@mavimsu_
|
Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.
Keyifli okumalar dilerim...
(🎭)
Bölüm Sözü
Ağlamak ve gülmek birbirine çok zıt,
iki ayrı eylem. Tıpkı ateş ve buz gibi zıt,
tıpkı yeryüzü ve gökyüzü gibi uzak.
Kısacası tıpkı o ve ben gibi ayrı ve apayrı iki olay...
H.G.
(🎭)
Zaman su gibi akardı. Hatta su akarken bile zamana meydan okuyamazdı. Bizler çok başka bir çağda zamanın acımasızlığına uğrayan insanlardık. Hayatımız daha yaşanılır olsun diye, Dünya'nın sonunu getiren insan icatları ile doldurmuştuk her bir tarafımızı. Bu insan icatları güzel miydi? Bu teknoloji olmalı mıydı? Şayet olacaksa da böyle mi olmalıydı, bilinmezdi.
Demirlerden çıkan pas sesi eşliğinde bir ileri bir geri yavaş yavaş hareket ederken düşünüyordum bunları. Ben tuhaf biriyimdir. Ya da belki de normal olmakta gözüm yoktu. Düşünmeyi severdim. Bazen bazı şeyleri düşünmek istemesem bile severdim. Düşündükçe çıldırırdım çünkü. Düşüncelerimin beni delirtmesinden korkardım ben. Henüz daha yaşım genç. Delirmek için erken. Akıl sağlığımı korumam lazımdı. Zamanla baktım ki hem düşünmek istiyordum, şahsen düşünmesem işin içinden çıkamıyordum. Hem de düşünmemek istiyordum çünkü düşüncelerim beynimin içini kemire kemire açtığı oyuklara kendini doldurdukça beynim düşüncelerimin esiri oluyordu, o zaman ben de farklı bir yöntem denemeye karar vermiştim.
Ben düşüncelere bile esir olamayacak kadar özgür ruhun kölesiydim. O yüzdendir ki kafamı kurcalayan olaylar gün yüzüne çıkıp karşımda sıralandığında düşünürdüm. Beni parça pinçik edecek şeyleri değil, aksine konuyla hiç alakası olmayan her şeyi düşünürdüm.
Düşünmek bana iyi geliyordu. Hele ki beynimi sakinleştiren, başka bir deyişle oyalayan her şeyi saçma sapan olsalar dahi düşünmek istiyordum, sırf iyi geldiği için. İyi ise sorun yoktu, değilse çok sorun vardı. Bazen çocukluğumu düşünürdüm. Bazen doğa tahribatlarını. Kimi zaman gelir masal anlatırdım. Kimi zamanda kadını ve çocuğu savunurdum kendi kafamın içinde kendi kendime. Hele ki insanlığın duyarlı olması gerektiği birçok konunun aklımda yer edinmesi, onları düşünmenin ise beni sakinleştirmesi hâlâ içimde iyi bir kız çocuğunun yaşadığına dair işaret olsa gerekti.
Gece karanlıktı, gece ıssızdı. Parkta öyleydi. O da ıssız ve bir o kadar da karanlıktı. Üstümde hâlâ nişandan kalma kırmızı gece elbisesi vardı. Hâliyle üşüyordum. İp askılı elbisenin de beni ısıtması beklenemezdi zaten. Aptaldım sanırım. Üşüyor olmama rağmen çocuk parkındaki çocuklara ait salıncaklardan birinde sallandıkça tenimi yakarcasına üzerimden geçen rüzgar ile cebeleşiyordum. Buna rağmen sallanmaktan asla vazgeçmiyordum. Sallandıkça üşüyor, üşüdükçe sallanıyordum.
Nişanı terk etmiştim. Hem de alelacele, kimseyi umursamadan terk etmiştim. Şu kim olduklarını hâlâ daha bilmediğim, amaçları meşhur aileleri çökertmek olan babamın da içlerinde bulunduğu adamların ne diyeceğini umursamamıştım. Hatta öyle insanlar vardı ki bugün gördüklerim arasında, onların da çok sevdikleri fakat ne yazık ki genç yaşta kaybettikleri o kızı sanki yeniden görmüş gibi davranmaları da umursadığım bir olay olmamıştı. Bu umursamazlıktı aslında bana orayı terk ettiren. Nereye gittiğimi umursamadan kaçmıştım. Önce koşmuştum. Tabii sonrasında bu kadar koşmaya ciğerlerim isyan bayrağını çıkarınca ben de yürümeyi tercih etmiştim.
Böyle ıssız olan parkta başıma her türlü iş gelebilirdi. Bunu biliyordum. Lakin ben zaten belanın en büyüğünü üzerime çekmiştim. Bugün, parkta ölmem bile bugünden sonra yaşayacaklarım yanında bir hiçti. Tahmini olarak nişan töreninden çıkalı bir saatten fazla olmuştu. Telefonum yanımdaydı ancak kimsenin bana ulaşmasını istemediğim için kapatmıştım. Şu an saat kaçtı, gecenin hangi yarısındaydık habersizdim.
Issız parkta bir tek ben ve hemen arkamda duran "ben Dünya'nın en pahalı arabalarından biriyim" diye bas bas bağıran, yüz yılda çalışsam kendisinden alamayacağımı bildiğim için markasını öğrenme gereği duymadığım siyah spor araba duruyordu. O arabanın içinde kimin olduğu hakkında fikir yürütmekte çok zor değildi.
Arkamdan gelen adım sesleri kulaklarıma ulaşmıştı. Soğuk ve keskin rüzgar bu gece ikinci kez bana onun kokusunu getirmişti. Oydu. Bundan sonra arkamda hep onun varlığını hissedecekmişim gibi geliyordu. Adım sesleri tam arkamda durmuştu. Önce biraz oyalanmıştı. Orada tam olarak ne yaptığını kestiremediğim için bunun hakkında bir fikir yürütemeyebilirdim. Bir anda açıktaki omuzlarımın üstü örtülmüştü. Omuzlarımın üstü bir ceket ile örtülmüştü. Omuzlarımın üstü onun ceketi ile örtülmüştü. Birden bire...
Yine harekete geçmişti. Gidecek sanmıştım ama gitmemişti. Salıncağı yere sabitleyen dört tane uzun ve kalın direklerden sağ tarafımda olanın yanına gittiğini görmüştüm. Gözlerinin odağında ben vardım. Direğe yaslanmıştı. Ellerini pantolonun cebine koymuştu. Ne o konuşuyordu ne de benim konuşasım vardı. Öylece seyretmiştik birbirimizi. Kim olduğumuzu bilmeden, tanıyormuşcasına seyre daldık birbirimizin gözlerinde kendimizi.
Geceden ve ortamdaki ışığın azlığından mıdır? Bilinmez ama nişanda üzerimden hiç çekmediği o yeşil gözleri burada en az gece kadar siyahtı. Gece kadar karanlıktı. Yüzünde tek bir mimik oynamıyordu. Sertti. Düşüncelerini karşısındakinin anlaması mümkün değildi. Bana boşluğa bakar gibi bakıyordu. Şu durumda bakıyor olması bile sevindirici bir haberdi. Şayet onun her önüne gelene baktığını sanmıyordum.
Ne olacak bizim seninle bu uzun uzun bakışmalarımız. Ya alışırsak biz bu bakışmalara. Söylesene, haksızlık olmaz mı? Toprağa emanet ettiklerimize. Sanırım artık konuşma zamanı gelmişti. Sen konuşmayacaksın belli orası. Hoş, konuşan ben olacaksam eğer, hangi kelimeleri sana karşı kullanmalıydım? Yahut herhangi bir kelimeyi karşımda sen varken sorunsuz şekilde kullanabilecek miydim? Bak, orası da ayrı bir muamma.
"Neden geldiniz?" Şimdilik bu kadarı bile yeterli uzunlukta cümleydi benim için. Sorumu duymuştu. Bunu soracağımı tahmin eder gibi hâli vardı zaten. Hâlâ çok kettumsun be adam. İnsanın yüzünde tek mimik oynamaz mı? Alo benim ben. Senin sevdiğin, aşık olduğun ama yıllar önce yitirdiğin sevgilinin tıpatıp aynısıyım nerdeyse. Bunun hatrına bir iki hareket yap bari. Karşımda robot gibi durmasana.
Olur da hayatınızı sevdiğiniz kadına benzeyen şu mülayim şahsiyet ile geçirmek isterseniz, o zaman siz bayım, siz robot adam, benim sonum olacaksınız.
"Üşüteceksin, gidelim artık buradan."
Soruma cevap vermiyor oluşunu geçmiştim fakat onunla geleceğime nasıl bu kadar emin olduğu kısmı geçememiştim. Tahminim tüm veliahtların kendisi gibi olduğu yönündeydi. Hepsi istediklerini istedikleri an almış adamlardı. Bundan dolayıydı zaten onunla geleceğime dair bu kadar emin oluşu.
"Birincisi, ben biraz daha burada kalmak istiyorum. İkincisi, gitsem bile beraber gitmeyeceğimizden emin olabilirsiniz." Sana karşı kim ne derse desin, hatta sen bile ne dersen de her zaman mesafeli olacağım, veliaht.
"Birincisi, biraz daha burada kalmak demek hasta olman demek; ikincisi ise buradan beraber gideceğimizden emin olabilirsin, Tanrıça." İsmime yönelik bir göndermeydi bu. Nedense normal seyrinde ilerleyen kalbim birkaç saniyeliğine de olsa hızlanmıştı bunu duyunca. Umursama Hera. Umursamadan devam et.
"Siz onun yakını mıydınız? Gördüğüm kadarıyla bu gecenin en çok şaşıranlarından biri de sizsiniz. İkidir peşimden geldiğinize göre sizin için önemli biri olmalıydı." Konuyu değiştirmek istemiştim. Konuyu neden doğrudan onun canını yakacağını bildiğim bir konudan açmıştım hiçbir fikrim yoktu. Bana bakıyor tabii, karşılık olarak ben de ona bakıyordum. Uzunca bir bakışma geçiyordu aramızda. Bir ara bana cevap vermek yerine cebinden çıkardığı sigarasını içmeyi tercih ediyordu. Bunu bile sessiz sedasız yapıyordu. Sessizliğin içindeyken gözlerini bir an olsun benden almıyor oluşu ise ayrı bir olaydı. Sigarasının yarısına geldiğinde konuşmaya karar vermiş olacak ki sorumun cevabını kucağıma bırakmıştı.
"Seni bu gece ilk gördüğümde anladım o olmadığını, sadece ona fazlasıyla benziyorsun. Yine de seni merak ettim. Peşinden gelmemin nedeni de bu."
Gece boyunca ilk kez bu denli uzun konuşmuştu benimle. En azından o olmadığımın farkındaydı.
"Merakınız geçtiyse lütfen beni yalnız bırakın." Tarafımdan tarafına benim bile nedenini anlamadığım trip gelmişti. Göz göze geldiğimizde sigarasından bir yudum daha çekti içine.
"Merakım henüz geçmedi, Tanrıça." Yine yapmıştı. Yine adımla seslenmek yerine adımın anlamı ile seslenmişti bana. Sana istediğini vermeyeceğim. Seninle adım Tanrıça değil diye en azından bu gece tartışmayacağım. Gidişat odur ki bu gece tartışacağımız başka konularımız oldukça mevcut görünüyordu. Bunu bir sonraki tartışma konumuz yapalımdı o hâlde. Neticede daha çok görüşeceğiz, veliaht.
"Merak ettiğiniz her neyse bir an önce söylerseniz çok memnun olacağım. Buraya kafa dinlemeye geldim. Daha fazla kafamın ütülenmesini istemem, anlayacağınız." Hayatımda birçok kez rest çekmiştim. Birçok kişiye posta koymuştum. Yine de sanırım içlerinde en çok gurur duyduğum, Dünya'yı yöneten adama posta koyduğum işte tam şu an olarak kalacaktı.
Sinirlenmesini beklemiştim. En azından herhangi bir şey söylemesini. Açıkçası benim hayalimdeki Arem Barkın Soykamer kişisi oldukça sert ve de psikopat kişiliğe sahipti. Gerçekler ise bambaşkaydı. Karşımdaki veliaht gece boyu fazlasıyla sakin ve rahat biri olduğunu bana resmen kanıtlamıştı. Yüzünde mimik yakaladığım tek an beni ilk gördüğü andı ki zaten çok geçmeden şaşkınlığını üzerinden atmıştı. "Eğer istediğin doğrudan konuya girmemse, bunu yapabilirim sanırım. Yine de seni bırakıp gideceğim konusunda söz veremem."
Gözlerimiz yeniden kesiştiğinde anlamı derin hisler sardı etrafımızı. Dolanıp durduk hislerin etrafında. Biliyordum. En son birbirimize dolanıp düğüm olacaktık. Korkum ondandı.
Gözlerinin anlamı değişmişti. Birden bire bakışlarında merak tohumları yeşerir olmuştu. Kafamı sallamıştım. Evet, konuya gir artık. Tam olarak merak ettiğin şey ne? demekti bu benim dilimde. Sadece bir baş hareketi bile birçok cümleyi içinde barındırırdı. Önemli olan anlatabilmek değil, anlayabilmekti.
"Onun fotoğrafını görünce neden alelacele kaçtın? Tahmin edersin ki bu senden beklenilen en son tepkiydi." Melisa'ya ismiyle bile hitap edemeyişine mi şaşırayım yoksa tahmin ettiğimden bile zeki oluşuna mı? Benden daha şimdiden şüphelenmeye başlaması, ona karşı hep tedbirli olmam gerektiğini gösteriyordu. Veliaht, işin içinde çok başka işler var. Bu işin sonunda senin sonun var. Ya da benim sonum. Hangisini istersen. Ne vereyim abime?
"İşin içinde başka şeyler var. Hatta çok başka şeyler var da diyebilirim size. Ancak bu konu tamamen beni ilgilendiriyor. Eğer içinizi rahatlatacaksa, bugün o salonu terk etmemin nedeni geçmişimde buna benzer büyük bir kalabalığın odak noktasına beni almasından kaynaklanıyor. Bir nevi küçüklük travmam. Yeniden aynı şeyleri yaşamaktan korktum sadece." Şimdilik oldukça tutarlı bir yalandı. Hatta deşseler bile açık vermeyecek türden sağlamdı. Yine de sana yalan söylemek beni rahatsız etmişti, veliaht.
"Ben sorumun cevabını aldım. Hadi gidelim artık. Saat geç oldu, Tanrıça." Anladığım odur ki sen ne bana tanrıça demekten ne de bu gece beni almadan buradan gitmekten vazgeçmeyeceksin, veliaht.
"Saat kaç ki?" diye sormuştum ona. O da kolundaki saatine bakarak 23:00'a geldiğini söylemişti saatin. Sanırım gitme vakti gelmişti. Hem ne yaparsam yapayım, beni tek bırakacak gibi de durmuyordu. Ketum ve inatçı. Aman ne güzeldi.
Salıncaktan inmiştim. Kaç saat oturdum lan ben buna! Her yerim tutulmuştu. Arem, indiğimi görünce önden gitmişti. Bana da onu takip etmek düşüyordu. Ceketi hâlâ omuzlarımdaydı. Vermeye de niyetim yoktu, hava hâlâ buz gibiydi ondan. Arem'in fevkalade olan arabasına beraber binmiştik. Başıyla tıpkı babam gibi kemeri takmamı işaret etmişti.
Babam demişken, acaba şu an o neredeydi? Acaba umursuyor muydu, biricik kızını attığı ateşin içinde cayır cayır yanacak olmasını? Ben babamı düşünürken, düşüncelerimden beni Arem'in sesi koparmıştı. Bir soru sormuştu bana. "Evin nerede?" diye.
Oldukça güzel soruydu aslında. Lakin sorunun cevabı bende değildi. Kansu ile oluşturduğumuz hikayede ben yıllardır ağabeyi ile aynı evde yaşayan kız kardeştim. Benim bu bahsi geçen evin nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Arem benden cevap bekliyorken, 'Bir dakika abimi arayayım da nerde yaşadığımızı sorayım' diyemeyeceğime göre, bu sefer ayvayı gerçekten yemiştim.
Tanrı aşkına, çek gözlerini üzerimden veliaht. Yalan düşünmemi engelliyorsun.
(🎭)
|
0% |