Yeni Üyelik
15.
Bölüm

🎭 14 ELİMİ BIRAKMA

@mavimsu_

 

 

 

 

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

Bölüm Sözü

 

 

 

 

 

 

Uçurumun ucundayım.

 

 

 

 

 

Sallanır gökyüzüne uçurtmam.

 

 

 

 

 

Ölümün kıyısındayım.

 

 

 

 

 

Sarsılır son sözümü duyan.

 

 

 

H. G. 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

Bugün benim miladım olacaktı. Hissediyorum. Ya hep ya hiç ama asla ortası yok. Ya iyi ya da kötü ama asla ortası yok. Ya ölüm ya da yaşam ama asla ortası yok. Ya intikam ya da aşk. Varsa da ortası artık oluru yok!

 

 

 

Üzerimde tonla ağırlık vardı. Çelik yelek giymek istemiyordum ancak çıkartmaya cesaret edemiyordum. Veliahtın gözleri üzerimde geziniyordu. İçinde ter atmıştım resmen. Uzun dil dökmelerim sonucu Arem'i onlarla beraber içeri girmem yönünde ikna etmeyi başarmıştım. Ha tabii karşılığında, Arem'in bu koca yapıyı ateşe vermesini istemiyorsam, saçımın tek telini bile alacağım her türlü hasardan korumam gerektiği yönünde attığı nutukları bir bir dinlemek zorunda kalmıştım.

 

 

 

Biri veliahtıma canımın son derece tatlı olduğunu ve eğer canım risk altındaysa o da dahil olmak üzere herkesi sata bileceğimi söyleyebilir miydi? Lütfen.

 

 

 

Veliahtlar ve askerler içeri girmeden önce plan yapmışlardı. Onlardan anladığım kadarıyla, yedi asker etrafımızda daire olacaktı, hem de tüm operasyon boyunca. Gerçi veliahtlar buna karşı çıkmışlardı ama Kalkan Timinin Lideri Yavuz, "Siz içerdekilerini kurtarma sorumluluğunu üstlendiyseniz, biz de sizi koruma sorumluluğunu üstlendik. O yüzden bugün burada biri ölecekse o da Kalkandan olacak." demişti.

 

 

 

Ölüp, yeni bedeniyle yeniden var olmuş birine göre fazla havalıydı sözleri...

 

 

 

"Hera, bak şimdi bu gez, bu göz, bu da arpacık. Burası tetik basınca içinden öldürücü bir şey çıkıyor. Biz buna mermi diyoruz." Evren, hemen yanımda alaylı alaylı bir şeyler anlattığında ne dediğini daha iyi duymak için ona dönmüştüm. Elinde tabanca vardı. Tabancayı gözüme gözüme tutup aklınca bana bir şeyler öğretmeye çalışıyordu.

 

 

 

" Bak şimdi unuttum söylemeyi, bu üsteki tutacak varya işte burası, silahın emniyet kemeridir. Bunu aşağı indirmediğin sürece silah patlamaz. Sen yine de muhtaç olmadıkça kullanma. Maazallah düşman diye bizi vurursun falan." Evren, kendi söylediğine kendi güldüğünde öfkeyle solumuştum. Hepsi baş veliahtın suçuydu.

 

 

 

Kafamda dikilmiş olan Evren, Arem'in talimatı üzerine ömrümü yiyordu. Neymiş, içeri girmeden önce ekip son hazırlığını yaparken bana silah kullanmayı öğretecekmiş. Buraya kadar sıkıntı yoktu ama salağa anlatır gibi anlatması sinirimi bozuyordu. Hayır diyememiştim ki ona, ben asker kızıyım diye. Babamın bu hayatta benimle duyduğu en büyük gurur, kesinlikle hedefi hiç ıskalamayışımdır.

 

 

 

Evren sinirlerimi fazlasıyla bozuyordu.

 

 

Ona haddini bildirmeyi isteyen tarafıma söz geçiremiyordum.

 

 

 

Elimdeki su şişesi ile beraber Evren'i hiç takmadan bulunduğumuz noktadan otuz adım kadar ileri gitmiştim. Tam durduğum yerde devrilmiş bir ağacın koca gövdesi vardı. Onun üstüne ise elimdeki yarısı içilmiş su dolu şişeyi düşmeyecek şekilde koymuştum.

 

 

 

Gece olmasına rağmen etraf aydınlıktı. Hazırda bekleyen ambulanslar, itfaiyeler, polis ve asker araçları, devlet yetkililerinin araçları derken her birinin farları ortalığı düğün alanı gibi aydınlatıyordu.

 

 

 

Arkamı dönüp, tekrar Evren'e doğru yürümüştüm. Diğerleri ise; yanlarına alacakları silahları temizlemek, arada Türkiye ile iletişime geçip her anı saniye saniye bildirmek ve içeride ne olur ne olmaz diye; bomba imha için ekipman çantası artı ilk yardım çantası hazırlamak ile meşguldü.

 

 

 

İtalyan'lar, etrafımızı biz içerideyken koruma çemberi altına almak adına hazır olarak bekliyordu. Tekrar Evren'in yanına gittiğimde mesafeyi gözden geçirmiştim. Evren'in elinde tuttuğu, Girsan model-1911'lik tabancanın menzili zaten en fazla 40-50 metre civarıydı. Şişeyi koyduğum yer, atış için ideal uzaklıktaydı.

 

 

 

Evren, ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı ancak bu onu sadece güldürmüştü. Adam çıt kırıldım falan olduğumu düşünüyordu sanırım. Ama dur sen, ben sana ne yapacağımı iyi bilirdim. Çok değil, birkaç adım arkamdaki kalabalığa doğru seslenmiştim.

 

 

 

"Mert." Mert de dahil olmak üzere bütün herkes odağına beni almıştı. Çok mu bağırmıştım acaba?

 

 

 

"Efendim, güzelim." Mert'en karşılık alınca diğerlerini umursamadan, konuya giriş yapmıştım.

 

 

 

"Sen hani tekrar tekrar izlemek için kayıt altına alıyordun ya bazı anları. Ha, işte bu da o anlardan biri." Gözlerini kısıp bir bana bir yanımda duran Evren'e baktığında gülmüştü. Hiçbir şey demeden hemen cebinden telefonunu çıkartıp olanı biteni çekmeye başlamıştı.

 

 

 

"Oo bücür, yeni kurbanın Evren sanırım," Diyen Hazar'ı duyduğumda ona bakmıştım. Herkes gibi veliahtlarda pür dikkat ne yapacağımı izliyordu. Gözlerim veliahtımı bulunca ne yaptığımı ya da ne yapacağımı onun da tüm dikkati ile izlediğini görmüştüm.

 

 

 

Arem gözlerini kısmış, elimdeki silaha küfür eder gibi ters ters bakıyordu. Sonrasında silahtan çektiği gözlerinin hedefini, yanımda iki elini pantolonun cebine koyup bana pis pis sırıtan Evren'e çıkarmıştı. Bir an şaşırdığını gördüm gözlerinde. Evren'i vuracağımı düşünmediyse Ben de bir şey bilmiyordum. Sonra şaşkınlık gitmişti. Sanırım böyle bir şey yapmayacağımı anlamıştı. Yok, bir de anlamasaydı.

 

 

 

Gözleri tekrar etrafta turlamıştı. İşin içinde başka bir şey olduğunu anlamıştı. Zeki adamlara zaafım vardı benim. Evren ile aramdaki boşlukta durmuştu gözleri. Hemen ardından kütüğün üstündeki şişeyi görmüş olmalıydı. Ne yapmaya çalıştığımı saniyesinde kavradığına emindim. Karşılığında ne mi yaptı? Sırıtmıştı. Hem de psikopat gibi. Meğer adam aksiyondan besleniyormuş.

 

 

 

"Çirkin cadı, o elindeki oyuncak değil, biliyorsun değil mi?"

 

 

 

Özellikle de sen izle beni puşt. Hem böylece kime bulaştığını iyi anlarsın. Ona cevap vermek yerine önüme dönmüştüm. Sırf daha havalı olsun diye tek elimi kullanacaktım ateş ederken. Neticede her türlü hedefimde ise ıskalamam mümkün dâhi değildi. Silahı hedefime doğrultulmuş ve nişan almıştım. Hedefim hedefine kitlendi. Tetik çekildi. Önce barut ve ateş bol kıvılcımlı bir buluşma gerçekleşti. Yüksek ses kulaklarda ahenk bıraktı. Aşklarının meyvesi olan kurşun, son sürat dünyaya gözlerini açtı. Şişe patladı. Hedef vuruldu. Ve şimdi sırada alkışlar.

 

 

 

Evren'e döndüğümde şoktan açık kalan ağzını görmek beni güldürmüştü. Elimle omzuna iki kez üst üste vurmuştum. "İstersen bir ara sana da öğretirim silah kullanmayı, Evren." Silahı pantolonumun kemer kısmına koyup veliahtlara dönmüştüm. Evren'in toparlanmak için biraz zamana ihtiyacı vardı.

 

 

 

"Ohaaa, ha siktir lan." İkizler, çoğu zaman olduğu gibi yine aynı anda, aynı tepkileri vermişlerdi.

 

 

 

"Şimdiye kadar seçtiği kurbanları arasında en iyi göt ettiği Evren. Üstüne bir göt oluş tanımıyorum." Hazar, gülerek konuştuğunda bende gülmüştüm.

 

 

 

"Tek elinle ha! Gayet iyiydin güzelim." Mert'e övgülerinden dolayı teşekkür edip, çektiği videoyu bana atmasını söylemiştim. Tekrar tekrar izlerdim.

 

 

 

Kafam refleks olarak dönüp, gözlerim odağına Erdem'i aldığında, onun şaşkın hâlini görmüştüm. Bununla sonuna kadar dalga geçebileceğime emindim.

 

 

"Ee puştcum, sen bir şey demeyecek misin?" Yutkunup önce bana sonra belimdeki silaha bakmıştı.

 

 

 

"İnanır mısın, ben zaten ıskalamayacağından emindim Hera'cım."

 

 

Yüzümü buruşturmuştum. Korkak puşt ne olacak.

 

 

 

"Hera'cım mı? Çirkin cadıya ne oldu?" Sorduğum soruyu duyar duymaz gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. İyi oynuyordu puşt.

 

 

 

"İlahi Hera'cım. Ne çirkin cadısı. Sen bundan sonra dünya ahiret güzel cadısın." Erdem'in korku dolu sözleri, herkes gibi beni de baya bir güldürmüştü.

 

 

 

"Erdem'den daha iyi 'R' yapan yoktur bu dünyada herhalde." Demişti Hazar. Dövmeli telefon manyağı birileri ile dalga geçmeyi en az benim kadar çok seviyordu.

 

 

 

"Kardeşim, burada bu kızın en nefret ettiği kişi olarak canım zaten risk altında. Bir de sen gelme üstüme istersen." Erdem, Hazar'ın omzuna elini atıp oraya üst üste birkaç defa vurduğunda, Hazar onun koca elini kendinden uzaklaştırmak için büyük mücadele veriyordu.

 

 

 

"En nefret ettiğim sen değilsin, yalnız." Deyip, elimle Kalkan Timi içinde, zamanında kafama hayvan gibi vurup, beni kaçıran Zaza'yı göstermiştim.

 

 

 

"Ondan daha çok nefret ediyorum."

 

 

 

Erdem'le sürekli atışırdık ama bunun üstünde bir olayımız olmamıştı. Yalnız o Zaza lakaplı herif, benim canımı fiziki açıdan baya bir yakmıştı. O yüzden o dururken Erdem'e daha sıra vardı. "Ulan, yemin ederim, bana daha sıra var diye rahatladım resmen." Erdem derin derin nefes aldığında gözleri bahsi geçen şahsiyete kaymıştı.

 

 

"Sana ise Allah Rahmet eylesin kardeşim."

 

 

 

Zaza, ona cevap verdiğinde ikisini umursamayı reddedip ileri doğru yürümüştüm. Erdem ve Zaza birbiri ile atışa dururken kafamı etrafımdakiler de şöyle bir gezdirmiştim. Kalkan Timi de dahil olmak üzere herkes bana hayranlıkla bakıyordu. Kalkan'ın lideri Yavuz sadece hayranlık, değil aynı zamanda gurur duyarak bakıyordu. İlginç. Yakalanmak istiyordu sanırım.

 

 

 

Gözlerim en sona bıraktığı kişide durmuştu: Arem'de. Hayranlık. Gurur. Büyülenme. Hepsinden biraz biraz vardı. Eliyle yanına doğru gelmemi işaret etmişti. Bende zaten onu yapmak için yürümeye koyulmuştum. Hiç vakit kaybetmeden koşar adım gitmiştim yanına.

 

 

 

Arem'in yanına varıp tam önünde durduğumda, bedeni yüzüme doğru eğilmişti. Elleri cebindeydi. Yüzü yüzümün çok yakınındaydı.

 

 

 

"Tanrıça." Sesi yine derinlerden almıştı gizemini.

 

 

 

"Efendim." Sesim normaldi, onun aksine.

 

 

 

"Sen öyle silah kullanmayı nereden öğrendin?" Buyurun, canım cenaze namazına.

 

 

 

"Babamdan tabii ki."

 

 

 

"Babandan mı?" Şaşırmışa benziyordu. Hayret, bu kadar büyük, şaşırmaya neden olacak bir şey söylemiştim oysa ki.

 

 

 

"Evet, Arem, babamdan. Kendisi emekli olsa bile bir zamanlar Bakandı. Doğal olarak düşmanları vardı. O da hem bize hem de kendisine silah kullanmayı öğretecek adamlar bulmuştu ama ben sadece kendimi korumak için değil, hobi olarak da kullanmak için sürekli idman yaptım." Yalan parayla olsaydı ve benim beş kuruş param olmasaydı, zenginden çalar yine zengine yalan söylerdim.

 

 

 

Gözlerime uzun uzun bakmıştı. Lütfen, açık bulma. Lütfen, açık bulma. "Oldukça yetenekli olduğun kesin." Tamam, sıkıntı yok. Yemiş.

 

 

 

"Biliyorum." Kendimden emin olduğum her konuda iltifata açıktım.

 

 

 

"Egoist olduğunu düşünmeye başladım."

 

 

Gözlerini kısarak baştan aşağı süzmüştü beni.

 

 

 

"Aksini iddia etmem zaten." Gülmüştü. Fakat gülüşü çok uzun sürmemişti. Birdenbire ciddi Arem olmuştu yine. "İçeride ne olursa olsun kendini korumaktan bir an bile vazgeçme. Tamam mı, tanrıça?"

 

 

 

"Yes sir." Asker selamı verip ellerimi iki yanımda hazır ola geçer konumuna getirmem, her seferinde olduğu gibi yine gülümsetmişti onu.

 

 

 

"Söz mü?"

 

 

 

"Tanrıça sözü hem de." Kafasını ağır ağır iki yana sallamıştı. Şey dercesine: Seninle ne yapacağım ben?

 

*

 

 

 

Büyük kapının önünde bekliyorduk. Arem, elimi sıkı sıkı tutmuştu. Ne olursa olsun bırakmamam için ise peşin peşin uyarısını yapmıştı. Kalkan Timi, fabrikanın giriş kapısını önce arkasına yerleştirilmiş bir bomba düzeneği olma ihtimaline karşılık bomba tespiti yapan valon TTK7 dedektörü ile tedbiri elden bırakmadan incelemiş, güvenli olduğuna emin olduktan sonra bizi çağırmıştı.

 

 

 

Kapı açılmıştı. Ellerinde Kale SKs-5³⁴ uzun namlulu piyade silahları, gözlerinde gece görüşünü sağlamak için taktıkları SKSKM-M-3 gözlükleri ile ilk Kalkan Timi içeri girmişti. Veliahtlar daha çok rahat takılıyorlardı. Üzerlerinde silah vardı ama bunlar sadece tabancadan ibaretti. Askerlerin elinde duran silahlar, bizzat onların fabrikalarının ürünleriydi. Ancak kullanmak yerine kullandırtmayı tercih ediyorlardı. Sanki hayatları boyunca bunun gibi onlarca göreve çıkmışlardı da bitsin de gidelim diyorlardı.

 

 

 

Cümbür cemaat değil, sistematik bir şekilde girmiştik içeri. Yedi asker sırasıyla pay etmişti aralarında veliahtları. Her birinin kod adı vardı. Liderleri Yavuz yani Şahin, Arem'i koruyacaktı. Zikir kod isimli asker Mert'in korumasını yapacaktı. Mecnun kod isimli asker Hazar'ı, Zan kod adlı asker ise Evren'i korurken, Göksav ve Akıncı takma isimli askerler de Batı ve Doğu'yu koruyacaktı. Son olarak da "puşt puştun yoldaşıdır" deyip, Zaza'nın Erdem'i almasını ben sağlamıştım.

 

 

 

Benim korumacılığımı ise Arem'in emri üzerine, bütün veliahtlar yapacaktı. Hepsinin ilk önceliği benim sağlığımdı. Veliahtlar, Baş veliahtan gelen her emri zerre itiraz etmeden yerine getirmek zorundaydı. Erdem'de dahil olmak üzere kimse ses etmemiş, her biri Arem'in emrine eyvallah demişti.

 

 

 

Eski fabrikanın içine adım attığımız andan itibaren içeriyi izliyordum. Gözlerimi ayaklarımın altındaki yıpranmış zeminin izlediği tuğla duvarlardan, yüksek tavanın üzerinden indiği karanlık metal kolonlara çevirdim. Atmosfer, zamanın yıpratıcı dokunuşunu taşıyordu.

 

 

 

Etrafımızdaki paslanmış makinelerin artıkları arasında dolaşırken, terk edilmişliğin ve sessizliğin hüküm sürdüğü anın içinde yürüyorduk. Duvarlardaki eski afişler, dökülmüş boya parçaları ve zamanla paslanmış metal parçalar, buranın bir zamanlar ne kadar yoğun bir faaliyet gösterdiğini anlatıyordu. Koridorlara doğru ilerlediğimizde, labirent gibi uzanan yolların arasında kaybolmuş gibi hissettim fakat sonra Arem'in elimi tutan eli güvende olduğumu hissettirdi.

 

 

 

İçerisi fazlasıyla karanlıktı. Neyse ki hazırlıklı olan ekip, el fenerlerini açmıştı. Kocaman bir alanın içinde ilerliyorduk. Burası büyüktü, ama içi boştu. Yaklaşık olarak 20-30 adım sonrasında Yavuz Komutan, yani Şahin, eliyle durun işareti yapmıştı. Herkes aynı anda hemen durmuştu . "İleride iki koridor var. İkişer gruplara ayrılalım mı veliaht?" Soru doğrudan Arem'e yöneltilmişti.

 

 

 

"Kalabalık olacağımızı biliyorlar. Ekip parçalamaya çalışıyorlar. Böylelikle bizi daha kolay bir şekilde avlayacaklar. İkinci bir emir gelmeyene kadar bu gruptan bir kişi bile ayrılmıyor." Belki bu tuzağı herkes belli bir zaman diliminden sonra fark edebilirdi. Ancak olay anında, yani durum daha sıcakken, bu denli hızlı bir şekilde burada dönen tuzağın anlamını kavramak mı? İşte bu, Arem'in zekasına bir kez daha hayran olmamı sağlamıştı. Adam hem zeki hem de analist bir dahiydi. Zekasının boyutu hem hayran olmama hem de korkmama neden oluyordu.

 

 

 

"Öyleyse ne yapıyoruz, Arem?" diye sormuştu sol çaprazımdaki Mert.

 

 

 

"Sırasıyla her iki koridorada bakıyoruz." Arem cevap verdiğinde istemsizce kafa sallamıştım. Bana ne oluyorsa artık.

 

 

 

"İlk hangisine giriyoruz?" Arem'e soru yönelten kişi bu kez, Arem'in diğer yanında duran Hazar'dı.

 

 

 

Arem ona bir cevap vermek yerine bana dönmüştü. Üzerimde bakışlarının yoğunluğunu hissedince, göz ucuyla onu izlemek yerine doğrudan gözlerinin içine doğru bakmıştım.

 

 

"İlk hangisine girmek istersin tanrıça?"

 

 

Şaşırmıştım. Böyle bir soruyu duymayı beklemiyordum. Gözlerimi iki koridor girişinde gezdirmiştim. Birinin diğerinden farkı yoktu. Tamamen içimden gelerek konuşmuştum.

 

 

 

"Hımmm, soldaki olsun." Bana kafa sallamıştı.

 

 

 

"Soldakine giriyoruz. "

 

 

Herkesin duyabileceği tonda konuşmuştu. Hareketi istemsizce gülümsememe neden olmuştu.

 

 

 

Sol koridora topyekün giriş yapmıştık.

 

 

Koridor dardı. En öndeki askerlerden dolayı ileride ne olduğunu göremiyordum. Daha doğrusu uzun boylarından dolayı göremiyordum. Herkes mi uzun olurdu ya? Çocukken sizi gübre ile mi beslediler? Anlamadım ki.

 

 

 

Bir kez daha Yavuz tarafından durun işaretini almıştık.

 

 

"Sorun nedir?"

 

 

Yavuz, Arem'e cevap vermek yerine sağ ve solundaki adamlara işaret verip kendisiyle beraber görüş alanımızdan çıkmalarını sağlamıştı. Böylece cevabını duymak yerine görmüş olmuştuk.

 

 

Bir kapı.

 

 

 

Tam o esnada robotik bir ses yankılanmıştı kulaklarımızda.

 

 

"KALKAN TİMİ VE VELİAHTLAR

 

 

HA BİR DE KÜÇÜK KIZ ÇOCUĞU.

 

 

HEPİNİZ OYUNUMA HOŞ GELDİNİZ"

 

 

Ay bana küçük dedi. Kız dedi. Çocuğu dedi. Kalbim hangi tarafa düşüyordu benim? Sensin lan küçük!

 

 

 

"Ne oluyoruz lan?" Hazar deyim yerindeyse kükremişti. Ses tavandan geliyordu. Etrafta kimse yoktu.

 

 

 

"Sakin ol veliaht! Oyunuma hoş geldiniz dedik diye de bağırmazsın herhalde." Dış ses, veliahtlar ile dalga geçiyordu.

 

 

 

"Ha öyleyse sıkıntı yok.

 

 

Baksana kardeşim bir oyun oynayıp çıkacakmışız."

 

 

Diyen Mert böylelikle, dış sesin yaptığını yaparak onu resmen dalgaya almıştı. İçerdekiler çok ciddi şeyler düşünüyordu emindim. Veliahtlar ve askerler olarak 14 kişilik olan grubun hepsi buradan çıkmanın yollarını arıyordu. Onların beyni bunun için çalışırken, benim beynim çöpçatanlık için çalışıyordu. Dış ses mekanik erkek sesiydi. Hâliyle bende onunla, Arem'in evindeki robot deyince alınan robot Alice'i an itibariyle şiplemiştim. Benim düşündüğüm şey tam olarak buydu.

 

 

 

"Nasıl bir oyundan bahsediyorsun?"

 

 

Normal bir insan böyle bir durumda der ki: Ne oyunu? Sen kimsin? Bizimle derdin ne? Peki Arem normal mi?

 

 

Tabii ki de hayır.

 

 

 

"İyi dinle oyunumu veliaht. Kaybedersen öldün demektir. " Dış ses konuştuğunda istemsizce gerilmiştim.

 

 

 

"Uzatma, anlat." Benim aksine Arem, son derece rahattı. Ses tonu bile rahatlığından ödün vermiyordu.

 

 

 

"Sol koridor, binanın sol kanadının giriş kapısına açılır. Sağ koridor ise binanın sağ kanadına açılan kapının giriş yoludur. Sol kanatta beş asker, sağ kanatta beş asker toplamda on asker, sizin tarafınızdan kurtarılmayı dört gözle beklemekte. Her biri ayrı odalarda tutuluyor. Her oda da sizi ayrı bir sürprizim bekliyor ancak oyunun en can alıcı noktası, eğer odalardan birinde bir hata yaparsanız, o zaman geriye kalan diğer odalardaki askerlerin, siz daha onları kurtarmaya gidemeden havaya uçacağı kısmıdır. Hata yapmamaya dikkat et, veliaht. En başında da dediğim gibi: Kaybedersen ölürsün. İlk odada sizi kurtarılmak için Onbaşı Sinan Dönmez bekliyor. İyi eğlenceler. Oyun başladı."

 

 

 

Robotun son sözlerinin ardından önümüzdeki kapı ağzına kadar açılmıştı. Herkes birbirine bakmıştı. Kimsenin gözünde korku yoktu. Her biri çok vakit kaybetmeden içeri adımlamıştı. Arem'in içeri adım atmasıyla elimi tuttuğundan ötürü bende içeriye adımlamıştım. İçerisi genişti. Yuvarlak bir alanın tam ortasında yukarı doğru uzanan merdivenler vardı. Bina beş katlıydı. Sol ve sağ kanatların devamında yukarıya açılan merdivenler de ayrıydı. Yani sol kanattaki katların her birinde bir asker olduğuna adım kadar emindim. İlk kat için yuvarlak alanlardan birinde olan Sinan Dönmez'i bulmamız gerekiyordu.

 

 

 

Kalkanın lideri Yavuz, Zaza ve tanımadığım başka bir askere işaret vererek, odaları tek tek aramalarını istemişti. İki asker odaların kapılarını tek tek açıyordu. Son odanın önünde aynı anda durduklarında, olduğumuz yere bakıp bize işaret vermişlerdi. Beş odanın sonuncusu aranan kapıydı. Yanlarına doğru ilerlediğimizde, kapının önünde durmuştuk çünkü üzerinde şifre paneli vardı.

 

 

 

"Kapıyı açmak için size soracağım bilmecenin cevabını doğru bilmek zorundasınız. Ha yanlış bildiniz diyelim, o zaman ne mi olur?" Dış ses birkaç saniye sustuktan sonra tekrar konuşmuştu. "Boom!!! Patlarsınız." Sonunda ise kendine yaraşır türden kötü kötü gülmüştü. Kulaklarımı çamaşır suyu ile yıkamak farz oldu.

 

 

 

"Lan! Oyun mu oynuyorsun sen bizimle?" Yönlerden biri konuştuğunda dönüp ona bakmıştım.

 

 

 

"İlk söylediğim şey oyun oynadığımdı."

 

 

Dış ses yöne cevap verdiğinde ona hak vermiştim. Haklıydı.

 

 

 

"Ha! Doğru." Şu yönü alsınlardı gözümün önünden. Ortamın IQ seviyesini dibe çekiyordu çocuk.

 

 

 

"Sor bakalım bilmeceni." Arem'in, dünya yansa umrumda değil, modundan bende istiyordum. Şayet şu an korkudan evren değiştirmeme az kalmıştı.

 

 

 

"Nükleer transfer süreci kullanılarak, yetişkin somatik bir hücreden klonlanan ilk hayvan olan koyun Dolly, ne zaman öldü?" Tavana şaşkın şaşkın bakmıştım.

 

 

Ne alakaydı şimdi söyledikleri?

 

 

 

"İyi ama bu bir bilmece değil ki?"

 

 

Kendi kendime söylenmek istesem de ses ayarını iyi yapamadığımdan herkes beni duymuştu.

 

 

 

"Bilemezsiniz Hera Hanım. Belki de birilerinin hayatının en büyük bilmecesi budur." Ses tonu fazlasıyla gizem ve de bir o kadarda gerilim barındırıyordu. Tavanı sorgularcasına izliyordum. İçimde tuhaf bir his oluşmuştu.

 

 

 

"14 Şubat 2003'te, ötanazi edildi." Cevabı ona ben vermiştim. Gözlerim etrafımda geziniyordu. Benimle beraber içine düştüğü atmosferi yadırgayan sadece askerlerdi. Veliahtlar tepkisiz ve rahatlardı.

 

 

 

"14 Şubat sizin için önemli bir tarih olmalı Hera Hanım." Dış ses tekrar konuştuğunda sertçe yutkunmuştum. Arem bana bakmıyordu ama baş parmağı, tuttuğu elimin üstünü okşuyordu. Bana güç veriyordu.

 

 

 

"O tarihin benim için önemi yok." Sesim sertti. Sesim keskindi. Sesim bir lanetten geriye kalanların hepsiydi.

 

 

 

"Öyle mi? İnsanın kendi doğum gününü önemsememesi ne acı..."

 

 

Susmuştu ve susmuştum. Sonra o devam etmişti ve ben devam edememiştim.

 

 

 

"İnsanın dedim ama umarım üzerinize alınmazsınız." Sözlerinden ne anlamam gerektiğini bilemiyordum. Kafam karışmıştı. Suratım, bir şeyi her düşündüğümde olduğu gibi yine kırış kırış olmuştu.

 

 

 

"Kes sesini!" Arem, dış sese öfkeliydi. Sanki söylememesi gereken bir şey söylemişti dış ses, öfkesi ondandı. Yoksa yüzünde merak yoktu. Dış sesin imâ ettiği şeyin ne demek olduğunu anlamıştı. Ben anlamamıştım ama sorsam söyler miydi ki? Hiç sanmıyordum. Az önceki tepkisi bile benden bir şeyleri gizlemek istediğinin ispatıydı.

 

 

 

"Zamanı gelince Hera Hanım... Zamanı gelince... Şimdilik iyi eğlenceler." Dış ses tekrar sustuğunda kilitli kapıdan ses gelmeye başlamıştı. Kapı kendiliğinden açıldığında dikkatim dağılmıştı. Herkes tekrar birbirine bakıp tek tek içeriye adımlamıştı. Arem elimi bırakmadan beni de peşinden sürüklemişti.

 

 

 

Kapıdan içeri girdiğimizden bu yana odada kayda değer herhangi bir şey görememiştim. Her yer boştu. Askerlerin ellerindeki fenerler dışında, içeriyi çok aydınlatmasa da az da olsa loşluk sağlayan birkaç lamba tavanda duruyordu. Tam ortada ise içinde ne olduğunu bilmediğimiz siyah, boyu en az iki metre olduğunu düşündüğüm kutu vardı.

 

 

 

"Hazır mısınız gençler? Şahsen ben kutumda büyük hissediyorum." Dış ses bazen öyle bir kelime esprisi yapıyordu ki göz devirmeden durmak imkansızdı.

 

 

 

"Üç deyince. Bir, iki, üç ve kutu açılsın."

 

 

Dış sesin kendi kendine yaptığı geri sayım bittiğinde siyah karton kutu,

 

 

pat diye ortadan ayrılarak açılmıştı. Gördüğümüz şey ise hepimizi hayrete düşürmüştü. Cam bir kafes. Kafesin içinde bir adam. Sinan Dönmez olması lazımdı o adamın. İşin asıl kötü yanı ise kafesin içini kutunun açılmasıyla beraber su almasıydı. Adamı, göz göre göre boğacaktı.

 

 

 

"Bu ne lan?"

 

 

Mert'in yüksek sesle sorduğu sorunun hemen ardından cama bakarak küfür ettiğini işitmiştim. Ben bile içimden ne küfürler ediyordum o az bile demişti.

 

 

 

"Sen Melisa'nın ölümünden sonra çok agresif olmuşsun veliaht. Normalde ağzından küfür çıkmazdı. Hiç yakıştıramadım." Robot sesin sahibi konuyu hiç açmaması gereken birinden açmıştı.

 

 

 

Mesela Arem'de bunun farkına varmıştı. O en başından beri vurdum duymaz takılan adam bir hayli sinirlenmişti. Sinirlendiğini nerden mi anlamıştım? Elimi sıkıyor oluşundan. Hayır, sadece sıkmıyordu. Canımı çok ama çok acıtıyordu. Kıracak gibi tutuyordu. Ne yaptığının farkında bile değildi. Melisa deyince akan sular duruyordu onda. Ses edebilirdim bu duruma, canımı yakıyorsun, diyebilirdim ama diyememiştim. Demek istememiştim. Ölen eski sevgilisinin bahsi geçti diye, canımı yakıyor oluşuna ses dememiştim. Çünkü Melisa'yı hatırladığım için elimden çok kalbime ağrılar girmişti. Varsın elim kırılsındı ne olacak.

 

 

 

Canımın yanışı artık dişimi sıkmama neden olacak raddeye getirmişti beni. Gözlerim acıdan dolmuştu. Sesim çıkmasın diye dudaklarımı dişleyip, kafamı soluma doğru çevirmiştim. O an Hazar ile göz göze gelmiştim. Gözlerimin dolu dolu oluşuna bir anlam verememiş gibi çatmıştı kaşlarını. Sonra, sorunun ne olduğunu anlamak için gözlerini üzerimde gezdirmişti. Orda bir yerde durmuştu gözleri. Muhtemelen Arem'in kendinden geçer gibi elimi sıkıyor oluşunu fark etmişti.

 

 

 

Yerinden fırlamıştı Hazar. Yanımıza doğru koşar adım geldiğinde, Arem'in sıkı sıkı tuttuğu elinin içindeki acıdan uyuşmuş olan elimi çekip kurtarmıştı. Onun ani gelişi ile Arem'e dönmüştü gözlerim. Hazar'a tip tip bakıyordu. Sonra...Sonra...Bana dönmüştü gözleri. Önce dolan gözlerime bakmıştı. Kaş çatmıştı o da Hazar gibi. Acıdan uyuşan elimi sağlam elim ile tuttuğumu görmüştü. Derince bir yutkunmuştu orada. Anladı tabii o da gözünün döndüğünü. Sorun değildi zaten. Alışıktım ben bunlara. Sonradan fark edilmeye hep alışıktım.

 

 

 

Bu kez bakmak istemedim o gözlere. İçimden gelmemişti. Hazar'a dönüp sessizce teşekkür etmiştim. Kafasıyla "sorun değil" dercesine bir hareket yapıp tekrar yerine geçmişti. İçeri girmeden önce her ne olursa olsun elimi bırakma demiştin Arem. Bende söz vermiştim sana ama affet! Elim dayanamayacağım kadar çok yandı. Ya da kalbim mi demeliydim?

 

 

 

"Lan, ne yaparsan yap, istersen hepimizi patlat burada ama sakın kız kardeşimi bu işe karıştırma. Duydun mu beni?" Mert'e çok sinirlenmişe benziyordu. Abiydi tabii, normaldi verdiği tepki. Offf! Be Hera...

 

 

 

Neden Arem senin elini kırar gibi sıktığında Hazar'ın değil de Mert'in bunu fark etmiş olmasını istiyorsun? Salak mısın kızım sen? Onlar Melisa'ya ait. O dururken sen kimsin ki onların gözünde?

 

 

 

"Tadımızı bozmaya gerek yok beyler. Hadi devam edin siz. Neticede daha çok işiniz var." Artık duymaya, midemin daha fazla tahammül edemediği ses tekrar konuşmuştu.

 

 

 

Haklıydı. Daha çok işimiz vardı. Onların burayla benim onlarla daha çok işimiz vardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

Loading...
0%