112. Bölüm

🎭 7 SON YOLCULUK

HELEN MAVİ
mavimsu_

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygı ile kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

(🎭)

 

 

 

Bölüm Sözü

 

Ateşlerde yürümek gibi.

Seni sevmek uçmayı bildiğin hâlde ateşte yürümek gibi.

H.G. 

(🎭)

 

 

Sakin olmaya özen göstererek ona odaklanmıştım. Gözümü kırpmadan sadece onu seyrediyordum. Kaşlarım çatıktı yine de bu öfkeli olduğum anlamına gelmezdi. Ben sadece kaş çatmayı seviyordum. Özellikle nefret ettiğim insanlara karşı yapardım bunu.

 

Bir zamanlar yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi onunla. Tüm planları beraber yapardık. Beni kurtarmak için olan tüm planları beraber yapardık. İhanet, âdeta benim evrenimin parçası hâline gelmişti. İhanete uğramadan yaşamak nedir bilmez olmuştum. Su içmek gibiydi artık. Öyle temel ihtiyaçtı. İhanete uğramaya alışmak bu kadar kolaydı işte.

 

"Kimsin?" ve "kimsin?" Özünde bu iki tek kelimelik sorunun birbirinden farkı yoktu. Özünde yoktu tabii. Ben işin aslında olan kısmıyla ilgileniyordum.

 

Karşımda duran bu adama herhangi biri "kimsin?" diye soracak olsaydı şöyle cevap verirdi; Ali Aran.

 

Aynı soruyu ben soracak olursam eğer cevabı değişirdi. 'Ali Aran.'

 

Ali Aran ve Ali Aran... Tıpkı "kimsin?" ve "kimsin?" Demek gibiydi. Özü aslından farklıydı. Özünde herkes farklıydı. Aslında bu bile farklıydı.

 

Benim için önemli birini kaybetmiştik. Dövmeli veliaht bizden ayrılalı çok olmamıştı. Koca mezarlığın Korkmaz aile mezarlığına ait olan kısmına, Aytekin Orhon'un bütün bağırışlarına rağmen gitmiştik. Hazar'ın son isteği Lara'nın yanına gömülmekti. O nasıl istiyorsa öyle olacaktı. Aytekin Orhon artık ona zorla bir şey yaptıramayacaktı. Hazar, babasının emri üzerine değil kendi isteği üzerine gömülmüştü. Aksi olursa veliahtlar oldukça büyük etki uyandıracak ölçüde patlardı. Hepimizin canı acıyordu. Canımızı toprağa vermiştik. Acıdığı kadar acıtmamızı istemiyorlarsa uzak duracaklardı.

 

Durmamışlardı.

 

En azından Arzem bugün bile bizi rahat bırakmamayı tercih etmişti. Ben ve Arem dışında henüz kimse en büyük tehlikenin Arzem olduğunu bilmiyordu. Babamı öldürenin o olduğunu bilmiyordu. Muhtemelen Lara'ya beni bıçaklatan da oydu. Lara'yı kaçırması için bölge liderlerini kışkırtıp onları böyle bir şeye cesaret edecek gücü veren de yine oydu. Her ok onu gösteriyordu. Veliahtlar acıyı iliklerine kadar yaşarken, Arzem hakkındaki gerçeği bilmemeleri daha sağlıklı olurdu. Durmazlardı çünkü. Birinden biri çıkardı ve sıkardı onun kafasına. Kamer aile sandığını ondan geri almadan onu yok edemezdik. Onunla beraber biz de yok olurduk.

 

Onun içinde, benim içinde durum yeterince zordu. İkimiz de iradesi güçlü kişilerdik. Fakat her şeyin olduğu gibi, bizim de irademizin sabrı sınanırsa, patlamamız kaçınılmaz olurdu. Ne o ne de ben küçük bir patlama yaratacak kişiler değildik. Yok ederdik. Hem de gözümüzün gördüğü her şeyi ve herkesi.

 

Arzem, sabrımızı hem Ali hem de Lerzan'la sınadıkça sınıyordu. Erdem her an Arzem'e, Kansu her an Lerzan'a, Mert ise her an Ali'ye saldırabilirdi.

 

Hepsi olduğu yerden bir adım hareket etmiyorsa sâdece kardeşlerine olan saygılarından ötürüydü. Hazar'ı son yolculuğuna uğurlamak için buradaydık. Onun varlığına çok haksızlık edilmişti. Bu saatten sonra onun yokluğuna haksızlık edenin varlığını yok ederdim.

 

Gözüm karaydı benim. Hedeflerim vardı. O hedeflere giden yolu planlar kurarak alırdım. Her şeyi kafamda tartmak zorundaydım. Sinirlenmek istemiyordum. Bu hakkı kendime tanımıyordum. Sinirlenirsem gözüm dönerdi. Gözümün döndüğü an, ani karar alırdım. Ani alınan kararlar yanlış kararlardı. Bunu tecrübe edecek kadar çok sinirlenmiştim. Bugün sakindim. Yarın için söz veremezdim.

 

Afra, hemen arkamda on dakika önce bayılmıştı. Yaklaşık on dakikadır baygındı. Mert onu kucaklamıştı. On dakikadır Mert'in kucağında yer alıyordu arkadaşım. Hem de baygın vaziyette. Afra uyanana kadar onu kucaklamak, Mert için eziyet değil ödül olurdu. Buna rağmen ses etmiyordum. Afra'nın baygın olması işime geliyordu.

 

Ona öldü sandığı sevgilisinin nasıl hâlâ hayatta olduğunu açıklamakta zorlanacağıma emindim. Üstelik bu gerçeği ben de yeni öğrenmişken.

 

Ali Aran kimdi? Ali Aran kimsin? Bununla elbette ilgilenecektim. Lakin önceliğim Hazar'ı'ma aitti.

 

Lara'nın mezarının hemen yanına kazılmıştı çukur. Yan yana olmalarını istiyorduk. Tıpkı yan yana olmak isteyenler gibi. Hazar'ın intihar ettiği gün aklıma gelmişti. Silahı tam kalbinin üzerine koymuştu. O hâldeyken konuşmuştu. ' Pembe gülleri çok sever. Mezarına bol bol koyun.' Seven adam böyle oluyordu sanırım. Kendini öldürmek üzereyken bile sevdiği için romantik olmaya çalışıyordu. Üstelik sevdiği yaşamıyorken yapıyordu bunu.

 

O nasıl istediyse öyle yapmıştık biz de.

 

 

Mezarlık boşaltılmıştı. Bugün burası bize aitti. Bize ait olanı toprağa ait kılmak için toplanmıştık. Tim4, veliahtlar ve veliahtların aileleri olarak burada sadece biz vardık. Lara'nın annesinin ağlama seslerini duymazlıktan geliyordum. Hazan'ın iki kez kriz geçirmiş olması umrumda değildi. Nasıl olsa Asya Eraslan ve Görkem Soykamer onunla ilgileniyordu. Lerzan ona dokunamayacağını artık iyi biliyordu. Hazar, kardeşini bize emânet etmişti. Emanetine gözümüz gibi bakmazsak bize de yazıklar olsundu.

 

Mezarlığın her tarafında korumalar vardı. Sanki bir işe yarıyolarmış gibi. Sanki Hazar ölürken, sanki Lara ölürken onları koruyabilmişler gibi şimdi burayı yüzlerce korumayla çevirmiştik. Düşman içimizdeydi. Bu boş çabaydı. Boşuna uğraşıyorduk. Bu saatten sonra fark etmezdi. Bu saatten sonra fark ederse işte o zaman çok şey değişirdi.

 

Kara toprak diye boşuna demiyolardı ona. İçi karaydı, dışı kapkara. Ne sevdalar gömülmüştü ona. Ne evlatları ayırmıştı anasından. Ne anaları alıp, bırakmıştı çocukları boynu bükük. Ölüm çaresi olmayandı. İçeriden yakandı. En içeriden. Ruhun ölünce ölürdün. Bedenin ölünce gömülürdün. Ruhu ölen herkes için gömülmek mucize gibiydi. Heves kalmazdı yaşamaya. Çaresi yoktu. Ölümün değil, ölmek istememenin çaresi yoktu. Bir kez istediyse ölmeyi insan bin kez yaşasaydı fayda etmezdi.

 

Gözyaşı ölünce değil, ölmeyi isteyince düşerdi.

 

Kimsesi olmazdı ölmek isteyenin. Tek başına kalmıştır dünyada. Bunca kalabalığın içinde kimsesiz olmak istemek derdi olanın bileceği bir şeydi. İsteyene eş olurdu. İsteyene dost olurdu. İsterse yoluna yoldaş bulurdu. Nâfileydi. Ölmek isteyen kimsesizdir. Anası vardır intihar edenin. Yetmez babası da vardır. Aradığında açanı da vardır. Onun yanında olacak olanı da, o gittikten sonra içi çıkana kadar ağlayacak olanı da vardır.

 

Bu değildi sorun. Sorun bunca insana rağmen kimsesiz olmaktı. Bunca insanın yarana iyi gelmediğini gördüğünde zaman dururdu. O saatten sonra kalbin dursun diye ruhun çekerdi kendini. Sen artık yarı ölü olurdun. Sonra bir ip asardın tavan boluğuna yahut içi verirdin avuç avuç hap. Zevk meselesiydi bu şimdi, cesurum dersen yüksek bir yerden hiç çakılmamış gibi çakardın kendini yere. Ha! Eğer en acıyan yerine garezin varsa silahını çeker ona nişan alırdın. Ya çok düşündüğü için seni bu hâle getiren beynini dağıtırdın ya da çok acıdığı için kalbini dağlardın. Hangisini seçersen seç sen zaten ölü biriydin. Nefes almayı bıraktın diye değişmezdi dünyanın kanunu.

 

Nefes almayı bıraktın diye ölmüş sayılmazdın. Ne o şaşırdın? Oysa sen değil miydin, nefes alırken ölmüş olanlar kulübü başkanı?

 

Hazar Orhon...

 

Gurursuzun teki sanardım onu. Yanılmıştım. Hazar Orhon ölünün tekiydi.

 

Öyle ölü öyle ölümdü o. Kimi kimsesi vardı. Biz vardık. Biz onun için vardık ama o kimsesiz olduğuna inanmıştı. O gün ölmüştü işte. Tek başına olduğuna inanan herkes ölüydü. Destek olsan değişmezdi. Güzel söz desen değişmezdi. Elini tutsan değişmezdi. Tıpkı geçecek dediğinde geçmediği gibi. Kafamı derin düşünceler içindeyken yukarı kaldırıp gökyüzünü izlemeye başlamıştım.

 

Sevdiğini kaybetmeyen için gökyüzü gökyüzüdür. Artısı yoktur. Eksisi yoktur. Kayda değer hiçbir şeyi yoktur. Sevdiğini kaybeden içinse gökyüzü gibisi yoktur. Oradadır sevdiğin. Canın oradadır. Sen buradasındır, o oradadır. Sana bakıyormuş gibi bakarsın ona. Derken o ağlardı. Sen onun ağladığına şahit olurdun. Tek gözyaşına dünyayı yakacağın insan, toprak olup giderdi. Sonra gökyüzü olur geri gelirdi. Onu her özlediğinde yağmur olur ağlardı. Onun gözyaşı senin gözyaşına değerdi. Yaşlar birbirine, sahipleri birbirine karışamadığı için karışırdı.

 

Birini kaybedince hayat daha anlamlıydı. Her şarkı sözü onu hatırlatırdı. Her anı 'acaba o olsaydı ne derdi? ' Diye düşünmene sebep olurdu ve hayat onun yokluğunda anlam bulurdu.

 

Biz hayatın artık bize anlamlı gelen tarafını toprağa vermiştik. Sıra sıra kürek değiştirmiştik. Her birimiz bir parçamızı o küreğe aldığımız toprağın üzerine koymuştuk. Biz toprağı bizden gidene emanet etmiştik.

 

Hazar Orhon öyle bir adamdı ki, biz onu toprağa değil, toprağı ona emanet etmiştik...

 

Yağmur yağmaya başlamıştı. Havalar soğuduğu için mi yağmıştı bu yağmur? Yoksa gözyaşı gözyaşımıza karışsın diye mi? Gökyüzü bugün fazla anlamlı olmuştu. Çünkü bugün ben birinden daha olmuştum. Biri daha gitmişti. Artık şarkılar daha anlamlıydı. Anılar daha anlamlıydı. Hayat daha anlamlıydı. Yokluk daha anlamlıydı.

 

Bazı vedâlar can yakardı. Bazen bazı insanlara vedâ etmek çok fazla can yakardı. Diğerlerini bilmem ama veliahtların kalbini hissediyordum. Nasıl acıyla kavrulduklarını hissedebiliyordum. Kalpleri kasılıyordu hepsinin. Bıraksalar en büyüğünden en küçüğüne kadar hepsi oturup hüngür hüngür ağlayacaktı. Şimdi sessiz sakin görünmeye çalışıyolardı. Oysa hepsi yağmura minnettardı. Akan her bir yaşlarını gizlediği için.

 

Kardeş gidince canı yanan sadece anne babadır sanar insanlar. En çok teselliyi onlara verirlerdi. Peki ya kardeşin kardeşleri? Onları hiç düşünmezler mi? Kardeş gidince kardeş biterdi. Aynı anadan aynı babadan olmaya gerek yoktu. Kardeş kardeşti. Acı acıydı.

 

Acın acımızdı...

 

Arem'e bakmıştım. Eline küreği en son o almıştı. Toprak attıkça atıyordu. Sanki kabullenmek istiyordu. Öldüğünü kabul etmek istiyordu. 'Bu toprak parçasını atacağım ve ben kardeşimin öldüğüne emin olacağım.' Diyordu. Emin olamıyordu. Küreğin ucuna yine kara ve ıslak toprak alıp yine atıyordu. Yine emin olamıyordu. Emin olunacak gibi değildi. O da haklıydı.

 

Adımlarım ben bile farkında değilken onun karşısında durmuştu. Ne kimseyi ne de kimsesizleri umursamamıştım. Bugün umursayacağımız bambaşka bir gerçek vardı. Bugün bir yok oluşu sindirmeye çalışıyorduk. Eline uzanmıştı elim. Tutmuştum küreğin sapını. Yavaş yavaş almıştım elinden küreği. Kendine gel veliaht. Ne olur kendine gel...

 

Gözleri gözlerimi bulduğunda orman gözlerin beyazlığının kanlandığını görmüştüm. Ağlamıştı. Bunu yağmur bile gizlemeyi başaramamıştı.

 

Hazar'ın ölmeden önce kurduğu son sözleri aklıma gelmişti.

 

"Ateş yakar... Kül eder... Üzerine yağmur yağsa bile ateş sönmez," demişti zar zor aldığı nefesiyle. Sonra eklemişti, "Çünkü bazen bazı yağmurlar, ateşi söndürmeye yetecek güçte değildir."

 

Çok haklıydı Hazar. Bazı yağmurlar ateşi söndüremezdi. Tıpkı bazı yağmurların gözyaşını gizleyemediği gibi.

 

Arem bana içimi titretecek kadar anlamlı bakıyordu. Onun canı yanıyordu. Ben bunu, buradan hissediyordum. Onun canının acısını hissediyordum. Hem de tam kalbimde.

 

Ruhunu hissetmek. Kalbini hissetmek. Acısını hissetmek. Aşk böyle bir şey miydi? Gurursuz veliahtı şimdi daha iyi anlıyordum. Arem'in olmadığı bir dünyada yaşamak yerine onunla yaşamamayı tercih ederdim.

 

Ona güç vermek istemiştim. Geçti denince geçmediğini en iyi bilenlerden biriydim. Geçsin diye değil, iyi gelsin diye sımsıkı sarılmıştım ona. Sarıldığım an sarılmıştı bana. Yola beraber çıktığını kaybetmek kötüydü. Yoldaş kaybetmek kötüydü. Çok kötüydü. Ne öncesi vardı ne sonrası. Zaman orada dururdu. Geçsin bitsin isterdin, olmazdı. Sezen Aksu'nun konuştuğu yerdeydik. Ayrılık ölümden yamandı. Zaman geçmek bilmezdi. Bu tutuklu kalış bana mısın? Demezdi. Değil yedi cihan, yetmiş yedi cihanda dolaşılsa mevzu derindi.

 

Ben ona, o bana yağmurun altında sımsıkı sarılmıştı. Düşman hemen yanı başımızdaydı. Birbirimize olan zaafımızı görmesinden korkmamıştık. İhtiyacımız vardı. Onun da benim de buradan ilerisine gidebilmek için birbirimize sığınmaya ihtiyacımız vardı. Çünkü... Çünkü... Ben sen de tutuklu kaldım. Kendi hayatımdan çaldım. Yedi cihan dolandım. "Bana mısın?" demiyor...

 

...Yirmi gün sonra...

 

"Bizi neden buraya çağırdın?" Bitkin miydi? Bıkmış mıydı? Hangi ruh hâlinde olursa olsun Erdem Eraslan iyi değildi. Bu kesindi. Hiçbiri iyi değildi. İkizler kimseyle konuşmadığı hâlde sırf ben istedim diye buraya gelmişti. Aslında hepsi sırf ben istiyorum diye buraya gelmişti.

 

Hazar'ın evine.

 

Tüm veliahtlar buradaydı. Orhon'un koca evinin koca salonunda koltuklara dizilmişlerdi. Canları acıyordu hepsinin. Akıllarında sadece kaybettikleri kardeşleri vardı. Onlar çocukluklarından itibaren tanışıyorlardı. Öz kardeşten daha kardeşlerdi. Yarım kalmışlardı. Biri giderse diğerleri yarım kalırdı. Bu yarım kalmak işi nereye kadar devam edecekti? Hazar'ı bizden alan biri vardı. O kişiden hesap sormalıydık.

 

Arzem Soykamer.

 

Gittikçe güçleniyordu. Oğlunu, elinde sonunda Hazar'ın yerine oturtup Orhon varisi yapacaktı. Neyi amaçlıyordu hiçbir fikrim yoktu. Bildiğim tek şey harekete geçmemiz gerekiyordu. Veliahtların toparlanması gerekiyordu.

 

Birimiz gitti. Birimiz daha gidebilirdi.

 

"Günün sonunda size küçük bir haber vereceğim ama önce bana Ali Aran hakkında ne biliyorsanız söyleyin."

 

Uykusuz ve yorgun gözlerin hepsinde bakışlarımı gezdirmiştim. Aralarından birinin konuşmasına fırsat tanımadan konuşmuştum tekrar.

 

"Ben de size tüm bildiklerimi anlatacağım. Bazı yeni şeyler öğrendim."

 

Evren'in sert bakışlarının Arem'e döndüğünü görünce ben de onun gibi baş veliahta bakmıştım. Umrunda değildi hiçbir şey. Tekli koltuğa oturmuş zemini izliyordu.

 

"Arem'in bilmediği bir şey mi biliyorsun?" Evren'in neden sinirlendiği anlaşılmıştı. Ondan bir şey gizlenmesine artık tahammülü kalmamıştı.

 

"Önce siz dedim."

 

Bana öldü sandığım eski dostumun nasıl ölmediğini anlatmaları gerekiyordu ki ben de buradan çıkıp hastanede olan arkadaşımın yanına gittiğimde ona sevdiği adamın nasıl yaşadığını anlatabileydim.

 

"Benim konuşacak hâlim yok."

 

Kansu kafasını koltuk başlığına yaslamıştı. Sesi bile ne denli yorgun olduğunu ispatlardı.

 

"Benim de kafam almaz uzun konuşmayı."

 

Evren'de bu işi üstlenmek istemediğini belirtmişti.

 

Bakışlarım bir umut Erdem'e kaymıştı. Arem'e şu an için ulaşamayacağımı biliyordum. Erdem'e ulaşmaya çalışmaksa bir o kadar boşunaydı. Onu kendi hâlinde bıraksam iyi olacaktı. Hiç yoktan kulağının biz de olduğuna emindim. Bu da bir şeydi.

 

Geldiğimden beri ayakta dikiliyordum. Yorulduğumu hissettiğim için ikizlerin oturduğu yere doğru gitmiştim. Geldiğimi görünce hemen ortalarında benim için yer açmışlardı. Bu hareketleri burukça gülümsetmişti beni. İkisinin ortasına oturmuştum. Şimdi Arem ve Mert sağ çaprazımda, Evren, Erdem, Kansu ise karşımdaydı.

 

Biri eksikti ama kim?

 

... 

 

"Anlatmaya ne dersin, Mert?"

 

Sevdiği kızın, sevdiği adamı ondan dinlemek istiyordum. Bu acı ona, şu an canını yakan acıyı unuttururdu.

 

Başının arka kısmı çok mu ağırıyor? O zaman başının ön kısmını duvara vurdukça vur. Bir yerden sonra başının ön tarafının ağrısı sana arka tarafındaki ağrıyı unutturacaktır.

 

"Yönler anlatsın."

 

Biri başını sağ omzuma, diğeri sol omzuma yaslamış çocuklarıma benim gibi yön demesi başka zamanda olsak gülmeme neden olabilirdi.

 

"Onlar değil, sen anlat."

 

Bu bir emir değildi. Emir niteliğinde istekti. Mert'in kömür karası gözleri ne yapmak istediğimi anlamıştı. Bakışları bana bunu gösteriyordu. Derin nefes alıp vermişti. Bu bir kabullenişti.

 

"Ali seni öldürmeye çalıştı."

 

Konuya o kadar hızlı giriş yapmıştı ki şaşırıp kalmıştım. Bilerek yapmıştı. Konuyu o anlatsın istediğim için konuya beni en sarsacak şekilde giriş yapmıştı.

 

"Kimin adamı bilmiyoruz. Şu an Arzem'le iş birliği içinde gibi görünüyor. Başında kim var haberimiz yok."

 

Arzem'in baş düşman olduğunu bilmediği için başka bir düşman var sanıyordu. Gerçeği öğrenirse büyük olay çıkartma ihtimali yüksekti.

 

"Konuyu kesik kesik anlatma."

 

Bütün detaylara hâkim olmak istiyordum. Kafasını ağır ağır sallayarak isteğimi bir kez daha onaylamıştı.

 

"Ali, Poyraz ve Afra."

 

Afra'nın ismini söylemek bile canını yakıyordu. İsmini söylerken vurgu yapması bundan ötürüydü.

 

"Aynı yetiştirme yurdunda büyümüşlerdi, öyle değil mi?"

 

Evet. Evet öyleydi. Onlar birbirlerini benden çok önce tanımışlardı. Ben Ali ve Afra'yı Yiğit sayesinde tanımıştım. Poyraz ise hayatıma Afra sayesinde girmişti. Ali ve Poyraz hiçbir zaman iyi anlaşamamıştı. İkisi de birbirine Afra için katlanıyordu. Poyraz'ın bu işlerle alakası yoktu. Önceleri Afra uzak tutmuştu onu, şimdiyse berâberdik bu kararda. Poyraz hayatı boyunca silah ne bilmeyecekti. Afra'yı bu işe bulaştıran ise Ali'nin kendisiydi.

 

"Ali'nin artık şu çalıştığı kişi her kimse, Yiğit ve Zahir'i onunla tanıştırmış."

Sertçe yutkunmuştum. Veliahtları ilk onlardan dinlemiştim. Yıllarca arkadaşım sandıklarımın yüzüne bakmaktan utanır olmuştum. Ben sanmıştım ki Ali beni korumak için veliahtlara kafa tutmuştu. Bu yüzden öldürülmüştü.

 

"Evet, öyle. Doğru şeyi düşünüyorsun"

Gerçeği biliyordu. Sâdece bana onaylatmıştı. Düşündüğüm şeyi bilecek kadar iyi tanıyordu beni.

 

"Ali'ye seni infaz etme emri geldi."

 

Arzem'in böyle bir şeyi neden yaptığını anlamamıştım. Oysa onun için en önemli isimlerden biri bendim. Beni oyun daha başlamadan gözden çıkarması saçmaydı. Mert'in gözlerine devam etmesi için bakmıştım. Benden gerekli onayı aldığında devam etmişti.

 

"Bu bir testi."

 

Sert bakışları gözlerimi bulduğunda kaşlarımı çatmıştım.

 

"Kim test edildi."

 

Bakışları kardeşlerinin üzerinde tek tek gezinip yine beni bulmuştu.

 

"Biz."

 

Siz? Sizi benim üzerimden neden test etsin ki? Cevap vermek yerine susmayı tercih etmiştim. Ben susunca o konuşmuştu.

 

"Bizim için önemli olup olmadığını görmek istedi. Arzem'in oyunları böyledir. Oynamadan önce oyuncaklarını test eder. Oynamaya değip değmediğini görmek için."

 

"Seni öldürmek için Ali'yi tuttuğunu bizzat kendisi haber verdirdi."

 

Olayı ve sözleri kafamda tartmaya başladığımda gerçek olmasını istemediğim gerçeğin tekiyle karşı karşıya gelmiştim. Yoksa... Düşündüğüm şey olabilir miydi? Mert bunu yapmış olabilir miydi?

 

"Hanginizle iletişime geçti?"

 

Nefesimi tutmuştum. Kalbim ağzımda atıyordu. Tebessüm etmişti. Buruk ve acı bir tebessümdü. Gözlerim gördüğü gerçekle acıyla kapanmıştı. İletişime geçtiği kişi Mert'ti. Mert Aksel sevdiği kadının, sevdiği adamı öldürmüştü. Daha doğrusu öldürdüğünü sanmıştı. Mert Aksel'i çok iyi tanırdım ben. Aşka saygısı sonsuzdu. İnce ruhluydu. En nazik veliaht oydu. En kalp kırmaktan korkan oydu. Sevdiği kadını sevdiği adama bırakıp onun mutluluğuyla mutlu olabilirdi. Ama sevdiğine en büyük acıyı yaşatmak onun için ölüm gibi olmalıydı. Mert bu acıyı kaldırabilmişti. Hayır, sadece kamburunu gizlemişti. Bu onun kaldırabileceğinden fazlasıydı. Seven adam için ağırdı. Yükü fazla olanın kamburu olurdu.

 

"Bana senin infaz edileceğin bilgisi geldiğinde ne hissettim biliyor musun?"

 

İkizler canımın acıdığını hissederdi. İkisi de kendi tarafında olan elime ellerini uzatıp sımsıkı tutmuştu. Bu bana iyi gelmişti. Mert'e bakıp kafamı hayır anlamında sallamıştım.

 

"Biri zaten yok. Bir kardeşim gitti. Diğerini de kaybedemezdim. Seni kaybetmek istemedim."

 

Başımı koltuğun arka kısmına yaslayıp tavanı izlemiştim. Gözlerim dolmuştu. Bazen öyle şeyler yaşıyordum, yüküm öylesine ağır geliyordu ki kafamın içinde sâdece bir şarkı nakaratı dönüyordu.

 

'Bugün de devran dönmez. Tanrı beni görmez. Yüzüm bi' gün gülmez. Yanar ateşim sönmez, bi'gün daha böyle geçmez, geçmez.'

 

Bir gün daha böyle geçmezdi. Her gün inceldiği yerden kopuyordum. Her gün acıyı iliklerime kadar hissediyordum. Yorgun yanım bile yorulmuştu. Yorgunluğum ruhumdan ağırdı. Kapılar tek tek yüzüme kapanıyordu. Karanlık bir yerdeydim. Dipteydim. Dibin dibine gömülmüştüm.

 

"O gün Hera! O gün hiçbirimiz için kolay değildi. Bildiğim tek şey Arem'in benden bir kız kardeşim için diğer kız kardeşimden vazgeçmemi istediğiydi. Yapamam dedim."

 

Sesinin titrediğini duyunca hızla yerimden kalkmıştım. O kadar hızla kalkmıştım ki ikizler korkmuştu hızımdan. Hareketlerim beni Mert'in yanına götürmüştü. Arem ile saniyelikte olsa bakışmıştık. Hiçbir şey demeden ayağı kalkmıştı. Mert'in yanında benim için yer açmıştı. Mert Aksel'in yanına gitmiş ve oturmuştum.

 

Bedenini bana doğru çevirip bu kez daha sakin kalmaya özen göstererek konuşmuştu. "Ben kalbi taş bir adam değilim Hera. Seni öylece bırakmayı kabul etmedim."

 

Boşlukta duran ellerini ellerimin arasına alıp tutmuştum. Titriyordu elleri. İyi değildi. Her şey üst üste gelmişti. Bu adamları nasıl toparlayacaktım? Nasıl eskisi gibi yapacaktım? Her biri bin parçaya ayrılmıştı.

 

"Bana seni yaşatmanın tek yolu bu dediler. Kolay değildi vazgeçmek."

 

Mert'in bir kez daha en hassas veliaht olduğunu anlamıştım. Ne sesinin ne de ellerinin titremesi durmuyordu.

 

Babam Arem'e beni yaşatmanın tek yolunun bu olduğunu söylemişti. Arem, babamın isteğini kabul etmişti. Arzem ilk önce benden vazgeçip geçmeyeceklerini test etmişti. Vazgeçemediklerini görünce beni oyuna dahil etmişti. Onlara benim ve Melisa'nın arasında bir seçim yaptırmıştı. Onlar Melisa dediğinde bu kez beni seçim yapmak yerine seçmişti. Kendi başarısına giden yolda beni beraberinde götürmüştü. Babamın da Arem'e dediği gibi ben yeri geldi mi canavar olabiliyordum. Sadece beni canavarlaştıracak o olayın yaşanması gerekiyordu. Arzem bunu fark ettiğinde beni öldürmek yerine beni kullanmaya karar vermiş olmalıydı.

 

Arzem eğer benim veliahtlar için önemsiz olduğumu görseydi babamın canını yakmak için beni yine öldürürdü. Eğer değerli olduğumu görseydi bu kez her iki tarafın canını yakmak için öldürürdü. Bunun gayet farkında olan Attila Tuğrul Türkeş kızının canavar yanını Arzem'e göstermek için elinden geleni yapmış olmalıydı. Arzem beni ilk fark ettiğinde bütün oyunu değiştirmişti. Artık adım gibi emindim. Yaşıyorsam sebebi babamdı.

 

"İtalya'da kaçırılan on asker olayını ortaya kim attı?"

Hiç beklemediği türden soru sorduğum için şaşırmıştı. Gözlerini kırpıştıra kırpıştıra bakıyordu bana. Kendini toparladığında cevap vermişti.

 

"Arem."

 

Bakışlarım hızla Arem'i bulmak için onun olduğu tarafa dönmüştü. Oturduğunu tahmin ettiğim hiçbir yerde onu otururken görememiştim. Varlığını, kafamı ileri doğru çevirdiğimde görmüştüm. Hemen önümüzde kocaman televizyon ünitesi vardı. Arem'i zemine bağdaş kurarak oturmuş şekilde görünce şaşırmıştım. Elinde kitap benzeri bir şey vardı. Yan profilden ne olduğunu anlamakta ilk etapta zorlansam da biraz oyalanınca elinde tuttuğunun fotoğraf albümü olduğunu anlamıştım. Hazar'ın fotoğraf albümünü bulmuş olmalıydı. Bir kulağının biz de olduğu kesindi. Elinde tuttuğu albümün sayfalarını çevirirken bizim olduğumuz tarafa bakmadan konuşmuştu.

 

"Babanın planıydı Tanrıça."

Benimle konuşurken gözleri albümdeydi.

 

Tam tahmin ettiğim gibiydi. Babam Arzem Soykamer'e beni öldürmemesini sağlamak için gücümü sunmuştu. İtalya'da her türlü olaya maruz kalmıştım. Güç, zeka, stratejik zeka, analitik zeka, cesaret. Bunlar tam olarak Arzem'in etkilendiği özelliklerimdi.

 

Bakışlarımı bir kez daha Mert'e çevirmiştim. Önce öğrenmem gereken her şeyi öğrenecek sonra öğrenmeleri gereken her şeyi öğretecektim. Göz göze geldiğimizde devam etmesi gerektiğini anlamıştı. Derin nefes alıp devam etmişti.

 

"Senin infaz emrini aldığım gibi kimseye haber vermeden çıktım. Kimseye haber vermemi o istedi. Aklımda sadece sen vardın." Bana anlatırken sanki tekrar geçmişe gitmişte olayı yaşıyordu.

 

"Ali sizin evin önündeydi."

Ali'den yana kendimi ihanete uğramış hissetmem gayet normaldi. Öyle ya da böyle geçmişimiz vardı. Bu zamana kadar onu arkadaşım olarak görmüştüm.

 

Hikayeyi Ali'den dinlemeye gerek duymuyordum. Babam beni güvenerek veliahtlara emanet etmişse ben de onlara güvenecektim. Onlara artık inanıyordum. Canım acıya acıya, kalbim kırıla kırıla öğrenmiştim onlara inanmayı ve onlara güvenmeyi. Benim artık onlardan başka kimsem kalmamıştı. Aileme iyi bakmak istiyordum. Birini daha kaybetmeye gücüm kalmamıştı.

 

"Onu orada öldürebilirdim. Bu benim için zor değildi. İmkânsız hiç değildi. Sadece...

Ben sadece-"

Konuşmakta zorlandığını fark edince ona destek olmak ister gibi tebessüm etmiştim. Onun tamamlamakta zorlandığı cümlesini ben tamamlamıştım.

 

"Sen sadece Afra'nın sevgilisini öldürerek onun canını yakmak istemedin."

 

Kafasını hızlı hızlı salladığını görünce tebessümüm büyümüştü. Biz konuşurken veliahtların hareketlendiğini hissetmiştim. Kafamı onlara çevirince hepsinin Arem'in yanına gittiğini görmüştüm. Hazar çok fazla albüm yapmış olmalıydı. Her biri Arem gibi yerde bağdaş kurarak oturmuş tek tek fotoğrafları inceliyordu. Arada birbirlerine ellerinde tuttukları fotoğrafları gösterip gülümsüyorlardı. Hazar'ı çok özlemiş olmalılardı.

 

"Ali'ye o gece gitmesini söyledim. Onu bulamayacağımız kadar uzaklara gitmesini söyledim."

 

Mert'in sesi tekrar ona dönmeme neden olmuştu.

 

"O gideceğini söyledi."

 

Bir kez daha acıyla tebessüm etmişti. Zar zor olsa da konuşmasına kaldığı yerden devam etmişti.

 

"Ona giderken Afra'yı da götürmesini söyledim."

 

Yine ve yeniden yutkunmuştu.

 

"Afra onsuz yapamazdı. Ben Afra'nın yokluğuna dayanırdım Hera, ama onun canın yanmasına dayanamazdım."

 

Mert'e bakınca Hazar'ı görüyordum. Bu beni çok korkutuyordu. Lara bir başkasını severken Hazar onu yıllarca uzaktan izlemişti. Uzaktan sevmişti. Uzaktan çok sevmişti. Afra ve Mert onlardan farksız değildi. Sonları aynı olmasın diye dua etmek gerekirdi. Çok dua etmek gerekirdi.

 

"Kabul etti ama sözünü tutmadı."

 

Gözlerimin dolması tamamen onun gözlerinin dolmasından kaynaklanmıştı.

 

"Ali Aran. En deneyimli Hacker uzmanlardan biri. Gitmek yerine uzun uğraşlarıyla koordineli ve oldukça güçlü bir yazılım oluşturmayı başardı. Bu yazılım onlara sadece bir dakika sürecek türden avantaj tanıdı. Bir dakika ve iki bilgisayar. Yiğit'i nasıl ikna etti bilmiyorum. Bizim, kişisel de dahil olmak üzere bütün gizli bilgilerimizi ikizler yönetir. Kendileri gibi bilgisayar uzmanı olan ikizlerin, yaptığımız bütün işleri kayıt altına aldıkları o dosyalara ulaşmaları demek, bu savaşta en az on adım önümüze geçecekleri anlamına gelirdi."

 

Mert konuştukça hikâyenin akışı değişiyordu. Bu beni düşünmeye itiyordu. Ali hâindi. Peki ya Yiğit?

 

"Ali ve Yiğit o gece kolları sıvamışlardı. Bir dakika içinde sistemi aktif etmeli, öğrenebildikleri her şeyi öğrenip bilgileri kayıt altına almalı, süre dolmadan etkileşimi kesip, cihazları kapatmalılardı. Bu bir dakika aslında ikizlerin güvenlik ağını bloke edecek güçte bir yazılım sonucu kazandıkları süreyi kapsıyordu. Öyle ki eğer işler yolunda gitseydi ikizlerin bundan haberi bile olmayacaktı."

 

Doğu ve Batı'nın üstün zekasını işte ilk o zaman görmüştüm. Öyle bir ağ protokollu oluşturmuşlardı ki sistemi kıran sadece kırdığını sanmak ile kalıyordu. Tabii bir de deşifre oluyorlardı. Kendi bilgisayar kameraları iş üzerindeyken onların yüzlerinin fotoğrafını çekip, kimlik tespiti yapıp, bütün bilgileri ikizlerin önüne seriyordu. Bilgisayara ulaşan ikizler yer tespitini de kolaylıkla sağlıyabiliyorlardı. İkizler bana her şeyi anlatmayı seviyordu. Özellikle işleri nasıl yürütüklerini anlatmaya bayılırlardı. Zekâya ve zeki insanlara zaafım olduğu için gözümde olabildiğince zeki görünmeye çalışırlardı. Mert'in anlattığı hikâyenin devamını bu yüzden çok iyi biliyordum.

 

"Şöyle düşün Hera. Bir bilgisayarın var ve onunla birinin sonunu getirmek istiyorsun. Ama karşındaki adamlar öyle bir virüs oluşturmuş ki, onların sistemine dokunduğun an sen daha ne olduğunu anlamadan virüs bilgisayarına bulaşıp hem içindeki tüm bilgileri senden alıyor hem de o bilgileri çökertmeye çalıştığın adamlara ulaştırıyor. Senin kendi bilgisayarın tarafından saniyeler içinde çekilen fotoğrafın yüzünden kimlik tespitin yapılıyor. Kim olduğunu düşmanının öğrenmesini sağlıyor."

 

Mert tam olarak kafamın içinde dönen hikâyeyi anlattığı için tahminimde yanılmadığıma emin olmuştum.

 

"İkizler bize saldırı girişiminden bahsedince ne kadar sinirlendiğimi tahmin bile edemezsin. Biri bana gelip Afra'yı alıp git, hiç kimse senin peşine düşmeyecek dese giderdim ben. Hele Afra'da benimle gelmek isterse kimse bana engel olamazdı."

 

Mert'e gülmüştüm. Onun farkında olmadığı kıskançlığı fazlasıyla tatlıydı. Ali'nin yaşadığını öğrendiği gün düşüp bayılan, geçtiğimiz yirmi gün içinde hiçbir şey yemediği için hastanelik olan arkadaşıma Ali'nin ihanetini anlatırken çok zorlanacaktım ama Mert'in aşkını ballandıra ballandıra anlatacaktım.

 

"İkisinin olduğu adrese geldim. Herkes hata yapabilir de işte hatasını tekrarlarsa af bekleyemez."

 

Bu konuda haklıydı. Ali'ye şans tanımıştı. Ali ise bu şansı kullanmak yerine şansını zorlamıştı.

 

"Yiğit'in suçu yok. Bu konuda için rahat olsun. O masum. Sadece bizi yanlış biliyor."

 

Koltuğa yaslandığında sesi bitkindi. Ben de yorgun olduğum için kafamı koltuğa yaslamak yerine onun göğsüne yaslamıştım. Bu hareketim yorgun gülüşünü duymama neden olmuştu. Kolunu çok geçmeden belime dolamıştı. Yüzümün sol tarafı, kas yığını göğsüne yaslıydı. Bir kolu belime dolanmışken diğer kolunu saçıma uzatmıştı. Saçımı sevecek insanlar vardı artık. Sadece göğüslerine yaslanmam yeterliydi.

 

"Nasıl yanlış biliyor?"

 

Saçımı severken sorduğum soruya saçımı severek cevap vermişti.

 

"Yiğit'in ağabeyi askerdi. Bizim çok yakın arkadaşımızdı. Şehit düştü. Ve senin arkadaşın bunun sebebi biziz sanıyor."

 

Yiğit'in ağabeyinin asker olduğunu ve şehit düştüğünü hatta bundan veliahtları sorumlu tuttuğunu çok iyi biliyordum. Onunla ilk tanıştığım gün anlatmıştı bana.

 

"Ben Yiğit... Yiğit Kanıt... Seninle ortak bir yanı olan o adamım."

 

"Neymiş ortak noktamız Yiğit Kanıt?"

 

"Şehit... Şehit olan sevdiklerimiz. Bizim ortak noktamız bu Hera Türkeş."

 

Aramızda geçen konuşmayı hatırlayınca hikâyenin tamamını öğrenmek için Mert'in anlatmasını beklemiştim. "Çok uzun uzadıya anlatılacak bir hikâyesi yok. Veliahtlar olarak bazen devletle ortaklaşa görevlere çıkarız. Veliahtlar ve Türk Silahlı Kuvvetleri yöneticiliğinde çıktığımız bir operasyonda Yiğit'in ağabeyi Yavuz şehit düştü. Küçük kardeş bundan bizi sorumlu tutuyor. Muhtemelen beyni yıkandı."

 

Kafamı hızla Mert'in göğsünden kaldırmıştım. Bu tepkiyi beklediği için şaşkınlık falan yoktu gözlerinde. "Yavuz dedin öyle mi? Sakın bana Yiğit kendi öz ağabeyinin yüzünü kendi suratına nakletti deme!"

 

İki elini teslim olur gibi havaya kaldırmıştı.

 

"Eğer dememi istemiyorsan demem güzelim."

 

Allah hepinizi kahretsin artık. Oyun içinde oyun oynayan ne kadar adam varsa benim etrafımda toplanmıştı, hepsi resmen benim etrafıma toplanmıştı.

 

"Devam et!" Burnumdan soluyarak konuşmuştum. O ise devam etmek yerine göğsünü işaret etmişti kafasıyla. Eski yerime geçmemi istiyordu Allah'ın cezası. İstediğini ona vermezsem konuşmayacağını bildiğim için kafamı tekrar göğsüne yaslamıştım. Daha doğrusu kafa atar gibi göğsüne kafamı koymuştum. Canı acıdığı için inlese de kısa süre sonra saçımla oynamaya devam ederken konuşmasına kaldığı yerden devam etmişti.

 

"Ali'yi öldü sanıyordum. Hazar'ın cenaze gününe kadar bu böyleydi." Ben bununla ilgilenmiyordum. Ben Yiğit'le ilgileniyordum. Yerimden kıpırdanmaya başladığımda beni durdurmak için konuşmuştu.

 

"Yiğit'in masum olduğunu bildiğim için ona ikaz şeklinde sıktım." Veliaht eğitimi aldığım dönemde kurşun ve onun insan vücudu üzerinde bıraktığı etkileri tek tek öğrenmiştim. Birinin hangi bölgesine sıktığında öleceğini, hangi bölgesine sıktığında sakat kalacağını ve hangi bölgesine sıktığında sadece ucuz atlatacağını iyi bilirdim. Mert'in ikaz ettim dediği şey tam olarak böyle bir şeydi.

 

"Sana bu hikâyeyi nasıl anlattılar güzelim?" Bana sorduğu soruyla düşünmeye başlamıştım. Yiğit'in hikayeyi anlattığı gün aklıma kısa süre içinde gelmişti.

 

"Ali ve Yiğit'in sözde şüpheli hareketlerinden bir işler peşinde olduğunu Zahir abim anlamış. Ali'nin evine gittiğinde ise her şey için çok geç olduğunu görmüş. Veliahtlar tarafından gönderilen adamlar çoktan evi basmış ve iki arkadaşımızı hayattan koparmış. Evdeki bütün elektronik cihazları da beraberlerinde götürmüşler. İki kişi ölmüş o gün. Daha doğrusu veliahtlar iki kişi olduğunu sanıyormuş. Zahir abi, eve gittiğinde Ali çoktan ölmüş olsa da Yiğit'in tuhaf bir totemi olduğu için bu onu hayatta tutmuş.

 

İş başındayken Yiğit ona şans getirdiğine inandığı için her zaman çelik yelek giyerdi. Bu totemi sayesinde Yiğit ölmemiş, öldü sanılmış. Ekibin bütün planlarını, stratejilerini oluşturan kişi o dönem Zahir abiydi. Ali'yi zaten kaybettiğinden bir şey yapması gerektiğini iyi biliyordu. Öyle ya da böyle veliahtların Yiğit'ten haberi vardı. Yaşadığını öğrenmeleri an meselesiydi.

İşte Yiğit'in yaşaması için o gün bütün hayatı bu şekilde oluşan plan üzerine değiştirilmiş. Zahir abi önce hastane kayıtlarına son an da hastaneye yetiştirilmiş hasta olarak göstermiş Yiğit'i. Hastane kayıtları daha sonrasında bunu medyaya trafik kazası olarak geçirmiş. Veliahtlar atağa geçmesin diye çok geçmeden ölüm haberi hastaneye ordanda veliahtlara ulaşmış. Ali ve Yiğit'in cenaze töreni kısa süre sonra yapılmış.

 

Bir gerçek bir sahte cenaze törenimizin ardından Yiğit kaçak yollar ile önce deniz üzerinden Yunanistan'a ulaştırılmış, oradan da Amerika'ya geçmesi sağlanmış. Bu durumda Yiğit'in önünde iki seçim hakkı belirmiş: Ya hayatı boyunca kaçak yaşayacaktı, ya da yüz nakli olup yeni ismi ile Ali'nin intikamını alacaktı. Veliahtlar Yiğit'i deşifre etmişken ölmediğini bilmeleri onun sonu olurmuş, bu kez gerçekten sonu olurmuş. Yiğit'in seçimi intikamdan yana olmuş. Tam bir yıl kimse görememiş onu. Bir yıl sonra yeni bir kimlik ve kişilikle Türkiye'ye geri dönmüş, Yavuz Engin olarak. Ben yeni yüzünü hiç görmedim. İtalya'daki operasyon sırasında kim olduğunu anladım."

 

Mert ben susana kadar hiç konuşmamıştı. Sadece beni dinlemiş ve saçımla oynamıştı. "Maalesef birçok kısım benim anlattıklarımla uyuşmuyor, güzelim." Haklıydı. Birçok uyuşmazlık vardı.

 

"Ben Yiğit'i öldürmek için hamlede bulunmadım. Bunu o da biliyordu. Ölmemesi değil, ölmesi bizi şaşırttı." Yiğit'in hain olduğuna benim gibi o da inanmıyordu. Eğer öyle olsaydı doğrudan bunu söylerdi.

 

"Ayrıca şu bahsi geçen çelik yelek totemi Yiğit'e değil, Ali'ye ait olmalı. Bu da neden bilmem kaç metre uzaktan keskin nişancı tüfeğiyle tam kalbine nişan aldığım hâlde ölmediğini açıklar."

 

Yiğit benden bir şeyler gizlemişti. Zahir abi Yiğit'i tek değil, aslında Ali'yi de öldü olarak göstermiş olmalıydı. Afra öldü sandığı adamın hain çıktığını ve sevdiğini öldürdü sandığı adamın merhametini öğrenince kafayı yerdi. Lerzan, Hazar'ın yerine geçmek için gün sayıyordu. Almina babamı öldüren adamın öz kızıydı. Atlas ise o adamın damadıydı. Tim-4 dağılmıştı. Ya da dağılacaktı. Bu beni sanki yeteri kadar üzülmemişim gibi yine ve yeniden üzmüştü.

 

"Sanırım artık sıra bende." Kafamı yavaş yavaş göğsünden kaldırmıştım. Babamın anlatıklarını ve benim Kamer aile sandığı hakkında bildiğim her şeyi onlara anlatmam gerekiyordu. Zamanı geldiğinde o sandığı ele geçirmekten başka şansımız yoktu. Aksi takdirde bu düşman hepimizin sonu olurdu.

 

Ayağı kalkıp fotoğraf albümleriyle kafayı bulmuş adamların bile beni duyacağı tonda konuşmuştum.

 

"Lara'nın katilini ve Hazar'ın ölümüne sebebiyet veren kişinin kim olduğunu biliyorum."

 

Tüm gözlerin aniden bana dönmesini beklemiştim. Olmamıştı. Tüm şaşkın gözler aniden Arem'e doğru dönmüştü. Onunsa kimseyi taktığı söylenemezdi. Ben de dahil hiç kimse umrunda değildi. Buradan gördüğüm kadarıyla elinde sadece Hazar'la ikisinin olduğu bir fotoğraf vardı. Bütün dikkati o resimdeydi.

 

"Neden bana bakmak yerine ona bakıyorsunuz?" Kansu hâlâ şaşkın şaşkın Arem'e bakarken konuşmuştu. Bana cevap verirken bile Arem'e bakıyor olması çok tuhaftı.

 

"O biliyor mu?" Diye sormuştu. O dediği kişi dünya ile iletişimini kesmiş Arem'in ta kendisiydi.

 

"Evet. Evet, biliyor." Bu kez tüm gözler üzerime dönmüştü. Gerçekten mi? Söylediğim şey yüzünden değil, söylediğim şeyin önemliliğiyle alakalı değil ama söylediklerimi Arem'in bilip bilmemesi yüzünden mi şaşırmışlardı? Öyle mi? Ah, bu adamlar kesinlikle kanser sebebiydi.

 

Evren hızla yerinden kalkıp yanıma doğru geldiğinde benim için oldukça uzun soluklu bir konuşmanın an itibarıyla başladığının farkındaydım.

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

"Hiç kimse o adamı öldürmeme engel olamaz." Altı. Tam olarak altıncı kez aynı cümleyi kurmuştu Evren. Muhtemelen Erdem'de ona altıncı kez aynen şöyle diyecekti.

 

"Ne engelli lan! Aksine öldürmek için ben de geliyorum." Onlara gerçeği bütün çıplaklığıyla anlattığımdan beri onları durdura bilene aşk olsundu. Doğu ve Batı bile ölüm diyordu, başka bir şey demiyordu.

 

"Kamer sandığı onun elinde-" Bilmem kaçıncı kez aynı açıklamayı yapacaktım ki yine biri lafı ağzıma tıkmıştı.

 

"Başlarım şimdi sandığa. Sonunda ölecek miyiz? Ölelim. Ben Hazar'ın kanını yerde bırakmam."

 

Kansu sabrımı sınadıkça sınıyordu. Aslında her biri sabrımı sınadıkça sınıyordu. Onlarla baş etmekte zorlanırken Arem'i, bir saat önce elinde tuttuğu fotoğrafa hâlâ daha bakarken gördüğümde sinirden gözüm dönmüştü. Fotoğrafa boğacaktım onu az kalmıştı.

 

"Bana bakın! Hem de her biriniz." Sanırım hormon dengem bozulmuştu. Ani öfke patlamalarını sık sık yaşayacak olmalıydım. Her birinin sesi soluğu yüksek tonda sesim yüzünden kesildiğinde tekrar konuşmuştum.

 

"Benim babam öldü. Attila Tuğrul Türkeş o adam yüzünden beni korumak için öldü. Halam yıllardır onun elinde esir. Annemin katili de o. Yıllarca beni kandırdı. Asıl düşmanım o olduğu hâlde beni bambaşka oyunlara alet etti. Sizinle düşman etti. Bunca şeye rağmen ben ölüm demiyorsam ve tek bir kişi daha ölmesin diye plan kuracağız diyorsam, her biriniz o kafanızın içinde her ne varsa ona bunu sokacaksınız. Ani hareket yok. Ölüm yok. İntikam yok. Şimdilik lan! Şimdilik yok. Bizden çok daha güçlü. O sandık onda olduğu sürece bu böyle. Öyle kolay kolay alamayız o sandığı. Oturacağız ve plan yapacağız. Zamanı geldiğinde harekete geçeceğiz, duydunuz mu beni?"

 

Öfkeli ve gür çıkan sesim hepsinin gözünü kırpmadan beni izleyeceği kadar otorite sahibi olmama yetmişti. Arem bile uzun zaman sonra elinde tuttuğu albümle beraber ayağı kalkıp yanımıza gelmişti. Kimse konuşmadığı için bir kez daha konuşan ben olmuştum.

 

"Biriniz daha... Bakın andım olsun, biriniz daha benden giderse, birinizi daha kaybedersem onu sonsuza kadar göremezsiniz. Onu da alırım ve giderim buradan."

 

Sinirli Hera gitmiş, yerine ağladı ağlayacak Hera gelmişti. Öfkeli sesim artık saf duygu barındırıyordu. Son sözlerimi hiçbiri anlamadığından kaşları çatık hâlde bana bakıyorlardı.

 

"Kimi alır gidersin Tanrıça?"

 

Arem'in meraklı sesini duyunca gözlerim onu bulmuştu. Derin nefes alıp sakinleşmeye çalışmıştım. Artık öğrenme zamanının geldiğini bildiğimden yavaş yavaş onun yanına doğru adımlamıştım. Tam karşısında durduğumda boşta olan eline elimi uzatıp yavaş yavaş elini karnımın üzerine koymuştum.

 

İkizlerin aynı anda "Ne?" diye çığlık attığını duysam bile, Kansu'nun "ha siktir!" diye başlayan şaşkınlığına tanık olsam bile, Erdem'in tükürüğü boğazında kaldığı için nerdeyse öteki tarafa gideceğini bilsem bile kimseyi umursamamıştım. Sadece ben ve Arem vardık.

 

Arem beni anlardı. En ufak hareketim onun için beni anlaması adına yeterli olurdu. Bakışları öyle derin olmuştu ki beni yine anladığının farkına varmıştım.

 

"Gerçekten mi?"

 

Kısık sesle sorduğu soru umut eder gibi çıkmıştı ağzından. Gerçek olmasını umut eder gibi.

 

Kafamı evet anlamında aşağı yukarı salladığımda gülümsemişti. Uzun zaman sonra ilk kez kocaman gülümsemişti.

 

İnsan olmadığım için çocukluğumdan bu yana vücudum hep aynıydı. Sağlığım hep aynı düzeydeydi. Vücudumda bir değişim olsa daha önce hiç hasta olmadığım için bunu hemen anlayabilirim. Afra'yı hastaneye götürdüğümüzde veliahtlardan gizli olarak test yapmayı akıl etmiştim.

 

Arem'e iyi gelmişti bu haber. O kadar iyi gelmişti ki acıyla uzun zamandır kasılan kalbinin huzurla attığını hissetmiştim. Ayakları yerden kesilmişti. Bedenini ayakta tutmakta zorlanır olmuştu.

 

Yavaş yavaş dizlerinin üzerine çökmüştü. Neredeyse iki metre olduğu için dizlerinin üstüne çökse bile kafası karnıma denk geliyordu. Alnını karnıma yasladığında bir kez daha hissetmiştim. Bebeğim hepimize çok iyi gelecekti.

 

"Lan siz hangi ara yaptınız o işi?"

 

Biri Mert'in ağabeyi olan tarafını kapatabilir miydi? Yoksa çarpacaktım bir tane ağzına.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

Bölüm : 07.11.2024 21:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
HELEN MAVİ / KÜLDEN ELBİSEM / 🎭 7 SON YOLCULUK
HELEN MAVİ
KÜLDEN ELBİSEM

14.67k Okunma

1.35k Oy

0 Takip
67
Bölümlü Kitap
🎭GİRİŞ🎭🎭 1 İLK DÜĞÜM (BİRİNCİNİN İKİNCİSİ)🎭 2 ORMANIN DA GÖZÜ VARDIR🎭3 ZEHİR-ZEMBEREK🎭 4 TANRIÇA HERA🎭5 KAMER'DE BİR GECE🎭 6 YENİLDİYSEN BAYIL🎭 7 TANRIÇA UYKUSU🎭 8 SAHTE KAÇIŞ🎭 9 ÇİN SEDDİ GÖREN TÜRK🎭10 ALİCE🎭 11 ÇOCUK KADIN🎭 12 BİLİNMEYEN YARINLAR🎭 13 UÇAK ÜSTÜ SOHBET🎭 14 ELİMİ BIRAKMA🎭 15 İKİNCİ KEZ OLMAZ🎭16 ANAHTAR NERDE🎭 17 YILANLARIN GAZABI🎭 18 KAPLAN SAVAR ÇIĞLIK🎭 19 SEN 17'SİN🎭 20 KANLANMIŞ KALP🎭 21 ÇIKARLAR VE SAVAŞLAR🎭 22 LOTUS ÇİÇEĞİ VE TANRIÇA🎭 23 İKİ YÜZLÜ ADAM🎭 1 KESKİN KARARLAR (SOLAN ÇİÇEKLER)🎭 2 İZİ KALAN YARA🎭 3 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE🎭 4 KATİLİN OĞLU🎭 5 CANAVAR CANAVARI TANIR🎭 6 HIZLI VE VELİAHT🎭 7 İKİ ULU BİR TANRIÇA🎭 8 KALBİN İKİLEMİ🎭 9 YENİ ÜYE🎭 10 SAVAŞIN YARISI🎭 11 TETİKLER VE TUŞLAR🎭 12 BİRİNCİ ARTIK İKİNCİ🎭 13 KAMER'İN GÖNÜL DİLİ🎭 14 EŞİM SENSİN🎭 15 RİNG ÜSTÜNDE VELİAHTLAR🎭 16 ORMAN'A YAĞMUR YAĞMIŞ🎭 17 ÖFKELİ RUH VE ALAYCI RUH🎭 18 GÜLPEMBE🎭 1 NEFES BİLE ALMADAN (ATEŞİN KÜLÜ)🎭 2 EFENDİLER KAN DÖKTÜĞÜNDE🎭 3 BABA MİRASI ŞİİR🎭 4 UÇURUM KENARINDA AŞK🎭 5 GÖREV: SEÇİMLER🎭 GÖREV: SEÇİMLER (PART 2)🎭 6 GÜL GÖRMEZ BÜLBÜL'ÜN GÖZ YAŞINI🎭 7 SON YOLCULUK🎭 8 TOPRAKLA DERTLEŞ🎭 9 HERA'NIN CANAVARI🎭 10 NEŞELİ GÜNLER🎭 11 DOĞDU GÜNEŞİM🎭 12 KAYIP ŞEHİR ATLANTİS MİSÂLİ🎭 13 KÜLDEN BEDENLERBİLGİLENDİRME YAPTIK BABACIM158. BölümFİNAL-PART 1FİNAL-PART 2FİNAL-PART 3FİNAL-PART 4FİNAL-PART 5FİNAL-PART 6FİNAL-PART 7FİNAL SON PART- 8kitapgunceesiw
Hikayeyi Paylaş
Loading...