Yeni Üyelik
71.
Bölüm

🎭 17 ÖFKELİ RUH VE ALAYCI RUH

@mavimsu_

 

 

 

 

 

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm Sözü

 

 

 

 

 

 

 

 

Duyguların öldü, mantığın yanıldı, kalbin kırıldı. Geriye bir tek sen ve o kaldınız, öfkeli bir ruh ve yapayalnız sahibi.

 

 

 

 

 

 

 

H.G. 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

O arabın orada ne işi var?

 

 

 

 

 

Kardeşim, herkes kendi şeridinden gidebilir mi artık? Bak, hız yapacağım, önüme çıkanı ezer geçerim bu saatten sonra. Korna diye bir şey icat edildi değil mi? Çalıyorsam çık lan önümden. Bitiş çizgisine ne kadar kaldı acaba? O değil de, bu hızı gerçek hayatta yapsam, 'Hızlı ve Öfkeli' film seti Türkiye'de çekimlere başladı!" diye haber yaparlardı herhalde. Bak bak, hareketlere bak. Gel! Gel! Üzerime gel. Zaten bir o kaldı yapmadığın. İzle, izle, malı izle. Aha! Daha izleyemeden geberdi salak. Böyle ters takla attırırlar işte adama. Lan, biri bitiyor, diğeri başlıyor. Sizi bana sayıyla mı veriyorlar oğlum? Senin ehliyetini veren kasaba da saygılar olsun. Onun o et doğruyan ellerini tek tek-

 

 

 

 

 

Hayır! Hayır, bu kez küfür etmeyeceğim.

 

 

 

 

 

 

Lan, solladı beni pezevenk!

 

 

 

 

 

Derin nefes al ve sonra...

 

 

 

 

 

 

Senin ananı, babanı, seni doğurtan ebeni, gelmişini geldiği gibi, geçmişini bittiği gibi, bugününü yarınına kata kata, geleceğini inceldiği yerden koparta koparta, karını, dostunu, ex aşklarını, platonik olduklarını, varsa çocuklarını, yoksa spermlerini, dayını, halanı, teyzeni, amcanı, enişteni, kayınçonu, baldızını, her türlü birinci dereceden akrabanı, köylünü ağacıyla, şehirlini binasıyla, yakınını uzağını, fikirlerini, davranışlarını, karakterini, ruhunu, kişiliğini, sıfatını, zamirini, yüklemini ama dolaylı yoldan olup olmadığına bakmadan, yaptıklarını yapamadan, yapacaklarını anlamadan, soyunu sopunu, yedi ceddini, yetmiş yedi sülaleni, akciğerini, bağırsaklarını ince kalın ayırmadan, kulağını, burnunu, ağzını, yüzünü, hepsini birden tek tek seveyim.

 

 

 

 

 

 

Oh be, küfür etmedim...

 

 

 

 

 

 

"Hera, sen hâlâ durumun ciddiyetini anlamadın galiba. Biz burada çıkış yolu ararken sen ayak ayak üstüne atmış telefonda iki saattir ne yapıyorsun Allah aşkına?"

 

 

 

 

 

 

Mert'in fena hâlde gıcık olduğum sesini duyduğumda nihayet kafamı araba yarışı oynadığım telefonumdan kaldırmıştım. Kaşlarımı çatarak onu hedefime alıp, tıpkı bana baktığı gibi ona bakmaya başlamıştım. "Sizin sorununuz beni niye alakadar etsin ki? Asıl siz soruna çözüm ararken bedenimin burada durduğuna şükredin." Ona ve beraberinde duranlara bakıp gülümsemiştim. "Eğer kendim de veliaht olmasam ve de maalesef ki sizinle ekip olma mecburiyetinde bulunmasam şu an sorun olarak bahsettiğiniz olaya katıla katıla güler, bir yerlerde bunu kutlardım." Hepsi bana kaş çatığında ben hâlâ gülümsüyordum. Saydıklarımı yapmadığım hâlde şu veliahtlar da ki bitmek bilmez yüzsüzlüğe gerçekten de katlanamıyordum artık.

 

 

 

 

 

 

Durumun ciddiyeti bahsi geçen durumun ne olduğuna bakacak olursak eğer, benim umrumda olur muydu? Ah, hiç sanmıyordum. Sözlerim kaşlarının daha çok çatlamasına neden olmuştu. Ne zaman haklı olsam, onu ne zaman haklılığımla yerin dibine soksam, böyle kaşlarını çatarak bakardı bana. Yapabileceği başka şey yoktu. Sıkıyorsa yapsındı.

 

 

 

 

 

 

"Hazar ve Evren kafayı yemiş durumda. Biraz sonra burada olurlar ve senin ciddiye almadığın o durum için muhtemelen seni suçlarlar. İşte o zaman bu kez ayak ayak üzerine atıp, keyif çatlatan ben olurum."

 

 

 

 

 

 

Kansu rahat insandı. Eğlencesine düşkündü. Ben yaşanılan bu olayı zerre takmıyordum. Kansu'nun da taktığı söylenemezdi. İkimiz de aslında kabullenmesi zor da olsa birbirimize fazlasıyla benziyorduk. Hâliyle benimle uğraşmak zevk aldığı konulardan biriydi. Bu kez ona istediğini vermeyecektim.

 

 

 

 

 

 

"Hazar ve Evren'in canımı sıkacakları ilk hareket, sizlerin artık endişe etmesi gereken yeni bir olayla karşı karşıya kalacağı demekle aynı şey olur." Onun gözlerinin içine korkusuzca baktığımda sırıtmıştı. "Sevgili narsist, kendini beğenmiş, bencil, egoist ve de aptal veliaht."

 

 

 

 

 

 

Benimle kavga etmek gerçekten çok hoşuna gidiyordu. Ben ona hakaret ederken o sinirlenmek yerine kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Bunu gülmemek için yanaklarının içini dişlediği şu an ki hâl ve hareketlerinden anlamak mümkündü. Toplantı masasının bana göre en sonunda, tam karşımda, baş veliahtın hemen yanında oturuyordu. Kollarını birbirine bağlamış olan adam, yerine bütün rahatlığıyla yaslanmıştı. Onun tek amacı benimle uğraşmaktı. Yoksa en az benim kadar burada olmaktan kendisi de hoşlanmıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Duydunuz değil mi? Konuşmasının sonunda ettiği her hakaretin, aslında kendisinde fazlasıyla bulunduğunu, biri şu kıza hatırlatabilir mi?"

 

 

 

 

 

 

Tam ağzımı açmış o narsiste hak ettiği lafları tek tek sokacakken, Erdem Eraslan benden önce konuşmuştu.

 

 

 

 

 

 

"İkiniz de kesin hemen şu saçmalığı. Artık konuya dönmemiz gerek."

 

 

 

 

 

 

Dönelim tabii. Siz konuya dönün, ben de oyunuma döneyim. Son kez Kansu'ya bütün nefretimle bakmıştım. Ondan da karşılık olarak aynı bakışları aldıktan hemen sonra oyuna geri dönmüştüm. Ne vardı ki, ben pek şanslı biri değildim. Hiçbir zaman da olmamıştım. Keza daha yarış başlamadan kapının Dingo'nun ahırına giriyorlarmış gibi açılması ve de öfkeli bir boğanın bana doğru taarruza geçmesi bir olmuştu. Onun içeri ani girişiyle, Kansu hariç bütün veliahtlar bana zarar verme ihtimalini ortadan kaldırmak için onun önünü kesip, benim önümde siper olmuşlardı. Onlara bakmayı es geçmiştim. Bunun yerine durumu en az benim kadar siklemeyen narsiste bakmayı tercih etmiştim.

 

 

 

 

 

 

"Biz bir aileyiz, gerizekalı. Kalk ve önümde siper ol. Tıpkı eski günlerdeki gibi."

 

 

 

 

 

 

Sözlerimin sonunda ukalaca sırıtıp göz kırpmıştım. İmâ ettiğim şeyi o çok iyi anlamıştı. Bütün hevesi, keyfiyle beraber uçup gitmişti. Yüzündeki gülüş adeta solmuştu. İşte şimdi kaşları çatılmıştı. İmâ ettiğim şey, bölge liderleri operasyonunda Güney Kore'deyken adamların silahlarının hedefi olduğum o andı. Bütün veliahtlar önümde siper olmuştu o gün. Her ne kadar şu an artistlik yapsa da, benim canımı korumak için kendi canını tehlikeye atıp, o silahların önüne kendi bedenini katanlardan biri de işte bu narsisten başkası değildi. Çattığı kaşlarını tekrar düzeltmesi, solan gülüşünü tekrar yüzünde canlandırması çok zaman almadan gerçekleşmişti.

 

 

 

 

 

 

"Ben hata yaparım. Ama aynı hatayı ikinci kez yapmam, güzelim."

 

 

 

 

 

 

Tam ağzımı açmış, hak ettiği lafları bir kez daha eline verecektim ki, boğa beyi tutabilene aşk olsundu.

 

 

 

 

 

 

"Kardeşim nerde lan?"

 

 

 

 

 

Nerde bıraktıysan oradadır. Allah Allah, bunu da mı biz size öğreteceğiz kardeşim?

 

 

 

 

 

 

"İşe ilk önce derin nefes almaktan başla bence."

 

 

 

 

 

Dönen sandalyeyi yarım tur döndürdükten sonra tam olarak onun bedeniyle karşı karşıya geleceğim yerde durmuştum. Yerime iyice yaslanmış, kollarımı önümde birleştirmiştim. Kendisini baştan aşağı süzmüştüm. Fazlasıyla öfkeliydi boğa. Saçlarımın kıpkırmızı olması farklı bir ironi olsa da, bu düşünceyi kafamda çok fazla tutmadan, başımı iki yana doğru hayır anlamında sallamıştım.

 

 

 

 

 

 

"Şimdi sana derin nefes almakta pek etki etmez gibi duruyor. Acaba diyorum alt kata inip de hani şu kız kardeşin diye bahsettiğin şahısın, beni delik deşik ettiği o ringe mi çıksan? Birkaç adamı tekme tokat dövüp enerji mi atsan? Çünkü biz sende ki bu öfkeyle bir yere varamayız."

 

 

 

 

 

Buraya kadar gülümseyerek konuşmuştum. Boğa, benden bu tepkiyi beklemediği için suratıma kırmızı görmüş boğa gibi bakıyordu. Tekrar konuşmaya başladığımda, bu kez yüzümde gülümsemeye dair tek bir mimik bile yoktu.

 

 

 

 

 

 

"Hayır, sen sinirlenirsin sonra olur da ben sinirlenirim, işler sarpa sarar durur. Sonra bi bakmışsın, kayıp kız kardeşin, kayıp kız kardeşin olarak kalmaya devam etmiş. Ben sadece seni düşünüyorum. Yapıp yapmamak sana kalmış boğa-ay aman! Evren yani."

 

 

 

 

 

Elimin tersiyle onu kış kışlamıştım. Veliahtlar onu zor tutarken ben, onun bu halinden zevk alır gibi kendisiyle dalga geçmekten başka bir şey yapmıyordum.

 

 

 

 

 

 

Beni buraya onlar çağırmıştı.

 

 

 

 

 

Henüz saat daha sabah 08.00'de hem de. Telefonum, rüyamın en güzel anlarıyla aynı saatlerde zır zır çaldığından dolayı, son derece medeni şekilde telefonu açarak beni arayan kişiyi cevaplamıştım. Hattın ucundaki kişi Baş Veliaht bozuntusundan başkası değildi. Önemli bir olay olduğunu, acilen bütün veliahtların toplanması gerektiğini söylemişti. Fazlasıyla büyük heyecanla uykumdan uyanarak benden istedikleri yere, yani bir kez daha "KAMER'e" gelmiştim.

 

 

 

 

 

 

Buraya en son 1 ay önce gelmiştim. 1 ay önce geldiğimde yaşadığım olay yüzünden içeri girdiğimde yavaş yavaş iyileşmeye başlayan karın bölgemin tekrar sızladığını hissetsem de, yine son derece medeni şekilde önümden gelip geçen herkese selamımı vermiştim. En üst kata, veliahtların toplantı salonuna geldiğimde açıkçası, burada eğlenceli şeyler yaşamayı bekliyordum. Sonunda tekrar göreve çıkarız, ne bileyim, hiç yoktan biraz ölürüz ya da öldürürüz tarzında düşünce yapısına sahiptim. Kendilerine olayın ne olduğunu sorduğumda, Lara Korkmaz'ın kaçırıldığını söylemişlerdi.

 

 

 

 

 

 

İlk başta dediklerine anlam veremediğim için yüzlerine sadece bakmakla yetinmiştim. İkizler burada yoktu. Onların dışında Hazar ve Evren'de burada yoktu. İçeride sadece Arem, Mert, Erdem ve Kansu dörtlüsü vardı. Onların suratına ilk olarak birkaç saniye boş boş bakmıştım. Hemen peşi sıra öyle gülmüştüm ki, bir yerden sonra tekrar karnım sızlamaya başlamıştı. Hem de bu kez gülmekten sızlamaya başlamıştı.

 

 

 

 

 

 

Kansu buraya ilk geldiğimde, dolaylı yoldan daha doğrusu dümdüz bu işte parmağımın olup olmadığını sormuştu. Ben de ona dolaylı yoldan ah, hayır! Kesinlikle dümdüz şekilde bu işte parmağımın olmadığını, çünkü o kıza zarar verecek olursam, bunu onu kaçırarak ve de gizli saklı yaparak değil, herkesin gözünün önünde, tıpkı onun bana yaptığı gibi yapacağımı söylemiştim. Konuyla hiçbir alakam olmadığı kesindi. Fakat yine de özellikle Evren ve Hazar'ın bu konuda ilk önce benden şüpheleneceğini biliyordum.

 

 

 

 

 

 

Herkes kadar bunun bilincinde olsam da, konu ilgilendiğim türden konulardan değildi. Benim için Lara'nın canı cehennemeydi. Onu kimin kaçırdığı? Niye kaçırdığı? Benim kendime dert edineceğim en son konu olurdu. Buradakiler onu çocukluklarından beri tanıyorlardı. Muhtemelen düşmanları onların düşmanıydı. Burada sadece bütün veliahtlar toplandığı için bulunmak zorundaydım. Yoksa Lara'nın bulunması için kılımı kıpırdatacak değildim. Bana dokunmasalar, onlara dokunmayacaktım. Kendi köşemde sakin sakin oynayacak, bana ayrılan sürenin sonuna geldiğimde de siktir olup gidecektim. Veliahtlar böyleydi işte. Bazen onların yararına olacak şekilde davransam da, kendilerine günü zehir etmem için uğraşırlardı.

 

 

 

 

 

 

"Bak, seninle insan gibi konuşuyorum- Bırakın lan, siz de beni."

 

 

 

 

 

 

Mert ve Erdem'in önündeki duruşunu protesto eden Evren, bana bakarak konuşmasına devam etmeye çalışıyordu. Önündeki adamlar beni görmesini zorlaştırdığı için öfkesine öfke katıyorlardı. Ondan ayırdığım gözlerimi bana doğru gelmekte olan baş veliaht'a çevirdiğimde, yanıma doğru geldiğini görmüştüm. Yanımdan hızla geçip oturduğum sandalyenin tam arkasında ayakta durmaya başlamıştı. Artık yüzünü göremiyordum. Yine de bedenimin arkasındaki varlığını hissedebiliyordum. Bu aslında gözdağıydı. Özellikle Evren ve Hazar'a karşı verilen gözdağıydı. Bu hareketiyle arkamda olduğunu, benim tarafımda bulunduğunu, dolayısıyla bana dokunmamaları gerektiğini, arkadaşlarına tek kelime etmeden gösteriyordu.

 

 

 

 

 

 

"Benimle ne gibi konuştuğunu söyledin az önce, Evren?"

 

 

 

 

 

 

Mert ve Erdem ikilisi, Arem'in hemen arkamda durarak güvenliğimi sağladığını fark ettikleri an, Evren'in önünden çekilmişlerdi. Kız kardeşinin ortalıkta olmayışından dolayı akıl sağlığını yitirdiğini düşündüğüm ağabeyi olan Evren, yine ve yeniden bana boğanın trene baktığı gibi bakıyordu.

 

"Ne?"

 

 

 

 

 

 

Evren'in her zaman zeki bir adam olduğunu düşünen tarafım yavaş yavaş içine kapanıyordu artık.

 

 

 

 

 

 

"Sanırım insan gibi konuşalım dediğin kısıma takıldı."

 

 

 

 

 

 

Demişti Mert, arkadaşını adeta yüce zekasının engin bilgileri ışığında aydınlatarak.

 

 

 

 

 

 

"Ne güzel demişim işte."

 

 

 

 

 

 

Anladığım kadarıyla Evren Korkmaz, sevdiği insanlara bir şey olduğu zaman beynini kullanmayı beceremiyordu. Yoksa bu şekilde mala bağlamasının başka açıklaması olamazdı.

 

 

 

 

 

 

"Sikicem şimdi beynini. Lan oğlum, bu kız insan mı ki insan gibi konuşalım diyorsun?"

 

 

 

 

 

 

Kansu aslında bu sözleri sarf ederken bana hakaret etmiyordu. Sadece sabahtan beri Evren'e hatırlatmaya çalıştığım gerçeği açık açık söylüyordu. Ben insan değildim. Ben klondum. Dolayısıyla benimle istediği kadar insan gibi konuşmak isteyebilirdi. Alacağı cevap: aradığınız insana şu anda ulaşılamıyor olmanın ilerisine gitmeyecekti.

 

 

 

 

 

 

Evren Korkmaz, eliyle burun kemerini sıkıp, bu kez de bu hareketi doğrultusunda olayı protesto eder olmuştu. "Hay sikicem anasını avradını Lan oğlum, sizi bana sayıyla mı veriyolar? Benim kardeşim kayıp lan! Bu konu dururken klon-insan tartışması mı yapalım şimdi?"

 

 

 

 

 

 

"Teknik olarak klon-insan tartışması, senin hileci kardeşinden çok daha konuşulmaya değer bir konu."

 

 

 

 

 

 

Klon olmak, geçen süre zarfında alıştığım gerçeklerden biriydi. Bu gerçeği kabullenmem zaman almıştı. Yine de kabullenmeyi başarmıştım. Bunu başardıktan sonra aslında bu olayın ne kadar özel olduğunu görmüştüm. Dünya artık benim için insanlar ve ben diye ikiye ayrılıyordu. Artık klonluğu aşağılayacak insan canına susamış insan demekti.

 

 

 

 

 

 

Evren'in tekrar sinirlenmeye başladığını görmüştüm. Kız kardeşi hakkında ileri geri konuşmam hoşuna gitmiyordu. Öyleyse buna durmadan devam edecektim. Onun bana kaşlarını çatarak bakışına ben sırıtarak eşlik ediyordum. Derken bam diye bir ses gelmişti. Hepimizin bakışları, an itibarıyla sesin geldiği yöne dönmüştü. Ulan, biz Hazar'ı unutmuştuk.

 

 

 

 

 

 

Aşık adam.

 

 

 

 

 

Aşık olduğu kadın kaçırılan adam.

 

 

 

 

 

Öfke problemleri olup aşık olan ve de aşık olduğu kadın kaçırılan adam.

 

 

 

 

 

Dünya üzerinde baş edilmesi en zor tür. Onunla ilgilenmek varken bütün zamanımızı Evren'in saçma sapan triplerine ayırdığımızdan dolayı, kendisini es geçmiştik.

 

 

 

 

 

 

"Lan, adam bayıldı."

 

 

 

 

 

 

"Bayılmadı, kriz geçiriyor."

 

 

 

 

 

 

"Yine mi lan?"

 

 

 

 

 

 

"Uzun zaman olmuştu."

 

 

 

 

 

 

Oturduğum yerden hiçbir şey göremiyordum. Ayrıca, sulak alanda yetiştiğini düşündüğüm veliahtların görüş açımı kocaman gövdeleri ile kapatmış olmaları sebebiyle görme ihtimalim sıfıra düşmüştü. Normal şartlarda yerimden kalkıp düşen kişiye ne olduğuna bakmak için yanlarına gidebilirdim. Bunu yapmayacaktım. Hazar Orhon benim tarafımdan merak edilmeyi zerre hak etmiyordu. Buradan kalkmayı ya da sağlık durumunu sormayı bütün içtenliğimle reddediyordum. Veliahtların kendi arkadaşıydı o. Onunla ben değil kardeşleri ilgilensindi. Neticede, ben bundan 3 hafta önce canımla cebelleşirken, o benim gözlerimi kapattığım tarihte sevdiği kıza daha doğrusu beni o hâle getiren sevdiği kıza kimse tarafından zarar gelmesin diye onu kaçırmakla meşguldü. Bu çocuk çöllere düşse ona bir damla su vermezdim. Sarışın sevdiği versindi. Bana neydi ondan?

 

 

 

 

 

 

"Mert, tut şu kolundan koltuğa taşıyalım."

 

 

 

 

 

 

Evren Korkmaz, sevgili damadının daha fazla yerlerde sürünüyor oluşuna dayanamamıştı anlaşılan.

 

 

 

 

 

 

"Tamam."

 

 

 

 

 

 

Mert'in onay vermesiyle iki adam 1.85 boyundaki Hazar'ı hiçbir zorlanma belirtisi göstermeden koltuğa taşımayı başarmışlardı. Oturduğum yerin tam karşısındaydı koltuk. Evren'in önümden çekilmesiyle Hazar'ın baygın yüzü gözlerim önüne serilmişti. Bakışlarım anında çenesine kaymıştı.

 

 

 

 

 

 

"Lan, adam kriz geçiriyor, ayırsanıza dişlerini birbirinden, kıracak yoksa."

 

 

 

 

 

 

Çok değil iki dakika önce Hazar Orhon, çölde susuz kalsa bir yudum su vermem diyen ben ne diye adamın dişlerinin derdine düşmüştüm bilinmezdi ama benim yönlendirmemle sevgili kardeşleri öne atılıp sıkı sıkıya kenetlediği dişlerini ayırmanın peşine düşmüştü.

 

 

 

 

 

 

"Lan, çenesini çeksene, Kansu."

 

 

 

 

 

 

"Çene çekilen bir şey de benim mi haberim yok kardeşim?"

 

 

 

 

 

 

Mert ve Kansu'nun atışmalarını izlemek gerçekten çok eğlenceliydi. Söz konusu olan Kansu kesinlikle kanser sebebiydi. Onun kan ter içinde kalmış halini gördüğümde aklıma, beni bugün ne denli çok sinir ettiği gelmişti. Zaman intikam zamanıydı. Erdem ve Evren, Hazar'ın kol ve bacaklarını sıkı sıkıya tutup hareket etmesini engellemeye çalışırken, Kansu ve Mert dişlerini ayırma peşindeydi. Baş veliahta gelirsek, benim yaptığımı yapmakla meşguldü. Sadece izliyordu.

 

 

 

 

 

 

Koskoca dört adam baygın bir adamla baş edemiyordu. İzlemesi gerçekten eğlenceli oluyordu.

 

 

 

 

 

 

"Adamın dişlerini birbirinden ayırsanız ne olacak? Beş dakika sonra bırakırsanız yine aynı görüntüyle karşılaşırsınız. Yapmanız gereken şey oldukça basit. Fakat siz ahmaklar bunu düşünemeyecek kadar beceriksizsiniz."

 

 

 

 

 

 

Onlarla alay etmeyi, onları aşağılamayı Hera'da olsam Türkeş'de olsam çok seviyordum.

 

 

 

 

 

 

"Çirkin cadı!!! Ordan konuşması kolay değil mi? Gel bir de sen uğraş. Adam da hayvan gücü var."

 

 

 

 

 

 

Erdem daha fazla konuşmasına devam edememişti. Hayvan diye hakaret ettiği arkadaşı, baygın olduğu yerden, ayağını onun elinden kurtardığı gibi suratına geçirmişti.

 

 

 

 

 

 

"Senin yolunu yordamını sikeyim Hazar." Bu çocukların aralarında ki o kardeşlik bağı yok muydu? Ah ah, imrenmemek elde değildi. Bu duygusal atmosferden etkilenmeyecek insan yoktu.

 

 

 

 

 

 

"Lan pezevenk gel geri tut şunu. Adamın bir kolu bir bacağı serbest kaldı. Sikecek hepimizi şimdi."

 

 

 

 

 

 

Evren'in tatlı uyarısı üzerine artık Mert'in görevini üzerime alınma vakti gelmişti. Elimde tuttuğum telefonun kayıt tuşuna basarak önümde bulunan kardeşliğin en güzel, en saf hâli olan bu beyleri kayıt altına almıştım. Çektiğim videoyu kendi ekibime gösterip, böyle mal olmadıkları için her birini alnından öpecektim.

 

 

 

 

 

 

"Amına koyduğum burnumu kırdı lan." Kameradan gördüğüm kadarıyla Erdem'in burnu gerçekten kırılmıştı. Kan oluk oluk akıyordu. Bu iyi haberdi. Çekilmeye değer görüntüler elde ediyordum. Baktıkça içim rahatlardı artık. Erdem Eraslan ağzı burnu dağılmış olsa da yine deli fişek Hazar'ı zapt etmek için işinin başına dönmüştü. Hazar gerçekten baygın olduğu için mi? Kriz geçirdiği için mi? Yoksa gerçek hayatta da bu kadar güçlü olduğu için mi? Bilmesem de dört veliahtın canını okumuştu.

 

 

 

 

 

 

"Bakın ben sakin bir adamım ama şu ibine biraz daha adamın çenesini açmayı beceremezse, asıl sinir krizi neymiş göreceksiniz hepiniz."

 

 

 

 

 

 

Kansu gerçekten uğraşıyordu o çeneyi açmak için, fakat Kansu beceriksiz biriydi. Mert'in bu gerçeği bilmeyişine şaşırmıştım.

 

 

 

 

 

 

"Benimle uğraşma kardeşim. Zaten canım burnumdan aşkın."

 

 

 

 

 

 

"Burun deme lan şerefsiz." Hepimizin bakışları ani tepkisi yüzünden Erdem'e kaydığında tepkisinin nedenini anlamıştık. Birilerinin travması tetiklenmişti anlaşılan.

 

 

 

 

 

 

Bu kadar eğlence yeterdi. Artık daha büyük eğlenceye geçiş yapmak lazımdı.

 

 

 

 

 

 

"Mert, şu beceriksizin ellerini çek çocuğun suratından. Eminim senin için dişlerini birbirinden ayırmak çocuk oyuncağı olurdu."

 

 

 

 

 

 

Biraz gaz versek iyi olurdu. Mal adamların bu şekilde çalıştığını bilecek kadar iyi tanıyordum onları.

 

 

 

 

 

 

"Güzelim doğru söylüyor. Çekil lan beceriksiz."

 

 

 

 

 

 

Kansu'nun bakışları beni bulduğunda bütün içtenliğiyle bana bakmıştı. Bakışlarında saf nefret vardı. Bilmukabele canım bilmukabele.

 

 

 

 

 

 

"Senin de senin güzelinin de-"

 

 

 

 

 

 

"Kes lan!"

 

 

 

 

 

 

Arem Barkın Soykamer'in, kardeşlerinin ter götünden attığı zamanlarda susup lafın ucunun bana dokunduğu zamanlarda konuşması çok romantikti. İşim bittikten sonra şuralara bir yere kusardım artık.

 

 

 

 

 

 

Kansu susup daha doğrusu susturulup elini Hazar'dan çekince devreye Mert girmişti. Mert tahmin ettiğim gibi Hazar'ın az daha açılmasa kıracağı dişlerini birbirinden ayırmayı başarmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Ee ben bu ağzı ne zamana kadar tutacağım lan böyle?"

 

 

 

 

 

 

Beklenilen soru gelmişti işte. Bundan sonrası kolaydı. Benim açımdan tabii.

 

 

 

 

 

 

"Cevap basit Mert." Mert, Hazar ile uğraştığı için benimle pek ilgilenemiyordu. Bu duruma alışabilirdim sanırım.

 

 

 

 

 

 

"Erdem, Evren ve sen meşgulsünüz. Geriye bir Kansu kaldı." Sinsi bakışlarım Kansu'yu bulduğunda göz göze geldiğimiz an girenin de çıkanın da ona olduğunu anlamıştı.

 

 

 

 

 

 

"Ne alakası var Arem'de boşta."

 

 

 

 

 

 

Ani gelen artistliği, arkamda duran Arem ile göz göze gelince bitmişti. Şayet aynı Kansu sözlerine şöyle devam etmişti:

 

 

 

 

 

 

"Tamam, sadece ben varmışım."

 

 

 

 

 

 

Aslan narsistim benim be! Düşmana güven, dosta korku salıyordu resmen.

 

 

 

 

 

 

"Gönder Allah'ın cezası gönder. Ne sokacaksın bana?"

 

 

 

 

 

 

"Ben bir şey sokmayacağım. Sen sokacaksın."

 

 

 

 

 

 

Şaşkın şakın bana bakmaya başlamıştı hepsi.

 

 

 

 

 

 

"Bu çok medeni sohbetinizi bölmeyi hiç istemezdim ama zahmet olmazsa konuya girin artık. Bir kol ve bir bacak, sahibi az daha zorlarsa bana girecek gibi görünüyor çünkü."

 

 

 

 

 

 

Evren'in işkence çekişini görmek çok hoşuma gitse de Kansu'nun can çekiştiğini görmek çok daha hoşuma giderdi.

 

 

 

 

 

 

"Ben kime neyi sokacağım? Allah'ın cezası."

 

 

 

 

 

 

Kansu'ya bakıp yine sırıtmıştım.

 

 

 

 

 

 

"Hazar'ın ağzına! Elini."

 

 

 

 

 

 

Önce bana, sonra ellerine, en son Mert'in birleşmesin diye ruhunu verdiği Hazar'ın ağzına bakınca ellerini bizden korumak ister gibi hızla arkasına saklamıştı.

 

 

 

 

 

 

"Hadi lan oradan. Yetişkin bir pitbull 235 psi gücünde ısırma kuvveti uyguluyorsa eğer, yetişkin bir Hazar bu elin belasını siker. Sikip sikip çoğaltır hatta."

 

 

 

 

 

 

Gülmemek çok zordu. Kansu'nun korkudan renk değiştirdiğini gördüğüm halde gülmemek çok zordu. O gördüğüm en narsist insandı. Canı her şeyden tatlıydı.

 

 

 

 

 

 

"Hazar uyanıp tanrıça'nın çektiği şu videoyu izlediğinde göreceğim seni. Hele onu pitbull'a benzettiğin kısmı görürse vereceği tepkiyi tahmin edebiliyorsun değil mi ?"

 

 

 

 

 

 

Arem yapmaya çalıştığım şeyi hemen anlamıştı. Desteğini benden çekmiyordu. Bir kez ddaha yanımda olmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Siz çok pis bir ikili olmuşsunuz."

 

 

 

 

 

 

Kansu hâlâ daha söylenirken Mert'in dayanacak gücü kalmamıştı. Keza bütün gücüyle bağırması bu yüzdendi.

 

 

 

 

 

 

"Lan sok şuraya elini artık. Yoksa ben sokacağım sana."

 

 

 

 

 

 

Mert, normalde ekip içerisinde en sakin olan kişiydi, bunu bütün ekibi uzaktan izleyen her insan söyleyebilirdi. Fakat Hazar'dan dolayı fazlasıyla zorlanıyor olmalıydı. Konuşmanın bir an önce bitmesini, oldukça edepli şekilde istemesi, bundan kaynaklanıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Lan, illa elim olmak zorunda mı? Başka bir şey sokalım?"

 

 

 

 

 

 

Şu aramızda geçen diyaloğu konuşmadan habersiz biri dinlese nasıl tepki verirdi çok merak ediyordum. Doğrusu, ortamı yanlış anlayacağından adım kadar emindim.

 

 

 

 

 

 

"Olmaz, yumuşak bir şey olması lazım. Çocuk dişlerini var gücüyle sıkıyor. Eğer sert bir şey araya koyarsak, o zaman yine dişleri kırılır." Hazar'ı düşündüğümden değil, Kansu'nun can çekiştiğini görmeyi bütün kalbimle istediğimden dolayı uğraşıyordum.

 

 

 

 

 

 

"Ulan Allah'ın cezası, onun dişi kırılmasın diye ben niye elimi feda ediyorum."

 

 

 

 

 

 

Ona yine hak ettiği gibi sinsice bakarak sırıtmıştım. Her sırıtışımın altında, ona girecek bir şeylerin yattığını artık çok iyi biliyordu. Bir kez daha korkuyla yutkunması bu yüzden olmalıydı.

 

 

 

 

 

 

"Çünkü Kansu... Çünkü gerizekalı... Çünkü beceriksiz... Siz, siz kardeşsiniz."

 

 

 

 

 

 

Ağzını çocuk gibi ağlamak için açtığında onun mızmızlanışını duymamak için lafını hızla kesmiştim.

 

 

 

 

 

 

"Hadi narsist veliaht hadi. Pamuk gibi eller ağızlara."

 

 

 

 

 

 

Arem ona sertçe bakmasa muhtemelen yedi sülaleme kadar en yaratıcı küfürlerini sayardı. Baş veliahttan ötürü bütün küfürlerini ağzının içinde homurdanarak yapmaktan başka şansı kalmıyordu. Bana tip tip bakıp, istemeye istemeye Hazar'ın ağzına doğru elini kapsın diye uzatmıştı. Mert'in, Hazar'ı rahat bırakıp geri çekilmesiyle tekrar çenesini birbirine kitleyecek olan adam bu kez dişlerinin önündeki eli bütün gücüyle kopartmak istercesine dişlemişti. O an Kansu dışında hepimiz ağzımızdan küçük çaplı küfür çıkmasını engelleyememiştik. Şayet Kansu bütün gücüyle öylesine bağırmıştı ki hepimiz kulaklarımızın aldığı hasardan dolayı küfür etmeden duramamıştık.

 

 

 

 

 

 

"Senin ses tellerini sikeyim."

 

 

 

 

 

 

Evren, Kansu'nun hemen yanındaki kişi olarak en büyük hasarı alan kişi olmuştu. Elleri kulaklarında aldığı hasarı yarıya indirmek ister gibi duruyordu. Verdiği tepkide haklı olduğunu düşünüyordum. Çünkü hayatımda daha önce hiç bu desibelde bağıran birini duymamıştım. Kansu'nun acıdan gözleri dolmuştu. Hazar fena dişliyordu. Bu kez Kansu acıdan dişlerini sıkar olmuştu. Eğer Hazar dişlerinden olmasın diye Kansu dişlerinden olursa, hepimizin elinden çekecekleri vardı.

 

 

 

 

 

 

"Ulan asıl ben sizin kardeşliğinizi..."

 

 

 

 

 

 

"Öf yeter be! Küfür, küfür, küfür... Şiştim artık. Sende bağırma lan." İsyan etmesine bile izin vermiyordum.

 

 

 

 

 

 

"Ulan elimi parçaladı adam. Gel yer değiştirelim istersen Allah'ın cezası. Sen bağırmasın eminim."

 

 

 

 

 

 

Benim Mert için kullandığım gaz taktiğini benim üzerimde kullanıyordu aklınca. Yerler mi? Asla. Kansu'nun canının fazlasıyla yandığının farkındaydım. Bu kadar acının onun için yeterli ölçüde ders olduğunu düşünüyordum. Artık Hazar'ı durdursam iyi olacaktı. Aksi türlü Kansu'nun eli kopmak üzereydi.

 

 

 

 

 

 

Kaydı durdurduktan sonra yavaş adımlarla yerimden kalktığım gibi Hazar'ın olduğu yere doğru gitmiştim. Elimde toplantı masasının üzerinde duran su şişelerinden biri vardı. Tam olarak yanlarına vardığımda şişeyi açmış, bütün suyu Hazar'ın kafasından aşağı boca etmiştim. Suyun kaldırma kuvveti esastı. Aniden buz gibi su yüzüne çarpınca insanda ne baygınlık kalırdı ne de kriz. Tıpkı şu an Hazar'a olduğu gibi.

 

 

 

 

 

 

Aslında yapmaları gereken bu kadar basit olduğu halde veliahtların herkesin yapabildiği şeyleri yapamama, kimsenin yapamadığı şeyleri yapma gibi sıra dışı özellikleri vardı. Artık buna ek olarak herkesin düşünebildiğini düşünememe, kimsenin düşünemediğini de düşünme gibi yeni özellikleri olduğunu da öğrenmiş olmuştum.

 

 

 

 

 

 

"Ne oluyor lan?"

 

 

 

 

 

 

"Elinin körü oluyor," diye sertçe konuşmuştu Erdem. Tam o esnada Kansu, bir köşede bir eliyle diğer elini okşarken konuşmuştu hızlıca:

 

 

 

 

 

 

"El deme lan!"

 

 

 

 

 

Bugün de travması tetiklenen tetikleneneydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

...Bir saat sonra...

 

 

 

 

 

 

"Nerde kaldı bunlar?"

 

 

 

 

 

 

Bu çocuğu hiç ayıltmasak daha iyi olurdu aslında. Sabahtan beri susmamıştı. Papağan gibi aynı soruyu sorup duruyordu.

 

 

 

 

 

 

"Gelsinler gelsinler. Hatta sen en iyisi mi bir tur da kardeşlerimi döv değil mi Hazar?"

 

 

 

 

 

 

Kansu eli sargı içinde olsa da susmamaya yemin etmiş gibiydi. Hazar ağzını her açtığında intikam almak ister gibi ona laf sokmadan duramıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Lan tamam anladık elin acıyor. Kuduz köpek gibi saldırma artık."

 

 

 

 

 

 

Kansu'nun ağzının içinde küfür savurduğunu duymuştum.

 

 

 

 

 

 

"Laflara bak laflara. Dinime küfreden müslüman olsa içim yanmaz."

 

 

 

 

 

 

Asıl kuduz köpeğin Hazar olduğunu ispatlamak için sargılı elini çocuğun gözüne gözüne sokuyordu.

 

 

 

 

 

 

"Bak zaten canım burnumdan geliyor. Çek lan şu elini."

 

 

 

 

 

 

"Hay o deyimi bulanı... Bir daha burun derseniz yakarım lan sizi."

 

 

 

 

 

 

Erdem, Kansu kadar nazlı değildi. Tabii burun demedikleri sürece.

 

 

 

 

 

 

Hazar, bir kez daha ağzını açıp konuşmak üzereydi ki kapı açılmıştı. Toplantı masasında, birbirimizin suratını izlemekten başka bir şey yapamayan bizlerse yönümüzü hızla kapıya doğru çevirmiştik. Gelenler ikizlerden başkası değildi. Zavallıcıklar, sabahtan bu yana o sarı şekeri bulacağız diye masa başında ter akıtıyorlardı. Muhtemelen ekipleriyle beraber bakmadıkları kamera kayıtları kalmamıştı. Sonunda bir şey bulmuş olmalılar ki böyle alel acele içeri girmişlerdi. Doğu önden gelirken, Batı elindeki bilgisayarı ile beraber içeri girmişti. İkisinin odaya girmesiyle ben, şu kızı bir an önce bulalım da şu lanet gün bitsin dualarını etmeye başlamıştım.

 

 

 

 

 

 

"Buldunuz mu?"

 

 

 

 

 

 

Doğu ve Batı, Hazar'a yutkunarak bakıyordu. Bulamamışlardı. Çok üzüdüm şu an. O kadar çok üzüldüm ki gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

 

 

 

 

 

 

"Bulmadınız mı lan?"

 

 

 

 

 

 

Bu kez yüksek çıkan sesin sahibi Evren'di. İkizleri bu şekilde korkutmaya devam ederlerse beni sinirlendirmeyi başaracaklardı.

 

 

 

 

 

 

"Yemin ediyorum gideceğim en son."

 

 

 

 

 

 

Demişti Batı, bıkmış olduğu her halinden belli sesiyle. Kansu elinden aldığı bakışlarını kardeşine çevirmişti.

 

 

 

 

 

 

"Nereye lan?"

 

 

 

 

 

 

"Ege'ye gideceğim. Sahil kenarına yerleşir balık falan tutarım. Sizin kaçırılanlarınızı tutmaktan daha eğlenceli olacağına eminim."

 

 

 

 

 

 

Batı çok fena laf sokmuştu. Giren veliahtlara olduğu için kendimi tutamayıp uzun zaman sonra ilk kez onların yanında gülmüştüm.

 

 

 

 

 

 

"Hanımefendinin keyfi yerinde tabii. Birimizin ağzıyla burnu yer değiştirdi, birimiz sakat kaldı, bu yanımda ki sinir krizi geçire geçire bize de geçirmeye başladı, benim kardeşim kayıp... Hayat ona güzel. Baksanıza uzun zaman sonra ilk kez gülüyor."

 

 

 

 

 

 

Evren olacak korkusuz Korkak herif, bana bulaşıp, keyfimin içine etmese; hayat benim için en azından bugün gerçekten de fazlasıyla güzel olabilirdi.

 

 

 

 

 

 

"Çok güzel gülüyor."

 

 

 

 

 

 

Evren'e cevap vermek için ağzımı açtığım sırada, Arem konudan alakasız şekilde atlamıştı olayın içine. Ona baktığım zaman bana hayran hayran baktığını görmüştüm. Bu hareketi sadece göz devirmeme neden olmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Atacağım kendimi artık. Lan benim sevdiğim kadın yok lan! Şu konu haricinde her siki konuşuyoruz masada."

 

 

 

 

 

 

Bi'de bayıl istersen Hazar. Hoş bir saat önce onu da yapmıştı zaten. Keşke o zaman şey deseydim. 'Hazar kalk bir gören olacak.' Tüh ya şimdi bunun pişmanlığını yaşar dururdum.

 

 

 

 

 

 

"Oğlum bir susmadınız ki çocuklar konuşsun. Belli, bir şey bulmuş adamlar."

 

 

 

 

 

 

Mert'e katılıyordum. Yoksa yönler iki kızgın boğanın yanına bir şey bulmadan gelirlers,e onları çiğ çiğ yiyeceklerini bildiği halde buraya gelmezlerdi.

 

 

 

 

 

 

"İyi haber şu ki, Lara'nın yerini bulduk."

 

 

 

 

 

 

Hazar ve Evren'in âniden ayaklanmasıyla burun kemerimi sıkıp başımı iki yana doğru sallamıştım. Kötü haberi duyduklarında yerlerine çakılmalarını temenni ediyordum.

 

 

 

 

 

 

"Kötü haber ne lan?"

 

 

 

 

 

 

Aynı anda konuşan Hazar ve Evren daha ne kadar batabilirdi gözümde.

 

 

 

 

 

 

"Lara'yı kaçıranlar şeyler..."

 

 

 

 

 

 

Batı sertçe yutkunmuştu. Geliyordu gelmekte olan. İşte şimdi ben bile heyecan yapmıştım.

 

 

 

 

 

 

"Kim lan kim?"

 

 

 

 

 

 

Hazar kadar değildi tabii heyecanım. Bu karmaşa beni çok susatmıştı. Önümde duran su şişelerinden birini elime alıp kapağını açmıştım. Bir şişe suyu kafama diktiğim sırada, konuşan Batı yerine Doğu olmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Bölge liderleri vardı ya hani, Güney Kore'de. Hera'nın öldürdüğü on adam. Ha işte o adamların aileleri bir araya gelmiş, arkalarına yığınla üyelerini alarak Lara'yı intikam için kaçırmışlar. Haber gönderdiler az önce video'yla."

 

 

 

 

 

 

İçtiğim suyun burnundan geldiği o anın içine girmiştik. Doğu konuştukça beni gülme tufanı etkisi altına alıyordu. En son daha fazla dayanamamış olacağım ki bütün gücümle kahkaha atmıştım. O kadar çok gülüyordum ki bir yerden sonra gülmekten bayılacak seviyeye gelmiştim. Bütün veliahtların bana baktığını biliyordum. Bu beni durdurmak yerine daha çok güldürüyordu. İlk kez şans benden yana olmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Şimdi ben beni bıçaklayan kızı, intikam için kılımı kıpırdatmadığım halde benden dolayı kaynaklanan bir mevzudan ötürü ölümle burun buruna mı getirdim? Yani Hazar'cığım kusura bakma! Evren sen bakıyorsan bak umurumda değil! Ben buna gülerim lan."

 

 

 

 

 

 

Deyip bir kez daha kahkahalarla gülmüştüm. O kadar çok gülüyordum ki en son gözümden yaş gelmişti. Evren ve Hazar beni boğmak, öldürmek hatta parçalamak istiyordu, bunu bakışlarından anlayabiliyordum. Fakat ses çıkartamıyorlardı. Çünkü o kızın beni öyle ya da böyle ölümle burun buruna getirdiğini ikisi gayet iyi biliyordu. Normal şartlarda o kızdan intikam almaya, özellikle de bir veliaht olarak hakkım olmasına rağmen, ben bu hakkımdan feragat ettiğim için ses edemiyorlardı. Kılımı kıpırdatmadan kızdan intikam almış olmam beni tabii ki mutlu edecekti. Netice itibarıyla susmaktan başka çareleri kalmıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Bitti mi?"

 

 

 

 

 

 

Hazar'ın buz gibi çıkan sesinin, soru sorduğu kişi, benden başkası değildi.

 

 

 

 

 

 

"Bir dakika bakıyorum. Ha! Haha! Hahaha! Hahahahaha! Evet, evet bu kez bitti."

 

 

 

 

 

 

Karakterim dünyanın en gıcık karakteridir. İnsanların acılarının üzerine oynar, zaaflarının üzerine gider, en iyi günlerini onlara zehir ederken, en kötü günlerinde karşılarına geçip zil takıp oynardı. Ben böyle biriydim. Bu halimden son derece memnundum. Hazar'ın canı yanıyordu. Evren'in canı yanıyordu. Lara'yı zerre sevmesem bile onlar o kızı seviyorlardı. Şimdi bir yerlerde o kızın başı tehlikedeydi. Ölümle burun burunaydı. Belki de çoktan ölmüştü. Bu konuda üzülmesem bile en azından sessiz sakin köşemde oturuyor olabilirdim. Ne vardı ki bu bana tersdi. Benim kitabımda yumuşak olmak, iyi niyetli olmak gibi şeyler yoktu. Hiçbir zaman da olmayacaktı.

 

 

 

 

 

 

"Açın şu videoyu."

 

 

 

 

 

 

Batı hemen kucağında ki laptopu masanın üstüne koyarak birkaç tuşa basmıştı. O esnada görüntüsünü göremezsem de tuhaf aksanlı bir adam İngilizce konuşarak söze başladığı için olayı kavrayabilmiştim.

 

 

 

 

 

 

"Ben Luca Michael. Dördüncü Bölge olan Yahudi'ler Mafyasının yeni lideri. Yönetimi amcam Gavrial Michael'dan aldım. İnfaz ettiğiniz amcam Gavrial Michael'dan."

 

 

 

 

 

 

Birileri fazlasıyla öfkeliydi anlaşılan.

 

 

 

 

 

 

"Senin de, senin amcanın da, gelmişinizi de geçmişinizi de sikmez miyim lan ben?"

 

 

 

 

 

 

Yine de kimsenin siniri bir Hazar Orhon etmezdi. Adam sinirden yerlere kapaklanıyordu. Fakat bu kesinlikle mecaz değildi.

 

 

 

 

 

 

"Bölgelerin yeni liderleri adına ben konuşuyorum. Kimimizin babası, kimimizin amcası, kimimizin dedesi sizin yüzünüzden o gece öldü. Devir intikam devri."

 

 

 

 

 

 

Sonuna kadar katılıyorum sana Luca. Devir intikam devri. Hadi ben senin babanı öldürdüm sen de benden intikam almak için sık şu sarı şekerin kafasına. Kesinlikle hakkındır. Gıkım çıkarsa şerefsizin önde gideniyim.

 

 

 

 

 

 

"Ne diyor lan bu? Bir şey mi yaptılar kıza?"

 

 

 

 

 

 

Evren Bey ağzınızdan bal damlıyor bal.

 

 

 

 

 

 

"Bizim derdimiz ekranda görmüş olduğunuz kadınla değil. Yeni veliahtınızla."

 

 

 

 

 

 

Ne dedi? Ne dedi o? Biliyordum ben böyle olacağını. Tüm gün boyunca ben hariç herkese bir şey girmişti. Tabii ki en büyüğü en son da bana girecekti. Aksi türlü hiç olur muydu? Bu hayat benimle bu denli alay etmeyi seviyorken, hiç beni es geçip de hayatına devam edebilir miydi?

 

 

 

 

 

 

"Hera Türkeş..."

 

 

 

 

 

 

Buyrun benim.

 

 

 

 

 

 

"Onu bize verirseniz kızı değiş tokuş edebiliriz. Size üç gün mühlet. Üç gün içinde kararınızı verin. Eğer vermezseniz sarışın kadına elveda diyin."

 

 

 

 

 

 

Hazar ve Evren'in bakışları bana doğru dönmüştü. Video bitmişti. Onların bakışlarına bütün umursamazlığımla cevap vermiştim.

 

 

 

 

 

 

"Evet nedir?"

 

 

 

 

 

 

Hâlâ son derece rahattım. Benim kimseden korkum yoktu. Hiç kimse bana istemediğin bir şeyi yaptıramazdı. Hiç kimse beni bir başkasıyla değiş tokuş edemezdi. Ben eski Hera değildim. Ben Hera bile değildim. Ben artık Türkeş'tim. Attila Tuğrul Türkeş'in kızı Türkeş. Tim-4'ün lideri Türkeş. Veliahtların en yeni üyesi Türkeş. Türkeş'e istemediği şeyleri yaptırmak imkansızı başarmak gibiydi. Yani imkansızdı.

 

 

 

 

 

 

"Bu belayı başımıza sen açtın." Demişti Evren. Hafızası kıt falandı galiba. Şayet bu belayı başlarına ben açmamıştım.

 

 

 

 

 

 

"Senin vermiş olduğun hiçbir eğitim, onu veliaht yapmaya yetmez. İzzet Korkmaz, yani senin baban bu sözleri 01/05/2025'te katıldığım ilk Ulu Beyler toplantısında, benim ulum Arzem Soykamer'e söylemişti. Bahsettiği kişi benden başkası değildi Evren." Masada ileri doğru atılıp, ellerimi önümde birleştirmiştim. Buz mavisi gözlerini üzerime dikmişti.

 

 

 

 

 

 

"Bunu size kanıtlayabilirim. Dedi karşılık olarak Arzem Bey. Benim kendimi kanıtlamaya ihtiyacım yoktu ama olsun."

 

 

 

 

 

Tek tek konuşuyordum. Onlara, asıl gerçeği tane tane veriyordum.

 

 

 

 

 

 

"Kanıtla o haldeyse, dedi hiç vakit kaybetmeden Engin Eraslan. Yani senin peder demişti bunu da Erdem." Yaslandığım yerden Erdem'e bakıp göz kırpmıştım. Karşılık olarak göz devirmişti puşt.

 

 

 

 

 

 

"Türkeş'in kendisini kanıtladığını görmek istiyorsanız onun ve ekibinin veliahtlarla beraber gitmesine izin verin."

 

 

 

 

 

Derin nefes alıp vermiştim.

 

 

 

 

 

 

"Bu sözler yine benim Ulum'a aitti. Hadi ama Beyler, hepiniz oradaydınız. Size bilmediğiniz bir şeyi hatırlatmaya çalışmıyorum. Bana bu görevi Ulu'lar verdi. Sizin Ulu'larınız. Hem de sizin gözünüzün önünde. Ben görevimi eksiksiz tamamladım. Bunun için beni suçlayamazsınız."

 

 

 

 

 

 

Evren hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Haklı olduğumu çok iyi biliyordu. Yumruğunu sertçe masaya vurup Arem'e dönmüştü. "Şimdi ne yapacağız?"

 

 

 

 

 

 

Arem olan bitenle zerre ilgilenmiyordu. Evren ona soru yöneldiğinde o tüm gün yaptığı gibi beni izlemekle meşguldü. Bazen gün içerisinde beni o kadar çok izliyordu ki, bakışlarının yoğunluğu artık alıştığım durumlardan biri haline geliyordu. Evrenin konuşmasıyla benden aldığı bakışlarını ona çevirmişti.

 

 

 

 

 

 

"İlk önceliğimiz Hazar olacak. Kafasına eseni yaparsa sıkıntı çıkar. Öyle değil mi kardeşim?"

 

 

 

 

 

 

Hazar demişken bir kez daha ona bakmayı unuttuğumu fark etmiştim. Tam o ne âlemde diye ona bakacakken 'güm' diye bir ses gelmişti. Bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde bir kez daha eğlencenin başladığını görmüştüm. İşte şimdi o meşhur repliği kullanmanın tam zamanıydı.

 

 

 

 

 

 

"Hazar kalk bir gören olacak!"

 

 

 

 

 

 

"Lan! Lan yine mi lan?" Mert'in isyan dolu sesi tamamen Hazar'ın yine sinir krizi geçirdiği için bayılmasından kaynaklanıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Sikseler bu kez elimi feda etmem." Kansu ve onun tetiklenmekten bıkmayan travmaları.

 

 

 

 

 

 

"Hadi senin bir elin daha var kardeşim. Ya benim burnum ne olacak?" Herkesin travması kendine özeldi şimdi. Yapacak bir şeyimiz yoktu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

Loading...
0%