinden öderiz hatta." Bana doğru uzanıp elini havaya kaldırmıştı. Beraber, gelecek planlarımız için çak bir beşlik yapmayı ihmal etmemiştik.

 

 

 

 

 

 

"Olmaz öyle şey! " Demişti Batı. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda sevimli sevimli gülümsemişti.

 

 

 

 

 

 

"Yani eski yöntem o."

 

 

 

 

 

 

"Önerin nedir?"

 

 

 

 

 

Diye sormuştu benden önce Poyraz.

 

 

 

 

 

 

"Ritüel tabii ki."

 

 

 

 

 

 

"O ne lan ? "

 

 

 

 

 

Diye sormuştu Kansu.

 

 

 

 

 

 

"Büyü yapmanın modern hâli gibi bir şey." Kansu'nun korkulu rüyasını ona hatırlatığımız için tiksintiyle bakmıştı bize.

 

 

 

 

 

 

"Sen biliyor musun büyü yapmayı ikiz?"

 

 

 

 

 

Demişti Doğu.

 

 

 

 

 

 

"Elbette! "

 

 

 

 

 

 

"Benim bilmediğim bir şeyi senin biliyor olman ilginç doğrusu."

 

 

 

 

 

Batı, Doğu'ya bakıp sinsice gülmüştü.

 

 

 

 

 

 

"Yüksek ihtimalle o gün abimin elinden kayıp düşürdüğü sendin. Bu yüzden ben senden daha iyiyim. " İkizlerde öyle bir kin vardı ki düşman başınaydı resmen. Unutmuyorlardı.

 

 

 

 

 

 

Onlar yine birbirlerine düşmüşken bir kez daha açılan kapı sesini duyunca bakışlarımız o tarafa doğru dönmüştü.

 

 

 

 

 

İçeri koşarak daha doğrusu paytak paytak koşarak gelen, Elena ve Evren'in kızıl veledi Ekin'di. Onu görünce herkes gibi ben de gülümsemiştim. Anası ve babası, anası ve babası olmasaydı iyi çocuktu aslında.

 

 

 

 

 

 

Evren ve Elena veledlerinin ardından el ele içeri girmişlerdi. Bu sırada Ekin

 

 

 

 

 

gülücükler saçarak dayısı Arem'in hemen önünde durmuştu. Ekin'in kızıl saçlarını eliyle karıştıran Arem onu hızla kucağına almıştı.

 

 

 

 

 

"Dabi bebey neyde? " Küçük kızılın neden bu kadar heyecanlı olduğu şimdi anlaşılmıştı. Kendine uygun oyun arkadaşı bulmanın sevincini yaşıyordu. Arem, Ekin'i kucağından bırakmayarak ayağı kalkmıştı.

 

 

 

 

 

Beşiğinde uyuyan kızımızın yanına gelerek, Ekin'in onu görmesini sağlamıştı.

 

 

 

 

 

 

"Hadi oğlum dayına gelecek planlarından bahset. " Evren , neden pişmiş kelle gibi sırıtarak bakıyordu bize anlamış değildim doğrusu.

 

 

 

 

 

 

"Dabi ben bebeyle eylenecem. "

 

 

 

 

 

Ufak bir kalp çarpıntısı, biraz baş dönmesi gelmişti. Ay tansiyoum çıktı kesin ondan halisünasyon duymaya falan başlamıştım. Görmeyi geçmiş, duymaya başlamıştım. Gülçin neredeydi acaba?

 

 

 

 

 

 

"Yanlış anlaşılmasın, eğleneceğim değil evleneceğim diyor. Oğlum tıpkı babası gibidir. Evleneceğim diyorsa kesin evlenir." Evren'in sesini tekrar duyunca onu boğmak için hâlâ neyi bekiyorum diye kendi iç dünyamda savaş verir olmuştum.

 

 

 

 

 

Herkes az önce dönen olayın üzerine bunu yaşayınca gülme krizine girmişti. Ben ise öfke krizine girmiştim.

 

 

 

 

 

 

Genişlikte zirvede bayrak sallayan Arem'i birazcık tanıyorsam eğer kesinlikle evlilik konusunun hıncını almak için ses etmiyordu.

 

 

 

 

 

"Eh kaderde seninle dünür olmakta varmış Evren, " demişti Arem. Lan! Lan! Lan!

 

 

 

 

 

Benim kalbim hangi tarafa düşüyordu? Biri haber versindi. Tam avazım çıktığı kadar bağırmak için ağzımı açmıştım ki Poyraz yine benden önce davranmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Kız Hera! Bunun babası veliaht. Kızımı bırakmak için kaç para istiyorsun, taktiği buna işlemez. " Öfkeli bakışlarımı görünce devam edemeden susmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Vallahi şimdi ben de bir yeğenim için diğer yeğenime büyü yapamam. "

 

 

 

 

 

Batı'nın sözleri bu oda da kim var kim yoksa ( kızım hariç) herkesi yakıp kül etme isteğimi sadece kamçılıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Sanırım biraz sonra patlayacak,"

 

 

 

 

 

demişti Mert. Üzerimde yoğun bakışlar hisseder olmuştum. Bu bakışların sahibi olan Kansu'ya ait gözlerin benim üzerimde dolaştığını fark ettiğimde, ben de ona aynı şekilde dik dik bakmıştım.

 

 

 

 

 

Ne var lan! Kurabiye var. Simit Var. Neye Bakıyorsun?

 

 

 

 

 

 

"Ulan ne biraz sonrası! Kaçın lan!"

 

 

 

 

 

Kansu hızla odadan çıktığında herkes onun peşinden kaçmak için yer arar gibi harekete geçmişti. Oysaki ben çoktan ayağı kalkmıştım. Henüz yeni doğurduğum için çok çok yavaş hareket etmek zorunda kalıyordum. Ben bir adım atana kadar onlar on adım atıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Sizi bir daha kızımın yakın çevresinde görürsem tek tek boğarım hepinizi. Ayrıca Allah'ın cezası geniş Arem, bırak benim soyadımı kızımın soyadını bile Soykamer yapamayacaksın. Kızımın soyadı Türkeş olacak. Duydunuz mu beni? Atlantis Darya Türkeş. Atlantis Darya Soykamer değil, Atlantis Darya Korkmaz hiç değil. Bak o var ya o, asla ama asla olmayacak. Kime diyorum ben? Duydunuz mu beni? Hey buraya gelin aptalar! Daha ağzına edeceğim sizin... "

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

Loading...
0%