Yeni Üyelik
89.
Bölüm

🎭 3 BABA MİRASI ŞİİR

@mavimsu_

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın,

 

saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

(🎭)

 

 

Bölüm Sözü

 

 

Anlamaz, derdim büyüktür.

 

Hâlim sizlerden gülünçtür.

 

Kalbim ağzımda atarken,

 

Bana sevdası küçüktür.

 

H.G. 

 

 

(🎭)

 

 

Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci.

 

Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten.

 

Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?

 

Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

 

 

İyi nişan alırdı kendini asan zenci.

 

Bira içmez ağlardı, babası değirmenci.

 

Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...

 

Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

 

Ülkü Tamer,

 

Güneş Topla Benim İçin.

 

Uzun zaman olmuştu. Bu eve gelmeyeli oldukça uzun zaman olmuştu. Odam ve odası. Girmeye çekindiğim odası. Hatırlamaya yüzümün olmadığı o anılar. Eskimişti her şey. Geride kalmıştı. Geçmiş geçmişte kalmıyordu bazen. Geçmiş geçmediği zaman sadece orada takılıp kalmana neden oluyordu. Devam edemez, ileriye gidemezdin. Geçmişini unutamayanın geleceği olmazdı. Benim geleceğim yoktu. Geçmişimi aşamıyordum ben. Aşılacak gibi değildi ki benim geçmişim.

 

Evin içinde hayalet gibi geziniyordum. Çeşit çeşit yemekleri sırf onun için yaptığım mutfağım, sadece haber izlemek için salonun ortasına koyulan televizyon, onun hemen karşısında ki koltuk ve o koltukta oturduğu zamanlar "çay yap!" diye verdiği kısa emrinin ardından çay yapıp; beraber içip haber izlediğimiz akşamlar. Hepsi tek tek geliyordu gözlerimin önüne. Geliyordu ama gitmiyordu.

 

İçimde özlem vardı. Kocaman özlem. Yanımda olsa 'gidelim buradan' derdim. 'Hadi gel ve beni al.' 'Beraber çekip gidelim buradan' derdim. 'Kimseyi umursamadan, herkesi gerimizde bırakarak gidelim buradan baba' derdim.

 

Gelirdi. Biliyordum hiç düşünmez gelirdi. Benim için her şeyi yapardı o. Ben onun öz kızı olmasam bile o benimle her şeyi gerisinde bırakıp gelirdi. 'Bugüne kadar senden başkası mı olmuş sanki?' Hadi gidelim derdi. Tutmazdı belki elimden ama varlığı yeterdi onun.

 

Salonda onun her zaman oturduğu yerde oturmuştum. Acaba bana kırgın mıydı? O öleli uzun zaman olmuştu. Bense onun mezarına hiç uğramamıştım. Utancımdan gidemiyordum mezarına. Utanıyordum ondan. Benim babam şehit düşmüştü. Ben onun katilini bilmiyordum bile. Nasıl yüzüm olsun ki mezarına gitmek için. Şu eve gelmek için bile kendi kendimle savaşıp durmuştum.

 

Annemle çok anım yoktu. Ben iki yaşındayken şehit düşmüştü. Anne ne demek bilmezdim. Dadılarla büyümüştüm. Babam bir giderdi aylarca gelmezdi görevden. Asker adamdı. İşi buydu. Ben çocuk olduğum için o zamanlar sevmiyor beni ondan bu kadar az görüşüyoruz sanardım. Sonra anlamıştım tabii gerçeği. Beni sevmediği için değil, vatanını daha çok sevdiği için görüşemiyorduk onunla. Bu ona kırılmaktan ziyade gurur duymam için yeterli sebebti.

 

Veliahtlık çok yorucuydu. Oldukça uzun süredir geceli gündüzlü düşman avlıyorduk. Bütün dünya veliahtların diğer yüzüyle karşılaşmıştı. Kimseye acımıyorduk. Ulu'lar yetmezmiş gibi bizi çok daha fazla zorluyordu. Yakın zamanda toplantı yapılması gerekiyordu. Bunu maalesef mümkün kalamıyorduk. İzzet Korkmaz ve Aytekin Orhon bir araya gelirse kıyâmet kopardı. Arem bu süreçte baş veliaht olduğu için herkesin güvenliğini sağlamakla meşguldü. O izin vermediği sürece toplantı kurulmayacaktı. Kendisi Aytekin Orhon'un katliam çıkarma potansiyelini bildiği için buna müsaade etmiyordu.

 

Hazar iki aydan fazladır komadaydı. Ara sıra yanına uğruyordum. Makinelere bağlı öylece uykuda olan adamın en çok hayalini kurduğu şeyi gerçekleştirip onun intikamının alacağımız büyük düşmanı aramaya devam ediyordum. Hazar'ın saçını okşayıp dövmeli veliahtın intikamının peşinden gidiyordum.

 

Bu süreçte yorgun düşmüştüm. Dinlenecek yer aramıştım. Bedenimin değil ruhumun dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bana bunu sağlayacak en güzel yer, babamla anılarımın olduğu ikimize ait olan bu evdi. Buraya kafa dinlemek için gelmiştim. Kafam patlamak üzereydi şimdi. Baba özlemi içime düşmüştü. İçim içimi yakarken dinlenip dinlenemeyeceğime emin olamasam da koltuğun hemen ucunda bulunan yastığa kafamı koymuştum. Sadece biraz uyumak istiyordum. Tıpkı eski günlerde ki gibi. Sanki babam ölmemiş gibi uyumak istiyordum. Hepsi bundan ibaretti.

 

Uyurken elimi yastığımın altına sokma gibi küçüklükten gelme alışkanlıklarım vardı. Babamın ve annemin yan yana olduğu fotoğraf olurdu yastığımın altında. Onların yanımda olmadığı her gece yastığımın altından çıkarmadığım o fotoğrafı elimin içinde tutarak uykuya dalardım. O gün bugündür uyurken elim hep yastığın altında olurdu. Zaten o gün bugündür annem babam yoktu yanımda.

 

Elim tekrar yastık altına gitmişti. Kafamı iyiyce yastığa gömüp koltukta rahat pozisyon almıştım. Uyumak için her şey yolundaydı. Ta ki yastığın altında olan elimin soğuk kağıt parçasına temas ettiğini hissedinceye kadar. Hissetiğim şey yüzünden bütün uyukum âniden kaçmıştı. Uyumak adına kapattığım gözlerimi hızla geri açmıştım. Yastığın altında duran elimin içine kağıt parçasını aldığım gibi hızla elimi kendime doğru çekmiştim. Yatakta hâlâ uzanır pozisyonda olduğumdan dolayı yavaş yavaş yerimden doğrulmuştum. Tekrar oturur pozisyonumu aldığımda elimde tuttuğum kağıt parçasının kahve tonlarında küçük bir zarf olduğunu görmüştüm.

 

Merak duygum iyiden iyiye artış göstermişti. Bu zarfın buraya kimin tarafından ne amaçla konulduğunu zerre bilmesem de benim için buraya konulduğunu çok iyi biliyordum. İçinde ne olduğunu görmek için daha fazla oyalanmadan hızla zarfı açmıştım. Uzun bir yazıyla karşılaşmayı beklerken içinden sadece küçük kağıt parçası çıkmıştı. Kağıt parçasının üstünde yazan yazıyı okuduğumda gördüklerimden ötürü hızla ayağı kalkmıştım:

 

"Aradığın cevapların hepsi, babanın odasında ki gizli kapının ardında seni bekliyor."

 

Babamın odası. Yıllar önce baş veliahtın yüzünü, o odaya açılan gizli kapının aşağısında görmüştüm. O gün babamla aramızda geçen konuşmayı hâlâ hatırlıyordum.

 

"Kim?" Diye sormuştum o gün ona. Ardından eklemiştim.

 

"Annemi bizden alan kimdi?"

 

"Onun kim olduğu seni ilgilendirmiyor. Senin ilgileneceğin kişi intikamımızı kimden alacağın." Elindeki kumandayla birkaç tuşa basmıştı. Dev ekranda bir kişi görünmüştü. Arem Barkın Soykamer. Babam onun baş veliaht olduğunu orada söylemişti. Oysa ben Arem'i ilk kez 2022'de babamdan değil, 2020'de Yiğit'en duymuştum. Babama yalan söylediğimi ve ondan bir şeyleri gizlediğimi hatırlayınca yutkunmuştum. O çok daha iyi bir evlât hak ediyordu. Ben ona layık değildim.

 

O gün her şeyin başladığı gündü. Sanırım bugün her şeyin biteceği gün olacaktı. O yerde başlamıştı başka yerde bitse ayıp olurdu. Uyurken bile belimden çıkarmadığım silahımı elime alarak babamın odasına doğru ilerlemiştim. Adımlarımın hızlı mı? yoksa yavaş mı? olduğunun farkında bile değildim. Zaman kavramını yitirmiş gibiydim. Kendimde değildim. Ama kendimde gibiydim. Bıkmıştım artık sürekli düşünmekten. Sürekli kafa yormaktan. Buna rağmen çıkış yolunu bulamamaktan bıkmıştım. Birileri yahut biri benimle çok büyük oynuyordu.

 

O kişi her kimse amacına giden yolda en büyük çıkarı ona benim sağladığımı düşünüyordum. Hem beni kullanıyordu hem de bunu benim farkında olmadığımı düşünüyordu. Bu kişinin güvendiğim biri olduğunu biliyordum. Hisler bilgilerden önce gelirdi benim için. Bilgilerim doğrultusunda ilerlediğimde elimde bana ihanet ettiğini düşüneceğim kimse yoktu. Eğer söz konusu hislerim olursa o zaman bütün içtenliğimle söyleyebilirdim ki güvendiğim yerden bıçak yemiştim. Bunu göremiyor bunu hissediyordum.

 

Bu işin ucunda ölüm varsa, bu beni korkutmazdı. Yolumdan da döndüremezdi. Bunun farkında olmak adımlarımı kendinden emin hâle getiriyordu. Babamın odasının kapısının tam önünde durduğumda, yıllar önce bu kapının önünde ilk kez duruşum aklıma gelmişti. O zaman da fazlasıyla heyecanlıydım. Bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydım. Bütün çıkmaz sorularımın cevabını o kapıyı araladığımda alacağımın bilincinde olarak açmıştım kapıyı. Tarih yine tekerrür ediyordu. Ben yine bu kapının önünde bütün çıkmaz sorularıma cevap bulmak için bekliyordum.

 

Daha fazla beklemeye tahammülüm yoktu. Kapıyı hızla açmıştım. Her türlü ihtimale karşı elimdeki silahımı önümde tutarak içeride düşman varsa ona karşı hazırlıklı olmak adına tedbirli davranıyordum. Odada kimse yoktu. Babamın odasına girince onun kokusunu alır gibi olmuştum. Bu öylesine tuhaf bir histi ki acıdan kalbim kasılmıştı. Benim kalbim ağrımıştı. Babamın bu odada hemen karşımda duran o siyah çarşaflı yatakta uyuduğunu biliyor olmak içime yangın gibi düşmüştü. Bu odaya girememin sebebi buydu.

 

Nasıl girebilirdim ki zaten? Benim canımdan ötem, benim her şeyim, beni bu Dünya'da gerçekten sevdiğine emin olduğum tek adam burada uyuyordu. Yatağının karşısındaki dolabı açmaya elim bile gitmezdi. Onun kıyafetlerini görürsem olduğum yere yığılır, hareket edemezdim. Onun varlığını kafamın içinden atmam gerekiyordu. Bu odada bu şekilde hareket edersem kitlenir kalırdım. Devamı gelmezdi. Bunun bilincinde olarak kendime gelmiştim. Türkeş modu aktif hâle getirilmişti. Babamın odasının pencere tarafındaki duvarının, çaprazındaki kitaplığa doğru ilerlemiştim. Hafızamın güçlü olması sebebiyle yıllar önce babamın bu raflardan alttan ikinci bölmedeki kırmızı renkli kitabı tutup, kendine doğru çektiğini çok iyi hatırlıyordum. Hatırladığım kitabı, ait olduğu yerde gördüğümde hiç vakit kaybetmeden kırmızı kapaklı kitabı kendime doğru çekmiştim. Hemen gerimde sesler gelmeye başladığında bunu yadırgamamıştım.

 

Arkamdaki duvar, babamın gizli sığınağı ya da adı her neyse o amaçla kullandığı yerdi. Duvarın kapı görevi görüp açıldığını bildiğim için fazlasıyla rahattım. Bu rahatlığımın bugün boyunca devam etmesini dileyerek adımlarımı arkamdaki gizli kapıya doğru yönlendirmiştim. Zeminde attığım her adımdan sonra çıkan tok sesler beni daha fazla rahatlatıyordu. Kapının tam girişinde durduğumda aşağıya doğru uzanan merdivenin varlığını tekrar görmek gülümsememe neden olmuştu.

 

Attila Tuğrul Türkeş, görev esnasında bacağına aldığı kurşunlar sebebiyle bacağının yürüme potansiyelinin %35'ini kaybetmişti. Kendisi topallayan ve de bastonu olmadan yürüyemeyen adam hâline gelmişti. Buna rağmen odasının içinde belki de çok uzun zamanlarca vaktini ayırdığı bu gizli odaya gidebilmek için önüne merdiven koydurtmuştu. Babanın kendisiyle bile inatlaşan yapısı beni o zaman da gülümsetmişti, şimdi de. Ben o zamanlar için 'işte benim inadımın kimden geldiği çok belli' derdim. Şu an bu cümleyi kuramıyordum. Aramızda kan bağı yoktu. Bu kez merdivenlerden bunun bilinciyle inmenin ağırlığı vardı omuzlarımda. Olsun demiştim yine de. Belki de doğuştan ona benzeme şansına sahip olamasam da, zamanla beni kendine benzetmişti babam.

 

Şimdi burada olsaydı, bana kızardı. 'Sen benim kızımsın' derdi. Bu gerçeği benden gizlediği için herkese kızgın olabilirdim. Benim gerçekte nasıl var olduğumu bana söylememesinin nedeni, bunu unutmuş olması olmalıydı. Beni öylesine kendi kızı olarak görmüştü ki gerçekte nasıl var olduğumu bana söylememesinin nedeni, bunu unutmuş olması olmalıydı. Onu benden daha iyi kimse tanıyamazdı. Benim babam benim babamdı. Hera Türkeş daima onun kızıydı.

 

Merdivenleri yavaş yavaş indim. En alt basamağı gerimde bıraktığımda odadaki ışıklar harekete duyarlı olduğu için yanmıştı. Buraya en son geldiğimde duvarlara sabitli raflarda yığınla dosya olduğunu hatırlıyordum. Bu kez bütün raflar boşaltılmıştı. Elektronik cam masa hâlâ olduğu gibi duruyordu. Hemen onun karşısında duvara sabitli dev ekran vardı. Çok şey değişmemişti. Birçok şey hâlâ hatırladığım gibi duruyordu. Bu küçük alanda, burada başka kimse olmadığını tek bakışta görebiliyordum.

 

Masanın üzerinde bir laptop vardı. Muhtemelen yukarıdaki kağıt parçasında bahsi geçen cevaplar onun içinde olmalıydı. Oyalanmak ya da kendime zaman tanımak gibi huylarım yoktu. Bütün her şeyi anında öğrenmek, anında cevaplara ulaşmak isterdim. Hızlı hareket ederek laptopun olduğu kısma gittiğimde bilgisayar ekranından gördüğüm yazıyı hızlı hızlı okudum.

 

"İsminin yazılı olduğu dosyayı aç."

 

Derin nefes alıp verdim. Bu yukarıdaki kağıdın gerçekten benim için oraya konulduğunun ispatı sayılırdı. İsmimin yazılı olduğu dosyayı açtığımda arkamdaki dev ekrandan ışık çıkmasıyla bakışlarımı bilgisayar ekranından alıp dev ekrana çevirdim. Gözlerimin önüne bir şirket odası gibi bir yer çıktı. Camdan büyük çalışma masası, deri koltuklar, birbirine karşılıklı konumlandırılmış koltukların tam ortasında ahşap bir orta sehpa vardı.

 

Bunlar dikkatimi çeken şeyler arasında yer almıyordu. Benim dikkatimi çeken şey, bunun bir kamera kaydı olmasıydı. Odanın üst duvar kısımlarından bir yere sabitlenmiş içeride olan biteni kayıt altına alan bir kamera. Odanın içinde hareket eden bir adam kameranın kayıt alanına girdiği an onun sırtını görmüş ve kim olduğunu anında anlamıştım. Ben bu adamı nerede ne şekilde görürsem göreyim tanırım. O kişi benim babamdı. Attila Tuğrul Türkeş. Uzun zaman sonra onun varlığını izliyor olmak içimi kıpır kıpır yapmıştı. Yine sarsıldım, sarsılacaktım. Bunun olmasını istemediğim için tekrar odaklanmak adına kendime telkinler vermiştim.

 

Çok geçmeden video kaydında kapının çalınma sesi kulaklarıma doluştu. Ayakta duran adam 'gel' komutunu verdi. Onun sesini duyunca gülümsedim. Özlemiştim. Her şeyden çok özlemiştim. Babamın sesini, babamın varlığını, babamın kendisine ait olan her şeyini, en çok da bana olan sevgisini çok özlemiştim. Kapı açıldığında içeri yüzünü görür görmez kaşlarımı çattığım o adam girdi. Babam ve o mu? Onun burada ne işi vardı?

Baş veliaht...

 

Arem Barkın Soykamer içeri girdiğinde sert surat ifadesiyle babamın tam karşısında durdu. Babam ona elini uzattı. Tokalaşıp birbirini selamlayan iki adam karşı karşıya konumlandırılmış deri koltuklarda oturdu. Kamera kaydından artık ikisinin de yüzünün yan portresini rahatlıkla görebiliyordum.

 

Kollarımı önümde birleştirip çatık kaşlarımla olayı anlamaya çalışıyordum. Kısa süre sonra ilk konuşan kişi Arem oldu ve bakışlarımın hedefine ekrandan onun yüzünü aldım. "İyi bir asker olduğunuza hiç şüphem yok. Ancak maalesef siz fazlasıyla kötü bir babasınız. Benden istediğiniz şeyin ne anlama geldiğinin farkındasınız, öyle değil mi?" Arem fazlasıyla öfkeliydi. Babam onu ne yaptı da bu kadar öfkelendirmişti? Arem öyle hemen sinirlenen biri değildi. Bununla ilgilenmek istemiyordum. Benim şu an ilgilendiğim tek konu vardı: Arem kim oluyor da, Dünya'nın en iyi babasına kötü baba damgasını vuruyordu? Attila Tuğrul Türkeş mükemmel bir babaydı.

 

"Kızım için aldığım kararlar beni kötü yapmaz," babamın sert sesi duyulduğunda çatılan kaşlarım tekrar düzeldi. Benim babam benim için karar aldıysa, o karar iyi bir karardır ve de benim babam iyi bir babadır. Arem babamın sözlerini duyduğunda çatık kaşlarını daha fazla çatmıştı. Olduğu yerde yavaşça öne doğru eğilerek babamla göz temasını kesmeden konuşmaya başladı.

 

"Benden seçim yapmamı istiyorsunuz," dedi Arem öfkeli bir tonla, ama babam fazlasıyla sakin görünüyordu. Onun sözlerine kafasını evet anlamında aşağı yukarı sallayarak cevap verdi. Bu onaylamanın yeterli olmayacağını düşündüğü için bir de sözleriyle Arem'i onayladı.

 

"Evet, senden tam olarak bunu istiyorum," dedi babam. Arem güldü, lakin bu daha çok dalga geçiyor gibi olan gülüşlerinden biriydi.

 

"Ama benden kızınızı seçmememi istiyorsunuz," dedi Arem. Kaşlarımı tekrar çattım. İkisinin arasında dönen seçim mevzusu umarım tahmin ettiğim olayla alakalı değildir diye geçirmiştim içimden. Babam o seçimi yapması için Arem'i zorlamış olamazdı. O bana bunu yapmış olamazdı.

 

"Kararlarım seni alakadar etmez Kamer. Kız benim kızım. Onun hayatıyla ilgili kararları biri alacaksa, bu benden başkası olamaz." Arem, sakin kalmakta zorlanıyor gibiydi. Aldığı nefeslerin sıklığı bile kendisini sakin kalmak için zorladığını gösteriyordu.

 

"Kızınızı bu işin içine siz soktunuz. Buna rağmen bütün her şey bittiğinde herkes ölmüş olsa bile onun kılına bile zarar gelmeyecek diye size söz verdim. Şimdi ne oldu da benden bu sözü çiğnememi istiyorsunuz?" Babam da tıpkı Arem'in yaptığı gibi öne doğru eğilmişti. İkisi arasında dönüp duran yüksek gerilimi sadece izlerken bile hiç zorlanmadan anında fark edebiliyordum.

 

"Bunu sana söyleyeceğim gün bugün değil. Sen sadece sana söylediğimi yap," diye yanıtladı onu babam. Benim babam öylesine bir adamdı ki karşısındaki kim olursa olsun ondan çekinmez, korkmazdı. Asla kimseden emir almazdı. Benim babam öylesine bir adamdı ki her ne yapıyorsa yapsın beni satmazdı. Her ne olursa olsun o kızından vazgeçmezdi. Yapıyorsa sebebi vardı. Yapıyorsa mutlaka sebebi olmak zorundaydı.

 

"Bunu yapamam," diye direndi Arem. Kesinlikle huzursuzdu. Kendisiyle savaşıyordu.

 

"Yapmak zorundasın," diye kararlı bir şekilde söyledi babam. Babamın her zamankinden daha sert çıkan sesi, artık sabrının sonuna geldiğini gösteriyordu.

 

"Melisa benim meselem. Kızının bu konuda suçu yok. İkisinin yan yana gelmemesi için elimden geleni yaparım. Ama oldu da işler benim düşündüğüm gibi gitmez, bir aksilik çıkar, bir şey olur, bir terslik çıkar ve seçim yapmak zorunda kalırım o zaman benim seçeceğim kişi..."

 

"Kızım olur," babam veliahtın sözünü kesmişti.

 

Gözlerim ekrana kilitlenmişti. Benden bağımsız bir şekilde kayıp giden o yaş tanesi yüzümde yol çizip gitti. Donup kalmıştım, dilim tutulmuştu. Konuşmaya çalışmamama rağmen dilim tutulmuştu, sanki kelimelere lal olmuştu dilim. Bu ekrandaki adam benim babam mıydı? Peki ya baş veliahta ne demeliydi?

 

"Bana lotus çiçeğimi geri ver..." Diyen kişi oydu. O gün onun aklına bile gelmemişim. Beni kurban edenin o olduğunu düşünmüştüm, ama yanılmıştım. Meğer oyun kurucu babammış.

 

Beni babam satmış.

 

"Kızımı seçersin, biliyorum. Sen hep böyle iyi bir çocuk oldun. Her ne olursa olsun kızımı korursun. Onu bu oyuna senin dâhil etmeni söylediğimde sana sorgusuz sualsiz güvenmemin nedeni de buydu. Sen benim kızımı kendi çıkarların doğrultusunda satacak bir adam değilsin. Sen masum olan kimseyi kurban etmezsin. Senin de bildiğin gibi bu hikayenin en masumu benim kızım," dedi babam.

 

Arem başını önüne eğmişti, ne söylemesi gerektiğini bilmiyor olmalıydı. Öylece duruyordu, kafası karışmıştı. Ortada dönüp duran şey neyse, bunu anlayamıyordu. Aklı karman çorman olmuşa benziyordu. Babama cevap veremiyordu. Babam da benim gibi onun bu halinin farkındaydı. Çünkü babam da Arem'i en az benim kadar iyi tanıyordu. Benim babam, veliahtı benden çok daha önce ve çok daha iyi tanıyordu.

 

"Bak oğlum," dedi babam. Arem'e oğlum dediğini duyduğumda sertçe yutkundum. Bu Arem'in de şaşırmasına neden olacak türden bir kelimeydi, o da kafasını önünden kaldırıp tekrar babamla göz teması kurdu.

 

"Hera benim her şeyimdir. Onu ateşe attığımı sanma sakın. Ortada çok daha farklı oyunlar dönüyor. Bu hikayede kızımı korumaya çalışman boşa çaba. Benim kızım ateş hattına çoktan girdi. Onu ben de koruyamam. Onu sen de koruyamazsın. Onu bir tek kendisi koruyabilir. Bunun olması için onun kendini koruması gerektiğini, kendisinden başka kimsenin onun yanında olmadığını görmesi gerekiyor. O seçimi yapacaksın. Sen benim kızımı ateşe atacaksın." Babam ona bakan Arem'in gözünde her ne gördüyse susup tebessüm etti.

 

"Merak etme! Öfkesi damarlarında akmaya başladığında, onun kendini her şeyden ve herkesten koruyabilecek kadar güçlü biri olduğunu göreceksin," babam beni iyi tanırdı. Yine öyle olmuştu.

 

Her şeye rağmen babam ne söylemeye çalışıyordu, anlamamıştım. Bunca yıllık babamı ben anlayamıyorken, veliahtın onu anlamasını beklemek aptallık olurdu. İkimiz de konuşup duran bu adamın neyi amaçladığını ve bizden tam olarak ne istediğini zerre anlamıyorduk.

 

"Ya ölürse. Hiç mi korkmuyorsun? Ya senin aldığın şu karar yüzünden kızın ölürse - sen nasıl yaşayacaksın?" diye sordu Arem. Hâlâ onu bu kararından vazgeçirmeye çalışıyor gibiydi, hâlâ benim için çabalıyordu. Babama beni ölüme bile isteye göndermesin diye çabalıyordu. Bana bunu neden anlatmamıştı, şimdi anlamıştım. Anlatsa bile ona inanmazdım. Arem Barkın Soykamer karşıma çıkacak ve bana, "Seni ben değil, senin baban ateşe attı," diyecekti. Buna asla inanmazdım.

 

Babam, Arem'e bakıp gülümsedi. Nerede görsem, tanırdım bu gülüşü. Buruktu, onun gülüşü buruktu.

 

"Benim yaşamamdan ziyâde kızımın yaşaması daha önemli. Ben kızımı sevmeyen biri değilim. Onun için ölürüm, onun için öldürürüm. Kimsenin gözünü yaşına bakmam, yeter ki o yaşasın. Bana güven. Eğer senden istediğimi yapmazsan, kızım asıl o zaman ölür."

 

Arem ilk etapta sadece yeri izlemişti, yeteri kadar düşünmüş olmalı ki hızla oturduğu yerden kalktı. Babama dönüp baktığında öfkesini gözlerinden görebiliyordum. Kabullenmişti, babamın ondan istediği şeyi kabullenmişti. Bu kabulleniş onu öfkelendirmişti.

 

"İstediğini yapacağım. Ama eğer tanrıçaya bir şey olursa gelir, seni öldürürüm," Arem, babamın cevap vermesine izin vermeden hızla kapıya doğru hareket etti. Kapıdan çıkıp gitmeden önce babam onu olduğu yerde durduracak türden konuştu.

 

"Eğer yaşıyorsam ve kızım ben yaşarken yaşamıyorsa, o zaman senden önce ben kendimi öldürürüm. Sen hiç merak etme," dedi babam.

 

Arem, babamın sözlerine cevap vermeden önce hızla kapıya ulaştı. Kapıyı açıp gitmeden önce babam ona son bir uyarıda daha bulundu.

 

"Kızım sana emanet. Ben yaşıyorsam, yine sana emanet. Ben öldüysem, yine sana emanet. Emanetime ihanet etme sakın."

 

Arem olduğu yerde durdu. Zorlanıyordu. Babamla konuşmak herkes için zordu. Emindim, Arem için de zordu. Onun bu halini görmek beni üzmüştü, çünkü zorlanmasına sebep olan kişi bendim.

 

"Sen onu benden aldın," dedi Arem sertçe, sözleri bıçak gibi keskindi. Canım öylesine acıyordu ki, hayatımın en büyük çıkmazının içine girmiştim. Arem devam etti, devam etmesini istemediğim halde devam etti. Ben onu kötü bilmiştim, onu hain bilmiştim, onu ihanet eden adam olarak bilmiştim. Böyle kalsın istemiştim, her şeyin yeniden tepetaklak olması zoruma gidiyordu.

 

"Ben senin istediğini gerçekleştirdiğimde, onun için ona ihanet eden adam olacağım. Sen kendi ellerinle bana emanet ettiğin kadına ihanet etmemi istiyorsun. Bunu yapacağım. Yaşasın diye ona ihanet edeceğim," dedi Arem, babama bakmadan kapının koluna uzandı. Açmak üzereydi ki babam tekrar konuştu:

 

"O böyle bilecek. Sen ona ihanet etmesen de, o bunu ihanet olarak görecek. Anla işte, Kamer! Onu hayatta tutan şey senin ihanetin olacak."

 

Arem'in yüzünü göremiyordum. Elinin kapının kulpunda öylece durduğunu görebiliyordum. Kısa süre sonra Arem sessizce kapıyı açtı. Kapıdan çıkmadan önce son bir kez arkasını döndü. Bakışları önce babamın üzerinde gezindi sonra aniden kameranın olduğu yere doğru baktı. Bakışlarını yukarı kaldırdığında onun o orman gözleriyle göz göze geldiğim için sertçe yutkundum. Bakışlarım babama kaydı. Gülerek başını iki yana doğru sallamıştı. Baş veliaht, baş veliaht olduğu için gizli kamerayı çözmüştü. Onun zekası babamın hoşuna gittiği için babamı güldürmüştü. Arem, babamla ilgilenmiyordu. Arem hâlâ kameranın olduğu yere bakıyordu.

 

"Çünkü sadece kadını ateşe atarsam, onu ateşin kendisinden koruyabilirim." Kameraya bakarak kurmuştu sözlerini.

Adım kadar emindim bu laf babama değil, banaydı. Kamera kaydını zamanı geldiğinde izleyeceğimi anlamış olmalıydı.

 

Arem'in sesi boğazımda yakıcı bir düğüm oluşmasına neden oldu. Kafası karışık Arem gitmiş bir şeyleri çözmeye başlamış Arem gelmişti. Veliaht gözlerini Kameranın olduğu yerden ağır ağır çekip babama çevirdi. "Kalbime ihanet edeceğim, emânetine ihanet etmemek için." Babam başını aşağı yukarı memnuniyetle salladı. Arem, kameraya son bir kez bakıp odadan ayrıldı.

 

Ekran karardı, video kaydı buraya kadardı. Babamın amacını anlamıyordum, benden bile daha çok şey biliyor olmalıydı. Ortada bir düşman vardı ve babam onun kim olduğunu benden saklamıştı. Üstelik beni ateşe atmak istemeyen bir adama, beni zorla ateşe attırmıştı. Bu gerçeği yıllar sonra öğrenmek, bana birçok şey kazandırabilirdi, tıpkı birçok şeyi kaybettirdiği gibi.

 

Ekranı boş gözlerle izliyordum. Buradan çıkmam gerektiğini biliyordum, mesela az önce izlediğim o video kaydının devamını Arem'e sormam gerekiyordu. Kendimde o gücü bulamıyordum, araf gibiydim. Babam bunu neden yapmıştı? Eğer her şeye karşı bu kadar hazırlıklıysa, o zaman neyi yanlış yapmıştı da ölmüştü? Her şey arap saçına dönmüştü, içinden çıkamıyordum. Bütün olaylar birbirine bağlı gibi görünüyordu, ama bir türlü mantıklı bir sırayla dizemiyordum. Bu durum beni çok yoruyordu, artık hiçbir şey bilmiyordum.

 

Düşünmekten kafayı yiyecektim, beynim zonkluyordu. Arkamdaki merdivenden adım seslerini duyduğumda, silahıma hızla davrandım. Yönümü merdivenlere çevirerek silahımı oraya doğrulttum. Merdivenlerden inen yüzü gördüğümde, ilk göz göze geldiğimiz an sadece boş boş gözlerine bakabildim. Onun bana zarar vermeyeceğini, hatta hiç zarar vermediğini fark ettiğimde, silahımı indirdim. Yıkılmış gibi indirdim. Arem Barkın Soykamer buradaydı, tam karşımda duruyordu.

 

Arem'i görünce eğdiğim başım, arkasında birinin daha olduğunu hissettiğimde tekrar yukarı kalktı. Geleni gördüğümde, şokla olduğum yerde kala kalmıştım. Bedenim onu gördüğüm için titremeye başladı. Uzun zaman olmuştu, uzun zaman sonra burada karşımdaydı:

 

Cengiz Düzhan... Ayşen annemin kocası...

 

Ona ne yaptılar, diye ağlayan küçük bir kız bırakmıştı arkasında. Günler, yıllar geçmişti onun gidişinin ardından. O küçük Hera bunun için sadece kendini suçlamıştı. Öylesine derin bir vicdan azabı sarmıştı ki, dört bir yanını, ben diyecekti, benim diyecekti, ben doğdum diye, benim yüzümden diyecekti. Bir daha da doğduğu günü kutlamayacaktı. Kendini mi? İşte onu hiç affetmeyecekti... Hera kendini hiç affetmemişti.

 

Ayşen Hanım, küçük Hera'nın doğum gününü kutlamak için onunla çıktığı yolculukta ara sokağın birinde tecavüze uğramıştı. Hayatta karşı yaşam enerjisini kaybettiğinden, psikolojik tedavi alması adına hastaneye yatırılmıştı. Yapılan kan testi ise hayatını bir kez daha alt üst etmişti. Yıllardır özlemle yanıp kavrulduğu bebeği karnındaydı. O hamileydi. O hamileydi. Duydun mu beni Hera? O hamileydi. O tecavüz sonucu hasret kaldığı bebeğine hamile kalmıştı.

 

Çıldırmıştı bu gerçeği öğrendiği zaman. Kocası perişandı. İstememişti o bebeği. Oysa Cengiz ağabey, karısı onun için her şeyi demek olan o adam, doğurmak isterse onun bebeğine babalık bile yapardı. Her yerde deli gibi arıyordu şerefsiz adamı Cengiz ağabey. Yoktu. Bulamıyordu. Karısı gün geçtikçe tükeniyordu.

 

Sonra öyle bir an gelecekti ki, Ayşen Hanım benim Ayşen annem, Cengiz ağabeyimin gözünün içine baka baka hayattına son verecekti. Cengiz ağabeyi, o günden sonra bir daha kimse ne görecek ne de duyacaktı. Bir gidecek, bir daha geri gelmeyecekti.

 

Ta ki bugüne kadar. Onu en son gördüğümde on dört yaşındaydım. Şimdi 25 yaşındaydım. Geçip giden bunca zamana rağmen onu görür görmez tanımıştım. Nasıl tanımazdım? Onun hayatını bitiren bendim. Karısını onun elinden alan bendim. Ona bunca acıyı yaşatıp çekip gitmesine neden olan bendim. Hâl böyleyken nasıl tanımazdım onu.

 

Almıştım. Karısının intikamını almıştım. Ona onca acıyı yaşatan o iğrenç adam benim bu iğrenç hayatta canını aldığım ilk kurbanımdı. Derisini yüzmüştüm onun. Bir an bile düşünmeden, bir an bile pişman olmadan onun suratını yüzmüştüm. Onu ben öldürmüştüm. İkinci annemin ölümüne sebep olan o caniyi vahşice öldürecek kadar cani olmuştum.

 

"Bana bakmanı istiyorum, prenses."

 

Sesini duyduğumda, boğazımdaki düğüm varlığını iyice belli etmişti. Bana hep prenses derdi. Bana kırgın değil miydi? Karısını ondan aldığım için kızgın değildi. Oysa o küfür bile etse, ben sesimi çıkarmazdım. Hak etmiştim. Hem de sonuna kadar. Kafamı yavaşça kaldırıp, onunla göz göze geldiğimde, kollarını bana doğru açıp eliyle gel işareti yapmıştı.

 

Bu anı bekliyormuş gibi hızla onun kolları arasına girdim ve sımsıkı sarıldım. Ağlayacaktım. Ağlamamam gerekiyordu. Zayıf görünmek istemiyordum. Beni en son gördüğünde küçük bir kız çocuğuydum. Şimdi karşısında, bunca yıla rağmen, küçük kız çocuğu gibi ağlamak istemiyordum. Sarılmayı bitirmek istemiyordum. Sarılmak iyi gelirken bitsin istemiyordum. Sarılmanın şimdiye kadar bitmiş olması gerektiğini biliyordum. İstemeye istemeye kafamı göğsünden kaldırdım.

 

Göz göze geldiğimizde gülümsedi. Uzun boyluydu, siyah saçlı, siyah gözlü karizmatik bir adamdı benim ağabeyim. Yüzünde yılların yorgunluğu vardı.

 

"Ne kadar büyümüşsün böyle."

 

Gururla bakıyordu yüzüme. Nefretle bakması gerekirken, gururla bakıyordu. Bu, canımı daha çok yakıyordu. Benden nefret etse "olması gereken buydu" der, rahat ederdim. Şimdi, onun hiç hak etmediğim sevgisi canımı fazlasıyla yakıyordu.

 

"Özledim seni güzel kızım."

 

"Ben de çok özledim seni."

Baba gibiydi benim için. Baba demeye utansam da, baba gibiydi. En son karısına anne dediğimde olanları hatırladığım için ona asla ve asla baba demeyecektim.

 

"Babam. O benden bunca şeyi neden gizledi?" Konuyu olabildiği en hızlı şekilde değiştirmemin iki nedeni vardı. Birincisi karşımdaki adamın bana karşı olan sevgisinin canımı acıtıyor olmasıydı. İkincisi babamın bana bıraktığı o bilmecenin cevabının onda olduğunu biliyor olmamdan kaynaklıydı. Eğer buradaysa onu buraya babam göndermiş olmalıydı. Derin nefes alıp verdi. Benden uzaklaştığı zaman arkasında durup onu izledim. O masanın olduğu tarafa doğru ilerlediğinde, varlığını unuttuğum Arem, görüş açıma girmişti. Bedenini gözlerimin önüne diktiğinde, ona bakmaktan başka çarem kalmamıştı.

 

Bilmediğim şeyden dolayı kendimi suçlamayacaktım. O seçimi yaparken bunu ona mecbur bırakanın kendi öz babam olduğunu bana hiç kimse söylemezse bunu bilemezdim. Buna rağmen ona karşı kendimi ister istemez suçlu hissediyordum. Böyle hissettiğim için kendime kızsam bile, hissettiğim şeyler değişmiyordu. Benim hakkımda kararlar alıp durmuşlardı. Benim hakkımda alınan birçok karardan haberim dahi olmamıştı. Ben karşıma ne konulduysa onu doğru bilmiş, ona göre hareket etmiştim.

 

Orman yeşili gözlerle göz göze geldiğimde, sadece birkaç saniye yüzüme bakmış, hemen ardından beni kendine çekerek sımsıkı sarılmıştı. Omuzlarından koca bir yük kalkmış gibiydi. Bunun rahatlığını ondan alabiliyordum. Artık gerçekleri bildiğim için rahattı bana karşı. Onunla bu konuyu daha sonra konuşsak iyi ederdik. Önceliğimiz bambaşka bir konuydu. Önceliğimiz, benim babamın benden gizlediği şeylerin ne olduğu yönündeydi.

 

Kolları arasında yavaş yavaş çıktığımda bunu sorgulamamış, benden önce kendisi geri çekilmişti. Göz göze gelmek istemediğim için onun yanından hızla ayrıldım. Cengiz ağabeyimin yanına doğru geldiğimde, onun önündeki bilgisayarla uğraştığını gördüm. Benim geldiğimi fark ettiği zaman kafasını önünden kaldırdı.

 

"Biz gelmeden önce izlediğin kamera kaydını zamanı geldiğinde sana izletmem gerektiğini söyleyen babandı. Bunu yaparken bana aynen şöyle demişti: 'Bu kamera kaydını kızıma mutlaka izlet. Bu benim baş veliahta borcumdur.'" Arem, arkamda olduğu için ne tepki verdiğini göremiyordum. Babamın borç diye bahsettiği şey, Arem'in bana ihanet etmediğini ispatlamış olduğu gerçeğiydi. Muhtemelen bu kaydı görmesem, hayatımın sonuna kadar onu bana ihanet eden adam olarak görecektim. Bunun sebebi, babam olduğu için kendini Arem'e karşı borçlu hissetmiş olmalıydı.

 

"İkiniz için ayrı bir video daha var. Bunu ikinizin beraber izlemesini istemişti. Arem'i alıp buraya getirmemin sebebi bu. Rahmetlinin son arzusuydu benden istediği." Rahmetli Attila Tuğrul Türkeş. Öylesine zordu ki onun ölümünü kabullenmem. Biri laf arasında bu gerçeği yüzüme vurduğunda sanki hiç bilmiyormuş gibi canım yanıyordu. Yine de bu can acımı belli etmemeye çalıştım.

 

"Videoyu izlemek için başlatmanız yeterli olacaktır." Yerinden doğrulup tekrar konuştu. "Benim görevim burada bitti."

 

Sözlerini tamamlar tamamlamaz yanıma doğru gelip bana tekrar sımsıkı sarıldı. Ona aynı şekilde sarılarak karşılık verdim.

 

"Bir daha seni göremeyecek miyim?" Elleri tekrar saçımda yer edindiğinde, kısa süreli sessizliğin ardından konuşup beni cevapladı.

 

"Ben seni görmeye geleceğim kızım." O geleceğim diyorsa, gelirdi. Onu bunun için zorlamayacaktım. Benden yavaş yavaş ayrıldığında gitme vakti onun için gelmişti. Arem'e baş selamı verip merdivenlere doğru ilerledi. İlk basamağa adımını atmadan önce son kez arkasını dönüp gözümün içine baktı.

 

"Teşekkürler kızım." Neden teşekkür ettiğini anlayamadığım için şaşkın şaşkın suratına baktım.

 

"Neden abi?" Şefkatle gülümsedi bana.

 

"İntikamımızı aldığın için." Cevap vermemi beklemeden merdivenleri hızla çıkarak gözden kayboldu. Muhtemelen Ayşen anneme o iğrenç anları yaşatan adama hayatının en iğrenç anlarını yaşattığım gerçeğini biliyor olmalıydı. Bu teşekkürü duymak beni gururlandırdı. İlk kez birinin çekip gidişinin ardından gururla bakıyordum. Bu gurur bana aitti. Ben katilliğimle gurur duyuyordum.

 

Arem'le baş başa kaldığımızda, yavaş yavaş yanıma doğru gelmişti. O konuşmadan konuşmayı düşünmüyordum. O da bunun farkında olduğu için benim konuşmamı beklemeden kendisi konuştu.

 

"İyi misin?" Sorduğu sorunun cevabı bende yoktu. Omuz silkmiştim.

 

"Bilmiyorum." Kafasını, beni anlamış gibi aşağı yukarı salladı.

 

"Böyle olmasını istemezdim." Buna artık şüphem yoktu. Böyle olmaması için babama fazlasıyla dil dökmüştü. Babamsa, onu böyle olmazsa kızım ölür ve bundan sen sorumlu olursun diyerek tehdit etmişti. Ona başka seçenek bırakmamıştı. O da babamın emriyle hareket etmek zorunda kalmıştı.

 

"Buna artık eminim. "

Gözlerimin içine uzun zaman sonra Kamer gibi değil de tekrar Arem gibi bakmıştı.

 

"Bana kızgın mısın? "

Kafamı hızlı hızlı sallamıştım. Ona ve babama kızgındım. Hayatımın sonuna kadar da kızgın kalmaya devam edecektim.

 

"Evet kızgınım. Hayatımla ilgili kararlar alıp durduğunuz ve bunu bana söylemediğiniz için size ebediyen kızgın olarak kalacağım. "

Yine beni anlamış gibi kafasını aşağı yukarı sallamıştı. Gözlerinde bu kızgınlığın canını yaktığını gösteren belirtiler vardı. Ona kızgın olmamı anlıyordu fakat ona kızgın olmamı istemiyordu.

 

"Peki kırgın mısın? "

Bu sorunun cevabını duymayı bir öncekinin cevabını duymaktan daha çok istiyordu. Hevesle sormuştu. Vereceğim cevaptan çekindiğini görebiliyordum. Buna rağmen cevabımı öğrenmek istiyordu.

 

"Emin değilim. "

Artık ona kırgın olup olmadığım konusunda emin değildim. Kırgınlığımı hak etmiyordu. O kendisine iki seçenek sunulduğunda her ne olursa olsun bu hikayenin en masumu ben olduğum için beni seçeceğini söylemişti. Arem bir şey söylüyorsa yapardı. Bunu biliyordum. Karşısında Melisa olsa bile beni seçerdi. Buna engel olan benim babamdı. Ona kırgın olmam için artık sebebim yoktu. Arem'in hayatına bile beni kendi babam sokmuştu. O istediği için ben devletin bana verdiği görevi kabul etmiştim. Arem suçsuz değildi ama artık suçlu da değildi.

 

"Öfkenin başımın üstünde yeri var da kırgın olan yanına dayanacak gücüm yok tanrıça. "

 

Duygu dolu çıkan sesi beni etkilemeye yetecek kadar güçlüydü. İkimizin arasında ne tür bir bağ olduğunu kesin olarak söyleyemezdim. Aramızda oldukça güçlü bir çekim olduğu aşikardı. Bu çekimin ne boyutta olduğunu kestiremesem de aramızda dönüp duran duygu yoğunluğundan rahatsızlık duymuyordum. Aramızda adını koyamadığımız o duyguları görmezden gelmiştim şimdilik. Babamın ikimize aynı anda bıraktığı şey her neyse onu açmak için işe koyulmuştum. Arkamda bulunan dev ekrandan sesler gelmeye başlayınca yönümü rahat olmaya çalışarak bilgisayar ekranından alarak dev ekranı doğru dönmüştüm.

 

Arem de benim gibi yönünü ekrana döndüğünde kısa süre sonra karanlık ekran aydınlanmıştı. Ekranda tekrar onu gördüğüm an düşüp bayılacak gibi olmuştum. Arem'in elini elimde hissettiğimde birleşen ellerimize bakmıştım. Bana güç vermeye çalışıyordu. Bunu başarıyordu. Ondan güç almak bana iyi gelmişti. Ekrana tekrar baktığımda onun yüzüyle karşı karşıya gelmiştim. Kendini kayda alıyordu. Sandalye üzerine oturmuş kollarını masanın üzerine yerleştirmişti. Ekrana bakarak konuşmaya başlarken nefesimi tutmuştum.

 

"Güzel kızım nasılsın? "

Hiç iyi değilim babacığım. Beni bir dünya acımasız insanın arasına bırakıp gittin, nasıl iyi olabilirim? Sensiz iyi olmam mümkün mü?

 

"Bugünün tarihi 18 Kasım 2022"

Oysa bugünün tarihi 17 Eylül 2025'ti. Sen gideli uzun zaman oldu baba.

 

"Eğer sen bu videoyu izliyorsan o zaman artık hayatta değilim demektir. "

Oldukça rahat şekilde sarf ettiği sözleri beni, Arem'in elini kırmak isteyecek kadar çok sıkmama neden olmuştu. Sesini dahi çıkarmamıştı Arem. Elini bana feda etmişti. Geçmişe gitmiştim sırf bu yüzden. Sırf elini sinir anında sıktım diye geçmişe gitmiştim. Öldü sandığım sevgilisinin bahsi geçti diye canımı yakıyor oluşuna ses etmemiştim o gün. İtalya'da kaçırılan 10 askeri kurtarma operasyonunda yaşamıştık o olayı. O gün elimi kırmak ister gibi sıkmıştı Arem.

 

Ödeşmiştik artık onunla. Geçmiş geçmiyordu. Sadece ödeşiliyordu.

 

"Seni ona ben emanet ettim. Ciğerini biliyorum ben senin. Ölsen affetmezdin onu sen." Ekrana iyice yaklaşıp gülümsemişti Attila Bey.

 

"Hoş şimdi bile affeder misin? Bilmiyorum. Sadece şunu bil kızım. O da ben de sen yaşa diye yaptık tüm bunları. Sözümden çıksaydı sen ölürdün. Sana bir şey olsaydı onu öldürürdüm."

Arem'in şu ana kadar ki ciddiyeti babamın onu tehdit ettiğini duyduğu an uçup gitmişti. Sırıtarak bakıyordu ekrana. Bu ikisi ne kadar süre birbirlerinin hayatlarında var olmuşlardı? Oldukça uzun süredir diyordu içimden bir ses. Çok uzun süre hem de.

 

"Hikaye çok karışık kızım."

Derin nefes alıp vermişti. Nerden başlaması gerektiğini bilmiyor gibiydi.

 

"Seni o adama bırakmaktan başka şansım yoktu." Hangi adam baba? Hadi söyle artık şu düşmanı.

 

"Sana zarar veremezdi. Sen onun silahı olacaktın. Beni öldürmeyi başarsa bile seni tanımadığı için o kaybettiğinin farkında değil. Kendi sonunu getirecek kişiyi eğitmek, onun için güzel bir son olacaktır."

 

Zihnimin arka planında olaylar birbiri ardına dönüp duruyordu. Cevap dilimin ucundaydı. Bana cevabı babam verecekti. Ondan duymadığım sürece harekete geçmeyecektim.

 

"Hem Sevde yaşıyormuş... O ne pahasına olursa olsun seni korur. Söz verdi."

 

Sevde... Zeynep Sevde Türkeş. Hayır artık Zeynep Sevde Soykamer. Halam olan kadın. Babamın kız kardeşi. Bu işin içinde o da mı vardı?

 

"Soykamer ailesinin yüz karası. Arzem Soykamer. Deli veliaht olarak da bilinir."

Babam aniden konuya girdiğinde kaşlarım istemsizce çatıldı.

Deli veliaht dediği kişi Arem'in amcası ve aynı zamanda benim Ulum olan Arzem Soykamer'di. Beni Ulu ve Veliaht yapılanması çökerteyim diye eğiten adamın ta kendisi.

 

Bu gerçek beni yarı zamanlı şaşırtmıştı. Hazar'ın, Lara'yı kurtarmak için ortadan kaybolduğu gün onun diğer ululara karşı olan tavrından şüphelenmiştim. Sadece olaylar üst üste bindiği için konunun üzerine gitmemiştim.

 

"Babamı öldürdü. Annemi öldürdü. Sevde'yi de öldürdü sanıyordum ama meğer kaçırmış onu. Öldü olarak göstermiş. Zorla evlenmiş. Üstüne çocukları bile olmuş."

 

Son kısmı yutkunarak söylemişti. Masanın üzerindeki elini yumruk yapıp sıkmıştı. Almina, Arzem ve halamın kızıydı. Zorla evlendilerse o zaman bu demek oluyordu ki Almina tecavüz sonucu dünyaya gelmiş olabilirdi. Halama geç kavuşmuştum. Veliahtlardan ayrı yaşadığım o iki yılda her gün beraberdik. Onun yaşadığı şeylerin olma ihtimalini hissettiğimde içimde bir kez daha aynı acı, aynı şiddette yer edinmişti.

 

Arzem Soykamer...

 

Ben o adama güvenmiştim. O adamın düşmanım olduğunu veliahtların hepsi birleşip söylese inanmazdım ama babamın tek lafı, tek bir kelimesi bile yeterliydi. O adamdan bütün varlığımla ve yokluğumla nefret etmiştim. Benim babam, benim canım babam. benim biricik ve güzeller güzeli babam; o adam yüzünden ailesinden olmuştu. O adam yüzünden kimsesiz kalmıştı. O adam yüzünden benim babamın canı yanmıştı. Ve üstelik O adam beni yanına almıştı. Babamın düşmanı değil de dostuymuş gibi davranmıştı. Beni koruyacağını ve kollayacağını söylemişti. Babamdan sonra bana babalık edeceğini söylemişti. Oysa benim babam beni ondan korumak için beni onun eline vermişti. Benim babam hayatının en büyük kumarını benimle oynamıştı.

 

Arem de ben de ses çıkarmadan dinliyorduk babamı. Ekrandaki adam kendisini toparladığında tekrar konuşmaya devam etmişti.

 

"Bütün hayatım onu aramakla geçti. Sonra annen girdi hayatıma."

 

Annemden bahsettiği an susmuştu. Kendisine yeteri kadar süre tanıdıktan sonra yine ondan bahsederek konuşmuştu.

 

"Çok özledim onu. Sen üzülme diye belli edemedim."

 

Gülümsemiştim. Biliyordum işte. Hâlâ çok aşık olduğunu biliyordum. Romantizm ona göre bir şey değildi. O annem hayatta olmadığı için romantik değildi. Emindim, annem hayatta olsaydı ben çok daha başka Attila Tuğrul Türkeş tanıyor olacaktım. Aşk acısı onu zor adam yapmıştı.

 

"O adam benden anneni de aldı."

 

Az önce gülümseyen ben değilmişim gibi yüzümdeki gülümseyiş anında solmuştu. Demek bana Vural Soykamer senin anneni öldüren kişi derken aslında kendi suçunu kendi öz babasının üzerine yığmaya çalışıyordu Arzem Soykamer.

 

"Bütün ailemi aldı benden. Sıradaki hedefi sendin. Seni de almak istiyor."

 

Neden ama? Neden baba? Bu adamın seninle derdi ne ki? Bir şey olmuş olmalı. Sebebi olmalı. Sana ait olan her şeyi senden almasına neden olan bir sebep olmalı.

 

"Vural Soykamer tertemiz bir adam diyemem sana ama bu hikayenin kötü adamı o değil kızım."

 

Yine susmuştu. Söyleyeceklerini söylemekte zorlanıyordu.

 

"Bu hikayenin kötü adamı Vural değil çünkü bu hikayenin en kötü adamı benim kardeşim."

 

Ne demekti bu şimdi? Yerimden doğrulmuştum. Babamın kardeşi kimdi?

Halam kötü biri miydi? Bakışlarımı hızla Arem'e doğru döndüğünde onun gözlerinden gördüğüm tek şey hiçbir şey bilmiyor olduğuydu. Babamın sözlerini ilk kez duyduğunu konuşmasına gerek dahi olmadan surat ifadesinden anlayabiliyordum. Benimle aynı tepkiyi veriyordu.

 

"Vural Soykamer benim öz ve öz babam."

 

Babamın son sözleri üzerine Arem'in 'siktir' dediğini duymuştum. Ben cevap verecek hâlde değildim. Kitlenmiştim. Nefes alıp vermek bile güçtü artık. Biz tepki veremeyecek durumdayken babam şok üstüne şok yaşayabilelim diye hikayeyi bize en başından anlatmaya başlamıştı.

 

"Vural Bey vakti zamanında bir kadını çok sevmiş. Annemi." Komik bir şeyden bahseder gibi davranıyordu. Ben ömrümde babamı ilk kez bu kadar çok gülümserken görmüştüm. Meğer babam canı yandığında gülenlerdenmiş.

 

"Dünyaya ben gelmişim. Çok sürmemiş mutlu aile tablosu. Annemi öldürmüş Vural Bey'in düşmanları. Son nefesinde vasiyet vermiş annem. Oğlumu bu işlerden uzak tutacaksın diye." Babamla aynı anda derin derin nefes alıp vermiştik. O hemen ardından devam etmişti konuşmaya.

 

"Vural Bey'de hani çok aşık ya kabul etmiş bu isteği. Sorgusuz sualsiz bırakmış beni. O dönem bütün pis işlerini yaptırdığı babama evlatlık vermiş beni. Terörle mücadele baş savcısı Cihan Türkeş'e." Sustuğunda kaşlarını öfkeyle çatmıştı. Aynı öfkeyle konuşmasına kaldığı yerden devam etmişti.

 

"Senin deden Cihan Türkeş'tir. Vural'a dede dediğini görmeyeyim sakın."

 

Göreceğini bilsem söylerdim baba. Yemin ederim göreceğini bilsem söylerdim. Göremezsin. Bütün sorunda bu zaten. Sen artık hiçbir şey göremezsin baba...

 

"Vural Bey annemden sonra Arem'in babaannesiyle evleniyor. Arem'in babası Azer ve amcası Arzem bu birliktelikten dünyaya geliyor. Amcası büyük olan çocuk. Veliaht büyük olan kimse o olur. Dolayısıyla veliaht Arzem olmuştu."

 

Tekrar susmuştu. Hikaye karışık olduğu için mi? Yoksa geçmişten bahsetmeyi sevmediği için mi? Ara ara susup beni merakta bırakıyordu, anlamış değildim.

 

"Arzem'in psikolojik sorunları vardı. Onun için 'deli veliaht' denemesinin sebebi buydu."

 

Sinirden kafayı yemek üzereydim. Her şey birbirine girmişti. Aslında her şey birbirine bağlıydı. Biz bir şey yaşıyorsak bunun öncesinde olan olaylar geleceğimize etkilediği için yaşıyorduk. Bizim geçmişimiz geleceğimize yön veriyordu.

 

"Vural Bey bunu onur meselesi olarak gördüğü için veliahtının kafadan gidik olduğunu gizli tuttu. Arzem benden nefret ettiyse sebebi Vural'dır."

 

Yumruğunu sertçe masaya vurmuştu. Kendi babası ve kardeşinden ölesiye nefret ediyor ve tiksiniyordu.

 

"Azer küçük çocuktu. Veliaht olarak onu gösterirse o zaman büyük oğlunun deli olduğunu herkes öğrenirdi. Onuru iki paralık olurdu. Sanki onurlu biriymiş gibi."

 

Babam gibi mükemmel ötesi birinin Vural Soykamer gibi bir adamın genlerinden dünyaya geldiğine ben inanamıyordum. Babam da inanamıyor olduğu için nefret ediyordu kendi öz babasından.

 

"Çocukluğundan beri sürekli benden bahsetmiş Arzem'e. Çok daha iyi olduğumu, beni bırakıp gittiği için pişman olduğunu, benim veliaht olarak yetişmem gerektiğini, Arzem'i veliaht olarak seçmenin bir hata olduğunu söyleyip durmuş. Amacı aslında oğlunun deli oluşundan intikam almaktı. Ben Arzem'i tanımazken o benden nefret etmişti. Vural'ın onu sürekli benimle kıyaslaması ve bu şekilde aşağılaması yüzünden benden nefret etmişti. "

 

Şimdi anlaşılmıştı Arzem'in babamdan ne istediği? Hayatı boyunca nefret etmişti babamdan. Kıskanmıştı çünkü. Babasından onu kıskanmıştı. Kendi babasından babalık namına hiçbir şey görmemiş olan babamı kıskanmıştı. Şimdi babama ait olan her şeyi ondan almak ve ona hayatı zindan etmek istiyordu. Annesini, babasını, kız kardeşini almıştı. Yetmemiş karısını almıştı. Geriye bir tek kızı kalmıştı. Babam kızının da ondan gittiğini görmek istemediği için büyük oynamıştı. Kendi hayatını feda etmiş, beni düşmanının ellerine teslim etmişti. Bu benim hayatımda görüp görebileceğim en büyük resti. Babam çok büyük kumar oynamıştı. Bedelini canı ile ödeyeceği türden büyük kumar.

 

"Seni kendini veliahtlardan koru diye değil, zamanı geldiğinde senin hayatını karartmak isteyen Arzem'den kendini koruyabil diye 5 yıl boyunca eğitim kızım. Seni veliahtların arasına ben soktum. Onlardan bunu ben istedim. Onlar seni hep korudular. Evet yalanlar söylediler, evet gizlediler, senden birçok şey gizlediler. Ama şunu unutma ki onlar sadece ben onlardan ne istediysem onu yaptılar."

 

Veliahtlar Melisa'yı kurtarmak için beni hiç harcamamıştı. Muhtemelen beni planlarına dahil etmeyi bile düşünmüyorlardı. Bu hikayeye beni kendi elleriyle babam katmıştı. Amacı ölmememdi.

 

"Seni koruma emrini onlara veren Vural Soykamer'di. Veliahtların kendileri bile baş uludan neden böyle bir görev geldiğini bilmiyordu. Vural Soykamer'den bunu ben istedim. Babam olan adamdan hayatımda tek bir şey istedim o da kızımı korumasıydı."

 

Kafam kazan gibi olmuştu. Çok şey söylemek istiyordum. Hiçbir şey söyleyemediğim hâlde, çok şey söylemek istiyordum. Bu kadarı beklediğim şeyler arasında yoktu. Benim hayatımı mahvettiğini düşündüğüm adamlar, meğer hayatımı mahvetmeyi çok isteyen delinin birinden beni korumak için girmişti hayatıma. Ben onların hayatıma giriş sebebinin beni kurban etmek olduğunu sanarken, onlar kurban olmayayım diye beni hayatlarına almıştı. Bu kadarı gerçekten ağırdı. Hayatımda sürekli değişimler oluyordu. Küçük çaplı değişimler değil, koca koca değişimler oluyordu. Öyle ki bu değişimler başıma yığılıyordu. Yanımdaki adamın yüzüne bakamıyordum. Baş parmağıyla elinin içindeki elimi okşuyordu. Geçti der gibi, geçecek der gibi.

 

"Ben ölmüş olabilirim Hera ama sen varsın. Sen hep var olacaksın. Sen istesen de istemesen de ben seni yeğenime emânet ettim. O seni daima koruyacaktır."

 

Arem'e yeğenim derken onunla gurur duyuyormuş gibiydi. Göğsü kabarmıştı. Babam beni yeğenine emanet etmişti. Arem babamın yeğeniydi. Oturduğu yerden kalkıp arkasındaki camın olduğu tarafa gitmişti. Sigara içerken ilk kez görüyordum onu. Bu durum gözlerimi yaşlarla doldurmuştu. Çok canı yanıyordu, çok. Camdan dışarı bakarken sesini duyurmuştu bize.

 

Şiir okumuştu... Sigara içerken şiir okuyacak kadar acıyordu canı.

 

"Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci. Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten. Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci? Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

İyi nişan alırdı kendini asan zenci. Bira içmez ağlardı, babası değirmenci. Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci... Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen."

 

Öylesine güzel söylemişti ki şiiri, gözlerimden akan yaşlar umrumda olmamıştı. Canının yandığı kısımlarda sesi titremişti. Öfkesi harlandığında bas bas bağırmıştı. En sonunda dayanamamış ağlamıştı. Benim babam ağlamıştı. İlk kez görmüştüm. Tıpkı sigara içtiğini ilk kez gördüğüm gibi, ağladığını ilk kez görmüştüm. Gülümsediğini ilk kez gördüğüm gibi, ağladığını ilk kez görmüştüm. Ben babamın acısını ilk kez görmüştüm.

 

Ben babamı ilk kez gördüğümde, babamı son kez görmüştüm...

 

 

Sigarasını bitirdiğinde tekrar ekrana yaklaşmıştı. Gözlerinin içi kıpkırmızıydı. Ağladığından ötürü olsa gerekti. Onun bu hali canımı sanki mümkünmüş gibi daha çok acıtmıştı. "Benim sana bırakacağım malım, mülküm, servetim yok. Ben sana en sevdiğim şiiri miras bırakıyorum güzel kızım. Unutma! Baban hep yanında. Yaşayıp yaşamaması hiçbir şey değiştirmez. Annenle seni izliyor olduğumuzdan emin ol. Sen bizim kızımızsın..."

 

Son cümlesini öyle bir söylemişti ki sanki kim ne derse desin, sen nasıl dünyaya gelmiş olursan ol, bizim kızımızsın diyordu. Bu gerçeği kimse değiştiremezdi diyordu. Video burada bitmişti. Tıpkı orada biten adam gibi bu video da burada bitmişti. Aslında o adam benim için bitmişti. Ben bitmeyeyim diye kendini bitirmişti. Kendini benim için feda etmişti...

 

Ey benim güzeller güzelim. Omuzlarımda ki en güzel yüküm. Mezarından utandığım. Babam. Canım babam. Meğer sen benim yüzümden... Nasıl devam edeyim ben şimdi? Nasıl hiçbir şey yokmuş gibi davranayım? Yapılır mıydı bu sana? Koskoca Attila Tuğrul Türkeş... Daha insan bile olmayan, daha onun kızı bile olmayan biri için öldürülmüş. Söyle baba... Babam ne olur söyle? Aldığım her nefes bana haram olmasın diye ne yapmam gerek? Bana söyle. Söyleyemezsin değil mi? Gittin sen çünkü. Gidenler dönmez. Kalanlar gülmez.

 

Baba, kalanlar niye gülmez?

 

"Bana en sevdiği şiiri miras bırakmış. Arem duydun değil mi? Benim babam bana bu şiiri miras bırakmış. Sonra- Sonra da gitmiş. Beni bana bırakmadan çekip gitmiş."

 

Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum. Hıçkırıklarım durmaksızın devam ediyordu. Ağlama lan. Hera lütfen ağlama. Ben kendi yaşımı silemiyordum. Hera, biz seninle kendi yaşımızı silemiyoruz ki yaşadığımızı nasıl sileceğiz?

 

Acı çekiyordu o da benim gibi. Canım acıyordu. Beni kendine çekip sarılmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Saçımı usul usul okşamaktan başka elinden gelen yoktu. Zaten bu giderdi onun zoruna. Kırılmıştım ben. Tam uçmayı öğrenmişken kanadım kırılmıştı. Hem de tam...Tam da orta yerinden...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

Loading...
0%