@mavimsu_
|
Bölüm Sözü.
Günahların en güzel tarafıyla sevdim seni. Günahların en güzel olanı, seni sevmekti. Yokluğunda yaktım aşk defterini. Sevmek bazen günah işlemek kadar güzeldi. H. G.
(🎭)
Gül kokuyorsun bir de
Amansız, acımasız kokuyorsun
Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun . Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun. Hırçın hırçın, pembe pembe
Öfkeli öfkeli gül. Gül kokuyorsun nefes nefese.
Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun.
Ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle.
Sen koktukça düşümde görüyorum onu
Düşümde, yani her yerde. Yüzü sararmış, titriyor dudakları. Şakakları ter içinde
Tam alnının altında masmavi iki ateş.
İki su. İki deniz bazen. Bazen iki damla yaz yağmuru. Mermerini emerek dağlarının. Şiirler söylüyor gene.
Ölümünden bu yana yazdığı şiirler.
Kızaraktan birtakım şiirlere
Büyük sular büyük gemileri sever çünkü.
Ve odur ki büyüklük. Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbet.
Ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
Yaşamanın her bir yerinde.
Gül Kokuyorsun / Edip Cansever
H∞L
07/07/2025
"Bunu nasıl yaparsınız? Sizi defalarca kez uyarmışken hem de."Oldukça sinirliydi. Onu böylesine öfkeli gördüğüm çok nadir anlar vardı. Bugün o anlardan biriydi. Öfkeli olmaya ise sonuna kadar hakkı vardı.
"Sakinleş artık, olan olu. Burada birbirimizi azarlamak yerine çözüm aramaya başlamamız gerekir." Veliahtların hepsi gözümde söz konusu bu konu olduğunda haksızdı. Mert'in haksız olduğunu bildiğim hâlde sözlerine hak veremeden edememiştim. Her ne olursa olsun doğru söylüyordu. Olan olmuştu artık. Bu saatten sonra çözüm bulmamız gerekiyordu . Her şey için çok geç olmadan çözüm bulmamız gerekiyordu.
"Ne çözümünden bahsediyorsun? Ortada çözüm mü kaldı? Ulu'lar öğrendikten sonra artık yapabileceğimiz bir şey kalmamış demektir. Bunu sen de çok iyi biliyorsun." Arem'i ve de geçmek bilmez öfkesini anlyabiliyordum. Endişeliydi. Çok fazla endişeliydi. Bütün sorumluluk ona aitti. Eğer işin sonunda kötü şeyler yaşanırsa muhtemelen hayatını sonuna kadar kendini suçlardı.
"Ulu'ların bunu öğrenmemesi gerektiğini Evren'e defalarca kez söyledim. Beni dinlemedi. Bugün sen bu kadar sinirliysen sebebi kendi damadındır. Öfkeni bizden çıkarmak yerine ona yönlendirmeye ne dersin?" Erdem uzun zaman sonra ilk kez konuşmuştu. Onun hedef olarak gösterdiği Evren, burada değil gibiydi. Bakışları yerdeydi. Sadece zemini izliyordu. Buradaki herkes Evren'e çok sinirliydi. Arem'in kendilerini toplu bir şekilde azarlamak yerine sadece Evren'i azarlaması gerektiğini düşünüyorlardı.
"Bana birbirinizi ispiyonlayıp durmayın. Hadi onun Ulu'lara haber vermesi yanlıştı. Peki ya siz? Erdem! Mert! Kansu! Siz üçünüzü Hazar'dan sorumlu kılmadın mı lan ben?"
Hazar Orhon... İşte bütün bu kargaşanın oluşma sebebi ondan başkası değildi. Yapmaması gereken şeyler yapmıştı Hazar. Dinlememişti. Planlar yapmıştı. Belki de kendi kafasında ya da hiçbir şey düşünmeden sadece duygusal davrandığı için harekete geçmişti. Öyle ya da böyle o gurursuz veliaht, kendisini ölümün kucağına bile isteye atmıştı. Bunu fark ettiğimizde çok geçti. Daha onu kurtarmak adına herhangi bir hamle yapamadan Evren, elimizi kolumuzu bağlamıştı. Ulu'ların bazen bazı şeyleri bilmemesi gerekiyordu. Ulu'lar veliahtlara her şeyi anlatmak zorundaydı. Ulu'lar veliahtlardan hiçbir şey gizleyemezdi. Her Ulu kendi veliahtına her olayı en ince ayrıntısına kadar anlatır, onu bilgilendirirdi. Veliahtlar onların eli ayağıydı. Fakat aynı şey veliahtlar için geçerli değildi. Bazı zamanlarda veliahtlar ulu'lardan bir takım şeyler gizleyebiliyordu. Bunlara hakkı vardı. Evren Korkmaz bu hakkı elimizden almıştı. Ulu'lar olaya dahil olduktan sonra veliahtların onlardan gizli herhangi iş yapması artık mümkün olmuyordu.
Yine de diğerlerinin aksine ben Evren'e kızmıyordum. Birincisi ölümle burun buruna gelen kız kardeş benim kız kardeşim değildi. İkincisi o kız kardeşi kurtarmak için kendisini bile isteye savaşın içine atan kişi benim sadece aynı ekipte olduğum kişiydi. Evren'in ise kardeşim dediği kişiydi. Bu kadar şey ona ağır gelmiş olmalıydı. Lara kaçırıldı, onu bulamadık. Öldü mü, kaldı mı, bilmiyoruz. Elimiz kolumuz bağlıydı. Bunun farkında olan Hazar, işin içine atladığında bizi artık çok daha zorlu bir görev bekliyor olacaktı. Evren bunu göze alamamıştı. Söz konusu sevdikleri olduğunda muhtemelen kendi kardeşleri olan veliahtlara bile güvenemeyecek kadar gözü dönüyordu onun.
Doğu ve Batı her yerde Lara'yı arıyordu. Nasıl olduğunu anlamadığımız şekilde bölge liderleri kendilerini saklamayı çok iyi beceriyorlardı. Bu teknik olarak mümkün değildi. Dünya üzerinde veliahtlardan gizlenebilmek için onlarla boy ölçüşebilecek kadar güçlü olmak gerekiyordu. Bölge liderleri güçlüydü lakin veliahtlarla boy ölçüşemezdi. Arem ve ben de bu konuyu konuşurken bölge liderlerinin arkasında farklı bir güç olduğunu söylemiştik. İkimizin de aynı şeyi düşündüğü aşikardı. Şimdilik o kişinin kim olduğu bilmiyorduk. Bizim de şimdilik ilgilendiğimiz konu bu değildi zaten. Kurtarmamız gereken insanlar. Lara umrumda olmasa da Hazar gibi güçlü bir veliahtın ölmesini istemiyordum. Neticede öyle ya da böyle biz bir ekiptik.
Ne hepimiz birimiz içindi ne de birimiz hepimiz içindi. Sadece ve sadece birinin yokluğu, diğerlerini çıldırmış olması demekti. Biz de işler böyle dönüyordu. Bunun olmasını kesinlikle istemiyordum.
Erdem, Kansu, Mert üçlüsü bu süreçte Arem tarafından bir delilik yapmaması için Hazar'a göz kulak olmaları adına görevlendirilmişti. Hazar Orhon gözü döndüğünde bu denli zapt edilmesi zor bir adam oluyordu. Şayet 3 tane eğitimli veliahtı tek başına atlatmayı rahatlıkla başarmıştı. Bu konuda kendisinin fazlasıyla zeki olduğunu söyleyebilirdim. Arem ile rakip olmalarının sebeplerinden biri de zekaydı. Hazar Orhon zeki adamdı. Tabii eğer işin içine duygularını katmamışsa. 3 veliahtı atlatıp kendisini ateşin içine atması onun zeki olduğu düşüncelerimin önüne geçiyordu.
Arem, veliahtlara çok kızgındı. Ona göre biri öz kardeşinin bulunması için diğer kardeşini yani Hazar'ı riske atmıştı. Diğerleri ise kardeşim dedikleri adamın nedenli gözü kara olduğunu bildikleri halde dikkatli olmadıkları için kendisini ateşe atmasına mani olamamışlardı.
"Bakın o manyağın üzerine gözlerimi dikmiştim. Bir yere gittiğinde peşinden gittim. Sonunda delirip kavga çıkaracağını bile bile yaptım." Kansu sonunda isyan bayrağını çekmişti. "Uyuyacağım eve gidiyorum dedi. Yine peşinden gittim. Nasıl oldu bilmiyorum. Sabah kontrol etmek için gittiğimde yoktu lan adam. Kamera kayıtları açılmıyor. Takip de edemiyoruz." Arem, Kansu'ya bakıp kafasını bıkmış gibi iki yanına doğru sallamıştı.
Bazen onun adına üzülüyordum. Sonra geçiyordu.
"Kendi evi Kansu. Hazar o evi ne tür dizayn etmiştir hiç düşündün mü? Ben söyleyeyim!" Arem öylesine kafayı yemek üzereydi ki hem sinirli olup hem de sakin olabiliyordu. Şu an sakindi. Beş dakika öncesine göre çok sakindi. Hatta dalga geçer gibi hâli vardı.
"Sayısız gizli tünel, sığınaklar, kimsenin bilmediği çıkış yolları...Daha sayayım mı Kansu? Sence kendi evinden siktir olup gitmesi ne kadar sürer?" Eh doğruya doğru demişti şimdi. Hazar'a muhtemelen bu yüzden ulaşamıyorduk. Muhtemelen bu yüzden kendi evinde uyumak istemişti. Aksi türlü Arem'in başına diktiği veliahtlardan kurtulamazdı.
"Bunu düşünemediğimi sanıyorsan yanılıyorsun kardeşim. Unuttuysan hatırlatayım, ben Kansu Özkurt. Sizinle aynı eğitimlerden geçen ve sizin ciğerinizi bilen o adam." Kansu'da öfkesini bir kenara atıp sakin sakin konuşacak halde değildi. "Doğu'dan evin bütün iç haritasını istedim. Tüm gizli geçitlere, çıkış yollarına adamlar ve kameralar koydurdum. Hazar nasıl yaptıysa o yolları kullanmadan çıkıp gitmiş evden." Kansu hızlı hızlı konuşmuştu. Onun, bunu düşünemediğini sanmak kendisini öfkelendirmeye yetmişti.
"Bu mümkün değil. Hazar o tünellerden birini kullanmadan o evden çıkamaz." Arem bugün yine ve yeniden haklıydı. Bir kez daha ona hak vermiştim. Evin içinde Kansu'nun adamları varsa dışında Arem'in adamları vardı. Normal çıkışları denese muhakkak yakalanırdı.
"Bu durumda Hazar'ın sizden bile gizlediği bir tünel daha var olmuş olmalı." Herkesin gözü benim üzerime dönmüştü. Konu beni ilgilendirmiyordu. Bu onların meselesi olduğu için mümkün mertebe sessiz kalmaya çalışıyordum. Sadece ara sıra fikrimi beyan ediyordum. Bu durumsa veliaht olmamdan kaynaklanıyordu.
"Hazar bizden bir şey gizlemez." Demişti Mert. Onu kafamla onaylayıp devam etmiştim.
"Ama aynı Hazar hayatı boyunca daima hazırlıklı olmuştur. Yüksek ihtimalle bir gün sizden bile kaçması gerektiğini bilerek kimsenin bilmediği bir tünel açmıştır eve." Yüzlerinden anladığım kadarıyla bana hak vermişlerdi. Hepsinin aydınlanması güzel olmuştu.
"Muhtemelen geçiti kendi odasına ekletmiştir." Arem bana hak verip kendi fikrini konuya dahil ettiğinde ben de onun fikrini onaylamıştım.
"Bir insan hem her şeyi önceden bilecek kadar zeki hem de hiçbir önlem almadan ateşe atlayacak kadar gerizekalı olamaz." Erdem, Hazar'a bir şey olmasından gerçekten çok korkuyordu. Mert ve Arem birbirlerine ne kadar bağlıysa Erdem ve Hazar'da öyle bağlıydı birbirine.
"Benim yapacak başka bir şeyim yoktu. Ulu'lar bilmese olay büyüyecekti." Evren uzun zaman sonra ilk kez konuşmuştu. Kendini açıklama çabası boştu. Bunun için kimse onu haklı bulmayacaktı. Ulu'lar Dünya'yı yöneten adamlardı. Olayın onların dahil olmasıyla büyüyeceğini hepimiz çok iyi biliyorduk. Kaos kaçınılmazdı. Özellikle de bu kaos iki kişi arasında çığ gibi büyüyecekti. Kızı kaçırılmış olan İzzet Korkmaz ve de oğlu o kızı kurtarmak için kendini tehlikeye atmış olan Aytekin Orhon.
"Kes sesini Evren. Mümkünse Hazar bulunana kadar ağzını açma." Arem Barkın, damadı Evren'e fazlasıyla öfkeliydi. Sesini duymak bile çıldırmasına yetiyordu. Evren, Arem'e doğru dönüp ilk birkaç saniye sadece onu izlemişti. Yavaş yavaş yüzünün aldığı şekle bakılacak olursa Korkmaz sinirlenmeye başlamıştı.
"Benim kardeşim ne olacak peki? Hepinizin şu an merak ettiği tek kişi Hazar. Ben iki kişiyi merak ediyorum. Birinden biri gitse benim yine canım yanar. Ama sizin sadece biri gidince canınız yanar." Veliahtları birbirlerine düştü düşecek vaziyette bulmak beni hayrete sokuyordu. Dünyanın en dağılmaz ekibi idi onlar benim için. Bu ekip beni bile dağıtmıştı. Ama onlar dağılmazdı. En azından bugüne kadar bu şekilde düşünüyordum. Görünen köy kılavuz istemiyordu. Bugün o iki kişiden birine bir şey olursa ya birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenecek ya da birbirlerinden sonsuza kadar kopacaklardı.
"O ne biçim söz lan?" Mert tepkisini Arem'den önce koymuştu ortaya.
"Lara bizim de kız kardeşimiz. Kaç gündür hangimiz uyku uyudu? Hepimiz canla başla onu aramadık mı? İkizler değil ülkeyi bütün dünyayı tarıyor. Biz veliahtlar olarak her yerde kız kardeşimizi aradık. Hâlâ arıyoruz. Şu kız bile-" Mert sözlerine bir anda eliyle işaret edip beni gösterdiğinde konunun neden bana geldiğini anlamadığım için bakışlarımı her kavga ettiklerinde yaptığım gibi zemine bakmaktan ayırıp onlara doğru dönmüştüm.
"Kendi ekibine, kız kardeşinin onu bıçakladığını bildiği hâlde onu arattırıyor." Yakalanmış olmak çok güzeldi. Mert'in dediği doğruydu. Tim4 emrim üzerine şu an her yerde o kızı arıyordu. Veliahtlara böyle bir iyilik yapmak zorunda değildim. Ya da o kızı kurtarmak bana düşmezdi. Bunu bildiğim halde bunu yapmıştım. O kızı kaçıranlar kızı geri istiyorlarsa, beni onlara vermelerini söylemişlerdi. Kimse beni kimseye veremezdi. Yine de ben Evren ya da Hazar'dan bunu yapmak istedikleri adına talep görmeyi beklemiştim. İkisi de bunu yapmamıştı. Bu yüzden sadece yardımcı olmak istemiştim. Beni şaşırtmak zordu. O iki adam beni şaşırtmayı başardığı için ödülü hak ediyorlardı.
Evren, tam da Mert'e cevap vermek üzereydi ki hepimizin içeriden çıkacak haberi beklediğimiz büyük kapı açıldı. Ulu'lar, Veliahtlardan birinin ve Ulu'lardan birinin kızının kayıp olduğunu öğrenince kırmızı alarm vermişlerdi. Acil olarak toplantı yapmışlardı. Bizi toplantı salonuna almak yerine dışarda bekletme kararı almışlardı. Neredeyse iki saattir içeriden çıkacak kararı bekliyorduk.
Bütün Ulu'lar içeriden tek tek çıkmışlardı. Her biri bakışlarının hedefine bizi aldığında içlerinden ilk konuşan Aytekin Orhon olmuştu. "Veliaht dedik size biz? Elimiz kolumuz yaptık. Bütün olun parçalanmayın diye sizi birbirinize kardeş yaptık. Sizin kardeşiniz nerede, haberiniz yok? Benim veliahtım nerede, Arem? Baş veliahtlığı böyle mi yapıyorsun sen?" Fazlasıyla öfkeliydi. Bize, en çok da Arem'e nefretle bakıyordu. Hazar ve Arem her zaman iki rakipti. Tıpkı Aytekin Bey ve Arem'in dedesi Vural Soykamer'in rakip olduğu gibi. Aytekin Bey, Baş Ulu olup oğlunun da Baş Veliaht olmasını istiyordu. Bu yüzden Baş Ulu Vural Bey ve Baş Veliaht Arem'den nefret ediyordu. Yüksek ihtimalle onu suçlamak için eline geçen bu fırsatı sonuna kadar kullanacaktı.
"Baş veliaht olmam, koca koca adamlara bebek bakıcılığı yapmam için yeterli sebep değil." Bugün bu adama çok fazla hak verdiğimin farkındaydım. Yapacak bir şey yoktu. Bugün haklıydı. Zaten Arem konu bir ben olmadığım zaman haklıydı. Aytekin Orhon saygısızlığa gelen adam değildi. Onun hakkında kendi Ulu'um bana bir keresinde 'Hazar etrafına sürekli öfke kusuyorsa sebebi babasıdır.' Demişti.
Aytekin Orhon, çok kötü bir babaydı. Bu Dünya'nın görüp görebileceği en kötülerden biriydi. Hazar'ın hikâyesini en korkunç yüzüydü babası. Hazar'ın annesinin katiliydi o. Hazar bunun için kendini suçluyordu. Bunu görmek için onun gözlerine bakmak yeterliydi. Hazar Orhon yaşayan ölüydü. Hazar Orhon çocukken annesiyle ölmüştü. Babası, gözünün önünde annesini öldürmüştü. Arzem Bey anlatmıştı onun hikayesini.
Sırf annesine düşkün diye kendi karısını, oğlunun gözünün önünde öldürmüştü Aytekin Orhon. Ona göre zaaflar sadece kaybetmeye mahkum insanlara aitti. Onun oğlu zaafları olan biri olamazdı. Kimseyi sevemezdi. En iyisi, en güçlüsü olmak zorundaydı. Acımasız baba olma özelliği buradan geliyordu. Annesini seven bir çocuk, annesini seviyor diye annesinin ölümüne şahit olmuştu. Hazar o günden sonra bunun için sürekli kendini suçlayarak yaşamıştı. Acısını bir yerlerden çıkarmak istemişti. Çıkaramamıştı. Babası buna sürekli mani olmuştu. Kız kardeşini bile Hazar'a göstermiyordu. Sırf Hazar'ı kimsesiz haliyle en güçlü adam kılabilmek için kendi kızını doğduğu günden beri ailesinden uzakta, yurt dışında büyütmüştü. Hazar kız kardeşini ilk gördüğünde aradan yıllar geçmiş, o küçük bebek büyüyüp kocaman kız olmuştu.
Yapayalnızdı Hazar. Belki de veliahtlar arasında en yalnızlarından biriydi. Bu konuda onu Arem'e benzetiyordum. İki rakip, iki kardeş olsalar da yaşanmışlıklar olarak birbirlerine o kadar çok benziyorlardı ki ikisi de aile ne demek? bilmiyordu. Birinin ailesi onu terk etmişken diğerinin ailesi yok edilmişti. İkisini de eğiten adamlar sadece başarı odaklıydı. Bu yüzden onlara çocukluklarını muhtemelen zehir etmişlerdi. Bunun sonucunda ikisinde de farklı özellikler meydana gelmişti. Hazar içinde tuttuğu öfkesini artık büyüyüp çocuk Hazar'dan çıkmasının üzerine etrafındaki herkese yansıtır olmuştu. Öfkesini kusmadığı canlı yoktu. Artık kimse onu ve öfkesini yadırgayamazdı. Küçük yaşlarda içinde baskıladığı o öfke duygusu öylesine büyük hâl almıştı ki içinde artık bu duyguyu dışarı yansıtması hiçbir anlam ifade etmiyordu.
Arem ondan farklıydı. Sinirini de öfkesini de etrafındakilere hep en azıyla gösterirdi. Çünkü o bilirdi. Onun öfkesi bütün varlığıyla gün yüzüne çıkarsa ortaya çıkan öfkenin boyutu Hazar'ın hiç bitmeyen öfkesinden bile çok daha riskli olabilirdi. Veliahtlar onun çok nadir olarak ortaya çıkan bu tarafına 'Kamer' diyorlardı. Kamer'in namı vardı. Bu namı çok duymuştum lakin henüz onunla karşılaşmamıştım. Arem Barkın Soykamer'in Kamer tarafı nasıl olurdu, bilinmezdi. Bildiğim tek şey, Kamer geldiyse artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
"Terbiyesizliği kes, veliaht. Karşında kim olduğunu unutma!" Aytekin Orhon kelimenin tam anlamıyla burnundan soluyordu. Onun oğlunu merak etmediğine adım kadar emindim. O, oğlundan ziyade yıllarca eğitim verdiği veliahtının başına bir şey gelmesinden korkuyordu. Bütün emekleri boşa giderse ne yapardı?
"Ben karşımda kimin olduğunu unutmuyorum. Fakat siz karşınızda çocuk varmış gibi konuşuyorsunuz." Arem sakindi. Bakışları sakindi. Davranışları sakindi. Beden dili sakindi. Sözleri ise kesinlikle sakin falan değildi.
"Veliahtımı azarlamayı kes, Aytekin. Senin oğlun benim torunumun bütün önlemlerine rağmen kendini tehlikeye atıyorsa, bu sana burada benim torunumu azarlayabilme hakkını vermez." Veliahtlar yetmezmiş gibi şimdi de ulu'lar birbirine girmeye başlamıştı. Baş Ulu Vural Soykamer'in kendi torununu kimseye ezdirmeyeceği açıktı. Bunca olayın sebebi, veliahtlardan birinin başının dertte olmasından ötürüydü. Hazar'ın nerede olduğunu bilmesek de şu an yaşadığını biliyorduk. Sadece kayıp olan veliaht, bu kadar büyük kaoslara neden oluyorsa, ona bir şey olduğunda ya da herhangi bir veliahta herhangi bir zamanda herhangi bir şey olduğunda, ölüm veliahtlardan birini bulduğunda çıkacak olan kaos kıyamet niteliğinde olmalıydı.
Kendi ulum ne alemde diye ona bakmak istemiştim. Arzem Soykamer olayları izlerken tuhaf şekilde bundan keyif alıyordu. Ona baktığımda onu tanımayan birinin bakışlarındaki haz duygusunu anlayamayacağı kadar iyi tanımıştım kendisini. Ne zaman bana böyle baksa, 'bu kez kazanacağım.' Derdi. 'Kazanacağımı bildiğim için keyfim yerinde.' derdi. Burada ulu'lar birbirine düşerse sevkiyatlar dururdu. Gündem değişir, işler aksardı. Bunun buradaki hiç kimseye faydası yoktu. Peki eğer öyleyse, Arzem Soykamer'in her seferinde kazanma düşüncesinden dolayı ortaya çıktığını bildiğim haz duygusunun, yüzünde ne işi vardı?
Ona bakmaya devam ettiğimde bakışlarımın yoğunluğunu üzerinde hissetmiş olacak ki kafasını benden tarafa çevirmişti. Kendisini kuşkuyla izlediğimi fark ettiği an yapmaması gereken bir şey yapmıştı. Surat ifadesini değil, bakışlarının şeklini değiştirmişti. Beni hafife alıyordu. Kendisini çözemeyeceğimi zannediyor olmalıydı. Şayet ona göre onun bakışlarında hiçbir anormallik yoktu. Sadece onu tanımayan birine bakışları normal gelirdi. Ben onu tanıyordum. Onun bundan haberi olmasa da, ben onu çözecek kadar insan sarrafı olmuştum artık. Az önce yaşadığım olayı şimdilik rafa kaldırmıştım. Bunun sırası değildi. Kendisine baş selamı vermiş, bakışlarımı bu kez bakışlarıyla beni delik deşik eden adama çevirmiştim.
İzzet Korkmaz'a.
Kendisi ile göz göze geldiğim an, bu anı bekliyormuş gibi konuşmuştu. O esnada konuşan herkes, onun sesini duyunca sessizliğe bürünmüştü. "Kızım, senin yüzünden kaçırıldı." Bu adamlar Alzheimer hastası mıydı? Benim haberim yoktu. Benden istedikleri şeyleri istisnasız harfiyen yerine getirmiştim. Bunun sonucunda olacak olanlara kendileri katlanmalıydı. Kaosa engel olamıyorlarsa, benden kaos çıkarmamı da istemeyeceklerdi.
"Hera'nın dümdüz şekilde veliaht olmasını en son toplantıda size talep etmiştim. Hepiniz karşı çıkmıştınız. Günün sonunda veliahttıma kendini kanıtlayabilmesi için görev verdiniz. O da sizin verdiğiniz görevi harfiyen yerine getirdi. Şimdi karşısına geçip onu suçlayamazsınız. Ondan bunu siz istemişken bunu yapamazsınız."
Arzem Bey tıpkı babasının veliahtını koruduğu gibi beni koruması altına almıştı. O gerekli olan her şeyi söylediği için İzzet Korkmaz'a cevap vermemiş, soğuk ve boş bakışlarımla onu izlemeye devam etmiştim.
"Kızıma bir şey olursa, bunun bedelini ona ödetirim. İnan bana o gün geldiğinde onun senin veliahtın olması umrumda bile olmaz."
Beni tehdit eden adam laflarını Arzem Bey'e yönelterek yapmıştı. Bu hareketine sadece sırıtmıştım. Üzerime vazife olmayan yerlerde konuşma gibi huyum yoktu. İnsanların özel hayatlarına karışma gibi huylarım da yoktu. Orada durmaya mecbursam bir köşede sessiz sakin durur, bütün olanları öylece izlerdim. Her seferinde sakin kalmaya çalışıyordum. Konuya dahil olma gibi amacım olmuyordu. Ben ne kadar kendimi olaylar beni alakadar etmediği için uzak tutmaya çalışsam da birileri bir şekilde beni olaya dahil etmeye çabalayıp duruyordu. Madem bu denli ısrarcıydılar, o zaman karşılığını da alırlardı.
"Siz bana hiçbir şey yapamazsınız."
Umursamaz tavrım ilk başta İzzet Korkmaz'ın kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Peşi sıra vakit kaybetmeden konuşmuştu.
"Kendine bu kadar fazla güvenmemelisin küçük kız."
Sinsice gülümsemiştim. Kızının başı belada olan bir babanın üzerine gitmeyi hiç istemezdim. O baba kaşınmayacaktı. Bu Dünya'da kendini ezdirecek en son kişi bile ben değildim. Kızının başının dertte olması, ona karşı sessiz sakin kalacağım anlamına gelmezdi.
"Kendime güvenim tamdır. Fakat bu konuda güvendiğim başka biri var."
Ukalaca gülümseyen bu kez o olmuştu. Evren'in kime çektiği anlaşılmıştı. Baba-oğul olarak birbirinden ukala adamların tekiydiler.
"Kime güveniyormuşsun, söyle de beraber gülelim."
Kaşınanı kaşıt. Kaşıdıkça kaşıt. Öyle kaşıt ki günün sonunda sadece kaşındığı için haddini öğrenmiş olsun.
"Aytekin Bey'in oğlu kızınızı kurtarmak için kendi canını tehlikeye attı. Eğer o kızı kurtarmaya giderken ölecek biri varsa, o da kaçırılan kişi kız kardeşi olduğu için sizin oğlunuzdan başkası olamaz. Buna rağmen günün sonunda kayıp verilen veliaht Hazar olursa, işte siz kızınızın intikamını bana soramadan Aytekin Orhon oğlunun hesabını size ödetir. Beni tehdit etmeden önce etrafınıza iyice bakın. Şayet burada sizin için tehdit niteliğinde olan başkalarının olduğunu göreceksiniz."
Evren, kusura bakmasındı. Onu bana sözlerim için kızacağını bilsem de suçlu olan babasıydı. Tehlikede olan da oydu. Bana kızmak, sinirlenmek, içerlenmek yerine, kayıp kişilerin başına bir şey gelmemesi için dua etmeliydi. Eğer Lara'ya bir şey olursa, kız kardeşini kaybedecekti. Ama Hazar'a bir şey olursa, hem kardeşim dediği adamı hem de kendi canını kaybedecekti.
İzzet Korkmaz'ın sinirden renkten renge girdiğini saniyesi saniyesine izliyordum. Kimseden çıt çıkmıyordu. Hiç kimse benden böyle bir cevap beklemiyordu. Kendi Ulu'mun bir kez daha bana göğsünü gere gere baktığını görmüştüm. Benimle gurur duyuyordu. Aytekin Orhon sessizdi. Bu sessizlik bana katıldığı anlamına geliyordu. Aytekin Bey ve İzzet Bey'in rakipten çok ortak olduklarını biliyordum. Ortaklığın bozulması işime gelmezdi. Bunun olmasını istemiyordum. Ne vardı ki, birilerinin bu adamlara günün sonunda ortaklığın bitebileceğini öğretmesi gerekiyordu. Ben kendimden yaşça büyük adamlara bunu hiç çekinmeden öğretmiştim.
Herkes sus pus vaziyette öylece suratıma bakarken bu ortamdan yeterince sıkıldığımın farkına varmıştım. İçlerinden birinin bana karşılık vermesini beklemeden arkamı onlara dönerek toplantı alanının yapıldığı binadan çıkmak için adımlarımı hızlandırmıştım. Batı ve Doğu'nun yanına gitmeyi düşünüyordum. Onlar şu an kendi ekipleriyle beraber her yerde kayıp kişileri arıyordu. Burada durup ulu'lardan tehdit içerikli cümleler işitip onlara cevap vermek yerine yönlerin yanına gider, durumu oradan takip ederdim. Bu esnada kendi ekibimle de konuşsam iyi olacaktı. Belki onlar bir iz bulmuş olabilirdi.
Gitmeden önce tesadüf eseri ikizlerin babasıyla göz göze gelmiştim. Bana şefkatle gülümsemişti. Az önce, arkadaşına bir başka arkadaşıyla birbirine düşecekleri imasında bulunan ben değilmişim gibi bütün içtenliğiyle gülümsemişti. Konu onu alakadar etmeyen türden olduğu için tıpkı benim yaptığımı yapıyor sadece susuyordu. Onunla göz temasını hızla kesmiştim. Bu adam ikizlere çok iyi babalık yapsa da onları annesiz bırakmıştı. Onu sevmemem için yeterliydi bu. Daha fazla oyalanmadan onları arkamda bırakarak yoluma devam etmiştim.
...İlahi Bakış Açısıyla...
Korkmak... Korkak olmak... Bunlar adamın hayatında yer edinmeyen şeylerdi. Korktuğu görülmüş şey değildi. Bugüne kadar. Ona bir şey olacak düşüncesi, göğsünün sol tarafını parça parça edilmişçesine acıtacak kadar çok korkutuyordu. Adamın sol yanı acıyordu. Adamın sol yanı kasılıyordu. Adamın sol yanı korkuyordu. Evet, evet adamın sol yanı çok korkuyordu.
Başına taşlar yağıyordu sanki. Yağmur gibi taşlar. Çok sık ve çok ağırlardı. Kendi canı umrunda değildi. Cânânının başı dertteydi. On derdi varsa şimdi bir derdi olmuştu adamın. Bir koca derdi. Bir ağrılı dert. Dert denilen şey adam için ağrı olmuştu. Kıza bir şey olursa nasıl yaşardı? Yaşayamazdı. Gülpembe giderse adamın aklı başından giderdi. Öyle hâle düşerdi ki adam, asmaları gerekirdi onu. Vurmaları gerekirdi. Ölmesi gerekirdi. Ölüm gerekirdi.
Arabayı son sürat kullanıyordu. Bu hızla kaza yapması mümkündü. Neyse ki adam araba sürmekte profesyoneldi. Kardeşlerinin varlığını bilmediği, evinin kendi odasının içine eklediği tüneli kullanmıştı. Onları bu sayede atlatmayı başarmıştı. Tünelin sonunda plakası şahsına ait olmayan arabasına binip yola çıkmıştı. Gülpembe onu beklerdi. O kurtulsun diyordu adam. O kurtulsun da benim canımın önemi yok. Biliyordu işte adam. Yolun sonu çiçekler içinde görünüyordu. Nereye bakarsa baksın cevap aynıydı. 'Ölüm bir nefesti.' Yaşamayacak kadar ölüydü adam. Yaşayan en ölüydü adam. Azrail'in kendi gelince ne gülpembe derdi ne veliaht derdi. Azrail ölüm derdi. Ölecek biri varsa bu da çiçekler olmayacaktı.
Çiçekler ölmeyecekti. Daima çiçekler için kendini feda edecek insanlar olacaktı. Pembe bir gül, uğruna ölünecek kadar güzeldi.
Ona ulaşmıştı adamlar. Sevdiğini kaçıranlar ona ulaşmıştı. Tek başına gel demişlerdi. Sadece sen gel demişlerdi. Aksi olursa sevdiğin ölür demişlerdi. Nasıl aksini yapsındı adam? Nasıl ateşe atsındı çiçeğini? Ateşe düşen kalbi dururken o ateşi gönlünde yakanı nasıl olurda ateşe atsındı? Parsel parsel pis etmişlerdi dünyayı. Koskoca Hazar Orhon'du o... Ondan geriye ne kalmıştı? Kirlenmiş Dünya'sın da Hazar'dan geriye ne kalmıştı?
Ağlıyordu adam. Hissederdi çünkü. 'Geleceği görüyorsun oğlum sen.' Diye dalga geçerdi kardeşleri onunla. İç güdüleri güçlüydü. Ne hissederse çıkardı. Sol yanı boşuna ağrımıyordu. Adam ilk kez yanılmak istiyordu. İlk kez haklı çıkmak istemiyordu. Ölürdü adam... Sanki hiç ölmemiş gibi ölürdü... Hiç öldürülmemiş gibi ölürdü. Yorgundu. Çok yorgundu. Çocukluğundan yorgundu.
Önüne dağlar sıralansa da. Önüne denizler çıksa da. Önüne ölümler çıksa da gidiyordu adam. Karadıkça hayatı karalanıyordu. Acıdıkça canı acıyordu. Yaşlar gözlerinden tek tek düşerken ölüm hak olmuş kapıda bekliyordu onu.
Kardeşleri gelmişti gözünün önüne. Arem! Mert! Evren! Kansu! Erdem! Doğu! Batı! Bütün çocukluğu onlarla geçmişti. Çok şey öğrenmişti onlardan. Meselâ ailenin ne demek olduğunu öğrenmişti. Kardeşliği öğrenmişti. Nice görevlere çıkmışlardı. Nice başarılar elde etmişlerdi. Nice eğitimlerden geçmişlerdi. Çok severdi adam onları.
Arem... Onunla aynı yerden yaralı olan kardeşiydi. Aile ne demek bilmeyeni... Erdem en şefkatli olan kardeşiydi. Eğitimlerde hepsinin canı okunurken sanki kendisi çok sağlamış gibi tek tek hepsine pansuman yaptığını hatırlayınca gülmüştü adam. Ağlarken gülmüştü. Gülerken ağlamıştı.
Kansu onu hep çok güldürendi. En çok onunla kavga ederdi, en çok ona gülerdi. İkizler... Küçük, zeki kardeşlerim diye geçirmişti içinden adam. Onlara ters yapanın canını alırdı. Ağabey olmak böyle bir şeydi.
Mert... Kardeşinden yaralı ağabey... Onunla sohbet etmek kadar güzel bir şey yoktu. Ne zaman canı sıkılsa soluğu onun yanında alırdı. Mert mutlaka çözüm bulurdu.
Evren vardı bir de. Sadece sevdiğinin ağabeyi değil, çoğu zaman onun da ağabeyi olan adamdı onun için. Ağlamayı kesmeliydi adam. Gülpembe onu böyle görürse çok kızardı ona. Kızsın istemezdi. Sevsin isterdi. Olmamıştı. Tıpkı diğer her şeyin olmadığı gibi.
Düşünürken aklına Hera gelmişti. Onu düşünmek bile gülümsemesine yetmişti. Hayatı boyunca tanıdığı en değişik kişiydi o kız. Korkusuzdu. Zekiydi. Asabiydi. Öfkeliydi. Acımasızdı. Fakat aynı zamanda iyiydi. Merhametliydi. Komikti. Yardım severdi. Gülpembe'yi her yerde arayacak kadar iyiydi Hera.
Keşke böyle olmasaydı demişti. Onu çok daha güzel zamanlarda hiç canını yakmadan hayatlarında var etmeyi istemişti adam. Oysa adam daha kendini var etmeyi becerememişti. Bunu nasıl becerirdi?
Kız kardeşini hatırlamıştı şimdi de. Hazan'ı... Hazan'ım derdi ona hep... Kocaman kız olana kadar sadece varlığını bilmişti. Belki de dünyanın en iyi ağabeyi olabilirdi. Kardeşini ondan uzakta yaşatmasalardı. Ona bir şey olursa Hazan'ın bir sürü ağabeyi olduğunu bildiği için ondan yana içi rahattı. Kardeşleri, kardeşine sahip çıkardı.
Sonunda gelmeyi başarmıştı adam. Düşüne düşüne... Ağlaya ağlaya gelmişti. Adam sevdiğini kurtarmaya gelmişti. Yolun en sonuna. Sona. Kendi sonuna. Eski deponun tam önünde durmuştu. Belinde duran tabancayı kontrol etmişti. Yaşayacak kadar önlemi yoktu. Yaşatacak kadar önlemi vardı. Arada fark vardı. Adam bunun farkındaydı.
Geçmişti Dünya üzerinden adam. Ömrü boyunca görmediği şey kalmamıştı. Bu kadar nefes ona kâfiydi. Ölümü iple çekiyordu. Sayılı günler tükenmişti onun için. Ölüm bugün mutlaka birini alacaktı. Şansım varsa bu ben olurum diye geçirmişti içinden adam. Eski, yıkık, dökük deponun önünde kimse yoktu. Etraf sessizdi. Adam salak değildi. Bunun tuzak olduğunu biliyordu. O sevdiği kurtulsun diye uğraşıyordu. Tuzağa düşmemek için değil.
Eski kapıdan hızla içeri girmişti adam. Yine kimse yoktu etrafta. İçerisi bomboştu. Temkinli olmaya çalışarak ilerliyordu adam. Tavana asılı tabelalar vardı. Yeşil ok çizgileriydi bunlar. Ona gideceği yolu göstermek için buraya konulduğu çok belliydi. Ok işaretlerini takip ederek ilerliyordu adam. Kimse yoktu. Kimse yoktu ve bu adamı iyice korkutuyordu. Bir şey olmuştu. Ya da bir şey olacaktı. Gülpembe iyi olmak zorundaydı. Oysa ki Azrail çoktan gelmişti. Can talep ediyordu.
Yalnızca bir kırıntıydı gülpembe içine ilk düştüğünde. Çok yanlış zamanda daha çocukken düşmüştü içine. Onu deli divane etmişti aşkı. Onun gülpembe aşkı annesinden geliyordu. Adamın annesi sarışın, mavi gözlü dünyanın en güzel kadınıydı. Pembe güller en sevdiği çiçekti. Kocaman bahçelerinin her yanını pembe güllerle donatmıştı annesi. Annesinin ölümünden kendini sorumlu tutuyordu. Ölüm sebebi onu çok sevmesi yüzünden olmuştu. Babası bunu gözlerinin içine baka baka yapmıştı.
"Sevmek zayıflıktır oğlum. Sen kimseyi sevemezsin. Kimse de seni sevmeyecek. Kimse seni tek bir lafıyla mutlu edemez. Kimse seni gülümsetemez. Gülmek yasak. Gülümsemek yasak. Tek başına kalacaksın. En güçlüsü olacaksın. Olur da seversen bu senin ölümün olacak. Benim oğlum zayıf olmayı seçerse ölümü hak etmiş demektir."
Geçmişi hatırlamıştı adam. Annesinin ondan gittiği en yaralı geçmişini.
Eğitimden gelmişti. Bütün veliahtları yenmişti. Tam kazanacaktı ki Arem'e yenilmişti. Babasının onları izlediğini bildiği için tüm akşam yemeği boyunca tek kelime etmemişti. Babasının güç takıntısını biliyordu. Yenilgiye tahammülü yoktu. Yemekten sonra muhtemelen canımı çok yakacak diyordu çocuk aklıyla. Yanılmıştı. Babası yemekten sonra değil, yemekteyken yakmıştı canını.
O günlerde 12 yaşındaydı. Doğum günü değildi. Henüz doğum gününe çok vardı Ocak'ın 27'siydi... Ölüm tarihiydi. Annesinin öldüğü tarihti. Çocukluğunun öldüğü tarihti.
Babası sessizdi. Annesi mutluydu. Oğlunun doğum gününü erkenden kutlamak istemişti. Kızına hasret kalmıştı diye bütün sevgisini oğluna yönlendiriyordu. Bu sevgi, ikisinin de sonu olmuştu. Yemekten kalkan annesinin arkasından baka kalmıştı küçük Hazar. Babasıyla yemek masasında tek başına kalmaktan hoşlanmıyordu. Sessiz sessiz yemeğini yiyordu. Bugün eğitimlerde canı çıkmıştı. Her tarafı ağırıyordu. Daha gidip saatlerce ders çalışması gerekiyordu. 12 yaşında bir çocuk olarak lise son sınıf derslerine geçiş yapmıştı. Olması gereken buydu. Veliahtlar hızlı öğrenmeliydi. Hem de her şeyi.
Çok geçmeden annesi gelmişti. Elinde tuttuğu kocaman çikolatalı pastayla. Bu en sevdiği pastaydı. Yüzünde hemen gülücükler açmıştı. Bugünün kendi doğum günü olmadığını bildiği halde mutlu olmuştu. Sadece gülümsemişti. Başka hiçbir şey yapmamıştı. Ama onun tek gülüşü annesinin ölümü olmuştu. Annesi elinde pastayı yemek masasına koyup o büyüleyici gülüşüyle masaya oturduğunda. Ağzını açmıştı. "İyi ki doğdun oğ-"
Annesi sözünü daha bitirememişti. Sahi ya gerçekten de iyi ki doğmuş muydu Hazar? Annesinin ölümüne sebep olan biri nasıl iyi ki doğmuş olabilirdi?
Önce silah sesi patlamıştı. Henüz bir çocuk olsa da bu sese alışkındı. Annesine bakarken yüzünde oluşan gülümseme bu kez annesini görünce silinmişti. Kurşun, kafasının sol tarafından girip diğer tarafından çıkmıştı. Annesinin yüzü Hazar'ın doğum günü pastasının içine düşmüştü. Hazar, o günden sonra bir daha asla pasta yememişti.
Pasta kreması değil, anne kanı...
Hazar, o gün orada ölmüştü.
Korku dolu gözlerle babasına bakmıştı. Sanki az önce karısını ölüren o değilmiş gibi yemeğini yemeye devam ediyordu. Silahı masanın üstünde duruyordu. Çok fazla acımasız ve sakindi. "İyi ki doğdun oğlum." Annesinin tamamlamasına izin vermediği lafını tamamlamıştı babası. Hazar'ın gözünden bir damla yaş düşmüştü. Ağzını açıp tek bir şey sormuştu babasına.
"Neden?"
"Sevmek zayıflıktır oğlum. Sen kimseyi sevemezsin. Kimse de seni sevmeyecek. Kimse seni tek bir lafıyla mutlu edemez. Kimse seni gülümsetemez. Gülmek yasak. Gülümsemek yasak. Tek başına kalacaksın. En güçlüsü olacaksın. Olur da seversen bu senin ölümün olacak. Benim oğlum zayıf olmayı seçerse ölümü hak etmiş demektir."
'Umarım seni getirir bana bu yıl... ' İşte her doğum günü bunu dileyerek geçmişti. Annesini 12 yaşından sonra hep geri dilemişti. Dileği kabul olmuştu. Lara ona gelmişti. Ona aşık olduğunu ilk fark ettiği an bunu anlamıştı.
Geçmişin acı dolu hatırası gözünün önünden gitsin diye kafasını hızla iki yana doğru sallamıştı adam. Babası hiçbir zaman Gülpembe'yi sevdiğini bilmemeliydi. O da annesi gibiydi. Sarı saçlı, mavi gözlüydü. Pembe güller en sevdiği çiçeklerdi. Hazar bu yüzden ona aşık olmuştu. Gülpembe, onun kaybettiği Gülpembe'siydi. Geçmişin acı dolu hatırasından uyanmıştı adam. Yeşil oklar bitmişti. Koridorun sonu onu bir kapının önüne getirmişti. Her şeyi bu kapının arkasındaydı. Her şey bu kapının arkasında olacaktı. Her şey bu kapının arkasında olmuştu. Kapıyı açmadan önce kapının hemen önünde yerde duran zarf dikkatini çekmişti. Beyaz zarfı yerden kaldırıp eline almıştı adam. Zarfı hızla açıp içine bakmıştı. İçinden çıkan kart üzerinde yazanları okuduğunda nefesi boğazında düğümlenir olmuştu.
"GEÇ KALDIN." Elinden düşmüştü kart. Sertçe yutkunmuştu. "Hayır," demişti adam, "onu da kaybedemem." Hızla kapıyı açmıştı. Gözleri hem onu görmek istiyordu, hem de görmeye dayanamayacağı için görmemek istiyordu. İçeri girmişti. Küçük, bomboş bir odaydı burası. Yer betondu. İçeride nemli hava vardı. Duvarlar küf tutmuştu. Duvarlardan birinde neden oraya asılı olduğunu henüz bilmediği bir televizyon vardı. Eşya namına hiçbir şey yoktu içeride. Sadece bir yatak bir de televizyon. Yatağa kaymıştı gözleri. Kör olmayı dilerdi de bu yatağı görmeyi istemezdi. Onu görmüştü. Görmesiyle dizi kırılmış gibi olmuştu. Adam ayakta duramamıştı acıdan. Adam yere kapaklanmıştı acıdan.
"GÜLPEMBEEEEEEEEE!!!" Haykırmak ne işe yarardı ki? Ciğeri sökülene kadar ağlamak ne işe yarardı? Ölmek istiyordu adam. Cennet'i ayağına şu dakika getirseler nafileydi. Ruhu bedenine sığmıyordu. Sanki ruhu çıkıyordu canından. Yaşlar dinmiyordu. Gülpembeler hep gidiyordu...
Emeklemeye başlamıştı adam. Emekliyordu çiçeğine doğru. Çiçeğini soldurmuşlardı. Yürüyecek hâli kalmamıştı adamın. Yaşayacak hâli kalmamıştı Hazar'ın. Sürüne sürüne yatağa doğru gelmişti. Bakışları yüzünde geziniyordu. Gülpembe'nin masmavi gözleri açıktı.
Çiçeğini, gözü açık gidecek kadar soldurmuşlardı.
"Gül-Gül-Gülpembem," kekeliyordu adam. Acıdan kekeliyordu. Bu ne acıydı böyle. Ne büyük aşk, ne büyük kaybedişti. En büyük yenilgi, en çok çaresizlikti.
Sapsarı saçlar yastığa dökülmüştü. Dudakları mordu. Yüzü beyazdı. Kafası sağa dönüktü. Gözleri açıktı. Bir de kadın...Ah, o kadın çırılçıplaktı...
Bu Dünya'nın yüreği yoktu. Merhameti, sevgisi yoktu. Bu Dünya'nın kadınlarına acıyası gelmezdi. Bu Dünya'nın kadınlara hayat borcu vardı.
Zar zor kaldırmıştı yerdeki bedenini Hazar. Yatağa doğru yavaş yavaş çekmişti bedenini. Ağır ağır oturmuştu. Çiçeğinin vücuduna bakmamaya özen gösteriyordu. Burada olsa bunun için ona çok kızardı. Buradaydı, ama burada olsa kızardı. Adam bu düşünce yüzünden ağzından hıçkırık kaçmasına engel olamamıştı.
Sanki demişti adam, sanki kalbimi volkanın içine attılar ve orada öyle kaynar ateşte kaynattılar. Sanki beni yaktılar ama çok ilginç. Çok ilginç çünkü ben hâlâ nefes alıyorum. Adamın düşünceleri bunlardan ibaretti. Ağlamaktan omuzları sarsılıyordu. Ağlamaktan nefes alamıyordu ama çok ilginç. Çünkü hâlâ nefes alıyordu.
"Benim sevmeye kıyamadığım... Ne yapmışlar sana böyle?" Konuşsun istemişti adam. Çiçeği konuşsun istemişti. Onun çiçeğini hem soldurmuş, hem de susturmuşlardı.
Boynunda morluklar vardı. Aşağıya bakmaya korkuyordu. Yine de oraların mor olduğunu, yara bere içinde olduğunu biliyordu. Çiçeği hep gül gibi kokardı. Bugün çiçeği kan gibi kokuyordu. Kanın kokusunu alıyordu adam. Nefes almayı istemeyen adam, sevdiğinin kanını soluyordu.
"Olmaz ki böyle. Konuşman lazım. Konuşup anlatman lazım. Uğruna bütün dünyayı yakarım kadın. Susma lan!" Yine haykırmıştı adam. Sanki haykırsa geçer gibiydi. Kâbusun bile insafsızına mı? Denk gelmişti. Bu ne biçim kâbustu? Bir sinir hastası Hazar'dan geriye ne kalacaktı uyandığında?
Üstündeki tişörtü hızla çıkardı Hazar. Kendisi çıplak kalsındı. Çiçeği utanırdı... Utanmasın istemişti. Yaşasın istemek gibiydi. Yavaş yavaş geçirmişti kafasından tişörtü. Acıtmadan, incitmeden, kırmadan. Ama acıyarak, incinerek, kırılarak da olsa artık çiçeği çıplak değildi. Saçlarını tişörtün içinden çıkarırken her bir tutamı onun için cennet olan o sarı saçları öpüp koklamıştı. Yetmemiş, öpüp, koklayıp, ağlamıştı. Tişörtü bedeninden aşağı çektiğinde bakışları kızın yüzündeydi. O an eline bir şey temas etmişti. Sıvı bir şeydi. Çiçek kanıydı bu. Bir çiçeğin kanı elindeydi. Bir başka çiçeğin kanı pastasındaydı. Eline bakmaya korkuyordu Hazar. Çiçek kanı görmek onu hep korkuturdu.
Sevdiğini izlerken daha ne kadar canın acıyacağını bilmiyordu adam. Biraz sonra öğrenecekti nasıl olsa. Hazar ne yapacağını bilmiyordu. Aklı durmuştu lakin yüzsüz kalbi durmamaya yemin etmişti.
Yatağın hemen sağında ki duvarın olduğu yerden ses gelmeye başlamıştı. Bu o duvara asılı televizyona aitti. "Yapmayın lütfen... Yapmayın... "
Bu ses, sevdiğinin duymaya doyamadığı sesiydi. Yalvarmazdı onun güllü. Ne olmuştu da yalvarmıştı? Korka korka başını televizyonun olduğu tarafa çevirmişti. Ekranda gördüğü görüntüyle hızla başını tekrar önüne dönmüştü. Bu olmazdı. Bu bir insana yapılmazdı. Bu çok ağırdı. Adam gitti... Adam bitti... Adam yandı... Yaktılar adamı... Tam kalbinden kül ettiler... Küllerini gül ettiler... Güllerini soldurdular...
"Dokunmayın bana ne olur... "
"Dokunmayın gülpembeme ne olur... " Yatak örtüsünü sıkıyordu adam. Başını önünden kaldırmıyordu. Kaldıramıyordu. Şimdi de o utanıyordu çiçeğinden.
"Çek elini üzerimden. "Sus" diye geçirmişti Hazar içinden. Sevdiği sussun istemişti şimdide. Yaşlar gözünden sevdiğinin örnek almış gibi bir bir gidiyordu. O ağlıyordu çiçeği ağlıyordu. Çiçeği ağlıyordu o ağlıyordu. Adam geç kalışına ayrı, çiçeğine ayrı, kendisine ayrı, çiçeğinin çektiği acıya ayrı ağlıyordu.
Kaç dakika sürmüştü bu eziyet bilmiyordu. Zaman kavramını da yitirmişti adam. Çok utanıyordu. Hiç bu kadar çok utanmamıştı. Sevdiğinden çok utanıyordu. Son bir ses duymuştu. O sesin ardından o iğrenç sesler son bulmuştu. Sevdiğinin acısı son bulmuştu. Silah patlamıştı. Bir gülpembe daha gitmeyi seçmişti. Terk edilmek dert değildi adam için. Ama çiçekler onu terk ettiğinde hep ölüm dilerdi. Yanlarında olmak için.
"Çok acıdı canın sevdiğim. Benim canımı çok acıtmışlar. Gittiğin yerde bekle beni. Çiçeğimi yaşatmak için peşinden mutlaka geleceğim." Sevdiği kadının deniz gibi, gökyüzü gibi olan gözlerine son kez bakmıştı. Tir tir titreyen elini yavaş yavaş kaldırıp, kadının açık olan gözlerini kapatmıştı. Bu acı ona yeter de artardı bile.
Hazar kafasını kadının karnının üstüne bıraktı. İki eliyle kadının buz tutmuş iki elini kavradı. Sonra haykırdı. Öylesine büyük bir ah etti ki onun sesinin gürlüğünü biri duysa, deprem oldu sanardı. Kıyamet koptu sanardı. Yer yerinden oynaydı sanardı. Onun sesinin gürlüğü acısından geliyordu. Olan olmuştu. Deprem adamın kalbine vurmuştu. Yer sâdece onun ayaklarının altından kaymıştı. Kıyamet onun hayatına kopmuştu. Bağırıp, ah etmesinde ne yapsındı.
Çok büyük aşklar vardı. Kavuşmak mahşere kalmıştı. Zaten bu yüzden çok büyük aşklar vardı. Şayet kavuşmak mahşere kalmıştı...
H∞L
Bekliyorduk. Kimimiz çaresizce, kimimiz dua ederek ama öyle ya da böyle hepimiz şu an sadece bekliyorduk. İyi olmalarını diliyorduk. Her ikisinin de sağ salim bulunmuş olmasını diliyorduk. Bundan başka yapacak bir şey yoktu. İçimde huzursuzluk vardı. İyi olmayan şeyler vardı. Kötüden bile daha kötü şeylerdi onlar. Ruhum daralıyordu. Ters giden şeyler olduğunu hissediyordum. Bunu hissetmek istemiyordum.
Arem deli gibi bir o tarafa bir bu tarafa volta atıp duruyordu. Elena kocası ve kardeşi arasında gidip geliyordu. Lara onun arkadaşıydı. Elena'da iyi değildi. Buna rağmen bir kardeşine teselli veriyor her şey geçti diyordu bir de kafayı yedi yiyecek kocasına. Mert, hemen yanımda duruyordu. Evren'den çok kötü etkileniyordu. Yüksek ihtimalle aklına Melisa'yı öldüğü sandığı zamanlar geliyordu. Ara ara yanımdan ayrılıp Melisa'yı arıyordu. İyi olup olmadığını kontrol ediyordu. Melisa'nın burada olanlardan haberinin olduğunu sanmıyordum. Mert, biraz daha kızı rahatsız etmeye devam ederse olurdu ama. Yanımdan ayrılmıyordu. Ayrılırsa bana bir şey olacak zannediyordu. Ağabeyim gibi davranmayı ne zaman keserdi acaba?
Kansu ve Erdem ikizlerle ilgileniyordu. İkisi çok duygusal çocuklardı. Olaylardan çabuk etkileniyorlardı. İşler hâl olduktan sonra onlarla birlikte zaman geçirsem iyi olacaktı. Ağlamaktan beter olmuşlardı. Herkes çok kötüydü. Ulu'ların henüz bulunduklarından haberleri yoktu. Arem bu kez işin içine onların girmemesi için sıkı tedbirler almıştı. Hiçbir şey sonuçlanmadan kimseye haber verilmeyecekti.
Hastane bahçesinde bekliyorduk. Veliahtlara ait hastanelerden biri çalışanlar haricinde boşaltılmıştı. İçerideki bütün hastalar başka hastanelere sevk edilmişti. Güvenlik hat safhaya çıkarılmıştı. Her tarafta korumalar vardı. Hazar'ın talepleriydi bunlar. Arem'e "biz geliyoruz." demişti. Bunları ayarlayın, diye de eklemişti. Şimdi hepimiz gelmelerini bekliyorduk. Daha ne kadar bekleyecektik, kim bilir?
"Sence iyiler midir?" Mert'in sesini duyunca bakışlarımı ona doğru çevirmiştim. Derin nefes alıp cevap vermiştim.
"Değillerdir." Üzgün gözlerle bana bakmıştı. O da diğer herkes gibi bu gerçeğin farkındaydı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bana cevap vermek üzereydi ki araba sesi duyduğumuz için ikimizin de bakışları o tarafa doğru kaymıştı. Gelmişlerdi.
Herkes adımlarını arabanın olduğu yöne doğru konumlandırmıştı. Araba durduğunda etrafında çember oluşturmuşduk. Siyah cam filmlerinden dolayı içerisini göremiyorduk. Ne olur ne olmaz diye hazırda sedye başında bekleyen doktor ve hemşireler bulunduruyorduk. Onlar hemen yanı başımızda duruyordu. Hepimiz tedirgindik. Hazar bizi boşuna hastanede toplatmamıştı. Bir şey olmuştu. Ama ne?
Pür dikkat arabayı izliyordum. Sürücü tarafının kapısı sonunda açıldığında Evren'in hareketlendiğini görmüştüm. Erdem tutmuştu onu. Kansu yavaş hareketlerle Evren'in yanına doğru gitmişti. Kansu'nun ona yaklaştığını görünce Evren acıyla gözlerini kapatmıştı. Bu hareketin anlamını biliyordu. Biraz sonra Evren çıldıracaktı. Kansu bunu fark etmişti. Erdem, Evren'i tek başına zapt edemezdi. Kansu bu yüzden yaklaşmıştı ona.
Arem'e kaymıştı gözlerim. Sakin görünüyor olabilirdi ama onun içinde kopan kıyametleri ben çok iyi görüyordum. Sakin görünüyordu sadece. Yoksa sakin falan değildi.
Arabadan inen kişileri görmüştük. Kafam onların olduğu yöne kaydığında Hazar'ı canlı şekilde gördüğüm için rahatlamıştım. Ta ki kucağında taşıdığı kızı görünceye kadar... Gözlerimi, gördüğüm görüntü yüzünden hızla kapatmıştım. Kendime yeterli zamanı tanıdığımda tekrar açmıştım. Üstü çıplaktı Hazar'ın. Tişörtünü Lara'ya giydirmişti. Lara'nın yaşam belirtisi verip vermediğini anlamak için onu incelemiştim. Boynu, kolları, bacakları mosmordu. Bu morlukların sebebi neydi?
Lara'nın yaşayıp yaşamadığını anlamak için ona bakmak boşa çabaydı. Hazar'a bakmam yeterliydi. Onun bakışları Lara yaşıyor mu yaşamıyor mu söylerdi. Gözlerimi Hazar'ın yüzüne odakladığım da aldığım cevapla sertçe yutkunmuştum.
Ölmüştü...
Evren hızla yanlarına gitmeye çalışmıştı. Kansu ve Erdem öne atılmıştı. Evren'in bütün direnişine set örüyorlardı. Elena'nın düşüp bayılması ve doktorların bir kısmının Elena'ya müdahale etmesi bile umrunda değildi Evren'in. Mert'in elini elimin içinde hissetmiştim. Evren'in bu hâli onu çok kötü yapıyordu. Bana sığınmıştı. Gözlerindeki acıyı görünce elimi çekmemiş elini sıkı sıkıya tutmuştum. İkizlerin ağlama sesleri beni bitiriyordu. Hele Hazar'ın şu hâli... Benim gurursuz veliahtım ne yaptılar size böyle? Sen ve sarı şeker beraber ölmüşsünüz. Sen hâlâ nefes alıyorsun sadece. Doktor ve hemşireler Lara'ya müdahale etmek istemişti. Arem izin vermemişti. Lara için yapılacak bir şey kalmamıştı. Onu Hazar'dan ayırmak istememişti. Hazar, kucağında tuttuğu Lara ile beraber tam olarak Arem'in karşısına geçmişti. "SEDYEEE!"
Bütün kini, bütün nefreti, bütün öfkesi, bütün acısıyla bağırmıştı Hazar. Hızla ona doğru sedye getirmişlerdi. Kucağında ki kızı yavaş yavaş sedyenin üstüne bırakmıştı. Kızı alıp gitmelerine izin vermemişti. Başının üstüne öpücük kondurmuş yönünü tekrar Arem'e dönmüştü. Evren'in sesi soluğu kesilmişti. Çok büyük olay çıkardığı için bir şekilde sakinleştirici verilmişti ona.
Buz gibiydi Hazar. Yüz hatları yorgundu. Yenilmeyeni temsil eden adam yenilginin her hâli olmuştu. Bıkmış gibiydi. Öl desem ölecek gibiydi. Ölmeyi istiyor gibiydi. Ağrı vardı Hazar'da. Her yanında ağrı vardı. Her yeri ağrılıydı. Telef olmuşlardı o ve sevdiği kadın. Gebermişti gurursuz. Gebermişti dövmeli veliaht. Gebermişti dövmeli telefon manyağı. Buna rağmen ölen Lara Korkmaz olmuştu.
Hazar sert biriydi. Önünde sakin olmasını engelleyen şeyler vardı. Hazar'ın olayı çocukluğuydu aslında. Çocukluğu yaralı koca adam büyüse ne değişirdi? Yaralar büyümüyordu. Büyüyünce geçmiyordu. Olduğu gibi kalıyordu.
"Kamer." Arem ondan bunu duyduğunda sertçe yutkunmuştu. Hazar devam etmişti.
"Kamer'i istiyorum. İntikam istiyorum. Bunu al. Ama Arem olarak değil, Kamer olarak al." Kamer, Arem'in kural tanımayan yanıydı. Sınırsız yanıydı. Cehennem olan yanıydı. Deli yanıydı. Hazar ondan Kamer olmasını istiyordu.
"Neden? Sen de alabilirsin intikamını." Arem ilk kez konuşmuştu, Hazar'ı sorguluyordu. Hazar'ın kafasını iki yanına doğru salladığını görmüştüm.
"Olmaz. Ben daha şimdiden özledim onu."
Bu ne demekti şimdi? Hazar bir şeyi amaçlıyor gibiydi. Bakışları, duruşu, sesinin tonu bile bunu gösterirdi. Amaçladığı şeyin ne olduğunu anlamak için onu dikkatlice izlemiştim. Çok geçmeden amaçladığı gerçek gün yüzüne çıkmıştı. Hazar Orhon, Tanrım o... O ölmeyi amaçlıyordu. Tek bakışta gördüm bunu. Tek bakışta anladım onu.
Belinden çıkardığı silahı tam kalbine konumlandırmıştı. Pembe gül dövmesinin tam üzerine silahını konumlandırmıştı. İntikam almayacaktı. İntihar edecekti.
Çok hızlı olmuştu. O kadar hızlı hareket etmişti ki inanamamıştık. Kendini gözümüzün önünde öldürecek kadar gözünün döndüğüne inanamamıştık. Kitlenmiştim. Hareket edemiyordum. Benim dışımda herkes hareketlenmişti. Birinin daha ölümüne şahit olmak istemiyordum. Bunu bana yapmaya hakları yoktu. Kabul ediyordum insan değildim. Kabul ediyordum onlar gibi anne, babanın kanından gelmiyordum. Ama fazlaydı. Ama yemin ederim fazlaydı. Bir insana bu yapılamazdı eyvallah ama insan olmayana da yapılamazdı.
Hazar yapmıştı. Hazar canına kıymıştı. Bir çözüm bulmuştu. Nedenleri olmayanların sebebleri olmazdı. Ölümün nedenleri ölenin sebebi olurdu. Ben bunu iyi bilirdim. Yeniden öğretmenlerine gerek yoktu.
Hazar Orhon, sana kızgın olabilirim. Hazar Orhon, sana kırgın olabilirim. Ama gurursuz ama dövmeli, senin ölmeni istemiyorum. Acır çünkü. Canım acır. Canın acıdığı için gitmek istesen de gitme. Canımızı yakma. Gidişin hepimizin bitişi olur. Bizi bittirme. Kıyma oğlum bize...
"Lan bırak onu!" demişti Mert...
"Kardeşim yapma..." demişti Kansu hemen ardından.
"Hazar'ım... Yapma be kardeşim..." Erdem... Sen de ağlama...
"Abi Batı çok korkuyor. İndir şu silahı..." Doğu konuşmuştu. Batı başını kardeşinin göğsüne yaslamıştı. Görmek istemiyordu.
Evren burada değildi. Götürmüşlerdi onu. İyi olmuştu. Bir günde iki kardeşinin gidişini görmek onun da ölümü olurdu.
"Hazan size emanet..." Ne desek boştu. Ne yapsak boştu. İntihar edince ölmüyordu insan. İntihar etmek isteyince ölüyordu. Meğer Hazar çoktan ölmüşte bizim haberimiz yokmuş. Bakışlarını ölü sevdiğine çevirip tekrar konuşmuştu.
"Pembe gül. Çok sever onları. Mezarına bol bol ekin..."
"Yapma..." Arem zar zor konuşmuştu. Nefes almakta zorlanıyordu. Canı yanıyordu. Canı çok yanıyordu. Hazar bana bakmıştı. Gitmeden önce bana söyleyecekleri var gibiydi. Ağladım, ağlayacaktım.
"Sen Hera'sın... Hera kal... Lütfen Hera olarak kal. Kimseye güvenme. İnadıkların sana yalan söylüyor. Bencilik yapıyorum biliyorum ama kardeşlerimin sana ihtiyacı var. Kamer'in en çok sana ihtiyacı var. Onları sana emanet ediyorum. Seni de onlara BÜCÜRÜM..."
Hıçkırık kaçmıştı boğazımdan.
Durmayı bırak Hera. Olduğun yerde durmayı bırak. Koş Hera koş. Onu kurtar. Hera kurtarmak zorundasın. Hera, Hazar'ı yaşatmak zorundasın. Çok hızlıydı. Çok hızlıydım. Silahın patlama sesinden önce öne atılmayı başarmıştım. Silahın yönünü mümkün olduğunca değiştirmiştim. Yine de olmamıştı. Olmamıştı. Başaramamıştım. Son kez sevdiği kadına bakarak kıymıştı kendine. Kıymıştı bize.
Kalbinden vurulmasını engellemiştim. Kurşun göğsüne denk gelmişti. Bedeni yere savrulduğunda öne atılmıştım yeniden. Başını dizlerimin üstüne denk gelecek şekilde koymuştum. Bitsin bu lanet gün artık bitsin. Çok canımız yanıyordu. Daha kaç canımız yanacaktı. Veliahtlar mahvolmuştu. Doğu ve Batı'nın haykırışları yakıyordu içimi. Hani erkekler ağlamazdı. Koskoca veliahtların hepsi hüngür hüngür ağlıyorsa erkekler ağlardı. Çok ağlardı. Ağlamayan kardeşini kaybetmemiştir.
Ellerim simsiyah saçlarının içinde geziniyordu. Tek tek okşuyordum her bir telini. Gülümsemişti. Hazar bu hareketime gülümsemişti. Sanki en büyük hayalini gerçekleştirmişim gibi gülümsemişti. En büyük hayali saçının okşanması olan bu adama çok geç kalmıştık. Oysa ki bir okşansa saçları geçermiş bütün acısı. Gurursuz veliahtın her bir saç teli bücürünü affetsindi. Çok daha önce gelip onun saçlarını okşayamadığım için affetsindi.
Arem bu acıya daha fazla dayanamamıştı. Dizlerinin üzerine sertçe düşmüştü. Onun yere düşmesiyle Hazar başını gökyüzüne çevirip sanki bize son kez sesini duyurmak ister gibi konuşmuştu. Sesi çok güzeldi. Onun sesinin güzelliği acısından geliyordu.
"Dudağımda son bir türkü, gülpembe! Hâlâ hep seni söyler, seni çağırır, gülpembe. Gözlerimde son bir bulut, gülpembe. Hâlâ hep seni arar, seni bekler, gülpembe."
Yavaş yavaş gözleri kapanmıştı. Hazar Orhon susmuştu. Benim göz yaşlarım susmuyordu ama. Kansu'nun doktorlara bağırması ve etrafımızın yığınla doktor ve hemşire kalabalığı tarafından sarılması çok kısa süre içinde gerçekleşmişti. Gurursuzumu benden almışlardı. Sanki yaşatacaklarmış gibi. Gurursuz öleli uzun zaman olmuştu. Geç kalmıştık ona biz. Çok geç...
İnsan yaşamayı arzuladığı için insandır. Ölmeyi arzulayanlar, yaşamaktan umudu kalmayanlardır. Yanlıştı; ölmeyi arzulayanlar, umudu kalmadığı için değil, daha fazlasına katlanamadığı için ölmeyi arzulardı. Bu dünya öyle bir dünyaydı ki, saf adaletsizlikten yanaydı. İntihar eden hiç kimseye adil olmamıştı. Yaşayamamak ve yaşamaktan korkmak arasında fark vardı. İntihar edenler, dünyanın acımasızlığından en çok korkanlardı.
Neyse ki Hazar Orhon bir yılanlardan bir de yaşamaktan hiç korkmamıştı... Hazar Orhon ve Lara Korkmaz... Gurursuzun Gülpembesi...
Lara Korkmaz Ölüm Tarihi: 07/07/2025
Hazar Orhon İntihar Tarihi: Hazar öleli uzun zaman olduğu için bilinmiyor...
(🎭 'KÜLDEN ELBİSEM-Solan Çiçekler' ADLI KİTABIN SONUNA GELDİNİZ! 🎭)
(🎭 'KÜLDEN ELBİSEM- Ateşin Külü
ADLI, SERİNİN SON KİTABINDA GÖRÜŞMEK ÜZERE.🎭)
(🎭)
Hayatının bu bölümden sonraki döneminde bir daha 'Gülpembe' dinleyemem mesela.
Hazar Orhon...Benim öfkeli adamım. Sanma ki ben senden vazgeçtim, ben asıl öfkemden vazgeçtim. Nereden bilebilirdim öfkesi bitenin hikayesinin de biteceğini, nereden bilebilirdim tüm öfkemin senden ibaret olduğunu, nereden bilebilirdim ki? Öfkem geçerse seni kaybedeceğimi.
Ben bugün yine sizleri ağlattım, ama emin olun en çok ben ağladım. Ve yine emin olun, hiçbirinizin canı benimki kadar çok acıyamaz. Öfkem bitti, ama öyle bir izi kaldı ki içimde keşke öfkem bitmeseymiş. Keşke izin, emanet gibi kalmasaymış. Bir acıyor, bir acıyor var ya sormasınlar. Bana artık gülpembeyi sormasınlar.
Aklı olan sormasın.
Not: Dedemin gül bahçesi vardır. İki sene önce bahçe'de yaz ayının sıcağının ortamdaki saman çöplerini tutuşturması yüzünden yangın çıkmıştı. İtfaiye falan derken 1 saatte zor söndü yangın.
Günün sonunda kırmızı, beyaz, sarı ve pembe gül ağaçları içinde yanan tek ağaçlar; ilk sıradaki pembe gül ağaçları olmuştu. Ne diyelim gülpembeler hep gitmeyi tercih ediyor.
|
0% |