Yeni Üyelik
57.
Bölüm

🎭 14 EŞİM SENSİN

@mavimsu_

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm Sözü

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Karşımda dik durduğun kadar, karşında acımasız olacağım. Kafanı eğme sakın! Kılıcım, kelle kesmeye bayılır...

H.G.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

Rüzgarlar esmek için değil, yıkıp dökmek içindi. Yağmur damlaları gökyüzünden dünyaya yağarken, rüzgarlar eser ve böylece fırtınaları ortaya çıkarırdı. Şimşekler çakardı; bunun sonucunda yıldırımlar değil. Bazen öyle bir an gelirdi ki, her yağmur damlası her kalp kırıklığınıza denk olarak çıka gelirdi. Parça parça parçalandıkça kırıklarınız toplanılmayacak kadar çok, acılarınız geçmeyecek kadar bol olurdu. Parça parça parçaladıkları sürece güveniniz yoktu. Aptallıklarınız bol olurdu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevmeyi bilmeyen insanlar etrafta dolandıkça, sevgi dilenen insanlar daima kaybedenler olacaktı. Sokaktaki dilenciye bile para vermeye aciz olan bir millet, hiç sevilmemişi sevip de sevaba girer miydi? Bu konuda hatayı sevgi dilencilerinde de aramak vardı. Birileri onları sevsin diye bir köşede durup da bekleyen insanlar varsa, sadece bekledikleriyle kalırlardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Neticede hayatınız yerinde sayıyorsa, olduğu yerde duran sizsinizdir. Yer yerinden oynayıp da seni bir yerlere götüremeyeceğine göre, artık birilerinin seni sevmesini beklemek yerine sen birilerinin yerine de kendini sevmeyi öğren! derdi küçük Hera hep büyük Hera'ya. Yalnız olmak yalnız ölmek olabilir. Lakin yalnız oldun diye de zayıf olacaksın diye bir şey yok. Kimsenin yapmaya cesaret edemediğini yapmaya cesaret edenler asıl cesur insanlardı. Sana zarar veren insanları hayatından çıkaramıyorsan, bu onlara verdiğin değer yüzünden değil, kendine verdiğin değerin onlara verdiğin değerden daha az olması yüzündendi. Kendisine yeteri kadar değer vermeyen insanlar, yalnız kalmaktan korkarlardı. Adı üstünde, onlar dilenmeye muhtaç, sevgi dilencileriydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yalnız insanlar, başkalarının onları sevmesine ihtiyaç duymadan bütün sevgi ihtiyacını kendileri karşılardı. Toplum içinde bu tür insanlara egoist denirdi. Toplumda bir bütün olduğuna göre, yalnız insanlar yalnız oldukları kadar tek başlarına koca bir topluma bedel de olabilirlerdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Arabanın kaportasına yaslanmış, ellerimi önümde bağlamış vaziyette yerdeki asfalt zemine bakarken, yine asıl düşünmek istediklerimi düşünmek istemediğim için; zihnimi başka şeyleri düşünmekle yoruyordum. Böylece zihnim, düşünürsem içinden çıkamayacağım şeyleri önüme seremiyor, canımı sıkamıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Saat akşam 19.00 civarıydı. Uzun zaman sonra ilk kez onun evinin önündeydim. Görüşmeyeli yıllar olmuştu. Bana kırgındı. Bana kırgın olmakta sonuna kadar haklıydı. Başım onca derdin içindeyken ve de ben bir gece bana verilen işlerle uğraşırken, birdenbire aklıma o gelmişti. Kaldığı evden taşınmıştı. İstanbul'un çok başka bir semtinde yaşıyordu. Numarası değişmişti. Emrimdeki adamlardan bir an önce kayıtlardan onu bulmalarını istemiştim. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. O benim eski dostumdu. Haksızlık ettiğim eski dostum. Yaşadıklarımın acısını aramıza duvarlar örerek ona ödettiğim eski dostum. Poyraz Elzat...

 

 

 

 

 

 

 

 

Onun evinin önünde durmuş, hazırlanmasını bekliyordum. Ben mesajlarıma geri dönmez diye düşünürken, o son derece soğukkanlı bir şekilde benimle buluşmayı kabul etmişti. Tek fark vardı; eski Poyraz mesajlaşırken mutlaka soğuk espriler yapardı. Yeni Poyraz ise sadece soğuktu. Türkeş olan yeni benim esprilerden hoşlanmadığımı bilse de, onun bu hâli alışmak istediğim bir şey değildi. Ona her şeyi anlatamazdım. Anlatsam kızar, bağırır, çağırırdı. Sonrasında bana hak verirdi. Hayatımın geri kalanında da yanımda desteğini benden esirgemeden dururdu. Bunu yapamazdım. Ona her şeyi anlatamazdım. Bazı sırlar, o sırları bilen insanların başına bela olurlardı. Benim sırrım Poyraz'ın başına bela olmamalıydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ellerim önümde bağlı bir şekilde onu beklerken, bana doğru yaklaşan adım seslerini duymuştum. Oldukça uzun zaman sonra ilk kez karşı karşıya gelecektik. Ona karşı kırıcı olmak istediğim en son şey bile değildi. Yine de üzerime çok gelmemesini dilerdim. Gözlerim dönerse dilime sahip çıkamayacağım da bilinen gerçeklerden biriydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Kırmızı yakışmış." Kadifemsi sesini duyunca bakışlarım doğrudan onu bulmuştu. Bebek yüzlü biriydi Poyraz. Uzun boyluydu. Vücudu çok kaslı da değildi, çok zayıf da değildi. Normal sayılabilecek fit bir vücudu vardı. Kumral tonlarda kıvırcık saçları ona tatlılık katıyordu. Göz göze geldiğimizde bütün kırgınlığını bütün kalbimde hissetmiştim. Belli etmemeye çalışsa da bana kırgındı. Bana kırgın olmaya sonuna kadar hakkı vardı. Saçımdaki kırmızılıkları gerçekten beğenmiş miydi, yoksa sadece konu mu açmaya çalışıyordu henüz anlamış değildim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Biliyorum." Sesim ilk kez duyanlara göre soğuk denilebilecek tondaydı. Neyse ki Poyraz benim soğukluğumun ne tür olduğunu bilirdi. O yüzden ciddiyetimi üzerine alınacağını zannetmiyordum. Ona karşı rahatlığım buradan geliyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Hâlâ egoistin tekisin." Ukalaca sırıtmıştım. Yaslandığım arabadan kalkıp adımlarımı aramızda çok mesafe olmasa da ona doğru yönlendirmiş, mesafeyi en aza indirmiştim. Tam karşısında durduğumda elimi tutup sıkması için ona uzatmıştım. İlk etapta elime ters ters bakan adam kendine geldiğinde eliyle elimi itmiş ve ben daha ne olduğunu anlamadan beni kendisine çekip sımsıkı sarılmıştı. Arasında olmasam özleyeceğim nadir kollar arasındaydım. Kardeşe sarılmanın hissiyatı hiçbir yerde yoktu. Huzur vardı. Güven vardı. Kardeş tam sol tarafta atandı. Uğruna ölünebilecek kadar güzel olandı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Kollarıyla bedenimi sımsıkı bastırmıştı. Amacı kemiklerimi kırmaksa, bunu neredeyse başaracaktı. Çok geçmeden sarılışına karşılık verdiğimde bana ne hissettirdiğini anlasın diye kollarımla bedenini aynı oranda sıkmıştım. Poyraz çok naif, çok kırılgan ve çok çıt kırıldım biriydi. Keza bu sebepledir ki daha çok geçmeden hemen söylenmeye başlaması.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ne yapıyorsun kızım ya? Un ufak ettin bütün kemiklerimi." Oysa ki o ne kadar sert sarılıyorsa, o kadar sert sarılmıştım.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Hâlâ süt çocuğusun," deyip ondan ayrılmıştım.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Hâlâ vahşisin," diyerek karşılık vermişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bakışmalarımız devam ediyordu. İkimiz de ne söylememiz gerektiğini bilmiyor gibiydik. Bakışıma oyunumuzu bozan ilk kişi ben olmuştum. Kafamla ona arabayı işaret etmiştim. Bugün veliahtlar ve Tim-4 olarak 'Kamer' adındaki o gece kulübünde buluşacaktık. Oraya gitmeyeli uzun zaman olmuştu. Poyraz'ı içlerinden tanıyan tek kişi Afra'ydı. Ona Poyraz'ı da oraya getireceğimi söylediğimde sevinçten dört köşe oldu, dersem yeridir.

 

 

 

 

 

 

 

 

Afra isteğim üzerine içerideki herkesle birebir konuşmuş olmalıydı. Poyraz ben de dahil olmak üzere oradaki hiç kimsenin özünde kim olduğunu bilmemeliydi. Tim-4 benim sözümden çıkmazdı, lakin veliahtlara güven olmadığını öğreneli uzun zaman olmuştu. Gittiğimiz yerde kıran kırana bir mücadele olacaktı. Kamer adındaki o yer üç bölümden oluşuyordu: Zemin kat, orta kat ve son kat. Orta kat eğlence alanıydı. Şehrin hatta ve hatta ülkenin en gözde eğlence mekanlarından biriydi. Son kat sadece veliahtların kafa dinlemek için kullandıkları yerdi. Oraya giriş için sadece onların izni vardı. Biz ise bugün ne orta katla ne de son katla ilgilenecektik. Bizim eğlencemiz zemin katta olacaktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Zemin kat dünyanın birçok yerinden bahisçilerin uğrak yeriydi. Profesyonel sporcularla beraber sokak dövüşçüleri de söz sahibi olmak ve tanınmak için buraya uğrardı. Tam merkez noktada dövüş ringi bulunuyordu. Etrafında ise koca bir kalabalık oluyordu. Ayrıca alanın yukarısına yerleştirilmiş loca temalı balkon bulunuyordu. İşte veliahtlar müsabakaları buradan full HD şekilde izliyorlardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bazen onların da sırf eğlencesine ring üstüne çıktığını duymuştum. İçlerinden herhangi biri herhangi bir zamanda hiçbir şekilde kaybetmemişti. Dünyanın en iyi dövüşçüsü de olsa, bir veliahtın yanında şansı yoktu. Veliahtlar daima ölümcül oynardı. Çoğunlukla, zaten kazanacakları için oyuna katılmaz, sadece izlerlerdi. Bu gece Rusya'dan gelen ünlü bir dövüşçü ile uzun zamandır Kamer ringlerinde birinciliği elden bırakmayan dövüşçülerden biri, kıran kırana bir müsabaka gerçekleştirecekti. Bahisçiler çoktan yerlerini almış olmalıydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bizi oraya çağıran kişi ikizlerdi. Söylediklerine göre artık bir ekip oldukları için Tim-4'ü yakından tanımak istiyorlarmış. Zahir ağabey sevkiyatları birinci elden kontrol ettiği için şu an Türkiye'de değil, sınır dışındaydı. Onun dışındaki herkes Tim-4 olarak ikizlerin bu isteğini geri çevirmemiş, bu gece orada olacağını belirtmişti. Ben de orada olacağımı söylemiştim. Sadece son dakika Poyraz'la gitmeye karar vermiştim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Poyraz'a arabayı işaret etmemle beraber ses etmeden arabaya doğru yönelmişti. Onun arabaya binmesiyle peşinden ben de direksiyon koltuğuna geçmiştim. Poyraz hız sevmezdi. Arabaya biner binmez ilk iş emniyet kemerini takardı. Onun bu konudaki hassasiyetini bildiğim için arabayı onun travmalarını tetiklemeden her seferinde yaptığım gibi çok dikkatli sürmeye çalışarak harekete geçmiştim. Yol boyunca konuşmayız zannediyordum. Karşımdakinin Poyraz olduğunu unutmuştum tabii.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Hayat nasıl gidiyor, rezil karı?" Sırıtmıştım. Onun tarafından hakarete uğramak alışık olduğum bir şeydi. Onunla iletişimimiz vıcık vıcık bir arkadaşlık ilişkisinden ziyade, ayak parmağından saç teline kadar sövmekten oluşuyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Aksiyon yakamı bir türlü bırakmıyor be sevimsiz." Tıpkı benim yaptığım gibi eskiye gittiği için o da gülümsemişti. Çok geçmeden cevabını da vermişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sen şimdi uçaktan uçağa atlarken şarjör falan da değiştiriyorsundur." Uzun zaman sonra ilk kez kahkaha atmıştım. Babam öldükten sonra ilk kez sesli bir şekilde gülmüştüm. Poyraz'ın benim üzerimdeki etkileri işte böylesine büyüktü. Arabanın içine dolduran kahkaham bana bile yabancıydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Henüz o kadar ilerisini görmedim. Ama nereden baksan ona benzer şeyler yaşamışımdır." Sırıtan yüz ifadesi aklından her ne geçiriyorsa aniden bozulmuş, gözlerini kısarak üzerime doğrultmuştu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"İkimiz de senin bir gün katil olabilme ihtimalin olduğunu çok iyi biliyorduk. Sen yoksa..." Deyip susmuştu. Onun hiçbir şeyi öğrenmemesi konusunda son derece ciddiydim. Açık vermeye niyetim yoktu. Bu yüzden işi her zaman Hera'nın yaptığı usulde halledecektim. Dalgaya alacaktım.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Tüh ya, yakalandım görüyor musun? Ben de tam yeni kurbanım olarak seni seçmiştim oysa ki." Bir yola bir ona bakıp duruyordum. En son göz göze geldiğimizde bana uzun uzun baktığını, daha sonrasında samimiyetle gülümsediğini fark etmiştim. Ağzından çıkan sözler benim de gülümsememe neden olmuştu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sen bana kıyamazsın ki." Tatlı bir ses tonu ile konuşmuş olması bile gülümsemem için yeterliydi. Doğru söylüyordu. Ben ona kıyamazdım. İnsan kardeşine kıyabilir miydi hiç? Ben kardeşime kıyamazdım. Benim kardeşim kıyılamayacak kadar güzeldi. Sadece bana kırgındı. Onu terk ettiğimi zannediyordu. Dile getirmiyordu belki, ama ben onun acısına tuz basmıştım. Hayatındaki herkes onu bırakıp gitmişti. Benim de onu bırakıp gittiğimi zannediyordu. Ben sözümü daima tutardım. Poyraz'a daima onu bırakmayacağımı söylemiştim. O benim onu bıraktığımı zannetmiş olsa bile yıllar sonra tekrar karşısına çıkmıştım. Birine kardeş diyorsam, ilelebet kardeşimdir. Yıllarca arayıp sormam belki, ama bir gün çat kapı gelir, kardeşim ben geldim derdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Doğrudur." Kısa ve öz cevabından sonra Poyraz'ın keyfi yerine gelmişti. Oturduğu koltukta yerine yaslanarak mutlu mesut hâlde gerim gerim gerilmişti. Onun şebek halleri beni de mutlu ediyordu. Ta ki olan bitenden bir haber olduğu için yarama tuz basıncaya kadar.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ee, Attila amca nasıl?"

 

 

 

 

 

 

 

 

Atilla amca nasıldı, Hera? Bir tahta parçasından olma tabut ve bir avuç kara toprak değil miydi Atilla amca? Boğazımda yutkunması imkansız olan o yumru oluşmuştu. Yola bakıyordum sadece. Onunla göz göze gelirsek ikimiz de dağılırdık. Birimizin dimdik durması gerekiyordu ki diğeri ona yaslansındı. Ben senin için kendimi feda ederdim ki kardeşim. Direksiyonu tutan ellerimin parmak boğumlarının kasılmaktan bembeyaz olduğunu biliyordum. Ruhsuzluğumun yine gün yüzüne çıkmasını diliyordum. Tıpkı son zamanlarda başım şiddetli şekilde her ağırdığında karşılığında hafızamın silinmesini dilediğim gibi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Acı bedenimi yutup yok ediyordu. Acı kalbimi kasıp kavuruyordu. En büyük şansımdın sen, Attila Tuğrul Türkeş. Şimdi ise yokluğundu en büyük acım, en hassas noktam. Özledim seni be adam. Çok özledim. Derince nefes alıp vermiştim. Bu kadar susmak yeterliydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Vatan sağ olsun..."

 

 

 

 

 

 

 

 

Kahramanlar can verirdi yurdu yaşatmak için... Benim hikayemin kahramanı can vermişti yurdu yaşatmak için... Şehitler ölmez tam kalbimizde yaşardı... Vatan bölünmezdi. Vatanı yok etmelerine izin vermezdi benim askerim. Şehitler yaşadığı ve de yaşatığı sürece vatan bütün olacak, bayrak dalga dalga dalgalanacaktı. Ey askerim işte şimdi huzurla uyu...

 

 

 

 

 

 

 

 

Poyraz'ın sertçe yutkunuşunu duymuştum. Bunu o da beklemiyor olmalıydı. Poyraz babamı çok severdi. Sevilmeyecek bir adam da değildi ki Attila Tuğrul Türkeş. Kahramanları kim sevmezdi ki. İçli içli ağlıyordu hatta şu an Poyraz. O da biliyordu bu dünyadan koca bir çınar gelip geçmişti. Babam Poyraz'a çoğu zaman babalık yapmıştı. Onu benden ayırt etmezdi. Bilirdi, çünkü Poyraz'daki baba özlemini. Artık ben de tıpkı Poyraz gibi baba özleminin ne demek olduğunu çok iyi biliyordum. Ben bu özlemi ilk kez yaşarken Poyraz ikinci kez yaşamanın ağırlığını yaşıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Başımız sağ olsun o zaman kardeşim." Dostlar sağ olsun o zaman kardeşim. Kafamı yine ona bakmadan aşağı yukarı eyvallah anlamında sallamıştım. Bu dakikadan itibaren ne o konuşmuştu ne de ben konuşmuştum. Sessizlik içinde geçen yolculuğumuz, Kamer gece kulübünün önüne gelinceye kadar devam etmişti.

 

*

 

 

 

 

 

 

 

 

Uzun sayılmayacak yolculuğun ardından büyük ve yüksek güvenlik çemberi ile örülmüş Kamer gece kulübüne girdik. Buraya öyle elinizi kolunuzu sallayarak giremiyordunuz. Girişte bekleyen adamlar tarafından güvenlik prosedürlerine uyup uymadığınız kontrol ediliyordu. Ancak bizim üzerimizi kimse aramamış, aksine içeri girer girmez insanlar selam verip önümüzden çekilmişti. Bunun yaşanmasında etkili olan kişinin buranın sahibi olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Adamlardan biri, bize gideceğimiz yere kadar eşlik edecekti. Zemin kattaki dövüş alanına iki şekilde gidebiliniyordu. Birincisi merdivenlerdi ve merdivenleri buradaki eğlenceyi izlemek için gelen davetliler kullanıyordu. İkincisi ise asansördü ve biz şu an onun içindeydik.

 

 

 

 

 

 

 

 

Asansör doğrudan bizi veliahtların bütün eğlenceyi tepeden izlediği balkon şeklindeki locaya indiriyordu. Bu da asansörün kapıları açılır açılmaz veliahtların yüzü ile karşı karşıya geleceğimiz anlamına geliyordu. Neyse ki benim ekibim de şu an orada bulunuyordu. Böylece işim daha kolay bir hâl alacaktı. Gece boyu kanımın son damlasına kadar nefret ettiğim insanlarla baş başa olmaktansa kendi ekibimle takılmayı tercih ederdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Asansörün kapıları açıldığında Poyraz'ın endişeli yüz ifadesi ile bana baktığını gördüm. Ah işte yine başlıyorduk. Poyraz hayatı boyunca etrafındaki insanlar tarafından hep dışlanmış biri olmuştu. Bunun olmasında onun yönelimi de etkiliydi. İnsanlar onu dışlıyordu çünkü Poyraz onların hissettiği gibi hissetmiyordu. İnsanlığın büyük bir kesiminde kendinde olmayanın bir başkasında olduğunu görünce bunun kusurlu olduğuna inanma eylemi vardı. İşte Poyraz bu yüzden yine ve yeniden endişeliydi. Hayat dolu cıvıl cıvıl biri olmasına rağmen korkuyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Sakinleşmesi için gözlerimle gözlerine odaklanmış, gözlerimi kapatıp açtım. Bu bizim dilimizde ben senin ne olursa olsun yanındayım demek oluyordu. Göz hareketimden sonra bedeninin gevşediğini gözlerimle gayet iyi görebiliyor, takip edebiliyordum. Onun yanındaysam ona hiçbir şey olmayacağını çok iyi biliyordu. Buradaki tek bir canlı bile onun canını sıkacak en ufak bir şey söyleyemezdi. Buna hiçbir koşulda ve şartta izin vermezdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Kapıların açılmasıyla önden ben çıkmıştım. Beni peşi sıra Poyraz takip ediyordu. Bizi buraya kadar getiren adam asansörden inmemiş, biz indikten sonra tekrar yukarı çıkmıştı. Gözlerim geniş koltuklarda yayılmış sohbet eden insanların üzerinde geziniyordu. İkizler de dahil olmak üzere veliahtların hepsi buradaydı. Yine benim ekibim de burada duruyordu. Birbirlerinden haz etmeyen bu insanlar mecbur oldukları için sohbet etmeye çalışıyormuş olarak görünüyorlardı. Bizim gelmemiz ile herkesin gözleri ikimizin üzerine dönmüştü. Afra bizi fark eder etmez yerinden hızla kalkmış, hemen ardından arkamda duran Poyraz'ın üzerine atlayıp ona sıkıca sarılmıştı. İkisini arkamda bırakıp adımlarımı koltukların olduğu kısma doğru ilerlettim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeşil renk koltukların üzerinde sırasıyla oturan insanlar içerisinde, benim yerim Yiğit'in yanı olmuştu. Onun yanı boştu. Muhtemelen en başından beri onun yanına oturayım diye yanını boş bırakmıştı. Bunu bildiğim için ona istediğini vermiş ve yanında yer edinmiştim. Bana bakan insanlarla göz teması kurmadan önce kafamı sağ tarafıma çevirip tavandan balkonun zeminine doğru uzanan camın gerisindeki kalabalığı izledim. Buradan gerçekten de her şey oldukça net görünüyordu. Hatta aydınlatmalar bile sanki buradan bakıldığında daha iyi bir seyir keyfi sunulsun diye yerleştirilmişti alanın etrafına. Ring boştu ve dövüş henüz başlamamış olmalıydı. Eğlenceyi kaçırmadığıma sevinmiştim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Üzerimde hissettiğim bakışların çoğunluğu sebebiyle kafamı beni izleyen gözlerin olduğu yere çevirdim, veliahtlara doğru. Onlara bakmamla içlerinden biri konuştu hemen, Evren Korkmaz. "Nasılsın bakalım taze veliaht?" Onun geçmişe yönelik sözleriyle kafamda birkaç sahne canlandı. Onlarla gerçek anlamda ilk tanıştığım gün Arem'in evindeydim. Mert bana herkesi tek tek tanıtmıştı o gün. Evren Korkmaz'ı tanıttığında o zamanlar Evren henüz evli ve çocuklu bir adamdan ziyade nişanlı biri olduğu için onu tanıtırken "taze damat" diye tanıtmıştı. Evren'in imasını anlamak zor olmamıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"İyi diyelim iyi olsun Evren." Onlarla ne kadar az muhatap olsam o kadar iyidir kafasındaydım. Zaten o bana cevap vermeden Poyraz'ın çığırması sebebiyle hepimizin kafası onun olduğu tarafa doğru dönmüştü. O ikisini orada unuttuğumun yeni farkına varıyordum.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Aa yeter be, ahtapot gibi yapıştı bırakmıyor bir de." Afra'nın huylarından biri; birini ne kadar özlesiyse o kadar uzun sarılmasıydı. Poyraz'ı çok özlediği buradan bile anlaşılıyordu. O da tıpkı benim gibi Poyraz'ın hayatını riske atmak istemediği için onunla iletişimini kesmişti. Şimdilerde ikimiz de Poyraz'ı her türlü beladan koruyabilecek kadar güçlüydük. Bu kez onu bizden kimse alamazdı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Çok özledim ama seni marulum." Afra'nın ses tonu inceldiyse bu duygusala bağlayacağının ön gösterimiydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Dedi! En son yıllar önce yüzünü gördüğüm kız." Poyraz'ın bana karşı olan sert tutumu babamın öldüğünü öğrendikten sonra değişmişti. Muhtemelen benim ortadan kaybolmamı buna bağlamıştı. Fakat Afra'nın ona farklı bir açıklama yapması gerekiyordu. Yoksa bu asabi adamın onu affedeceğini zannetmiyordum. Poyraz'ın sürüm sürüm süründürme gibi oldukça etkili özellikleri vardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Böyle yapma ama, marul." Afra'nın dudağını büzerek çocuk gibi mırıldanması Poyraz'ı gülümsetti. Şampiyon neredeyse yelkenleri suya indirecek gibi görünüyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Marul ne be?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sanırım kıvırcık ya, ondan öyle söylüyor."

 

 

 

 

 

 

 

 

"Kıvırcık marul mu varmış?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Vardı. Yani herhalde."

 

 

 

 

 

 

 

 

Doğu ve Batı, kendi arasında geçen fısıldaşmayı kimsenin duymadığını falan zannediyordu sanırım.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Çocuk gibi mızmızlanmayı bırak ve beni buradaki beylerle tanıştırır hemen."

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu kendinden emin ses tonu, hafifçe yapılan cilvelerle cümle vurgusu, sondaki o sırıtış... Poyraz Elzat an itibarıyla sahalara geri dönmüştü. İçimden bir ses, buradaki erkeklerden birinin başına bela olacağını söylüyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ah başladı yine."

 

 

 

 

 

 

 

 

Afra da en az benim kadar Poyraz'ın huyunu da suyunu da biliyordu. İkimiz de bu tarz şeylere alışıktık. Biz ne kadar şaşırmadıysak, içeridekiler olan biteni anlamadıkları için o kadar şaşkın görünüyorlardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Uzatma ve beni şu yakışıklılarla tanıştır hemen, sarı pullu yılan."

 

 

 

 

 

 

 

 

Gözlerim yavaş yavaş Mert'e doğru kaymıştı. Çattığı kaşlarıyla Poyraz'a doğru bakıyordu. Birileri Afra'nın yanında erkek görmeye dayanamıyor olmalıydı. Onun hâline sadece göz devirmiştim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"İyi, tamam be! Sağ baştan sağ yapıyorum o zaman." Afra derin bir nefesi içine çektikten sonra Poyraz'a istediğini vermişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

"En öndeki kişi, yani sana en yakın tarafta olan Mert Aksel'dir." Eliyle Mert'i göstermesi üzerine gözlerim bir kez daha Mert'e kaymıştı. Afra'nın ondan bahsediyor oluşu bile hoşuna gitmiş olacak ki, onun kendisini tanıtma şekline gülümseyerek bakıyordu. Afra'nın gözleri onda çok oyalanmadan Mert'in yanındaki adama kaymıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bu da Evren Korkmaz."

 

 

 

 

 

 

 

 

Poyraz'ın kendine kurban olarak kimi seçtiğini anlamak için dikkatlice onu izliyordum. Göz bebekleri kimin üzerinde büyürse, kurbanı oydu. Ne Mert ne de Evren ilgisini çekmemişti anlaşılan. Afra sırasıyla Hazar, Erdem, Kansu ve ikizleri tanıtmış olsa da Poyraz'dan istediğim tepkiyi alamamıştım henüz. Ta ki Afra onun ismini söyleyene kadar.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Son kişi de Arem Barkın Soykamer."

 

 

 

 

 

 

 

 

Bingo! Göz bebekleri kelimenin tam anlamıyla büyümüş ve parıldamıştı. Utanmasa ağzının suyu akacaktı. Poyraz kurbanını seçmişti. Bundan sonrası da baş veliaht'ın sorunuydu. Geldiğimden beri gözleri benim üzerimde olan adam, kendi adını duyunca kafasını sesin geldiği yöne doğru çevirmişti. O esnada Afra hiçbir şeyin farkında olmadığı için sağ tarafındakileri anlatmayı bırakmış, sol tarafındaki tim-4'ü tanıtmaya başlamıştı. Poyraz ise onu dinlemiyor, gözleriyle adeta Arem'i yiyip bitiriyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Poyraz'ın ona garip garip baktığını fark eden veliaht, kaşlarını çatarak ona bakmaya başlamıştı. Bunu yapmamalıydı. Çünkü Poyraz'ı biraz tanıyorsam, onun bu hareketi sadece hoşuna giderdi. Keza öyle de olmuştu. Poyraz, Arem'in kaşlarını çatışının ardından nefes alışverişini değiştirmişti. Birilerinin kalbi hızlanmış olmalıydı. Arkadaşımın zevki gerçekten iğrençti. Hoş, hangi veliahtı seçerse seçsin, yine aynı şeyi düşünecek olurdum, ama olsundu. Bu adamın tam olarak nesinden hoşlandığı gerçekten anlaşılmazdı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ben Poyraz'ın gönül zevkinin berbatlığı hakkında düşünürken, düşüncelerimden beni Poyraz'ın ani bir şekilde harekete geçişi ayırmıştı. İşte başlıyorduk.

 

 

 

 

 

 

 

 

Hızlı adımlarıyla kendini en sonda, tam karşımda oturan Arem'in yanına varıncaya kadar yürümüştü. Onun yanına geldiğinde vakit kaybetmeden elini ona doğru uzatmıştı. Oldukça cilveli bir şekilde konuşması da hareketinin peşi sırası gerçekleşmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Merhaba ben Poyraz. Sende Arem'din öyle değil mi canım?" Poyraz'ın cilveli sesi bütün veliahtların yönünü aniden onlara doğru çevirmesine neden olmuştu. Poyraz, Arem'in önünde dikildiği için onun yüzünü göremiyordum. Tepkisini çok merak ediyordum, doğrusu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Çok geçmeden baş veliaht kafasını soluna doğru yatırarak gözlerinin odağından Poyraz'ın bedenini çıkartıp hedefine beni almıştı. Çatık kaşlarıyla bana aynen şunu söylemeye çalışıyordu: "Ne diyor bu?" Karşılık olarak ona Poyraz'ın havadaki elini işaret etmiş ve o eli havada bırakmaması için imâda bulunmuştum. Kafasını iki yana doğru sinirle sallayan adam ne kadar sinirlenmiş olursa olsun istediğimi yapmış ve Poyraz'ın havadaki elini sıkmıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Tanıştığıma memnun oldum Arem'cim." İkizlerin olduğu taraftan tuhaf sesler geliyordu. Yönümü onların olduğu yere doğru çevirdiğimde, gülmemek için kendilerini sıktıklarını ve bu yüzden tuhaf tuhaf sesler çıkardıklarını görmüştüm. An itibarıyla içerideki herkes Poyraz'ın Arem'e yürüdüğünün farkındaydı. Uzun zaman sonra ilk kez eğlendiğimi hissetmiştim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Arem'cim mi?" Baş veliaht hâlâ olayın şokundaydı, anlaşılan. Ses tonu yüzünü göremezsem de bir hayli şaşkın çıkıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Poyraz'ı şimdiden çok sevdim." Yiğit'in kulağıma doğru fısıldamasıyla ona doğru dönmüştüm. Tim-4 olarak Poyraz'ın hedefine düşmanlarımızdan birini alması hepimizin hoşuna gitmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bu kez sağlam eğleneceğiz gibi görünüyor." Yiğit kocaman gülümseyip kafasıyla beni onaylamıştı. İkimiz de yönümüzü tekrar eğlencenin olduğu tarafa doğru çevirmiştik.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Hoşuna gitmedi mi yoksa canım?" Poyraz'ın sorduğu soruya Arem cevap veremeden Kansu dahil olmuştu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"İşte biraz sonra başlayacak olan dövüşten bile izlemesi eğlenceli olan o anların içine girmiş bulunmaktayız." Hayatımda ilk kez bu narsist veliahtta katılıyordum. Hem de sonuna kadar.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bir canım diyor, bir cım-cim katıyor kesinlikle biraz sonra büyük patlamayı göreceğiz." İşte o biraz sıkardı Erdem Bey. Poyraz'ın canının yanmasına da, üzülmesine de izin vermezdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Neden bu kadar abarttınız yahu? Canım kelimesinde ne varmış?" Garibim Poyraz'ım acaba "canım" diye seslendiği adamın, Dünya devleri arasında olduğunu, silah şirketleri zinciri olduğunu, en önemlisi ise benim baş düşmanım olduğunu bilseydi ne yapardı acaba?

 

 

 

 

 

 

 

 

"Adam haklı beyler şimdi. Canım cicim bunlar gayet normal şeyler. Bırakın da istediği gibi seslensin ki eğlencemiz bozulmasın." Hazar Orhon kafasını telefondan, dikkatini vermesine neden olacak daha önemli bir şey olmadığı sürece ayırmazdı. Eğer şu an kafasını telefondan ayırdıysa demek ki buradaki durum onun bile eğlenmesine neden olacak kadar komikti. İşte bunlar hep Poyraz'ın etkileriydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Herkes gibi ben de Arem'in yüz ifadesinden yavaş yavaş sinirlendiğini anlayabiliyordum. Poyraz'a benden dolayı ses edememenin ağırlığı vardı üzerinde. Kendisini fazlasıyla kasıyor olarak görünüyordu. Onun bu hâlleri fazlasıyla hoşuma gidiyordu. Poyraz'ın kendine kurban olarak onu seçmesi sanırım o kadar da kötü bir seçim değildi. Onunla tekrar göz göze geldiğimizde benden yardım dileniyor gibi bakmıştı gözlerimin içine. Omuz silkip ona dik dik bakmaya devam etmiştim. Attığım bakış: benden umudunu kessen daha iyi olur, bakışı oluyordu. Derin nefes alıp kafasını oturduğu koltukta geriye doğru yaslamıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Herkesin keyfi yerinde görünüyordu. Almina ve Atlas kendi arasında konuşuyor, bir çift olmanın tadını çıkarıyordu. Lerzan ve Yiğit yine hangi saçma konu olduğunu bilmesem de bir konu üzerinde tartışıp kendi haklılıklarını savunuyorlardı. Poyraz Arem ile uğraşmaya devam ederken veliahtların geri kalanları da bu eğlenceyi pür dikkat izleyip tadını çıkarıyordu. Tüm bunlar olurken Afra ve Mert'in birbirlerine olan kaçamak bakışları da gözümden kaçmıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Biraz sonra aşağıdaki maçın başlamış olması gerekiyordu. Hatta biraz sonra değil, şimdiye kadar çoktan başlamış olması gerekiyordu. Gözlerimi camın gerisine sabitleyip, aşağıdaki olan biteni izlemeye başlamıştım. Muhtemelen henüz ses yalıtımını devre dışı bırakmamışlardı. Dışarıdaki sesleri duyamıyorduk. Aşağıda gördüğüm yüzlerin üzerinde tek tek gözlerimi gezdirmiştim. Eğer seslerini duyamıyorsam, ben de ağızlarını okurdum

 

 

 

 

 

 

 

 

"Neden başlamıyor bu maç?" diye sordu biri.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Kaç saat oldu?" başka biri ekledi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bizi bu kadar bekletmeye hakları yok," diye seslendi bir başkası.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Kimse açıklama bile yapmıyor," dedi bir diğeri.

 

 

 

 

 

 

 

 

İnsanların kendi arasındaki fısıldaşmalarına tek tek şahit olmuştum. Bir şeylerin ters gittiğini biliyordum. Fakat bu konu beni ilgilendirmiyordu. Burası onların mekanıydı ve düzen onların düzeniydi. Bir şeyler ters gidiyorsa bunu onlar düzeltmeliydi. Bana bu durumda sadece arkama yaslanıp izlemek düşüyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Batı," diye seslendim. Yönünü hızla bana doğru çeviren adamın yüzünde şaşkınlık vardı. Gözlerini kırpıştırarak bana bakıyor ve olan bitene anlam vermek istiyordu. Ona seslenmemle herkes susmuş, gözlerinin odağında beni almıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Efendim. Bir şey mi oldu?" Bir şey olmamasını umut edercesine çıkan ses tonu beni rahatsız etmişti. Onlar tarafından önemseniyor olmak hoşuma gitmiyordu. Hele ki ikizler tarafından önemseniyor olmak hiç hoşuma gitmiyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Aşağıdakilerin sesini duyamıyorum. Onları duymamı sağla." Önemli bir şey olmadığı için oh çekip ayağı kalkmıştı. Yan taraftaki kolonun üzerinde bulunan tuşlardan birkaç tanesine basıp dışarıdaki sesleri rahatlıkla duyabilmemizi sağlamıştı. Alanın içinde artık bizim sesimiz değil de aşağıdakilerin sesi yankılanıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Neden maç hâlâ başlamadı?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Tam olarak saat 21.00'da maç başlayacak denmedi mi bu adamlara?"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bu ne sorumsuzluk?"

 

 

 

 

 

 

 

 

İnsanların kendi arasındaki konuşmalarına kulak vermek hiçbir veliahtın hoşuna gitmedi. Her birinin kaşları çatıldı ve gözleri kısıldı. Buradaki düzenin sorumluluğunun Lara'da olduğunu belirtmişti Kansu. Hazar, ortalıklarda görünmeyen kadını cebinden çıkardığı telefonu ile aramaya başlamıştı. Telefon çalmıştı çalmasına ama açan olmadığı için endişelenen Hazar Orhon, telefonu bu vesile ile kulağından indirmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ben aşağı inip kontrol edeceğim." Hışımla yerinden kalkan dövmeli adam Lara'yı bulmak için asansöre doğru yönelmişti ki aşağıdaki kalabalığın sesini çok daha yüksek ve tanıdık bir ses bölüp, içerideki herkesin bakışlarının o tarafa dönmesine neden olmuştu. Sanırım buradaki düzen beni ilgilendirmiyor derken büyük konuşmuştum.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bayanlar ve Baylar, öncelikle hepinize iyi akşamlar." Lara'nın ring üzerinde durup, elinde mikrofonla kalabalığı coştururcasına çıkan sesi; sıkıntıdan patlayan insanlara çığlık attırmıştı. Sevdiği kadının gayet iyi ve sağlıklı olduğunu gören Hazar Orhon rahatlamış şekilde tekrar yerine oturmuştu. Herkesin gözü tekrar aşağıya odaklanmıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bugün burada çok eğlenceli bir maç olacaktı. Uzun zamandır bu yerin tozunu attıran yenilmez 'Efendi Lord' takma lakaplı dövüşçümüz ile adını Dünya boks sektöründe bir hayli duyduğumuz Rus boksörcü Aleksey kıran kırana mücadele sergileyecekti." Lara'nın yüz ifadesinde tuhaf olduğunu sezdiğim türden bir sinsilik vardı. Bu kız bir şeyler çeviriyordu. Yakında öğrenirdik, nasıl olsa.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Üzülerek söylemek istiyorum ki maç iptal oldu." Kalabalığın hayır nidaları daha şimdiden yükselmeye başlamıştı. Maçın neden iptal olduğu şimdilik sır olarak kalsa da içimden bir ses, bu işte sarı şekerin parmağı olduğunu söylüyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Rus boksörcümüz yediği bir şeyden dolayı zehirlenmiş. Fakat kimse üzülmesin lütfen." Eliyle herkesi selamlamıştı. "Bu gece her ne olursa olsun, bu ringte kıran kırana bir mücadele olacaktır." Az önce oflayıp puflamaya başlayan insan kalabalığı, şimdilerde ise Lara'nın son sözleri üzerine sakinleşmeye ve meraklı gözlerle onu izlemeye başlamıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bu kız ne diyor?" diyen soran Kansu'ya katılıyordum. Gerçekten de bu kız ne diyordu? Onu, sarı şekerin öz ve öz ağabeyi cevaplamıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ben de kız kardeşimi birazcık tanıyorsam, bir şeylerin peşinde olduğuna adım gibi eminim." Ona ne şüphe? Lara'nın konuşmaya başladığı ilk andan beri bir şeylerin peşinde olduğunu buradan ben bile anlamıştım. Keza onlar, kızı benden daha iyi tanıyordu. Eğer onlar da benimle aynı şeyi düşünüyorsa, demek ki gerçekten de sarı kızın peşinde olduğu bir şey vardır. İçimden bir ses, peşinde olduğu her neyse, ucunun bize dokunacağını söylüyordu. Genelde içimdeki sesin yanılmıyor oluşu, beni merakla kıza tekrar odaklanmaya itmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Uzun zamandır burada dövüşlere katılmıyordum. Ani aldığım bir karar doğrultusunda, bu gece sizin için dövüşme kararı verdim." Demek buradaki dövüşlere ara sıra veliahtlar gibi Lara da katılıyordu. Güçlü kadın düşmanım da olsa, sevmediğim insan da olsa fark etmeksizin severdim. Lara'nın güçlü oluşu, sırıtarak onu izlememe neden olmuştu. Muhtemelen işinde iyiydi ki buradaki insanlar, Lara'nın dövüşmek istediğini duyduğu an, sevinç çığlıkları koparır olmuştu. İçeridekilerle tekrar göz göze geldiğimizde, herkesin, daha doğrusu veliahtlar olarak bilinen herkesin bana baktığını görmüştüm.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Siz de benim düşündüğüm şeyi düşünüyorsunuz, değil mi beyler?" diye sormuştu Mert Aksel gözünü üzerimden ayırmadan, kendi arkadaşlarına doğru. Ona cevabı Erdem vermişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Kesinlikle! Neyi amaçladığı şimdi çıktı ortaya." Lara'nın amaçladığı şeyin ne olduğunu, içeridekilerin gözlerinin bana dönmesinden anlamıştım. Şu benim iç sesim, ne zaman yanılacaktı acaba? Bir şeyi hissettiği zaman hemen gerçekleşiyordu. Bu benim lanetim miydi, yoksa en büyük şansım mıydı? Hiçbir zaman bilememiştim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bunun olmasına izin vermeyeceğiz, değil mi Arem?" Hazar kesinlikle buna karşı olduğunu belli eder şekilde Arem Barkın Soykamer'e doğru dönmüştü.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Eğer bir dakika içerisinde Lara'yı durdurabilirsen, bunun olmasına izin vermemiş olursun. Lara, sen onu durduramadan meydan okumasını bitirirse, o zaman hemen karşımdaki kadını durdurabileceğimizi zannetmiyorum." Arem gülümseyerek arkasına yaslanmıştı. Hazar'a son kez baktığında son kez konuşmuştu. "Sana kolay gelsin, kardeşim." Arem'in gözleri konuşması boyunca bir saniye olsun üzerimden ayrılmamıştı. Konuştuğu konuda ona sonuna kadar katılıyordum. Meydan okuma gerçekleştikten sonra o maç, bu gece gerçekleşirdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Hazar Orhon koca bir oflama çekip bir dakikada aşağıya yetişemeyeceğini bildiği için son kez şansına denercesine Lara'yı tekrar aramıştı. Camdan izlediğimiz kadının ise telefonu açtığı falan yoktu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Şu an yukarıda bizi izleyen insanlar içerisinde biri var. Bir kadın. Oldukça güçlü bir kadın. Tam olarak bana layık olduğunu düşünüyorum. Eğer kendisi de kabul ederse bu gece Lara Korkmaz olarak, Hera Türkeş'e meydan okuyorum. Beni duyabildiğini biliyorum Türkeş. Gel de kimin diğerinden üstün olduğunu herkese ispatlayalım."

 

 

 

 

 

 

 

 

Gülmüştüm. 32 diş gülmüştüm. Ben bu gecenin sıkıcı olacağını düşünürken bir anda eğlencenin başladığını görmek beni fazlasıyla tatmin etmişti. Bana karşı okunan bir meydan okuma varsa davete icabet etmemek ayıp olurdu. Bu benim yapacağım bir şey değildi. Ben Lara Korkmaz da dahil olmak üzere herkesten üstündüm. Çok daha iyisi, çok daha güçlüsüydüm. Eğer bunu ispatlamam gerekiyorsa rahatlıkla yapardım. Birilerini rahatlık batıyorsa kaşımayı kendime görev olarak bilmişimdir.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Vups... İşte şimdi gecemiz renklendi." Hayat gerçekten Kansu Özkurt'a güzeldi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bu kız aklını mı kaçırdı? Kendisi ile Hera'yı nasıl bir tutar? Lara çocukluğundan beri eğitim alıyor. Üstelik dövüş hocası Hazar'ın ta kendisi. Haksız rekabetten başka bir şey değil bu."

 

 

 

 

 

 

 

 

Erdem Eraslan durumu toparlayacağım diye beni küçük görüyordu? Onlar tarafından küçük görülmek ilk kez yaşadığım şey değildi. Ne vardı ki, bu veliahtlar hiçbir zaman akıllanmıyordu. Onlara her zaman kendimi bütün şeklinde tanıtmasam da, onlar beni sürekli tanıdıklarını iddia ediyor fakat günün sonunda sadece iddia etmekle kalmaktan ileriye gidemiyorlardı. Hera Türkeş hiçbir zaman sağ gösterip sol vurmazdı. Çünkü Hera Türkeş size vurduğunda, siz onun vurduğunun farkında bile olmazdınız. Bu gece sanırım bir yüzümle daha karşılaşacaklardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Beyler! Beyler! Beyler! Bilirim benden haz etmezsiniz ama burada sizinle çocukluğunu geçirmiş tek kişi benim. Lara'yı çok iyi tanıyorum. Fakat bilmelisiniz ki, Hera Türkeş'le 2 yılımı geçirdim. Eğer onu dövüşürken görseydiniz, kazananın kim olacağını söylerken bu kadar emin olamazdınız."

 

 

 

 

 

 

 

 

Benim ekibim beni çok iyi tanıyordu. Keza Lerzan bunu dile getirerek onlara farkında olmadıkları bir gerçeği göstermişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Lerzan haklı. Lara'nın dövüşteki yeteneğini bilmesem de Hera'yı çok iyi biliyorum. İnsanlar dövüşürken kontrollerini kaybetmedikleri sürece yenilmez olabilirler. Benim kardeşimde ise durum bambaşka. Eğer Hera ring üstünde kontrolünü kaybederse, o zaman Lara Korkmaz için geçmiş olsun. Çünkü Hera kontrolünü kaybedip gözü döndüğü sürece yenilmezdir."

 

 

 

 

 

 

 

 

Afra buradaki insanlar içerisinde beni en iyi tanıyan kişi unvanını elinden bırakmayı düşünmüyor olmalıydı. Ben ağzımı açmadığım hâlde ekibimin beni savunuyor olması gerçekten çok hoştu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Maç olmayacak! Hera aşağıya inmeyecek!" Hazar, hâlâ durumu zorluyordu. İnkara gerek yoktu, maçın olacağını buradaki herkes çok iyi biliyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Hera'yı çok iyi tanımıyor olabilirsiniz ama hiç mi tanımıyorsunuz, Hazar? Sence bu saatten sonra geriye adım atar mı o?" Sevgilisinin kolları arasında son derece rahatlıkla konuşmuştu Almina. Olan biteni umursamıyor, bir o kadar da gözü kulağı biz de duruyordu. Geçtiğimiz 2 yıl içerisinde onunla birçok ortak özelliğimiz olduğunu anlamıştım. Bu yüzden çoğu zaman gayet iyi anlaşıyorduk. En azından artık iyi anlaşıyorduk.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sevgilime sonuna kadar katılıyorum. Ne olursa olsun Türkeş geriye adım atmaz." Atlas bir yandan Almina'nın saçlarıyla oynuyor, bir yandan da içeridekilere durumu anlatmaya çalışıyordu. Bu ikisi her ne olursa olsun birbirleriyle ilgilenmeden 5 saniye duramıyorlardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Arem kardeşim, sen bir şey söyle bari. Ulan, hepiniz mi manyaksınız?" Dövmeli veliaht çıldırmanın eşiğine gelmişti. Hayır, dövüşecek olan bizken, ona ne oluyordu, anlamamıştım doğrusu. İçeride en az Hazar kadar endişeli olan adamlardan bir diğeri, yani Mert Aksel, ona katıldığını belli ederek onu onaylamıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sana meydan okuma gerçekleştikten sonra yapabileceğimiz bir şey olmadığını söylemiştim diye hatırlıyorum, kardeşim." Arem Barkın Soykamer'e yine gelmişti anlaşılan, bizim sülalemiz rahat tavırları. İçerideki konuşmalar dikkatimi çekmediği için ayağı kalkmıştım. Daha yetişmem gereken bir maç vardı. Ayağa kalkmamla Batı-Doğu ve de Poyraz hızla önümü kesmişlerdi. "Hiçbir yere gitmiyorsun. Otur, oturduğun yerde kırarım senin bacaklarını, kızım." Poyraz'ın yüksek ihtimalle Lara çok iyi dövüşüyor cümlelerinden gözü korkmuştu. Bana bir şey olmasından endişelendiği için beni geri tutmaya çalışıyordu. Bunlar nafile birer çabaydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bu çocuk seninle nasıl böyle konuşur?" Batı'nın sesinden hem öfke hem de kıskançlık vardı. Poyraz benimle hep bu tarz konuşurdu. Ben ona ve onun çirkefliğine alışmıştım. Bunu sorun etmiyordum, lakin bunu sorun etmeyişim ikizlerin sorunu hâline gelmişti. Doğu da ikizini onaylıyordu çünkü.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bundan sanane, aynı şeyin ikincisi." Poyraz'ın hayal gücü genişti. "Aynı şeyin ikincisi" diye kastettiği şey, Batı'nın ikizinin olmasıydı. Poyraz'ın bilmediği bir şey vardı ki, o da benim de bir ikizim olduğuydu. Kendisi şu an dünyayı geziyor olsa da, ben Poyraz'ın deyimiyle onun ikincisiydim. Neyse ki, o buralarda yoktu da Poyraz'a açıklama yapmak zorunda kalmıyordum.

 

 

 

 

 

 

 

 

"İkizimle doğru konuş. Hera'nın arkadaşı demem, yakarım canını." Eğer duruma el atmazsam, dövüş aşağıda değil de burada başlayacaktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Siz üçünüz de üç saniye içinde karşımdan çekiliyorsunuz."

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ama Hera..." diye üç koca adam aynı anda aynı cümleyi kurarak mızmızlanmıştı. Gerçekten bazen bu yaşadıklarım neyin günahıydı diye kendimi sorgular olmuştum. Neden sürekli beni bulurlardı ki?

 

 

 

 

 

 

 

 

"Süreniz doldu." Sinirli hâlimi üçü de bildiği için önümden çekilmekten başka bir şansları kalmadığından dolayı, istemedikleri her hâlinden belli olan şekilde oflayıp poflayarak geri çekilmişlerdi. Bu kez elimi kolumu sallayarak rahatça gitmeyi düşünürken beni durduran yine biri olmuştu. Artık gerçekten sinir krizi geçirdi geçirecek üzereydim.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Aşağıdaki maçın nasıl olduğunu biliyor musun ki, sıfır bilgi ile elini kolunu sallayarak gidiyorsun?" Hazar Orhon beni durdurmak için her türlü yolu deneyecek olmalıydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Eğer önümden çekilirsen siktir olup gideceğim ve neyin nasıl olduğunu zaten öğreneceğim." Kafasını iki yana doğru hayır anlamında sallamıştı. Sanırım şu dövüşme işine buradakilerden başlasam iyi olacaktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ring üzerinde her şey serbest. Hem de her şey. Sakat kalabilirsin. Ölebilirsin. Bu durum aşağıdaki kimsenin sikinde olmaz. Hele Lara'nın hiç olmaz." Neyse ki Lara'nın siki yoktu diye biliyordum da içim rahattı bu konuda.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ne demek ölebilirsin? Tanrı aşkına Hera, sen bizi nasıl bir cehenneme getirdin. Lan sarı pullu yılan! Sen de bir şey söylesene. Göz göre göre ölüme gidiyor kız." Poyraz isyan bayraklarını çekmiş durumdaydı. Afra koltukta gerim gerim gerilirken onun rahatlığı Poyraz'a batmıştı. Daha fazla dayanamayan Poyraz günün sonunda lafını ona da sokmuştu. Afra ise beni durduramayacağını bildiği için zerre harekete geçmeden, Poyraz'ın sözlerine alınıp gücenmeden, ona öpücük atıp oturduğu yerden bizi izlemeye devam etmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Önümden çekil, Orhon."

 

 

 

 

 

 

 

 

"Çekilmiyorum lan!"

 

 

 

 

 

 

 

 

"Eehh sikeceğim ama ha!" Bu adam sabrımı çok fazla zorlamıştı. Kesinlikle yumruğumu hak etmişti. Olanca hızı ve şiddeti ile çenesine geçirdiğim yumruğum onu az daha yere düşürecek kadar sersemletmiş, birkaç adım geriye gitmesine neden olduğu için önümü boşaltmıştı. Kimin ne dediği umurumda olmadığı için hızlıca harekete geçmiş ve birinin daha yolumu kesmesine izin vermeden asansörün olduğu yöne doğru yürümeye başlamıştım. Hazar'a vurmanın ardından birçok kişi ayaklanmıştı. Bu pek umurumda değildi.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ulan bücür, ulan bücür!" Arkamdan hâlâ söylenmeye devam ediyordu. Eğer ona önümden çekil dediğimde çekilseydi bunlar olmayacaktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Buranın bir numaralı özelliği, bütün dövüşlerin 20 dakika sürmesidir. Kafes dövüşü! Ringe çıktığın an tependen aşağıya doğru cam bir fanus seni içine hapseder. 20 dakika dolmadan fanus açılmaz. O 20 dakikada her şey, ama her şey serbest." Erdem'in sesi kulaklarıma doluşunca adımlarımı durdurmuştum. Anlattığı gibi ise eğer gerçekten fazlasıyla eğlenceli olacaktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Eşli dövüş serbest mi?" Konuşmalar hâlâ devam ediyordu. Yiğit'in eşli dövüşten kastı neydi?

 

 

 

 

 

 

 

 

"Evet, elbette. Çoğu zaman bu tarz dövüşler de oluyor." Erdem Eraslan onun sorusunu havada bırakmamış ve hemen cevaplamıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Ben ve Hera o ringte Hazar ve Lara'ya karşı dövüşeceğiz. Bu sayede o 20 dakika içerisinde her iki kadına da bir şey olmamasını sağlayabiliriz. Aynı zamanda dövüşmüş olabilecekleri için kimin daha güçlü olduğunu herkese kanıtlamış olurlar. Tıpkı istedikleri gibi." Yiğit'in sesi kesildikten sonra sadece göz devirmiştim. Bu adamlar kendilerini ne zannediyordu gerçekten bilmiyordum. Biz kadınlar onlara göre sürekli göz kulak olmaları gereken canlılar mıydık? Eğer öyleyse gerçekten karşı cinse acımaya başlayacaktım.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Lan, bu nasıl benim aklıma gelmedi." Malsın çünkü Orhon. Ondandır.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Uzun zaman sonra şu hayine ilk kez katılıyorum. Bence de eşli dövüş en iyisi olur." Mert Aksel de kaçınılmaz sona imzasını atmıştı. Onu peşi sıra veliahtların geri kalanları takip etmişti. Bir kişi hariç. Arem Barkın Soykamer. O fazlasıyla sessiz görünüyordu. Arkam onlara dönük olduğu için Arem'in yüz ifadesini göremiyordum. Yüzünün aldığı şekli merak ettiğimden dolayı ne düşündüğünü anlayabilmek için ona doğru dönmüş ve doğrudan hedefime onu almıştım. Ona baktığımda onun zaten beni izlediğini görmüştüm. Göz göze geldiğimizde bunu yapacağımı biliyormuş gibi tam da o an konuşmuştu. Sanki konuşmak için onunla göz teması kurmamı bekliyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Eşli dövüş olacak ama senin eşin benden başkası olmayacak."

 

 

 

 

 

 

 

 

İşte işin rengi şimdi bambaşka bir hâl almıştı. Gözümün içine bakarak bu sözleri kurduğunda bu odadaki hiçbir canlının ona karşı geleceğini zannetmiyordum. Anlaşılan oydu ki eşli olmadığı sürece ne yapar ne eder bu adamlar bu maçı baltalardı. Bunu anladığım için kafamı aşağı yukarı hareket ettirmiş ve ona onay verdiğimi belli etmiştim. Onayım üzerine baş veliaht ayağa kalkmış ve tüm gözlerin ona dönmesine neden olmuştu. Veliaht, gözlerinin hedefine Hazar'ı almıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Seninle ilk dövüşümüz olmayacak kardeşim." Sırıtarak kurduğu cümle Hazar'ın da sırıtmasına neden olmuştu.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bundan sadece şeref duyarım kardeşim."

 

 

 

 

 

 

 

 

İkili içerisinden kimin kazanacağını tahmin etmek gerçekten çok güçtü. O esnada benim de ilgileneceğim başka biri olmasaydı arkama yaslanıp, ikilinin rekabetini gözümü kırpmadan izlemeyi çok isterdim. Bu gecenin sonu nasıl biteceğini bilemesem de fazlasıyla şiddetli biteceğini biliyordum. Bu kez durmak için herhangi bir nedenim olmadığından asansörün önüne beni aşağıya indirmesi için gelmeyi başarmıştım. Kapılar açılıp, asansörün içine adım atmadan önce son bir ses duymuştum.

 

 

 

 

 

 

 

 

"Bir dakika! Bir dakika! Arem'cim, eğer sen dövüşeceksen bu bizim seni üstsüz bir şekilde göreceğimiz anlamına mı geliyor yani? Eğer öyleyse tişört içinde bile belli olan kaslarını birebir görüyor olacağım için beni şimdiden ateş bastığını söyleyebilirim." Poyraz'ın cilveli sesine, Arem'in tepkisini canlı olarak görmeyi çok isterdim, lakin gitmem gerekiyordu. Benim tarafımdan ambalajından çıkartılmayı bekleyen sarı bir şeker vardı...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

Loading...
0%