Yeni Üyelik
28.
Bölüm

🎭 4 KATİLİN OĞLU

@mavimsu_

 

 

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

Bölüm Sözü

 

 

 

Aşk için geç,

 

 

 

ama sevmek için erken.

 

 

 

Kabim avuçlarında olabilir

 

 

 

fakat! ben kaybetmeyi

 

 

 

sevmem.

 

 

H. G. 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

"Gözüm kara, kalmadı yara,

 

 

Oldum rengâ rengârenk.

 

 

Bazen her şey sararıp solar,

 

 

biz hep rengâ rengârenk.

 

 

Rengârenk! Rengârenk! Rengârenk!

 

 

Rengârenk! Rengârenk! Rengârenk!"

 

 

 

"Şarkıyı baştan sona on ikinci dinleyişimiz güzelim!"

 

 

 

Arem'in sabır taşı çatlamıştı anlaşılan. Doğu aradıktan sonra eve zaten yaklaştık, seni bırakayım ben tek giderim. Sen yat uyu! Demişti bana. Ben de: Ölürüm de aksiyondan geri kalmam demiştim.

 

 

 

"Bütün tadımı kaçırdın yemin ederim." Kollarımı oynamıyorum der gibi birbirine dolamıştım. Sırtımı koltuğa yaslayıp, burnumu kıvırmaktan da geri kalmamıştım. Halk arasında bu hareketim 'trip' olarak adlandırılıyordu. Bu konu üzerinde çok durmayacaktım. Eğer durursam büyük ihtimalle kendimi, kendime getirmek için arabadan aşağı atardım.

 

 

 

Sen Hera Türkeş'sin, aptalık etme!

 

 

 

Arem'in yan profilden güldüğüne şahit olmuştum. Keyfimi kaçırması yetmiyor gibi bir de bununla eğleniyor muydu? Sanırım arabadan kendimi atmak yerine onu atmalıydım. Bilmem kaçıncı kez çalan şarkıyı, kapatan veliahtın hâlâ sırıtıyor olduğuna o kadar emindim ki, dönüp bakmaya tenezzül bile etmiyordum.

 

 

 

"Acaba bu keyfinin Doğu'nun Hazar'ın başı dertte demesi ile alakası var mıdır?"

 

 

 

"Kesinlikle vardır. Ayrıca arabayı bu kadar hızlı sürmesen mi? Belki şansım yaver gider ve biz yetişemeden Hazar tarihin tozlu sayfalarına gömülür." Büyük bir kahkaha attığına, kulaklarım yeniden şahit olmuştu.

 

 

 

"En azından dürüstsün."

 

 

 

"Senin aksine mi?"

 

 

 

"Yine başa dönüyoruz anlaşılan." Kısa süreli gözlerime bakıp, iç çekmişti.

 

 

 

"Ve hep döneceğiz anlaşılan." Gözleri önüne dönmüştü. Derin nefes alıp vermişti. Susmamı istediği için susmuştu.

 

 

 

Yolculuk, veliaht yüzünden sessiz, sakin geçmişti. Araba durunca, kafamı gözlerimi diktiğim ellerinden alıp, camdan dışarı çevirmiştim. Gördüklerim üzerine durum değerlendirmesi yaptığımda çok kalabalık bir yerde olduğumuzu görmüştüm. Buranın kalabalığı yüksek oranda genç nüfustu. Değişik değişik tipler vardı.

 

 

 

Dikkatimi çeken saçma sapan tiplerden birinde bakışlarımı yoğunlaştırmıştım. Benim lisedeki sırama benziyordu. Her tarafını çizmişlerdi adamın. Kel kafasında insan sureti vardı. İşin ironik yanı, o suretin saçı vardı. İçinde kaldıysa demek ki.

 

 

 

Alan açıktı. Boş bir arazideydik. Arem'le aynı anda arabadan inmiştim. İnsanlar bizi gördükçe susuyor ve yolu açıyordu. Kızlar bana küfür eder gibi bakarken, erkekler yüzüme bakmamak için kafasını çeviriyordu. Kesinlikle veliahtımın insanlar üzerindeki etkisi fazlasıyla büyüktü.

 

 

 

Biraz daha yan yana yürüdükten sonra onun tarafından elim hapis alınmıştı. Kaçıp gideceğimi falan sanmış olmalıydı. Beni kendine doğru çekmişti. Artık, sırtım onun bedenine yaslı dururken, onun bir kolu; beni kendisine sabitlemek için sarılır pozisyondaydı. Olduğumuz yerde öylece durmuştuk.

 

 

 

Gözlerim önümdeki bedenleri tarayıp, kimlik kontrolü yapıyordu. Veliahtlar tam kadro, bir adet kızıl görümcek Elena ve onun sarı şeker arkadaşı Lara; Arem'in erkek kardeşi Görkem, Erdem'in kız kardeşi Asya, Hazar'ın kız kardeşi Hazan ve karşılarında tanımadığım iki tane erkek duruyordu.

 

 

 

"Ben sana yavaş gidelim demedim mi? Al bak sapasağlam duruyor gurursuz." Arem'in güldüğünü işitmiştim. Benim mutsuz sesimi duyan herkes bize dönmüştü. Yeni gördüğüm iki erkek de buna dahildi.

 

 

 

"Beyler, az önce ben yanlış mı gördüm yoksa sahiden de Baş Veliahtımız gülüyor muydu?" Tam ortadaki esmer çocuk konuştuğunda, ona dönmüştüm. Sesinde bariz bir şaşkınlık vardı. "Bak hâlâ konuşuyor koduğumun şerefsizi. Sana sus demedim mi lan ben?" Gurursuz ve bir o kadar da öfkeli olan Hazar, anlaşılan biz gelmeden çok önce küçük çaplı bir sinir krizi geçirmişti. Tüh ya, bilseydim hiç gelmezdim. Arem'i de ne yapar ne eder göndermezdim.

 

 

 

"Ben de sana, seni siklemediğimi söylemiştim." Çok sık rastlamıyorduk maalesef böyle tiplere. Veliahtlara korkmadan, çekinmeden posta koyan birilerinin olduğunu görmek güzeldi.

 

 

 

"Ölmek mi istiyorsun? Eğer öyleyse isteğin tarafımdan onaylandı bil!" Hazar'ın susar susmaz, belinden silahını çıkartıp karşısındaki adama doğrultması eş zamanlı olmuştu. Bir şey eksikti. Şimdi o şeyin eksikliğini tüm kalbimle hissediyordum. Çekirdek! Ah, şimdi bir paket çekirdek olacaktı, var ya!

 

 

 

Hazar'ı zerre takmayan çocuk, omuz silkip ellerini pantolonun cebine koymuştu. Ortamdaki herkes gerilmişti. Öne atılmak için çırpınan fakat müsaade edilmeyen Hazan'a kaymıştı gözlerim. Korkuyordu. Çok korkuyordu. Lakin bu korku ağabeyi için değildi. Hazan, namlunun ucunda ki çocuk için korkuyordu. O çocuğa her baktığında bu korkusunu görebiliyordum. Ah, ben ve benim muhteşem ötesi analiz yeteneğim. Zirve tek kişiliktir derler bir de. Biz ikimiz tek, siz hepiniz! İşte şimdi Hazar'ın büyük öfkesinin sebebi anlaşılmıştı.

 

 

 

"İkimiz de bunu yapamayacağını biliyoruz Bay sinir küpü. Neticede senin de bildiğin üzere ben Kamer kanı taşıyorum. Benim ölümüm demek, Arem'in seni öldürmesi gerekiyor demektir." Şaka yapıyor olmalıydı. Ağzım şokla açılmıştı. Bir tane daha Kamer'mi? Bitmiyordu bunlar! Aksine, her geçen gün sayıları artıyordu. Kamerler üreyerek değil, bölünerek çoğalıyor olmalı gibi bir tezim vardı. Çürütebilene de aşk olsundu.

 

 

 

"Arem, siz aşiret misiniz?" Kafamı, boynum el verdiğince Arem'e doğru döndürmüş ve o çok merak ettiğim soruyu ona sormuştum. Dünya yansa umrumda değil tavrını yeniden takınan veliahtım, sesimi duyunca yüzünü bana doğru dönmüştü. Onunla göz göze gelir gelmez, o ciddi ruh hâlinden çıkmıştı. Beni her gördüğünde yüzüne kondurduğu gülümsemelerinden birine yeniden ev sahipliği yapmıştı.

 

 

 

"Şimdilik hayır tanrıça." Kaşlarımı çatmıştım.

 

 

 

"Ne demek, şimdilik hayır?" Kulağıma doğru eğildiğinde, yakınlığından dolayı kalbim hızla atmaya başlamıştı.

 

 

 

"Bahsi geçen aşireti, seninle beraber kuracağım demek." Tükürüğüm boğazımda kalmıştı. Ani gelen öksürük kriziyle yüzümü önüme dönüp, can çekişmeye başlamıştım. Arem'in alaycı sesi hiç yardımcı olmuyordu.

 

 

 

"Helâl! Helâl!" Irz düşmanı, pislik veliaht!

 

 

 

"Terbiyesiz adam." Öksürüğümü durdurmayı başardığımda, ağzımın içinde homurdanmıştım.

 

 

 

"Arem, bu kızla konuşmayı bırakıp Hazar'a odaklansan artık. Kuzenini öldürecek görmüyor musun?" Laf arasında Arem'in, Hazar'a meydan okuyacak kadar deli bir kuzeni olduğunu öğrenmiş olsam da öfkeli bakışlarımı konuşan, bir adet sarı şekere çıkarmıştım. Lara bana yine 'bu kız' demişti.

 

 

 

"Sensiz hiçbir şey yapamıyor mu bunlar?" Arem, bıkkınlıkla nefes almıştı. Az önceki eğlenen hâli kaybolmuştu.

 

 

 

"Maalesef tanrıça." Bunlar hep baş veliaht olmanın zararlarıydı.

 

 

 

"Hazar, silahını indir! Konuşarak halledebileceğine eminim." Hazar'ın karşısında tek kurşunluk canı olan çocuk, alaycı bir şekilde gülmüştü. Hazar ise Arem'e bakıyordu. Çok geçmeden öldürmek için havaya kalkan silah tekrardan eski yerine gitmişti. Gözüm bir kez daha Hazan'a kaymıştı. Rahatlamıştı. Göz göze gelince gözlerini çok sürmeden benden çekmişti. Sanırım onu çözeceğimden korkmuştu. Çoktan çözdüğümü bilmemesi ne acı.

 

 

 

"Arem'den emir almayı kendinize yediren bir avuç korkaksınız siz." Esmer çocuğun, veliahtlara karşı içinde tuttuğu ve baskılayamadığı öfkesi vardı. Arem'in adını ağzına alırken yaptığı tonlama bile kuzeninden ne denli nefret ettiğini ispatlar nitelikteydi.

 

 

 

"Şimdi biz bunun için mi buraya lüft ettik? Sadece Arem yapma dedi diye adam öldürmekten vazgeçiyorsa, bir telefonda yeterdi onu durdurmaya." Gözlerim odağına dövmeli çocuğu almıştı. "Demi lan gurursuz?" Benim kafamla işaret ettiğim kişiyi görmek için veliahtlar hariç herkes, baktığım tarafa bakmıştı. Çünkü veliahtlar, kime gurursuz dediğimi çok iyi bilirlerdi.

 

 

 

"Bücür! Uğraşma benimle." Göz devirmekle yetinmiştim. Gözüm böyle kalacaktı en son. Hepsi veliahtların suçuydu. İnsan olsalar, her yaptıkları hareket göz devirmelik olmazdı.

 

 

 

"Bir dakika dur! Sen Hera değil misin?" Ben Hera'yım da, Arem'in kuzeni olarak sen beni nerden tanıyorsun? Bak bir işkillendim doğrusu.

 

 

 

"Hayır değilim!" Kafasını hadi canım sen de dermiş gibi salladı. İnanmadı anlaşılan.

 

 

 

"Öyle mi? Yüzün onun aynısı ama!"

 

 

Arem'in bana sarılı olan kolları kasılmıştı. Günün sonunda herkes, her şeyi Melisa Aksel'e nasıl bağlıyordu anlamış değildim.

 

 

 

"Seni parçalarına ayırırım."

 

 

Mert'in öne atılması gecikmeden gerçekleşmişti. Normal şartlarda Mert, gördüğüm en efendi adamdı. Söz konusu kardeşi olmadığı, normal şartlarda.

 

 

 

"Sizin şu abi damarınız yok mu?" Arem'in kuzeni, gülerek başını sallamıştı. Birinden biri adamı kim vurduya götürecekti, kendisi hâlâ onları takmıyordu. Arem'in kuzeniyle ortak noktalarımız vardı.

 

 

 

İlginç!

 

 

 

"Adımı nerden biliyorsun?" Merak ettiğim soruyu aniden sorarak konuya giriş yapmıştım. Veliahtların sinirleriyle oynayan adam, yönünü bana doğru çevirmişti.

 

 

 

"Dedemden."

 

 

 

Dede deyince Arem'in beni saran kolları bir kez daha kasılmıştı. Dedem dediği kişi, Baş Ulu Vural Soykamer olmalıydı. Annemi öldüren adamın babası. Arzem Soykamer, Arem'in amcasıydı. Esmer adam, Arem'in kuzeni olduğuna göre, o zaman o aynı zamanda annemin katilinin oğlu olabilir miydi?

 

 

 

"Babanın adı ne?"

 

 

Gülmüştü! Hatta kahkaha atmıştı. Kesinlikle onun oğluydu. Hissediyordum bunu. İliklerime kadar hissediyordum.

 

 

 

"Ben sana annenin isimi ne soruyor muyum? Hera Türkeş!"

 

 

 

Tik! Tak! Tik! Tak!

 

 

 

Kimse benim annemi alay konusu yapamazdı. Bu adam, annemin babası tarafından öldürüldüğünü çok iyi biliyordu. Bana imâ ettiği şey de tam olarak buydu. Bir kaç saniye içinde keskin bir plan oluşturmalıydım. Veliahtların hepsinin gözü üstümdeydi. Beni tanıyorlardı. Hamle yapacağımı biliyorlardı. Ben ise şaşırtmayı severdim. Benden beklenilenin tam tersi, ters gidenin ise düz hâliydim.

 

 

 

Gücü hisset, geriden geleni hisset. Kalbinin her atış sesi, gücün zarif yansıması. Aynaya çakıl taşı değdi, taş aynada yerini bildi. İz kaldı orada, kazı! Kazı! Kazı! Kazırsan izi geçer mi? Yansımanda lekeler var, yerini bil Hera. Bu kez karşında o var. Kırık yansımalı kadın, hayır! Aynadaki kadın, hayır! Diğer yarın, hayır! Öfken mi? Evet, evet o var. Soyadın var, soyadıyla seslenilen birine saygı duyar insan. Türkeş, saygı duyulmak için var...

 

 

 

Öldürücü bir hamle, öldürücü bir mekanizma. Silah! Bana en yakın silah Arem'in belindeydi. İşte bu, veliahtların yapacağımı düşündükleri, daha doğrusu benden bekledikleri hamleydi. Bunu yapmaya kalktığım an, Arem buna engel olacaktı. Tetikteydi.

 

 

 

Ama eğer iki adım ötemdeki gurursuza hamle yaparsam onu hazırlıksız yakalamış olacaktım. Kendisi biraz sonra gününü göstereceğim, Kamer kanı taşıyan şerefsize silah doğrultan o veliahtı. Onun yapamadığını yapacaktım.

 

 

 

Herkesin beklediği atağımı gerçekleştirmiş, Arem'in silahına atılmıştım. Arem kendini geri çektiği an aslında beni özgür bırakmış olmuştu. Arem'in elimi tutmasına fırsat tanımadan, babamın üzerimde deneyerek bana aşıladığı sağlam tekmelerimden birini veliahtımın karnına geçirmiştim. Düşecek gibi olmuştu. Normalde içim cız ederdi bu görüntüye ama şu anda Türkeş kanı damarlarımda akıyordu. Annem ince çizgimdi. O çizgi geçtiği an, çizgiyi geçerdim.

 

 

 

Arem ve diğerlerinin beklediği silaha atılma hamlesinin yerine, Arem'i kendimden uzaklaştırmaya çalıştığımı hemen oracıkta anlayan veliahtların hepsi bana doğru yeltenmişti. Bunu yapan ilk kişi en yakınımdaki veliaht olmuştu. Hazar Orhon. Ya da gurursuz veliaht mı demeliydim?

 

 

 

Bir elini omzuma attığı an beklediğim o an geldiği için önümü ona dönmeden elini tuttuğum gibi kendimle beraber ters çevirmiştim. Artık ben onun gerisinde dururken, onun eli sırtımda kilit hâlinde, tarafımca tutuluyordu. Bundan sonrası için herhangi bir atak yapmak yerine belindeki silahı doğrudan ellerim arasına alıp, saniyeler içinde diz arkasına tüm sinirimi beli eden tekmemi geçirmiştim. Böylece iki veliahtan da istediğim tepkileri almış, sonra ikisini de etkisiz hâle getirip yere savurmuştum.

 

 

 

Veliahtlar kadar büyük ölçüde eğitimim yoktu. Amacım onları alt etmek değil, şaşırtarak etkisiz hâle getirmek ve kendimden uzaklaştırmaktı. Bu sayede hedefime istediğim komutu verdirecektim. Hayır, yaşamak için yalvarmayacak, yaşatayım diye yalvaracaktı o çocuk bana!

 

 

 

Eğer aksini hedefliyor olsaydım, Kamer şerefsizine Hazar gurursuzu gibi silah çekerdim. O da umursamazlık maskesini bu kez bana karşı takardı. Hazar Orhon'un kız kardeşini sevdiğine adım gibi emindim. Hedefim o değil, sevdiği kadın olmuştu. Kamer erkekleri ölümden korkmuyordu. Ancak aynı şey sevdiklerinin ölümü için geçerli olmamalıydı.

 

 

 

Rakibimin gözlerinde iki şey vardı: Saf şaşkınlık ve bariz korku. Tıpkı diğer herkes gibi. Onlar da üst üste gelen hiç beklemedikleri hamlelerimin şokundaydılar. Şoku üzerlerinden atıkları an aynı zamanda silah çektikleri andı. Tuhaf olan tek şey, bir kez daha tüm silahların bana doğru çekilmemesiydi.

 

 

 

Hazar'ın silahını seçmemin iki sebebi vardı: Birincisi bana olan yakınlığı olsa da ikincisi onu silahsız bırakmış olmamdı. Çünkü kız kardeşine silah çektiğimi gördüğü an hiç tereddüt etmeden kafama sıkardı. Aman çok korktum ya!

 

 

 

Evren ve kız kardeşi sarı şeker Lara, silahlarını anında bana doğru çekmişti. Bunun üzerine Doğu ve Batı'nın aynı anda benim önümü kapatması ve Batı'nın silahının hedefine Evren'i alırken, Doğu'nun da Lara'yı alması bir olmuştu. Gördüğüm manzara boğazımın kurumasına neden olmuştu. O ikisi için içimde yer edinen sevgi her geçen gün büyüyordu. Aynı sevgiyi onlardan görmek, içimi kıpır kıpır etmişti.

 

 

 

Mert ise arkama geçmiş ve olası her türlü tehlikeye karşı tedbir almıştı. Bahsi geçen tedbirlerden biri Arem'in şerefsiz kuzeninin yanındaki diğer çocuğun bana doğrulttuğu silaha, silahı ile karşılık vermesiydi. Hazar, yakın arkadaşlarına silah doğrulturken put gibi duran adam, bana karşı aynı hüneri göstermiyordu anlaşılan.

 

 

 

Hazar'ın kendisi, çıldırmış gibi bağırıyor ve küfür ediyordu. Bir kardeşim olmasa da, eğer biri benim kardeşimin kafasına silah dayasaydı muhtemelen ben de böyle delirirdim. Küfürlerine ses etmiyordum. Arem ve Erdem onu benim yerime tutuyorlardı. Bu işime geliyordu.

 

 

 

Kafasına silah dayayıp kaçmasını önlemek için kolumu boynuna doladığım kız tir tir titriyordu. Ah, seni zavallı şey. Nesin sen? Kurbanlık koyun mu?

 

 

 

"Hera! Beni öldürecek misin?" Kesik kesik ve korku dolu çıkan sesiyle zar zor konuşmuştu Hazan.

 

 

 

"Hayır güzelim! Seni öldürmeyeceğim. Tabii eğer sevdiğin adam karşımda diz çöküp benden özür dilerse." Birini öldürmek bana göre değildi. Bir daha aynı senaryoyu kaldıramazdım. O günün travması bana yetiyordu.

 

 

 

"Sen ne dersin, sikik! Sence de bu güzel kız sadece dilenmemiş bir özür yüzünden beyninin yarılmasını hak ediyor mu?" Hazan'ın hıçkırık sesi bile durmama engel değildi.

 

 

 

Tanrı aşkına, babam bunun için beni defalarca kez uyarmıştı. O haklıydı. Ben bir canavardım. Beynimin arka planında geçmişten bir anı oynar olmuştu. Babamla benim aramızda geçen bir anı. Yaşadığım kaos, bana onun sözlerini yeniden hatırlatmıştı.

 

 

 

"Onu eğitmeliyiz kızım. Sen, deli değilsin. Aksine çok çok zekisin. Sen benim güzeller güzeli dahi kızımsın. İçinde bir yerlerde delirmiş bir tarafın var. Çok nadir çıkıyor o tarafın ortaya. Sadece sinirlendiğin zaman çıkıyor. Normal şartlarında çok üstünde bir sinir olması gerek senin için. İşte o öfke damarlarında aktığında seni, sen bile durduramaz oluyorsun. Bunu nasıl yaparız? Ya da yapabilir miyiz? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, öfken seni ele geçirdiğinde bir insandan ziyâde canavara dönüştüğün. Bu canavar öyle bir canavar ki ortaya çıktığında karıncayı bile incitemeyen kızımı, gerekirse kundaktaki bebeği bile öldürebilecek kadar acımasız yapıyor. Bu yanın ya senin ya da onların sonu olacaktır kızım. Dilerim ki bu son onlara ait olsun."

 

 

 

"Onlar kim baba?"

 

 

 

"Yakında öğreneceksin kızım!"

 

 

 

Yakında denilen o zaman gelmişti. Ben onları, yani veliahtları eğrisi ve doğrusuyla öğrenmiştim. Peki asıl onlar benim deli yanımı öğrenmiş miydi?

 

 

 

"İndir o silahı, manyak kadın. Onun bir günahı yok."

 

 

Ey aşk, sen nelere kadirsin öyle. Korkudan dili tutulan adamın yine korkudan dili çözülmüştü.

 

 

 

"Kızın bir günahı olduğunu iddia etmedim. Muhakkak biliyorsundur, ben suçsuz yere senin pezevenk baban tarafından öldürülmüş olan o kadının kızıyım. Diz çök ve itaat et! Çünkü suçsuz insanların suçsuz yere öldürüldüklerini ilk kez gördüğümde daha iki yaşındaydım."

 

 

 

Yutkunmuştu. Tıpkı diğer herkes gibi. Buzdan beter soğuklukta çıkan ses tonum, hepsini tüylerini diken diken etmiş olmalıydı. Benimkiler öyle olmuştu. Konuşan Hera değildi. Konuşan Türkeş'ti. Ve Türkeş daima buz olmuştur. Onun soğukluğu herkesi yakardı. Türkeş buz yanığı demekti.

 

 

 

Burada en çok korkan Hazar ve şerefsiz adamın şerefsiz oğlu dışında da insanlarda vardı. Bunlar Arem'in kız kardeşi Elena ve kardeşi Görkem, Erdem'in kardeşi Asya'yı kapsıyordu. Bir de bizi izleyen devasa bir kalabalık olmasına rağmen artık benden mi? yoksa veliahtlardan mı? korktular, bilinmez ama, suspus olmuş bir kitle vardı.

 

 

 

"Ben kimseye itaat etmem."Demişti şerefsizin oğlu şerefsiz. Daha düzgün tanımı ise şerefsiz oğlu şerefsiz olan, o şerefsize karşı gülümsemiştim. Onun aksine benimki şerefli bir gülüştü.

 

 

 

"Ve ben de kendimi asla ezdirmem."

 

 

 

"Seni sağ bırakmayız."

 

 

 

"Tıpkı Hazan'ı bırakmayacağım gibi mi?"

 

 

Sertçe yutkunmuştu. Gözü bir bana bir de kafasına silah dayadığım kıza değip, duruyordu.

 

 

 

"Andım olsun Hera Türkeş! Andım olsun ki kardeşimi benden alırsan seni yok etmeyeceğim. Seni yok edeyim diye bana yalvaracak hâle getireceğim. Duydun mu lan beni?"

 

 

 

Kafamı sessin geldiği yöne çevirmemiştim. Çevirdiğim an gafil avlandım demekti. Dikkatimin dağılmaması gerekiyordu. Hem Arem'in yüzünü görmek istemiyordum. Beni buraya getirdiği için ona çok kızgındım. Ve hayır! Buraya gelmemi istemeyenin o olması ve benim ona kesinlikle geleceğim diye ısrar etmiş olmam, bu sinirimin geçmesi için bir sebep değildi.

 

 

 

"Sinirli ve gurursuz veliaht. Eğer o ağzını beni tehdit etmek yerine, önümde diz çöküp kurduğu her cümle için özür dilemesi gereken şu sokuk herif için açarsan, belki kız kardeşinin yaşayacağı çok daha uzun bir ömrü olur ha! Ne dersin?"

 

 

 

Cevabını merakla bekliyorum Hazar Orhon. Seni görmesem bile, seni bekliyorum.

 

 

 

"Değil kendi canım için, söz konusu en kıymetlim olsa bile hiç kimseden diz çökmesini istemem ben Türkeş."

 

 

Hazar Orhon ve onun saçma sapan racon kuralları. Biri şu gurursuza kuralların yok edilmek için var edildiğini en kısa zamanda öğretmeliydi. Böyle hiç eğlenceli değildi.

 

 

 

"Benim senin gibi saçma kurallarım yoktur gurursuz. Aksine yaparım. Bir şeyi bir kere dediysem muhakkak yaparım. Unutma ki benim kayıp edeceğim tek şey canımdır. Seninki ise canından da ötendir."

 

 

 

"Bırak kızı!"

 

 

 

Ben Hazar konuşur diye beklerken, şerefsizin evladı yine konuşmuştu. Sevdiğini böyle içli içli ağlarken görmek canını yakıyor olmalıydı.

 

 

 

"Diz çökersen, dediğin neden olmasın?"

 

 

 

Gözlerini kapatıp kafasını gökyüzüne dikmişti. Bu bir vazgeçişti. Hayır sevdiğinden değil, onurundan ve gururundan vazgeçmişti. Tıpkı ondan istediğim gibi. Bunu hak etmişti. Benim annem zaafımdı. Kokusunu bile bilmediğim bir zaaf.

 

 

 

Yavaş yavaş yere çökmeye başlamıştı. Aramızda çok bir mesafe olmadığı için bu çöküşün önüme doğru, tam olarak dizlerimin önüne doğru olması beni daha çok tatmin etmişti. Sıkı sıkı kapatığı gözlerini gözlerime kenetlerken yeniden açmıştı.

 

 

 

"Senin için çok değerli olan anneni, sana kötü bir şekilde hatırlatığım için..." Yutkunmuştu. Devam etmesi lazımdı. Bunun onun için zor olup olmadığı umrumda bile değildi. Devam edecekti. Hem de şimdi. Tekrar derin bir nefesi içine doğru çekip ağzını açmıştı.

 

 

 

"Özür dilerim. Çok özür dilerim. Lütfen beni bağışla. Ve o kıza dokunma."

 

 

Ah çok duygulanmıştım şu an. Neredeyse ağlayacaktım. Neredeyse!

 

 

 

Silahı Hazan'ın şakağından aşağı doğru indirmiş yere fırlatmıştım. Yine zorlamış olmalıydım kendimi. Öfkem yeni yeni yok olurken boğazım ve kolumu zorlamış olduğumu yine yeni yeni fark etmiştim. Canımın acısı, amacıma ulaştığım an; gün yüzüne çıkmıştı.

 

 

 

Boğazına kolumu doladığım kızı artık özgür bırakmıştım. Özgür kalan kız hızla benden uzaklaşmıştı. Hazan tatlı kızdı. Gotik tarza sahipti. Bu tarza sahip gördüğüm bütün kadınlar, gözüme dâimâ seksi gelmişti. Hazan hariç. O daha çok tatlı bir kızdı. Ve bu tatlı kız artık benden hem nefret ediyor hem de korkuyordu.

 

 

 

Hazan hızla ağabeyinin yanına koşmuştu. Hazar'ı sakinleştirmeye çalışan Erdem artık onu serbest bırakmış, iki kardeşin kucaklaşması için aradan çekilmişti. Birinin beni kolları arasına aldığına şahit olmuştum. Bu Mert'in kendisiydi. O da benimle beraber silahını indirmiş olmalıydı. Kafamın üstüne bir öpücük kondurmuştu. Bu hareketi; 'ben senin yanındayım' demek oluyordu.

 

 

 

Mert'in kolları arasında duruyorken gözlerim benden habersiz birini arar olmuştu. Arem'i! Uzaklaşmıştı bizden. Yoğun kalabalığa rağmen seçebilmiştim onu. Arabasının yanındaydı. Sigarasını içiyordu. Gözleri yerdeydi. Yine dert sahibi etmiştim onu. Canı sıkılmadığı sürece içmezdi Arem. Canı sıkılmıştı. Hem de bana. Üstelik bir kez daha.

 

 

 

Gözlerimin içine baksın istiyordum. Beni görsün istiyordum. Kafasını yerden kaldırsın ve bana baksın istiyordum. Türkeş gitmişti. Türkeş yıkım getirendi. O yıkınca, yıktıklarını toparlamak Hera'ya kalıyordu. Ama bu kez Hera toparlamak istemiyordu. Hera toparlanılmak istiyordu. Arem tarafından. Veliahtı tarafından. Bu Hera'yı salak biri yapıyordu? Hera ilk kez salak konumuna düşmeyi kendine yedirmişti.

 

 

 

Ona baktığımı hissettiği için miydi? Yoksa bana bakmasını dilediğim için miydi? Bilmesem de sonunda kafasını kaldırıp gözlerini gözlerime dikmişti. Kızgın mı? Hayır! Kırgın mı? Hayır! Her zaman ki gibi mi? Hayır! Daha çok şey gibi bakıyordu. Sen kimsin?

 

 

 

Gördün değil mi veliaht? Sen de gördün o canavarı. Tıpkı babam gibi sen de gördün. Yoksa sen de mi bir canavar olduğumu düşüneceksin? Ben buna alışığım zaten düşünebilirsin. En fazla canım yanar. Sanki nedir? Sanki hiç yanmadı mı?

 

 

 

Ağzımı oynatarak ona 'gel' demiştim. Yeterli olmadığını düşünmüş olacağım ki tekrar etmiştim. 'Yanıma gel!' Ağız okuyabilirdi. Öyle de yapmıştı. Ağzımı okumuştu. Gözlerini gözlerimden çekmişti. Sigarasını yere atıp ayağı ile ezmişti kalanını. Tekrar bana bakar diye umut etmiştim. Ama o bunu yapmamıştı. Aracının sürücü kapısını açmıştı. Gidecek miydi? Hem de beni almadan.

 

 

 

Gözlerim dolmuştu. Türkeş erken gitmiş olmalıydı, Hera yine perişan olmuştu. Kafamı önüme eğmiştim. Sonra dayanamamıştım. Gidişini, görmek istemiştim. Kafamı kaldırıp, onun olduğu alana baktığımda, gördüklerim sebebiyle yüzüme tebessüm düşmüştü.

 

 

 

Gidecek sandığım o adam arabasına binmemişti. Tekrar kapıyı kapatıp önünü bana doğru dönmüştü. Göz göze geldiğimizde bana doğru hareket eden adımları duraklamıştı. Yüz ifademin onu durdurduğunu tahmin ediyordum. 'İki dakika arkamı döndüm sadece, ne oldu sana?' diye düşündüğüne adım kadar emindim. Tekrar dudaklarımı oynatmıştım. Nasıl olsa, okurdu o. 'Gideceksin sandım.'

 

 

 

Ne dediğimi anladığı an iç çekmişti. Adımlarını hızlandırarak yanıma doğru gelmişti. Tam karşımda dikildiğinde ben hâlâ Mert'in kolları arasındaydım. Elindeki su şişesini havaya kaldırıp konuşmuştu. "Sadece sana su getirdim tanrıça." Bütün duvarlarım o an yıkılmıştı. Mert'in kollarından çıktığım gibi kollarımı Arem'in bedenine dolamıştım. O da bana sarılmakta gecikmemişti.

 

 

 

"Çok susamıştım. Bu sarılışımda su getirmeyi akıl ettiğin için. Başka bir şeye yorma sakın." Hâlâ sıkı sıkı sarılıyor oluşum ve onun bana iyi geliyor oluşu sadece su içindi. Evet, sadece bir şişe su içindi.

 

 

 

Bir şişe su ve bir tutam SEVGİ...

 

 

 

"Aksini iddia etmeye cesaret edemem tanrıça."

 

 

 

Güldüğüne emindim. Ben, onun yerinde olsam ve Arem karnıma düşmana vurur gibi vurursaydı iki cihan bir araya gelse bile ona yakın durmazdım. Kafasını, ayağımın altında ezerdim. Buna rağmen velihatım bana karşı eskisi gibiydi. Tek gurursuz Hazar değildi anlaşılan.

 

 

 

"Gerçekten mi? Bu kız az önce benim kardeşimi öldürmeye kalktı ve siz ikiniz onu kucaktan kucağa gezdiriyor musunuz?"

 

 

 

Arem'i, yanımda biraz da konuşan kişi yüzünden istemiştim. Benim öfkem Hazar'a karşı değildi. Bu yüzden Türkeş'in işi bitmiş ve gitmişti. Hera ise koskoca gurursuz veliahtın öfkesi ile baş edemezdi. Normal şartlarda belki ama şimdi normal şartlar içinde değildik. Sanırım kız kardeşinin kafasına silah dayamış olmam bunun sebebi olabilirdi.

 

 

 

"Herkesin zaafları vardır kardeşim. Biliyorum anlayış göstermen mümkün değil elbette ama bu kızın annesi onun zaafı. Doğrudan Hazan'a yönelik değildi yaptıkları."

 

 

 

Mert'in tane tane konuşarak benim yerime beni savunduğu yerde, ben kafama Arem'in getirdiği suyu dikiyordum. Kendime not: birini öldürmeye teşebbüs etmek bizi çok susatıyormuş.

 

 

 

"Neyin zaafından bahsediyorsun lan sen!Kardeşimi öldürecekti, KARDEŞİMİ."

 

 

 

Kendime ikinci not: Bir daha birini öldürmeye teşebbüs edeceksen, bu mutlaka gurursuz ile kan bağı olmayan biri olsun. Allah gurursuz veliahta sağlam bir çene vermişti. Çekilecek gibi değildi.

 

 

 

"Öldürecekti! Ama Öldürmedi. Bak kız kardeşin yaşıyor. Ve kollarının arasında. Uzatma artık!" Arem'in uyarı dolu sesiyle herkes ona dönmüştü.

 

 

 

"Çok vakti kalmadı değil mi? Nasıl olsa beklediğin tarihin gelmesine az kaldı. O gün geldiğinde bir daha hiçbirimiz bu kızı görmeyeceğiz. Sonsuza kadar defolup gidecek hayatımızdan."

 

 

Hazar, Arem yerine bana bakıyordu. Nefretle bakıyordu. Benden nefret ediyordu.

 

 

 

Hazar Orhon beni sevmezdi. ( Alışığım)

 

 

Hazar Orhon benden rahatsızlık duyardı. (Alışığım)

 

 

Hazar Orhon bana çok öfkelenir, çok bağırırdı. (Alışığım)

 

 

Hazar Orhon benden nefret etmeye başladı. (Alışır mıydım?)

 

 

 

"Diyelim ki istediğiniz tarih geldi ve o gün geldiğinde her şey istediğiniz gibi gitti. Oldukça mutlusunuz. Çünkü söz de amacınıza ulaştınız. Fakat unutmamanız gereken bir şey var! O da benim." O mutluluğu onların boğazına dizeceğimi imâ ettikten sonra herkesin üzerinde gezinen gözlerim, Evren Korkmaz'da durmuştu. Yüzünde duran sırıtışı ona dik dik bakmamın tek sebebiydi.

 

 

 

"Seni herkes hafife alabilir küçük hanım. Ama ben almam. Hiçbir zaman almadım. Biliyor musun? İlk günden beri onlara sonumuzu senin getireceğini söylüyordum. Hepsi buna gülüyordu. Artık gülmüyorlar. Çünkü benim sen de gördüğüm o deli tarafını, hepsi hayatımıza girdiğin günden sonra görmeye başladı." Evren bir adım atıp öne çıktığında, elini havaya kaldırmıştı. Avcunu kapatıp açtığında, kaş çatmıştım. Kısa süre sonra kolunun altından kırmızı bir kafa çıkmıştı. Evren'in kolu o kadının boynuna dolanmıştı. Elena onun tek hareketiyle, ona gelmişti. Kızıl görümcek fazlasıyla korkmuştu. Beklediği an geldiği için nişanlısına sıkı sıkı sarılmıştı. Evren, onun kafasına öpücük kondurduğunda, fazla romantizmden neredeyse kusacaktım. Gözleri yeniden beni bulduğunda bir kez daha konuşmuştu.

 

 

 

"İnan bana, seni hiçbirimiz hafife almıyoruz. En azından onlar da artık almıyor. Aksine nice devletlere kafa tutan ben ve kardeşlerim ilk kez koca bir ordu yerine küçük bir kıza karşı önlem almak için kolları sıvadık."

 

 

Evren Korkmaz! O beni en iyi görenlerdendi. Deli taraf olarak bahsettiği yanım, babamın canavar dediği yanımdı. Bu adam en başından beri biliyordu. Öfkem gün yüzüne çıktığında karanlığın onları kaplayacağını biliyordu.

 

 

 

"Önlem alıyorsunuz öyle mi? Bu da demektir ki siz benim canımı fenâ hâlde yakacaksınız."

 

 

 

Her zaman Evren Korkmaz'ın bana neden tiksintiyle baktığını merak etmiştim. Yanılmıştım. Meğer benim tiksinti sandığım o bakış, hayranlık bakışıymış. Şayet şimdi de öyle bakıyordu. Bu onun diğer veliahtlara karşı oluşturduğu kalkanıydı. Evren Korkmaz bana hayrandı. Ancak Evren Korkmaz, bana karşı olan hayranlığını gizlemek istiyordu. Peki neden? Sizin benimle derdiniz ne?

 

 

 

"Gördüğün yedi adamın yedisinin de birbirine verdiği bir söz var. Ve bu söz seninle alakalı. Ne olduğunu öğrenmek ister misin?" Arem, Evren'e sadece bakıyordu. Tepki vermiyor, uyarıda bulunmuyordu. Aksine son derece sakin bir şekilde benim gibi onu dinliyordu. Kafamı evet anlamında salladım. Hareketim üzerine Evren konuşmaya devam etti.

 

 

 

"Hera, hayatımıza girdiği andan itibaren önceliğimiz o olacak. Onu bu hayata biz çektiysek, iğne ucu kadar zarar görmesine dahi izin vermeyeceğiz. Mesela bugün burada benim sevdiğim kadın var. Bir tanecik kız kardeşim var. Öyle değil mi?" Evren'in sözleri üzerine bir ona sıkı sıkı sarılan kadına, bir de Hazar'ın yanında bana nefretle bakan kıza bakmıştım. Evet, evet varlardı. "Oysa tam şu dakika bir saldırı olsa, önceliğim onlar olmayacak. Hiçbir veliahtın önceliği sevdikleri olmayacak. Aksine yedimizinde önceliği sen olacaksın." Gülmüştüm. Güzel kafa açıyordu. O ise kahkahamı umursamamıştı.

 

 

 

"Kız kardeşinin kafasına silah dayandığın Hazar bile seni korumak için gerekirse kendi kardeşinden vazgeçecek. Neden biliyor musun?" Bilmiyorum Evren! Nereden bileyim Evren?

 

 

 

"Senin haberin olmasa da biz, sana senin için yemin içtik. Evet, sana karşı dönen bir oyun var. Bunun zaten farkına varacak kadar zekisin. Ama bu hikayenin sonu öyle ya da böyle senin tek bir saç teline zarar gelmeden bitecek. Benim kardeşim benim soyisimimi taşır. Sevdiğim kadın Kamer kanı taşır. Onlar bu hayatın içine doğdu. Başka şansları yoktu. Ama senin başka şansın olabilirdi. O şansı elinden biz almayacağız. Bu hikayenin sonunda canın sıkılacak Hera. Ama asla canın yanmayacak. Ve ne olursa olsun canın alınmayacak."

 

 

 

Hiçbir şey anlamamıştım. Fakat aynı zamanda birçok şeyi anlamıştım. Veliahtlar beni kullanmıyordu. Hayır, onlar amaçladıkları hedeflere ulaşabilmek için kesinlikle beni kullanmıyorlardı. Veliahtlar tam aksine bana muhtaçtı. Onların hedeflerine giden yolu ben sağlıyordum. Hem de bunu farkında bile olmadan yapıyordum.

 

 

 

Saksı çalışmaya başladı. Beynim, sınırlarını sonuna kadar zorla!

 

 

 

Veliahtlar bana muhtaçtı. Bu muhtaçlık ben de olup, onlarda olmayan bir şey olmalıydı. Bana muhtaç olmuşlardı. Para onlardaydı. Güç onlardaydı. Zeka her birinde korkutucu derecede vardı. Şan, şöhret, itibar her şey ama her şey onlarındı.

 

 

 

Onlarda olup, ben de olmayan tek şey yüzümdü.

 

 

 

İlk günden beri dönüp duran 'sen ona benziyorsun' saçmalığı, onları bana muhtaç kılıyordu. Melisa Aksel. Bir ölü, bizim hikayemizin kilit ismiydi. Ve bu hikaye eğer tahminimde yanılmıyorsam bir intikam meselesiydi. Melisa Aksel ölmemişti. Melisa Aksel öldürülmüştü. Onu öldüren kimdi? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey karşımdaki adamların intikam istediğiydi. Bu da demek oluyordu ki, veliahtlar beni bunun için kullanıyordu.

 

 

 

Düşünmeye devam ediyordum. Zihnim her türlü bilgiyi önüme seriyordu. Çok hızlı ve çok sağlam çalışıyordu. Öfke söz konusu olunca kontrol Türkeş'e geçerdi. Ve eğer gizem söz konusu olursa kontrol beynimdeydi. Her zaman merak etmişimdir. Acaba günün birinde Türkeş yanım ve beyinim aynı anda devreye girerse ne olurdu diye? Sanırım bu benim dışımda ki herkesin sonu demekti.

 

 

 

Veliahtlar bir intikamın peşindeydi. Bunu elimizde tutalım Hera. İntikam, Melisa Aksel intikamıydı. Benim onlara vaat edebileceğim tek yanım o kızla aramızda ki inanılmaz benzerlikti. Peki beni yanlarında ne diye tutuyorlardı? Bu intikamı benimle beraber nasıl sağlayacaklardı ki?

 

 

 

Düşün Hera! Düşün kızım!

 

 

 

Karanlık ve aydınlık. Terazinin iki boş kesesi. Biri diğerinden daha deli. Eşitlik sağlansa dahi! Kan gövdeyi çoktan geçti.

 

 

İntikam, sadece katilden alınır. Katil tuzağa çekilir. Tuzak, yemle kurulur. Hain, yemi yutar. Kurban, katilin oyununu bozar.

 

 

 

Buldum! Bulmuştum! Bulmuştuk!

 

 

 

Hera Türkeş bu hikayede Melisa Aksel'in katilini ortaya çıkarmak için vardı.

 

 

 

Çünkü Melisa Aksel'in katili bilinmiyordu...

 

 

 

Cevap buydu.

 

 

 

Cevap bu olmalıydı.

 

 

 

Melisa öldürülmüştü. Ve onlar bu kızın katilini hiçbir zaman bulamamışlardı. Dolayısıyla hiçbir zaman intikam alamamışlardı. Ben onlara katili getirecektim. Çünkü katil için öldürmesi gereken ikinci Melisa bendim. Düşman özelikle Arem ve Mert'i hedef alıyordu.

 

 

 

"Evren'in senin kılına bile zarar gelmesine izin vermeyeceğimize yemin içtik." Demesinin nedeni buydu. Çünkü onlar için ben bir yemdim. Katil için gel ve bir kez daha onu bizden al yemiydim. Ancak aynı zamanda ben değerliydim. Çünkü ben masumdum. Ve bu adamlar beni kullansalar da masum olduğumu biliyorlardı. Bu yüzden gerekirse en sevdiklerinden vazgeçer, benim önüme atlarlardı. Çünkü Evren'in de dediği gibi beni ateş çemberine alan onlardı.

 

 

 

Hikaye çok garip yerlere gidiyordu. Sürekli gizem vardı. Hayatımın en büyük gizemleriyle karşı karşıyaydım. Bana benzeyeni öldüren biri ya da birileri vardı. Bu kişiler öylesine güçlülerdi ki, Dünya üzerinde bilmedikleri hiç kimse olmayan veliahtlar bile kim olduklarını bilmiyorlardı.

 

 

 

Hâliyle beni yanlarından ayırmıyorlardı. Peşlerinden İtalya'ya kadar sürüklemişlerdi. Bunu yapmalarının iki sebebi vardı: Birincisi, kim olduklarını açığa çıkarmaya çalıştıkları kişilere "bakın burada yeni bir kurbanınız var. Ve biz ona çok değer veriyoruz. Hadi gelin yiyorsa ona da zarar verin. " imajı vermekti. İkincisi ise beni yanlarında güvende tutabilmekti. Şayet, sadece en yakınımda durdukları zaman beni koruyabilirlerdi.

 

 

 

Daha kapsamlı düşünecek olursak eğer, Hazar'ın zamanı geldiğinde zaten hayatımızdan def olup gidecek demesi bile bununla alakalıydı. Zamanı gelince, katil ya da katiller Hera'yı öldürmek için ortaya çıkacaktı. Bunun olmasına engel olunacak, hatta intikam alınacak ve Hera özgür bırakılacaktı.

 

 

 

Meğer benim sandığım gibi veliahtlar benimle oynamıyormuş. Yani evet, oyun oynuyorlar, kandırmaya çalışıyorlar ama beni hedeflemiyorlarmış. Onların tüm bu "seni seviyoruz, sana değer veriyoruz, lütfen buna inan Hera" zırvalığı, ben inanayım diye değil, aksine gizemli düşmanları inansın ve beni öldürmek için ortaya çıksın diye söyleniyormuş.

 

 

 

Biri bana Dünya'daki tüm şerefsizler bu kızı bulsun büyüsü yapmış olmalıydı. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.

 

 

 

Gözümün değdiği tüm veliahtlar artık her şeyi anladığımın farkına varmıştı. Çok bile gecikmişti. Normal şartlarda çok daha önce çakardım durumu fakat hikaye çok derindi. Hikayenin sahipleri de fazlasıyla kurnaz, bir o kadar da tehlikeliydi. Bu da anlamak, ifşa etmek, aydınlanmak gibi eylemleri gerçekleştirmemi geciktirmişti.

 

 

 

Kimseden çıt çıkmıyordu. Daha çok ben çıkmasına fırsat tanımamıştım. Bu kadar insan bir sebebten ötürü burada toplanmış olmalıydı. Az ilerimizde sıra sıra dizilmiş olan 'ben zengin arabasıyım' diye bas bas bağıran araçları konuya dahil edecek olursak, bunca insan burada araba yarışı için duruyor olmalıydı. Hera Türkeş hızı çok severdi. Hera Türkeş bundan eksik kalmayacaktı.

 

 

 

"Her neyse! Bu konuyu daha sonra ben ve siz yedi adam özel olarak konuşuruz nasıl olsa. Şimdi! Kimler araba yarışında bana rakip olacak bakalım."

 

 

 

Niye şaşırdı ki herkes? Anlık olarak etrafıma baktığımda bir kesim gözüme takılmıştı. Sanırsın ebelerine küfür ettim. Öyle bakıyorlardı bana.

 

 

 

"Allah'ım, sen bana bu kızın kafasından ver" Fazla şekerden beyni şekerlenen kızımız, Lara, sarı şeker; ağzını uzun zaman sonra açmıştı.

 

 

 

"Zaten ancak o duan kabul olursa dengim olursun."

 

 

Kendini tutamayan üç kişi vardı. Üç gevşek karakter. Arem'in küçük kardeşi Görkem ve İkizler Doğu ile Batı.

 

 

 

Doğu ve Batı'nın kahkahası rafa kaldırdığım bir gerçeği gözlerimin önüne sermişti. Onların sevgisinin de yalan olduğunu bilmem iyi olmuştu. Şayet benim onlara karşı nerdeyse gerçek olan sevgim ortaya çıktı çıkacaktı. Nerdeyse tabii. Kendimi frenlediğim iyi olmuştu.

 

 

 

Lara bozulan surat ifadesiyle tekrar köşesine çekilip susma hakkını kullanmıştı. Gözüm kızıl görümceye takıldığında onun beni izlediğine şahit olmuştum. Göz göze gelince gözlerini kaçırmıştı hemen. Sanırım görümce, yengesinden korkuyordu. Lara nasıl ki Evren'in kardeşi olarak bu işlerin içine girdiyse, kızıl görümcek Elena da bahsi geçen işlerin içinden o kadar uzak tutulmuştu. Hâliyle kızıl kadın, benden korkmuştu. Çünkü o eli silah tutan herkesden korkuyordu. Ve buna rağmen bir veliaht ile nişanlıydı. Beyin herkese verilen bir şey olsa da, herkesin kullandığı bir şey değildi.

 

 

 

Erdem bir köşede korkudan ona yapışan tatlı kız kardeşi Asya ile ilgilenirken, Hazar da kendi kardeşi ile ilgileniyordu. Onları izleyince aklıma Mert'in ağabeylik hikayesinin de palavra olduğu gelmişti. Neyse ki sakin bir tipim. Yoksa olay çıkardı. Belki de olaylar çoktan çıkmıştı.

 

 

 

Arem'in kuzeni ve onun kim olduğunu bilmediğim yandaşçı arkadaşına bakınca nefret dolu gözlerini üstümde hissetmiştim. Ağızlarının ortasına bir tane çakacaktım şimdi de neyse.

 

 

 

Arem... Tüm sakinliğimi bozabilirdim o gözlere bakacak olursam. Kim bilir, belki de o bir tek sana güldüm hikayesi falan da palavraydı. Bu adamlardan her şey beklenirdi. Adam demişken! Doğru ya! Bunlar adam mıydı?

 

 

 

"Senin yarışacak araban var mı yengeciğim?" Demişti Arem'in kardeşi Görkem.

 

 

 

"Var!" Keskin bir cevap.

 

 

 

"Nerde peki?"

 

 

 

Elimi sol tarafımda duran adama doğru uzattım. Avuç içim yukarı doğru bakarken, elimi bir kez açıp kapattım. En fazla on saniye geçmişti ki elimde Arem Barkın Soykamer'in aracının anahtarı konulmuştu. Bizzat kendisi tarafından avuçlarımın arasına konmuştu. Şerefsiz falan olsa da, her istediğimi söylememe gerek dahi olmadan anlıyor ve ikiletmeden yapıyordu.

 

 

 

"Desenize bu kez yenmek için can attığım veliahtlar dışında biri daha olacak diye." Canım sen hayırdır ya! En son dizlerinin üstüne çöküp benden özür dilerken duymuştum sesini. İkinci kez konuşman, fazla artistlik bir hareket. Onun bana iğrenti ile bakan gözlerine, umursamazlıkla bakan gözlerimle karşılık verdim.

 

 

 

"Yenmek ya da yenilmek benim için hiçbir şey ifade etmez. Önemli olan, kaybetsem bile kazanandan aldıklarımdır. Kamer erkeği."

 

 

 

"Adım Lerzan!"

 

 

 

"Adın olmayan sikimin olmayan ucunda bile değil!" Arem'in hafif bir şekilde öksürmesi beni uyarmak için değildi. Şerefsiz adam, ağzımdan çıkan her küfürü duyduğunda kendi tükürüğünde boğulacak kadar şaşırıyordu.

 

 

 

"Sinirin hâlâ geçmemiş sanırım güzelim. Bu sinirle her türlü hilenin yapılmasının serbest olduğu bir oyunda oynaman doğru değil."

 

 

 

"Oysa ki bana doğru olmasa bile, bazen bazı oyunları oynamak gerektiğini siz öğrettiniz Mert." Gözlerini saniyeler içinde benden kaçırmıştı. Hayır, benden değil, bana yaptıklarından, o sen benim için gerçekten özelsin palavralarından utanmıştı. Hani ben bunlara bu saatten sonra daha ne diyebilirdim ki?

 

 

 

Son sözlerim ile birinin daha yüz ifadesini bozduktan sonra Arem'in Bugatti La Voiture Noire marka olan ultra lüks aracını yarış alanına park etmek için yanlarından ayrıldım. Bu aracın markasını özellikle aratığım için artık biliyordum. Kendisine bir araba demek haksızlık olurdu. O bir arabadan çok daha fazlasıydı.

 

 

 

Fıstık gibi arabanın kapısını, elimde tuttuğum fıstık gibi olan kırılmaz camdan anahtarıyla açtıktan sonra şoför koltuğuna yerleşmiştim. Daha aracı çalıştıramamıştım ki diğer tarafın kapısı açılmış ve içeri bir adet yeşil gözlü, şerefsiz, namusuz, haysiyet yoksunu, nankör, pezevenk, kalpsiz, ruhsuz veliaht girmişti.

 

 

 

"Evet nedir?"

 

 

 

"Seni tek başına bırakamam. Hem de böyle bir yarışta." Çıldıracaktım! Az kalmıştı. Çıldıracaktım!

 

 

 

"Bunu kabul edeceğimi sana düşündürten şeyde nedir?" Gülümsemişti. Artık gülüşlerin güzel değil, veliaht. Artık değil.

 

 

 

"Çünkü aracın çalışma tarzı %90 oranında dokunmatik. Sana hangi tuşa basman gerektiğini söyleyecek biri olmalı."

 

 

 

İşte bu çok mantıklıydı. Neticede bu araç nasıl çalıştırılır onu bile anlamamıştım. Çok karmaşık bir modifiyesi vardı. Anlamak için zengin olmak gerekiyordu.

 

 

 

"Kabul edilmiştir." Kabul edeceğime zaten emindi. Şaşırmamıştı egoist.

 

 

 

"Yanlız küçük bir sorunumuz var tanrıça." Yüzümü buruşturmuştum.

 

 

 

"Neymiş o ömrümü yiyen adam? Söyle de bilelim." Ona bakmak yerine camdan dışarı baktığım için yüz ifadesini görememiştim.

 

 

 

"Hazar ve Lerzan ezeli rakip olsa da şu an ikisi de birbirine değil sana yönelecektir. Yarışta kural falan yok tanrıça. Her şey serbest. Anladın mı? Her şey serbest." Bu kez sırıtan taraf ben olmuştum. Gözlerimin hedefine veliahtı almıştım.

 

 

 

"Senin dediğin gibi veliaht. Her şey serbest. Ve bu serbestlikten sadece onlar yararlanmayacaktır. İşte bundan emin olabilirsin." Ne demek istediğimi anlayan Arem'in gözlerinde hayranlık ifadesini görmüş olmam ona kandığım anlamına gelmiyordu.

 

 

 

"Bana baksana veliaht. Asıl sen neden her istediğimi ikiletmeden yapıyorsun onu söyle? Onunda altından başka bir şey çıkmasın sonra."

 

 

 

"Neyi mesela?" İllaki konuşturtacak.

 

 

 

"İtalya'da sizinle beraber o askerleri kurtarmak için içeri gireceğim dedim izin verdin. Hazar'a sık dedim! Sıktın. Erdem'e vur dedim! Vurdun. Arabayı ver dedim! Verdin. Söylesene bana karşı neden ağzından bir laf çıksa da yapsam der gibi davranıyorsun." Kafasını salladı. Sorumu beğenmişti.

 

 

 

"Çünkü tanrıça, aksi olursa sinirlenirsin. Ve öfken ortaya çıkarsa, ortalığın içinden geçersin. Bunun olmasını çoğu zaman sen bile istemiyorsun. Ne dersen yapıyorum ve yapacağım." Tebessüm etmişti. Benim yüzümde ise mimik oynamıyordu. "Hem sana itaat etmek tuhaf bir şekilde hoşuma gidiyor. Bu gerçekten tuhaf. Beni tanıyan herkes itaat edilmek için yaşadığımı bilir." Egoist bir Soykamer erkeği ha! Bak işte şimdi aynı dili konuşuyoruz.

 

 

 

"Biliyorsun değil mi? Babamın canavar olarak nitelendirdiği yanımı biliyorsun."

 

 

 

"Evet." Yeterli bir cevap değildi.

 

 

 

"Ne zamandan beri biliyorsun peki?"

 

 

 

"Ortaya çıktığı o günden beri." Yutkunmuştum. Boğazımın acısı kendini yine beli etmişti.

 

 

 

"Sen o gün orda mıydın?".

 

 

 

"Sadece o gün değil tanrıça. Ben uzun bir zamandır, her gün senin olduğun yerlerdeyim." Gözlerimi sıkı sıkı kapatıp, kafamı koltuğun baş kısmına yaslamıştım.

 

 

 

Hayat bazılarımız için iyi, bazılarımız için ise idare ederdi. Ve bazıları da vardı ki hayat onlar için bok gibi geçerdi. Bahsi geçen o gün de onlardan biriydi. Boktan hayatımın boktan geçen bir günü.

 

 

 

Öyle ki o günün sonunda sevgili babacığım karşıma dikilip bana 'sen bir canavarsın' diyecekti.

 

 

 

Bugün sen ve ben çok kırıldık. Arem Barkın Soykamer! O bunu durdurabilirdi. Duydun mu Türkeş? Oralarda bir yerde sen ve öfkem var. Eğer en başından beri benim yanımdaysa, o gün bir şekilde beni durdurabilirdi. Senin doğumunu engelleyebilirdi. Canavar hiç doğmamış olabilirdi. Bana yardım edebilirdi. Karşıma çıkmak zorunda değildi. Tanrı aşkına o bir veliahtı Türkeş. Bunu yapabilirdi. Bize kıyak geçebilirdi.

 

 

 

Yapmamıştı...

 

 

 

Kamer, o gün orada, acımızı almak yerine bizi acımızla baş başa bırakmıştı.

 

 

 

Arem Barkın Soykamer! Bana zerre acımıyordu. Ne geçmişte, ne de şimdi de. Hatta belki de gelecekte de...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 


 

Loading...
0%