@mavimsu_
|
Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.
Keyifli okumalar dilerim.
(🎭)
Bölüm Sözü
Benim insanlıktan yana umudum yokken, insanların benden değişmemi bekleme çabası boşken, sordu oradan biri: "Saat, acıyı aşktan kaç geçti?" H.G.
(🎭)
Saniyeler ve saatler, Ömürden gelip geçer ve giderler. Bazen hiç yaşanmaması gerekenleri hiç hak etmeyen insanlar yaşar. Bazı insanlar hiç hak etmediklerini yaşadıkları için acımasız olurlar. Sorgulamak lazım bugünleri ve dünleri. Ben neydim?Kimdim? Kime ne zararım dokunmuştu da onca zarar dokunmuştu her birinin dört bir yanıma. İnsanlar hak etmiyordu iyiliği. Kötü olmak gerekiyordu.
Kötülük öylesine güzel bir şeydi ki, iyilik bile onu gördüğünde başını saygıyla eğerdi. "Büyüğüm geldi, " derdi.
İnsanların çığlıkları kulaklarımı tırmalar nitelikteydi. Kocaman kalabalık vardı alanda. Her baştan bir ses çıkıyordu.
Buradakilerin büyük çoğunluğu beni tanımıyordu. Beni tanımadıkları için pek taraftarım olduğu söylenemezdi.
Herkes rakibimin beni darmaduman edebileceğini söylüyordu. Ringe çıkmadan önce kırklı yaşlarında bir kadınla göz göze gelmiştik.
Bana, 'Eğer canının yanmasını istemiyorsan çek git buradan. O kız sana merhamet etmez.' demişti. Gülerek ayrıldım yanından.
İnsanların bana merhamet etmesini beklemeyi bırakalı uzun zaman olmuştu.
Kimse kimseye merhamet etmezdi.
Artık insanlar birilerine merhamet etmenin kendilerine ihanet etmekle aynı anlama geldiğini bilirdi. İnsanlık öylesine bir hâl almıştı ki, artık kimse başkası tarafından edilen merhameti hak etmiyordu. Hoş, ben de birilerinin bana merhamet etmesini bekleyecek biri değildim. Ortada savaş varsa, o savaşta merhamet edilmeyi bekleyen taraf ben olmazdım. Benim olduğum yer kesinlikle merhamet etmesi beklenen taraf olurdu.
Aksi ihtimaller dahilinde bile yokken, o kadını ciddiye aldığım söylenemezdi.
Buradakilere asıl şampiyonun ve asıl acımasızın kim olduğunu göstermenin zamanı geldi de geçiyordu.
Beni tanımıyorlarsa, onlara kim olduğumu gösterirdim.
Kim olduğumu bilmiyorlarsa, kim olduğumu öğretirdim.
Gücümün sınırını zayıf belledilerse, gücümün sınırlarının sınırsızlığını hepsine yaşatırdım.
Ben ne yenilirdim ne de kaybederdim.
Benim olduğum yerde kazanan sensen bile, kaybettiğin birçok şey vardır demektir. Bu koca kalabalığın bu gerçeği öğrenmesi artık an meselesiydi.
Lara hemen karşımda duruyordu.
Buz mavisi gözlerini üzerime kitlemişti.
Beni tanıdığı ilk andan beri bu anı beklediğini gözlerinden anlamak mümkündü. Bana karşı içinde bitmek bilmez öfkesi vardı. Bu öfkesinin nedenini sevdiği adama bağlayamıyordum. Herkesin bildiği gibi, ben de Lara'nın baş veliaht Arem Barkın Soykamer'i sevdiğini çok iyi biliyordum.
Arem ile bir zamanlar aramızda çekim olduğunu inkar etmiyordum. İlk zamanlar Lara'nın bana karşı olan öfkesini de kinini de bu çekime bağlıyordum.
Neticede, benim onların hayatına girdiğim dönemlerde Melisa uzun süredir ortalıklarda yoktu.
Onun yokluğunda baş veliaht hayatına kimseyi almamıştı. Fakat sonra bir kız geldi ve o kız baş veliahtın hayatına kolaylıkla girmeyi başardı. İşte ben, karşımdaki bu kadının bana karşı olan nefretini buna bağlıyordum. Fakat durumun öyle olmadığı aşikardı.
Onun benden nefret etmesinin farklı sebepleri olmalıydı.
Hatırlıyordum da, Melisa yurt dışına gitmeden önce Lara ile ikisini aynı ortamda birçok kez görmüştüm.
Lara'nın Melisa'ya karşı fazlasıyla cana yakın olduğunu söyleyemesem de, insanların beden dillerini anlamakta uzman olduğum için, Lara söz konusu olduğunda kolaylıkla Melisa'dan nefret etmediğini hatta ondan rahatsızlık bile duymadığını söyleyebilirdim.
Peki, Arem'in Melisa uğruna beni harcadığı açık bir şekilde ortadayken Lara'nın bana karşı olan bu öfkesinin nedeni neydi? Aklımda dönüp duran sorunun cevabını bilmiyordum.
Gözlerini bana nefretle kitlemişti. Benim birinden nefret etmem için o nefreti hak etmesi gerekiyordu. Yani bana zararının dokunması gerekiyordu. Bütün geçmişi ele aldığımızda Lara'nın bana zararının dokunmadığını söyleyebilirdim. Bana zararı dokunmamıştı fakat benden nefret ediyordu. Benden nefret eden ilk insan o değildi. İnsanlar genelde zaten benden hoşlanmazdı. Karakterim birçok insana gıcık ve itici gelirdi. Ben beni sevmeyen insanlardan nefret etmiyordum. Umursamadığım insanlardan nefret etmeyi saçma buluyordum. Onun gözlerine nefretle bakmıyordum.
Onun gözlerine tıpkı hak ettiği gibi umursamazca bakıyordum.
Onun gücünü umursamıyordum. Bana durup dururken meydan okuyuşunu umursamıyordu. Bana karşı olan kinini ve nefretini umursamıyordum. Ben onu umursamazlığımla alt edebilecektim. Lakin o beni alt etse bile bana karşı olan nefretini alt edemezdi. Haliyle daima yenilmeye mahkum kalacaktı. Sorun şuydu ki onun henüz yenildiğinden haberi bile yoktu. Geç olsun güç olmasın Lara'cık. Gecenin sonunda nasıl olsa acı gerçekle yüzleşirsin.
Maç henüz başlamamıştı. Buraya gelmeden önce üzerimi değiştirmiştim.
Lara zaten dövüş kıyafetlerini çoktan giymişti. Bana meydan okuduğunda da üzerinde siyah sporcu atleti ve siyah şort vardı. Sarı saçlarını sıkı at kuyruğu yapmıştı. Ben ise dövüşmeye hazır kıyafetlere sahip olmadığım için ikizler aracılığıyla kıyafet temin edebilmiştim. Üzerimde siyah tayt vardı. Siyah sporcu atleti kombinimi klasik yapsa da benim için önemli olan tarz olması değil rahatlığıydı. Saçımı at kuyruğu yapmaktan başka seçeneğim olmadığı için sıkı sıkıya toplamıştım.
Her iki elimde de bandajlar vardı.
Boksta eller, arka arkaya yumruk atmak için kullanılmaktaydı. Bundan dolayı ortaya çıkan mikro travmalar neticesinde belli sürenin ardından kırılmalara kadar giden sakatlıklar gün yüzüne çıkıyordu. Eller ve el bilekleri, küçük kemiklerden oluşan bir yapıya sahip olduğu için bugüne kadar hiçbir dövüşe iki elimi bandaj ile sarmadan çıkmamıştım. Önceliğim her zaman kendimi düşünmekten yana olmuştu.
Neticede bu dünyada beni benden daha iyi düşünecek insan yoktu. Kendi güvenliğim, kendi rahatlığım, kendi sağlığım her şeyin ve herkesin çok üstünde geliyordu. Bu bencillik değil de kimsenin sizi sevmediğini fark ettiğiniz an, herkesin yerine kendinizi sevmeniz demek oluyordu.
İki kadın olarak burada birbirimizin hayatını kaydırmak için sözde eşlerimizi bekliyorduk. Arem ve Hazar'da hazırlanmak için bizden ayrılmışlardı.
Onlar gelmeden dövüş başlamayacaktı.
Ben ise her ne kadar sakin durmaya çalışsam da kalabalıktan çıkan sesleri algılamayı başardıkça sinirlenmeye başlıyordum.
Beni tanımıyorlardı lakin tanımıyor olmaları kaybedeceğimi düşünmeleri için sebep olmamalıydı. Eğer bugün bu kadın bana meydan okumuşsa ve ben bu meydan okumayı sorgusuz sualsiz kabul etmişsem, demek ki sizin sandığınız gibi zayıf biri değilim. Düz mantık bu kadar zor olmamalıydı. Beyinlerini şu saçma sapan dövüşlerde, iddaa kuponları oynamak yerine azıcık düşünmeye yorarsalardı bunu fark edeceklerdi.
Onlar bunu fark etmek yerine saçmalamayı tercih ediyorlardı.
"Bitir şu kızın işini kraliçem."
"Lara'nın karşında durmak için aklını peynir ekmekle yemesi gerekir."
"Kesinlikle sarışınım kazanacak."
"Yeni gelen kızın hiç şansı yok."
"Hadi kendine acımıyorsun güzelliğine bari acı be kadın!"
"Yeni gelenin yüzüne yazık olacak."
Birçok uğultu dönüyordu önce ortamın sonra kafamın içinde. Lara da tıpkı benim gibi insanların seslerini duyuyordu. Güçlü kalabalık onu desteklediği için keyfi haliyle yerindeydi.
Hatta bir nevi bana bununla gözdağı vermeye çalıştığını bile söyleyebilirdim.
Kalabalığın onun tarafında olması kendisine göre avantajdı. Beni tanısaydı bunun avantajdan yana dezavantaj olduğunu bilirdi.
Sesler beni öfkelendirirdi.
Benim öfkelendiğim yerde öfkeme sahip olan kişinin hiç şansı olmazdı.
Kısa süreliğine kalabalığın sesi kesilir gibi olmuştu. Sesler durunca kafamı kalabalığa çevirmiştim. Hemen ardından çığlıklar, kıyametler, alkışlar peşi sıra gelmişti. Kadınların iç çekmeleri bile kulaklarımıza rahatlıkla gelebiliyordu.
İnsanlar hareket etmeye başladığında hareket ettikleri bölgeye doğru bakmıştım.
Bunlar bizim eşlerimizdi.
Arem Barkın Soykamer ve Hazar Orhon.
İnsanlar yolu onların geçmesi için boşaltıyordu. Onlar ise birbirleriyle konuşa konuşa geliyordu. Biraz sonra ikili gruplara ayrılıp, karşımızdakilerin ağzıyla burnunun yerini değiştirmeyi hedefleyecek olan kişiler biz değilmişiz gibi takılıyorduk öyle kendi halimizde.
Her ikisinin de üstü çıplaktı.
Kaslı vücutları etraftaki kadınların neden iç çektiklerini anlamama yetmişti.
Üzerlerinde, siyah boksör şortlarından başka bir şey yoktu. Ringten içeri girdiklerinde her ikisinin kaslı vücudu, daha detaylı inceleme ister gibi gözümün içine içine sokulmuştu. Onları kıramazdım. İncelemekten kimseye zarar gelmezdi herhalde.
Hazar'ın vücudu baştan aşağı dövmelerle kaplıydı. Boşuna ona dövmeli çocuk demiyordum. Bütün dövmeleri siyahtı. Aralarından renkli olan tek bir dövme vardı. Kalbinin hemen üzerinde, pembe renkli gül dövmesiydi bu. Bu tarz bir şeyin, bu tarz bir adam için bir anlam ifâde etmiyorsa bulunmayacağına adım kadar emindim. Hazar'ın kalbinin tam üstündeki pembe gül dövmesinin mutlaka bir hikayesi olmalıydı. Tıpkı Arem'in göğsünde, kalbinin hemen üzerindeki lotus çiçeğinin anlamı olduğu gibi...
Hazar'ın dövmesi merakımı artırırken Arem'in dövmesi içimde yer edinen eski duyguları tekrar gün yüzüne çıkarmıştı.
Hâlâ mı? Hâlâ mı o dövmeyi görmekten rahatsızlık duyuyordum? İlk gördüğüm zaman da neden rahatsız olduğumu anlamamıştım. Şimdi de anlamıyordum.
Oysa beni rahatsız etmesi için ortada hiçbir sebep yoktu. Mantıklı diye nitelendirebileceğim hiçbir nedenim yoktu. Ben bu adamın kalbinin tam üzerinde duran lotus çiçeği dövmesine bakmaya dayanamıyordum. O dövmeyi görmekten hoşlanmıyordum. Dövmenin anlamını biliyordum üstelik. Ben o dövmenin anlamından da hoşlanmıyordum.
Arem'in dövmesinde olan bakışlarımı hızla yukarı kaldırmış dövmenin sahibi ile göz göze gelmiştim. Kaşlarını çatarak tepkimi izliyordu. Muhtemelen az önce iğrenerek dövmesine baktığımı fark etmişti. Bunu neden yaptığımı tıpkı benim gibi o da sorguluyor olmalıydı.
Umarım nedenini bana sormazdı.
Cevabını bilmediğim şeye ne derdim bilemiyordum.
Onunla bakışma oyunumuz kalabalığın çığlıklarının artmasıyla kesilmişti.
Ring üstüne eşlerimizin de çıkmasıyla artık oyun başlamak üzereydi.
Şayet kocaman, camdan kapsül tavandan aşağıya doğru inip, bizi içine 20 dakikalığına hapsetmeye başlamıştı.
Kalabalıkta gözlerimi gezdirdiğimde Afra'nın bir köşede Poyraz ile beraber beni izlediğini görmüştüm.
Poyraz son derece endişeliyken, Afra halinden memnun görünüyordu. Bu gecenin sonucunu en az benim kadar o da biliyordu. Benden yana içi rahattı.
Eğlencenin tadını çıkarmak, yapmayı en sevdiği şeylerden biriydi. Gözlerimi Afra'dan ayırdığımda yanında dertten kederden kanser olmak üzere olan Poyraz'a çevirmiştim. Benimle göz göze geldiği an gözlerime yalvarır gibi bakmıştı. Buna bir son vermemi çok istiyordu. Zarar görme ihtimalim onu fazlasıyla korkutuyordu. Ona kafamı sallamıştım. Bu bizim dilimizde "sakin ol bir şey olmayacak, " demekle aynı şeydi.
Ekip arkadaşlarım beni son derece rahat şekilde izlerken veliahtlar tedirgin şekilde izliyordu. Onların tedirginliğinin sebebi muhtemelen Lara'nın ne tür düzeyde dövüştüğünü bilmelerinden kaynaklanıyordu. Benim, onunla baş edemeyeceğimi düşündükleri için benim adıma endişeleniyorlardı. Lara'nın meydan okuması bir bakıma iyi olmuş gibiydi. Tahminimden çok daha fazlası beni hafife alıyordu. Birilerine kim olduğumu ebediyen göstermem gerekiyordu.
Cam kafes üzerimizden aşağıya tamamen indiğinde, artık kalabalığın sesini duyamıyorduk. Fanusun hemen üstünde sayaç vardı. 20 dakikadan geriye doğru sayan bir sayaç. Arem, benim yanıma doğru adımlamıştı. Bu gece Hazar ve Arem ne tür düzeyde dövüşürdü kestiremiyordum. Yine de ne yapmayı amaçladıklarını tahmin edebiliyordum.
Onlar dövüşmeyi değil bizi birbirimize ölümcül darbeler vurmayacak şekilde dizginlemeyi istedikleri için buradaydılar. Bunun olmasına asla izin vermeyecektim. İki veliahtı birbirine düşürmek çok da zor olmasa gerekti.
Arem mi ?
Yoksa Hazar mı?
Gözlerim bir benim yanıma doğru adımlayan adamın bir de benim düşmanımın yanına doğru adımlayan diğer adamın üzerinde gidip geliyordu.
Zaaflar ve zayıflar...Zayıf olan her şey insanın zaafıdır. Zaafı olan her insan son derece zayıftır. Arem Barkın Soykamer'in bir zaafı var mıydı ? Varsa da bundan haberim yoktu. Fakat Hazar Orhon daima öfkesinin kurbanı olmuştur.
Bu durumda benim kurbanım da ondan başkası olamazdı.
Eğer bu iki veliahtı birbirine düşürmeyi başarırsam bu durumda onlar bizimle ilgilenemeyecek kadar meşgul olacaklardı. Ben de o esnada sarı şekeri paketinden çıkarmayı başarırdım.
Gözlerim Hazar'ın üzerine kaydığında sırıtarak onu izlemiştim. Ona baktığımı fark eden adam şaşkınlıkla bana bakmaya başlamıştı. Şaşkınlığını üzerinden attığı an gözlerini kısmış, tıpkı ona yaptığım gibi beni süzerek izlemeye başlamıştı. Ne yapmayı amaçladığımı çözmeye çalışıyordu.
"Niye bakıyorsun öyle bücür?"
Kıstığı gözlerini sanki mümkünmüş gibi daha fazla kısmıştı. Bunun, benim adıma verilmiş göz dağı girişimi olduğunu tahmin ediyordum. Senden korkan senin gibi olsun gurursuz veliaht.
"Yüksek ihtimalle kaybedeceksin Orhon.
Hatta yüksek ihtimal değil kesinlikle kaybedeceksin. Arem'e karşı senin gibi öfke problemleri olan birinin kazanması komik olurdu zaten."
Amacım baş veliahtı yüceltmek ya da savunmak değildi. Amacım Hazar Orhon'u öfkelendirmek ve de öfkesinin aklının önüne geçmesine izin verdirmekti. Onun gözlerinin içine baktığımda beklemediğim şekilde bana baktığını görmüştüm. Onun bakışları kısa süreliğine şaşırtmıştı beni.
Sözlerim onu öfkelendirmek hatta kızdırmaktan ziyade kırmış ve de fazlasıyla üzmüştü. Hazar Orhon gibi bir adamın herkesin sözüne içerlenmeyeceği aşikardır. Bana karşı kırılmış olması beni en azından artık herkes olarak görmediği anlamına gelirdi. Eski Hera olsa belki onu üzdüğü, kırdığı için kendisini kötü hissedebilirdi. Yeni Hera ise onları ne kadar parçalarsa parçalasın zerre pişmanlık duymuyordu. Bunun için fazlasıyla haklıydım.
Onlardan birinin canını ne zaman kırarsam ya da birine sözlerimle ne zaman yüklenirsem Hera ve Türkeş karşı karşıya geliyordu. Biri diğerine 'bu kadar fazla' diyordu. 'O son söylediklerin çok ağrıdı.' 'Kalbini kırdın.' 'bunu yapma!' diyordu. Diğerinin cevabı gecikmeden peşi sıra geliyordu.' Ne yapıyorsun?
Bize ne dediklerini unuttun mu?
Bize ne yaptıklarına dön de bir bak.
Bizi canavara dönüştürdüler.
Sonra yüzsüz gibi sen bir canavarsın dediler. Öyleyse onları haklı çıkarmak varken ne diye acıyalım? Canavarların merhamet gösterdiği nerede görülmüş?'
Türkeş'in de dediği gibi; canavarların merhamet gösterdiği nerede görülmüştü?
Öyleyse bu canavar bu gece Hazar Orhon'a zerre merhamet etmeyecekti.
Onun canının yanması bakışlarından anlaşılıyorsa ne olmuştu? Ne fark ederdi? Bu gece oynanacak oyunda zafere giden yolda her şey mübahtı.
Arem ile göz göze geldiğimizde bakışları beni sorgulamaktan ziyade ne yaptığımı gayet iyi anladığını gösterir nitelikteydi. Arem Barkın Soykamer her ne yaşanmış olursa olsun Hera Türkeş'i en iyi anlayan insandı. O yüzdendir ki Hazar Orhon bana kırgınlıkla bakarken, Arem Barkın ne yapmaya çalıştığımı en başından anlamış şekilde bakıyordu. Yapmaya çalıştığım şeyi anlamış olması beni desteklediği anlamına gelmezdi.
Bakışları beni onaylamadığını belli ettiriyordu.
"Ne demek istiyorsun bücür?"
Kısık tonda konuşmuştu Hazar Orhon.
Gözlerini kırpıştıra kırpıştıra bakıyordu.
Öyle ki sanki az önce söylediklerimin sadece kendisinin yanlış anlamasından kaynaklı olduğunu söylersem rahatlayacaktı.
"Ne demek istediğim açıkça belli değil mi Orhon? Baksana sevdiğin kız bile senin şansının olmadığını söylediğimde sessiz kalıyor. O da farkında anlaşılan senin Arem'e karşı yenileceğinin."
Keskin bakışlarım Lara'nın üzerine kaydığında bana nefretle baktığını görmüştüm. An itibarıyla yapmayı amaçladığım şeyi fark edenler sayısı ikiydi. Hazar Orhon bana kırılıp incinmekle meşgul olduğu için ne yapmaya çalıştığımı göremiyordu.
Lara Korkmaz ise onu ikilemde bıraktığım için öfkeliydi. Bir tarafta onu herkesten ve her şeyden çok seven adam vardı. Diğer taraftaysa sevdiği adam.
Onu çok seven adam bakışlarını ona çevirip, açıklama yapmasını bekliyordu.
"Hayır Hazar sen yeneceksin" derse sevdiği adama karşı ayıp edecekti.
"Hayır Hazar sen kaybedeceksin.' Derse onu seven adama karşı ayıp edecekti.
Daha oyun başlamadan kaybetmişti Lara.
Öyleyse aklını peynir ekmekle mi yemişti de, beni buraya kadar getirtmişti.
Hazar hâlâ Lara'ya bakıyordu. Ondan bir cevap bekliyordu. Ne vardı ki Lara'nın konuşabileceğini zannetmiyordum. Süre çoktan başlamıştı. 20 dakikalık sürenin içine girdiğimiz için Lara'nın atağa geçmesi Hazar'a cevap vermemek için güzel hamleydi. Hareketinin hızlılığı beni bir an önce bitirmek istemesiyle kapışırdı. Lara'nın öfke ile üzerime doğru geldiğini gördüğümde ona neredeyse acımak üzereydim.
Öfkenin gün yüzüne çıktığı yerde karşındaki rakibin ne kadar iyi olursa olsun yenilgi onun için kaçınılmaz olurdu.Bir taşla iki kuş vurmuştum adeta. Hazar Orhon ve Lara Korkmaz fazlasıyla öfkeliydi. Benim sayemde.
Hazar, Lara'nın ona cevap vermemesi üzerine bir kez daha sevdiği kadının sevdiği adam olmadığı gerçeğiyle yüzleşmişti. Bu gerçek ona ağır geldiğinde en büyük rakibi, en yakın arkadaşlarından biri olsa dahi ona karşı öfkesini zapt edememişti. İşte bu sayede Lara hızla benim üzerime doğru atılırken Hazar'da hızla Arem'in üzerine doğru atılmıştı.
"Tanrıça sen gerçekten koca bir baş belasısın."
Arem'in öfkeli sesini sadece duyabiliyordum. Rakibime kitlenmesem yüzünün aldığı şekli görmeyi çok isterdim. Muhtemelen şu an öfkeli boğa temsilliğini yapan Hazar Orhon'un, üzerine doğru gelmesinden dolayı sinirli olmalıydı. Bu benim sorunum değildi.
Eğer beni, bana meydan okuyan kadınla bu ringte baş başa bıraksalardı, o ikisini birbirine düşürmeyecektim.
Çiftli dövüş teklifini ilk sunan Yiğit olmuştu. Erdem ile aralarında geçen diyalogda Tim-4 ekibi içerisinde yer alan benim adamım Yiğit, onlara eşli dövüş olup olamayacağını sormuştu. O an Erdem'in ona verdiği cevabın olumlu olması üzerine kafamda şimşekler çakmıştı. Muhtemelen eşli dövüş olmadığı sürece buradaki kimse bu dövüşe izin vermeyecekti. Ben de böyle bir şeye dayanamazdım. Hele ki meydan okuma bana karşı yapılmışsa. Bütün moralimin düştüğü o dakikalarda
Arem'in işin içine atlaması keyfimi tekrar yerine gelmişti.
Hazar Orhon eğitimli adamdı.
Onu ve de hiçbir veliahtı zaaflarına ince ince vurmadığınız sürece çökertemez, sinirlendiremezdiniz. Yiğit bu dövüşteki eşim olsaydı eğer muhtemelen Yiğit ne yaparsa yapsın Hazar öfkelenmeyecek profesyonelce dövüşecek ve ben Lara'yı ne zaman ölümle burun buruna getirecek olursam gelip buna mani olacaktı. Bunu yapacağını bildiğim için Arem işin içine atladığında onu hiç sorun çıkarmadan kabullenmiştim. Hazar Orhon'un zaafı sevdiği kadınsa eğer o her ne yaparsa yapsın Arem Barkın Soykamer onun ezeli rakibi olarak kalacaktı. Karşısında Arem olduğunda Hazar'ı sinirlendirmek çocuk oyuncağı gibiydi.
Bu gece bana meydan okuyarak hayatının hatasını yapan sadece Lara Korkmaz değildi. Beni durdurabileceğini zannederek işin içine atlayan o iki adam da beni hafife almanın bedelini fazlasıyla ödeyecekti. Ne vardı ki onlar var olan gerçeğin çok geç farkına varmışlardı.
Oysa ki daha oyun başlamadan kazanan belliydi. Benliğimi ve de zekamı hafife alanın benliğini ve zekasını ayaklarım altına alırdım. Öyle ki günün sonunda kendini aptal gibi hissetmekten kaçınamazlardı.
Lara üzerime doğru atılıp, ilk yumruğu attığında ona karşı hamlede bulunmak yerine sadece geri çekilip yumruktan kurtulmuştum. Bütün öfkesi ile tekrar yumruk atmaya yeltendiğinde ben tekrar geri çekilmiş bir kez daha yumruğunu boşa atmasına neden olmuştum.
Bunu tekrarlamak benim için çocuk oyuncağıydı. Rakibimle dalga geçmeyi severdim. Ona karşı hamlede bulunmak yerine hamlelerine karşı alayda bulunuyordum. Bu da onu daha fazla sinirlendiriyor, öfkesi kaybetmesine neden oluyordu.
Öfke işte böyle zehirli bir şeydi.
"Kendini çok akılı sanıyorsun değil mi tanrıça?" Tanrıçayı tükürürcesine söylemişti. Bana karşı olan sevgisi gözlerimi sulandırmıştı.
"Sanmıyorum sarı şeker, öyleyim"
Alay etmeye ediyordum. Gülüyor, sırıtıyor, hamlelerinden kaçıyor, ona asla karşılık vermiyordum. Bu onu çıldırtıyordu. Bunlar, aramızdaki farkı anlaması için yeterli oluyordu.
"Senden çok daha iyiyim.
Bunu sen de biliyorsun."
Bir kez daha yumruk atmak için yeltendiğinde bu kez yumruğunu havada tutmuştum. Kolunu bedenimle beraber ters çevirip, sırtını gövdeme yaslamıştım. Bir kolunu sımsıkı tutup arkasında ters kelepçe yapmışken diğer kolumla boğazını sıkıp nefes almasını engelliyordum. İşte şimdi beni sinirlendirmişti.
"Güzel hayal gücün var.
Neden palavra sıkmak yerine kitap yazmayı denemiyorsun?"
Onu şimdi burada bu dakika içerisinde boğabilirdim. Bunu yaparken beni kimse durduramaz engelleyemezdi.
Yapmamıştım. Çünkü böyle olursa eğlencesi bozulurdu.
Bedenini bedenimden hızla itmiştim.
Nefessiz kalmasının üzerine ani itilişi dengesini kaybetmesine hatta dizüstü yere çökmesine neden olmuştu.
O yere düşüp canıyla cebelleşip derin derin nefes alıp öksürürken ben küçük adımlarla onun karşısına geçmiştim.
"Bazı insanların karşısında sadece diz çökmen mümkünken, onlara karşı diklenmemiz çok saçma olur.
Sence de öyle değil mi Lara?"
Rakibin seni hafife aldığı kadar rakibini hafife al. Eğer bugün bana ciddiyetle yaklaşsaydı ona ciddiyetle yaklaşırdım.
Kafasını yerden kaldırıp buz mavisi gözlerini gözlerime dikmişti. Hızlı hızlı nefes alıp verirken birdenbire suratıma sinsice sırıtarak bakmaya başlamıştı.
Sanırım birilerinin bazı sinsi planları vardı. İki eliyle karşısında durduğum için sağ bacağımı tuttuğu gibi kendisine doğru çekmişti. Bacaklarımdan birinin havaya doğru kalkması dengemi bir hayli bozmaya yetmişti. Düşmüştüm.
Lakin düşmüş olmam ona fazlasıyla acılı olarak geri dönmüştü. Bir ayağım onun tarafından rehine alınsa da diğer ayağım hâlâ bendeydi. Düşerken sırt üstü düşmek yerine yüzüstü düşmeyi tercih etmiş böylece sol bacağımla Lara'nın suratına muhtemelen iz bırakacak sertlikte tekmeyi dönerek geçirmiştim.
Tekmem yüzünden sanki yere yapışık değilmiş gibi bir kez daha yere çakılan kadın, bu kez kuru öksürmek yerine kan öksürüyordu. Onun kadar hasar almasam da benim de düşmüş olmam sebebiyle darbe aldığım aşikardı.
Birilerinin ağzının içi kan gölüne dönmüştü. Birilerinin ise kemikleri sızlamıştı.
Rakibimin kan tükürdüğünü gördüğümde eğlence daha güzel olmaya başlamıştı benim için. Düştüğüm yerden hızla kalkmıştım. Rakibime kendine gelmesi için biraz zaman ayırmam gerekiyordu. Malum, kan tükürmek işi kolay şey değildi. Onu rahatına bakması için yerde sürünür şekilde bırakırken gözlerimi ring üzerindeki iki ezeli rakibe çevirmiştim.
İki adamı, yaslandığım yerden en ince ayrıntısına kadar izlemeyi o kadar çok isterdim ki... Sadece ara ara kendi rakibimi yerle yeksan ettiğimde izleyebilecektim onları. Bunu düşünmek canımı sıkmıştı. Arem ve Hazar'ı izlerken Hazar'ın bitirici oynadığını görmüştüm.
Bütün hamlelerini Arem'in canını fazlasıyla yakacak düzeyde sert kullanarak atıyordu. Öte yandan Arem bunun farkında olduğu hâlde Hazar'a aynı düzeyde sertlikle cevap vermiyordu. Onun hamlelerinden sıyrılıyor ara ara karşılık verse de verdiği karşılıklar Hazar'ın ki kadar acımasız olmuyordu. Hazar Orhon gerçekten de sadece tek lafım yüzünden öfkesine yenik düşmüştü.
Onlardan ayırdığım gözlerimi tavana sabitlediğimde 20 dakikalık süreden geriye 12 dakikanın kaldığını görmüştüm. Hemen sonra rakibim ne alemde diye önüme baktığımda en son can çekiştiği yerde kendisini bulamamıştım.
Başlıyoruz.
Odaklan kızım.
Onu yenmek için arkana dönmene gerek yok! Sen onu görmeden de yenebilirsin.
Eğer gözümün gördüğü yerde değilsen o zaman gözümün göremediği tek yerdesindir.Yani tam olarak arkamda.
Nefes alış sesleri arkamda olduğunu ispatlıyordu. Lara, bana defalarca kez yumruk atmıştı. Yumruklarının ne kadar isabetli olduğu tartışılır konu olsa da genelde hep sağ elini kullanıyordu.
Bu durumda yine sağ elini kullanacağını düşünmek mantıklıydı.
Kafamı sola doğru yatırıp bedenimi yay gibi geri germiştim. Tıpkı onun iki eliyle bacağımı kavradığı gibi iki elimle kolunu kavramıştım. O daha ne olduğunu anlamadan kolunu kendime doğru çekerek, bedenini omzumun üzerinden yere doğru çakmıştım. Bir kez daha sert şekilde yere düşmesine neden olduğumda acıyla inlemişti. Sırtı için söyleyebileceğim tek şey yarın sabah mosmor olacağıydı. Yerde acı içinde kıvranan kadın için pes etmenin tam zamanıydı. Kazanmasının imkanı yoktu.
O bana daha iğne ucu kadar zarar verememişken kendisi benim elimde kalmak üzereydi.
Söz de Hazar Orhon buraya birbirimize zarar veremeyelim diye gelmişti.
Sevdiği kadını parçalarına ayırmak üzereydim. Öfke adamın gözünü ölesiye boyamıştı ki bunun farkında bile değildi.
Farkında olduğu zaman yüzünün alacağı şekli görmeyi çok istiyordum.
Lara onu düşürdüğüm yerde inim inim inliyordu. Onun gerçekten güçlü rakip olduğunu sanıyordum. En azından veliahtların yukarıda gösterdiği o 'sen Lara'yla baş edemezsin' gösterisinden sonra beklentim artmıştı. Benim baş edemeyeceğimi düşündükleri kadın iki dakika ayakta duramıyordu ki...
Kendisini gördüm göreli yerde can çekişip duruyordu.
Kafamı tekrar fanusun tepesine çevirmiştim. Son 8 dakikamız kalmıştı.
Gözlerim camın gerisindekiler üzerinde gezinir olmuştu. Kalabalığın sesini duyamasak da onları rahatlıkla görebiliyorduk. Herkes fazlasıyla heyecanlı görünüyordu. Bakışların yoğunluğu 2 veliaht'ın üzerindeydi.
Ben de olsam sürekli yerde can çekişen şu kızı izlemek yerine 2 veliahtı izlerdim.
Kalabalığa bu konuda hak veriyordum doğrusu.
Gözlerimi veliahtlara çevirdiğimde aralarındaki düellonun kızıştığını görmüştüm. Muhtemelen Hazar'ın birkaç darbesi Arem'in sakin olma çabalarına rağmen ona denk gelmiş ve de baş veliahtı öfkelendirmeye yetecek kadar canını yakmıştı.Öyl Öyle ki artık karşımda sakin durmaya çalışan Arem Barkın yoktu. Daha çok sen öfkeliysen ben senden de öfkeli olabilirim diyen Arem Barkın vardı.
Hazar geriye doğru havada toplu salto yaparak Arem'in döner tekmesinden kıl payı kurtulmuştu. Ayakları yere basar basmaz, rakibinin kafasını hedef alarak kaval kemiği ve ayak bileği arasında olan bölge ile dairesel şekilde kuvvetli vuruş yapmak üzereydi. Arem'in refleksleri fazlasıyla iyiydi. Hazar'ın ona doğru acımasızca gelen sol ayak bileğini tuttuğu gibi kendi ile beraber ters çevirerek rakibini kendisi döndüğü kadar beraberinde havada döndürmeyi başarmıştı. İki koca adam yere bütün kuvvetleri ile çakıldığında oldukça güçlü ses ortamı esir almıştı. Bu ikisinin dövüşünü izlerken büyülenmemek elde değildi.
Veliahtlar dövüşmez! Veliahtlar savaşır.
Ne yazık ki ikisini olduğu yerde bırakmak zorundaydım. Lara Korkmaz pes etmek yerine tekrar ayağa kalkmıştı.
Bu gerçekten can sıkıcı olmaya başlamıştı. Onunla uğraşmak artık sıkıldığım türden bir oyuna dönmüştü.
Lara'nın tekrar ayaklandığını gördüğümde bir kez daha ilk hamleyi yapması için yerimde sadece durmuş, önceliği ona vermiştim. Eğer dövüşürken rakibini gözlemlemenin ne demek olduğunu biliyorsa o zaman en başından beri, etki tepki mevzusu içerisinde olduğumuzu da gayet iyi bilirdi. Şayet o bana dokunmadığı sürece ona dokunmuyor, o hamlede bulunmadığı sürece hamle girişiminde bulunmuyordum. Lara fazlasıyla öfkeliydi. Bir kamyon dayak yediği için olabilirdi. O kadar dayağı ben de yesem ben de öfkelenirdim.
"Hatırlıyor musun Hera?"
Yine konuşmaya başladığına göre, yine canımı sıkacak türden şeyler söylemeyi planlıyor olmalıydı. Aksi türlü yüzündeki onca kana rağmen suratında oluşan sinsi gülüşünün başka anlamı olamazdı.
"İki yıl önce İtalya'da aramızda geçen diyologu hatırlıyor musun?
Senin hafızan kuvvetlidir tanrıça.
Eminim hatırlarsın sen."
Sözleri fazlasıyla ima doluydu.
2 yıl önce İtalya'da onunla aramızda geçen diyaloğu hatırlıyor muydum?
Zihnimi düşünmek için yorduğumda geçmişin kapıları olanca kuvveti ile açılmıştı.
*
"Ne var, biliyor musun? Öyle bir gün gelecek ki, hiç beklemediğin yerden, hiç beklemediğin büyüklükte kazıklar yiyeceksin ve o gün geldiğinde ben seni sadece izliyor olacağım. Tıpkı senin yaptığın gibi katıla katıla gülerek izleyeceğim."
*
Lara ve benim yıldızlarımız hiçbir zaman uyuşmamıştı. Geçmişte çok kavga etmiştik. İtalya'da bana sarf ettiği imâlı o sözlerin anlamını o zamanlar anlamamıştım. Şimdi çok iyi anlamıştım. Veliahtlar benim hayatımın içine edecekti. Lara o günü sabırsızlıkla bekliyor olmalıydı. Muhtemelen 2023'te benim hayatım parça parça olduğunda o sevinçten dört köşe olmuş olmalıydı.
Geçmiş, hatırlamak istemediğiniz ve de neden hatırladığınızı bilmediğiniz anılarla dolu olurdu bazen.
Bu anılar hatırlamak istemediğimiz anılardan ziyade neden hatırladığımızı bilmediğimiz anılardan birileri olurdu.
Dalıp gittiğim yerden ayırdığım bakışlarımı, buz mavisi gözlere sahip olan kadına çevirmiştim. Hatırlamamı istediği anıyı hatırladığımı fark etmiş olmalıydı. Öyle ya konuşmakta gecikmemişti.
"Sana hiç beklemediğin yerden hiç beklemediğin büyüklükte kazıklar yiyeceksin ve o gün geldiğinde ben sadece oturup izleyeceğim demiştim.
O gün 2 yıl önce gelmişti. Ben, oturduğum yerden senin zavallılığını sadece izledim. Koskoca veliahtların seni gerçekten seveceğini düşünen zavallının tekisin sen."
Amacı beni öfkelendirmekti bunu görebiliyordum. Sevgili eşi Hazar için uyguladığım taktiğin aynısını benim için uyguluyordu. Bu sayede öfkelenecek öfkelendiğim an kaybedecektim.
Ona istediği şeyi vermeyi düşünmüyordum. O benim zavallı olduğumu düşünüyor diye zavallı olmuyordum. Başardıklarım kaybettiklerimin yanında durumu eşitleyecek nitelikte kalıyordu.
Ona cevap vermek yerine susmaya devam etmiştim. Daha ne kadar ileri gidebilirdi görmek istiyordum.
Gözün döndüğünde en fazla ne kadar ileri gidebilirsin sarı şeker.
Hadi bana gücünün boyutunu göster.
"Ha bir de! Şey vardı şey... "
Eliyle at kuyruğu olan saçından firar eden bir tutamı, kulağının arkasına yerleştirmişti. "Kimsesiz olduğun için seni kızı olarak gören bir adam vardı hayatında. Adı neydi?"
Önce düşünüyor gibi yapmış bir eliyle kırdığım çenesini tutup bakışlarını havaya odaklamıştı.Çok geçmeden tekrar konuştuğun da bütün sessizliğimle onu izlemeye devam etmiştim. O çeneyi konuşamayacağı kadar iyi kırmadığım için bana da yazıklar olsundu.
"Hı hatırladım!
Attila Tuğrul Türkeş...
Ama sen kimsesiz gelip kimsesiz gittiğin için onun da ölümü kaçınılmaz olmuştu tabii."
Ölüm kaçınılmaz sondu.
Bu herkes için geçerliydi.
Ölümden öteye köy yoktu sonuçta.
Daha önce birilerinin sonunu ben yazmıştım. Birilerinin canını ben almıştım. Lakin daha önce hiç kimseyi bu denli çok öldürmek istememiştim. Bütün benliğim haykırıyordu. Ruhum resmen aşeriyordu. Ölüm istiyorlardı.
Karınlarını doyurayım istiyorlardı.
Hera Türkeş - Hera ve de Türkeş...
Biri ölümü son çare olarak görürken diğeri daima ölüm aşermişti. İlk kez bugün burada ikisi de hem fikirdi.
Lara Korkmaz'ın ölmesi gerekiyordu.
Attila Tuğrul Türkeş benim zaafımdı.
Benim güzeller güzeli zaafım. Ona dil uzatanın dilini sökerdim. Onu benden alanlar kimdi? neciydi? bilmezdim.
Bir gün gerçekleri öğrendiğimde o zaman her şey son bulacaktı.
O zaman Attila Tuğrul Türkeş'in yattığı mezarlığa gitmeye yüzüm olacaktı.
Fotoğrafına bakabilmeye gücüm olacaktı.
Onu anmaya hakkım olacaktı.
O gün gelinceye kadar onun hakkında kimsenin konuşmasına izin vermeyecektim.
Eğer buna izin verirsem, beni kızın olarak sahiplendiğin güne yazıklar olsun asker...
Bakışlarımı tekrar cam fanusunun tepesine çevirmiştim. 4 dakika sonra fanus açılacaktı. 4 dakika kısa bir süreydi, yaşamak için. Fakat 4 dakika uzun bir süreydi, birinin yaşamına son vermek için.
Hazar ve Arem bizi duymuş olmalılardı.
Onların kıran kırana olan dövüşleri durmuştu. Kimseden çıt çıkmıyordu.
Bu adamlar benim zaafımı çok iyi biliyorlardı. Zaafıma laf edilirse gözümün döneceğini de bir o kadar iyi biliyorlardı. Gözlerim ikisi üzerinde gidip geliyordu. Bana endişeyle bakıyorlardı. Muhtemelen az sonra ikisi aynı anda atağa geçeceklerdi. Yüzleri yara bere içindeydi. Yüzleri kalbime benziyordu. Bana karşı bulundukları nokta uzaktı. Onlar ne kadar hızlı olurlarsa olsun, attıkları adımlar bana yetişmeden, ben üç adım ilerideki kıza yetişirdim. Bunu tahmin ettikleri için endişeli olmalılardı.
"Bücür gel ve bütün acısını benden çıkar.
Hatta beni öldür. Lütfen, lütfen ona dokunma..."
Aşk gerçekten böyle bir şey miydi?
İnsanı bu denli acınası hâle sokuyor muydu? Birinin canı sizin canınızdan daha kıymetli olabilir miydi?
Eğer öyleyse bugüne kadar aşık olmadığım için şanslı olmalıydım.
Birilerini seversin ya da sevmezsin önemli olan bu değil, önemli olan birilerini kendinden daha çok sevmemekti. Bu Dünya'da böyle şeyler olabiliyordu. Bu Dünya'da böyle acınası insanlar varlığını sürdürmeye devam ettikçe ben aşktan soğumaya devam edecektim.
"Tanrıça...
Sana ne yapmış olursa olsun, onu öldürmek istemezsin. Bunu yapmayı isteyen tarafını dinleme."
Tane tane konuşuyordu baş veliaht.
Onu anlamamı, hak vermemi istiyordu.
Bir bakıma haklıydı da. Aklım başımda olsa muhtemelen onu öldürmeyi hiç istemezdim. Beni buna o zorlamıştı.
Ben sakin sakin eğlenmeme bakarken o beni çıldırtmanın yolunu bulmuştu.
Çok zordu. Bu saatten sonra durmak demek, ölmek demekti benim için.
Bakışlarımı ikisinden ayırıp kıza çevirmiştim. Çevirmez olaydım.
O sinsi bakışlarından sinsi gülüşlerinden hiçbir şey eksilmemişti. Beni sinirlendirmenin zevkini yaşıyordu resmen. Öyleyse ben de onun canını almanın zevkini yaşamalıydım.
Üzerine doğru hızla koşmuştum.
Parmaklarım karıncalanıyordu.
Boynunu tuttuğum an kırmak gibi hedeflerim vardı. Benim öne doğru atılmamla veliahtlar da hızla bize doğru koşmaya başlamıştı. Bunun için çok geçti. Tıpkı her şey için çok geç olduğu gibi.
Lara'nın tam karşısında durduğumda onun için ayrılan sürenin sonuna gelmiştik. Ya da belki de ben öyle olduğunu zannediyordum.
Bedenim bedeninin tam karşısında durduğunda Lara da önce hareketlilik oluştuğunu görmüştüm. Neyin ne olduğunu anlamadan bedenimde hissettiğim keskin sızı yüzümü buruşturmama neden olmuştu.
Ona doğru atılan ellerim havada asılı kalmıştı. Ağzım 'o' şeklinde açılmıştı.
Lara'nın eli, karın bölgemde geziniyordu.
Dişimi sıkar olmuştum.
Rampalar ve yokuşlar...
Dâimâ hayatında varlar...
Hera, onlar dâimâ hayatında varlar...
Karın bölgemde önce karıncalanma, hemen ardından yanma ve peşi sıra şiddetli sancılar oluşmaya başlamıştı.
Ben, bana ne olduğunu anlamıyordum.
Bu acının kaynağı neydi? Gözlerim buz mavisi gözlere kaydığında onun benim bakmadığım yere, karnımın sızlayan yerine baktığını görmüştüm.
Onun baktığı yere baktığımda elinde tuttuğu bıçağın sapını görmüştüm. Bedenimden içeri doğru sokup çıkardığı bıçağın sapı.
Bir kez daha keskin bir acı, onun bıçağı bedenime sapladığı yerden hızla çekmesiyle gerçekleşmişti. Bu kızdan adil olmasını bekleyen de kabahattı.
Dövüşte her şey serbestti. Serbest olmayan tek şey kesici aletlerdi.
Belki de en başından beri amacı beni yenmek değil, beni öldürmekti.
Öyleyse onu bunun için tebrik etmek gerekiyordu.
Arem'in haykırışını duymuştu kulaklarım. Bana ilk kez adımla seslenmişti. O hep tanrıça derdi bana.
Lakin ilk kez haykırışı adımla olmuştu.
"Hera..."
Göklerin kraliçesinin adı. Saygıdeğer HERA...
Olympos'un sultanı Hera. İlahi otoriteyi kocası ile birlikte paylaştığı söylenen Hera. O'da Zeus gibi bazen göğün en yüksek yerinde gürler, öfkeye kapıldığı zaman rüzgarın zincirlerini çözer, denizleri altüst ederdi. Denizlere sözünü geçirir ve bazen ayaklarının altında parlayan yıldızlara bile karışır, onları sıraya dizerdi.
Hera'nın gücü Hera'nın özünden gelirdi...
Ve de şimdi Hera'nın gücü tükendi. Öz'ü bitti.
Eğer beni babamla kavuşma ihtimalinin içine sürüklediyseniz, size minnettar kalırım. Lakin eğer babamın katillerini bulma şansını elimden aldıysanız, size düşman kalırım. Ölüm beni gelip almazsa sizden alacağım çok can var demektir. Öfkem, o saatten sonra beni bile korkuturdu. Neticede Hera'nın öfkesi daima Hera'nın öfkesidir
Karanlık yavaş yavaş beni kendine doğru çekiyordu. Bedenim karanlığa esir olup yere çakılmak üzereydi. Güçlü kolların beni sarmaladığını zor bela fark etmiştim. Arem Barkın Soykamer.
Sözde burada kimse ölmesin diye bulunan o adam... Belki de ben ölmeden önce son kez görmüş olacaktı beni.
Orman yeşili gözlerle göz göze geldiğimde, bütün bedeninin kasıldığını korkunun onu, karanlığın beni esiri aldığı gibi esiri olarak aldığını görmüştüm. Ölesiye korkuyordu.
Bütün varlığıyla ölmemden korkuyordu. Göz bebeklerine kadar titriyordu. Acıyı benimle bir yaşıyordu. Hızlı hızlı atan kalp sesi kime aitti? Yaşam mücadelesi veren bana mı? Yaşam mücadelesi vermemi isteyen sana mı?
Yüzüme düşen saçları elinin tersiyle suratımdan kaldırıp yüzümü okşamıştı.
"Tüm cezalara razıyım. Senden gelen her cezaya razıyım. Ama gitme. Ama yalvarırım gitme..." Dişini sıktı. Zar zor nefes alıyordum. Bir eli karın bölgeme baskı yapıyordu. Kan kaybetmemi istemiyordu. Oysa akıp giden kanın kokusu burnumda tütüyordu. "Böylesine bir cezayı şeytan olsam hak etmem."
Gözünden bir damla yaş aktı. Orman gözden firar eden o damlayı gördüm. Gözlerimin gördüğü son şey ona ait olmuştu. Gözlerim ağır ağır kapanırken, zar zor konuşmuştum.
"Oysa tanrıça olsam, yine de affetmem..."
(🎭) |
0% |