Yeni Üyelik
17.
Bölüm

🎭16 ANAHTAR NERDE

@mavimsu_

 

 

 

 

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm Sözü

 

 

 

 

 

 

 

Ruhumda cam kırıkları

 

 

 

 

 

 

var...

 

 

 

 

 

 

Kalbimde yokluğunun izi.

 

 

 

 

 

 

Sevmemen mi kötü, yoksa

 

 

 

 

 

 

Hiç bilmemen miydi bizi?

 

 

 

 

H. G. 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

Bomba...Patlayıcı...Ölümcül...20 dakika...

 

 

 

 

Hassas düzenek...Yedi veliaht...Yedi özel eğitimli asker...Bir de bombaya bağlı adam...Lan, benim bu hikayede ne işim var?

 

 

 

 

 

Ölmek için çok genç olduğuma inanıyorum. Ayrıca çok da güzel olduğum aşikar. Mükemmel bir varlığım aynı zamanda. Şimdi bu mükemmelik abidesi patlayıp yok mu olacaktı?

 

 

 

 

Bence benden sonra kıyamet kopmalıydı.

 

 

 

 

Hera'nın yaşamadığı bir Dünya'da yaşamayı kimsenin istemeyeceğine eminim...

 

 

 

 

 

"Acaba aranızdan biri kıçını kaldırıp bombayı durdurmayı düşünebilir mi artık?" Öfkeyle burnumdan solumuştum. Birbirlerine bakmaktan başka bir işe yaramıyordu hiçbiri. Bombayı düşünce yoluyla etkisiz hâle getireceklerdi sanırım.

 

 

 

 

 

"Kıç falan, hiç yakışıyor mu ağzına güzelim?" Yanımda duran şahsiyetin suratına gözlerimi kısarak bakmıştım. Beyni olup olmadığını anlamaya çalışıyordum, şayet öteki türlü iletişim kurmak zor oluyordu.

 

 

 

 

 

"Mert, sana abi demeden ölmemi ister misin?" Güzel yerden girmiştim. Damardan veriyordum gazı.

 

 

 

 

 

"Bak, düşüncesi bile öldürdü beni." Gerçekten de önünden Azrail geçmiş gibi titremişti. İyi rol kesiyordu icabında.

 

 

 

 

 

"20 dakika sonra topyekün gebereceğiz zaten." Ona omuz silkinip önüme dönmüştüm.

 

 

 

 

 

"Güzelim haklı.

 

 

 

 

Batı-Doğu, hadisenize! İmha edin şu düzeneği." Mert'in sesi yine hızla ona dönüp bakmama neden olmuştu. Şaka yapıyor olmalıydı.

 

 

 

 

 

"Batı ve Doğu'mu?" Gözlerimi şokla açabildiğim kadar açıp, beni korkudan titreten adama hayretler içinde bakmıştım.

 

 

 

 

 

"Evet, güzelim, Batı ve Doğu." Beni anlamamıştı. Onu duymadığım için soruyorum sanmıştı.

 

 

 

 

 

"İnsan kıtlığı mı geldi Mert?

 

 

 

 

Bunlar ne anlar bombadan, düzenekten?" Elimle aptal sarışın yönlerin ikisini de sırayla işaret ettiğimde, öne doğru atılmışlardı.

 

 

 

 

 

"Hop! Hop! Batı ile boş zamanlarımızda bomba düzeneği kurup, bozuyoruz biz. İkizimle kendimi sana asla yedirtmem. "

 

 

 

 

Konuşan kişi yanındaki için Batı dediğine göre Doğu olmalıydı. Bombanın korkusunun bana verdiği yetkiye dayanarak tüm öfkemi ona kusmak istemiştim.

 

 

 

 

 

"Bana bak aptal sarışın! Seni yerim tükürmem. Bana o gözlerini dikip bakma, bombadan önce ben patlatırım seni." Parmak sallaya sallaya üzerine doğru yürüdüğümde, küçücük alanda benden kaçacak delik arar olmuştu. İkizinin arkasına saklandığında Batı'nın bana karşı olan, travmaları tetiklenmiş olacak ki, Doğu'dan daha çok korkarak bakmıştı yüzüme.

 

 

 

 

 

"Dur orada! Uzak dur ikizlerden."

 

 

 

 

Veliahtlardan biri konuşsa herhalde çok takmazdım. Doğu ve Batı'yı stres topu olarak kullanmaya devam ederdim. Fakat dış sesin aniden odanın içinde yankılanan sesini duyunca kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Tuhaftı. Çok tuhaf.

 

 

 

 

Olduğum yerde durup bakışlarımı, tavana çıkarmıştım.

 

 

 

 

 

"Sanane lan!" Sert sesim içeride âdeta yankı yapmıştı. Ölecek miydim? Öldürsündü. Hayatım boyunca hiçbir zaman boyun eğmemiştim. Hiçbir zaman itaat etmemiştim. Dış sesin bağırışımın üstüne öksürerek boğazını temizlediğini duymuştum. Arkamı döndüğümde veliahtların üstünde gözlerim tek tek gezinmişti. Rahatlardı, en az her zamanki kadar...

 

 

 

 

 

Sahi beyler her zamanki kadar niye rahatsınız siz? Siz eğitim aldıysanız askerler de eğitimli. Askerlerin hepsi her an tetikteyken siz niye bu kadar rahatsınız? Veliaht eğitimi dedikleri şeyi merak etmiştim. İnsanı ölümle burun buruna gelse bile rahat yapabilen bir şey olmalıydı.

 

 

 

 

 

"Oyuna dönün Hera Hanım! Zaman su gibi akıyor. Kimsenin ölmesini istemezsiniz değil mi?" Ellerim pantolonumun cebinde yer edinmişti. Eğer herkes rahatsa o zaman bende öyle olurdum.

 

 

 

 

 

"Ben istemem çünkü ölesim yok. Anladığım kadarıyla sende istemezsin çünkü öldüresin yok." Herkese dış sese benzer düşman lazımdı. Ölümle burun buruna getirip, öldürmemek için uyarıp duran düşmandan kimseye zarar gelmezdi.

 

 

 

 

 

"Çok para Hera Hanım! " Dış sesin beyin ölümü gerçekleşmiş olmalıydı. Saçmalamasının başka mantıklı açıklaması yoktu.

 

 

 

 

 

"Ne parası?" Yürüye yürüye Arem'in yanına geri gitmiştim. Genel olarak Arem çok konuşkan biri değildi. Çoğunlukla susardı. Yine öyle olmuştu.

 

 

 

 

 

"Her bir tuzak bana servete mâl oldu. Daha yolun başında ölmeniz işime gelmez." Kafamı aşağı yukarı sallamıştım. Beni gördüğünü biliyordum ama onu göremiyordum. Onu görmediğim sürece düşmanlığının boyutundan tam olarak emin olamayacaktım.

 

 

 

 

 

İkizlere kaymıştı gözlerim. Ortamı umursamıyordu ikisi de. Bombayı izliyorlardı sadece.

 

 

 

 

 

Biri onlara bön bön bakacaklarına bomba ile ilgilenmeleri gerektiğini söyleyebilir miydi? Malumunuz, an itibariyle 14 dakika sonra atomlarımıza kadar ayrılacaktık da.

 

 

 

 

 

Bomba ani hareketlere karşı hassas olduğu için, kendisine bağlı bir bomba ile sandalyenin üstüne oturmakta olan üsteğmen Hakan Yılmaz, konuşmayı geçtim, zar zor nefes alıyordu.

 

 

 

 

 

Dış sesin, adamların aldığı nefes ile zoru neydi hiç bilmiyordum.

 

 

 

 

 

"Oğlum, bakarak mı imha edeceksiniz siz o bombayı?" Demişti Evren.

 

 

 

 

Batı ve Doğu hiçbiriniz umrumuzda değil tribine girmişti, ancak keşke bakmak yerine bir el atsalardı bombaya. Söz konusu ikizler olunca, çok olmasa da ufaktan bir umudumuz vardı işte.

 

 

 

 

 

"Arem, benim telefonum senin arabada kaldı, versene bir telefonunu." Elimi ona doğru uzatmıştım. Kendisine hâlâ fazlasıyla öfkeliydim. Gözlerine bakmadan konuşmaya gayret ediyordum. Arem, telefonunu istediğim an, hiç sorgulamadan cebinden çıkarıp bana vermişti.

 

 

 

 

 

"Telefonu ne yapacaksın çirkin cadı?" Erdem'e boş bir bakış atmıştım.

 

 

 

 

 

"Eski sevgilimin ölmeden önce son kez sesini duymam lazım." Kafamı kaldırıyor ve aldığım tepkiyi ölçmek için etrafıma bakıyordum. Tövbe estağfurullah. Küfür etsem böyle tepki almazdım. Herkes senkronize bir şekilde "Ne dedin sen?" bakışları atıyordu bana. Ebenize mi küfür ettim sanki, nedir?

 

 

 

 

 

"İyi de senin hiç sevgilin olmadı ki tanrıça?" Normal şartlarda baş veliaht bu tarz pot kıracak biri değildi. Aniden adama yüklenince beyni error vermiş olmalıydı. Aferin Arem'cim, böyle devam et. İç çamaşırımın rengini de biliyorsundur sen şimdi. Ya da bilme. Ortam bunun için hiç müsait değil.

 

 

 

 

 

"Siz de şakaya gelmiyorsunuz ha!" Arem'in cevabım üzerine derin bir nefes aldığı gözümden kaçmamıştı. Adam gençleşti resmen, bu kadar mı fark ederdi?

 

 

 

 

 

Onlardan gözümü alıp tekrar telefona dönmüştüm. Ekrana boş boş baktığımı fark edince derin derin oflamıştım. Ne yapacaktım ben telefonu? İnsanda akıl bırakmıyorlardı ki. Biraz düşününce neden telefona ihtiyacım olduğunu tekrar hatırlamıştım.

 

 

 

 

 

Arama motoruna gir ve "SON DUAMI OKU!" Yaz. Hemen sonra arat. Ben sonucu beklerken dibime girmiş bir kafa sinirlerimi tekrar gerim gerim germişti. Bir adet puştun, kişisel alanımı zapt ettiğini fark edip çığırmıştım. "Lan puşt, çek kafanı telefondan."

 

 

 

 

 

"Son duam mı? Ciddi olamazsın." Utanmaz, özel alan düşmanı, gülmekten iki büklüm olmuştu.

 

 

 

 

 

"Bak şimdi, benim bildiğim iki dua var: biri Fatiha, biri..." Erdem'e gülmeyi kesmesi için açıklama yapacağım sırada aydınlanma yaşamıştım.

 

 

 

 

"Ulan, bildiğim iki dua vardı, biri gitmiş bile. Fatiha da beni kurtarmaz. Çekil, bütün dualara bakmam lazım." Puştu itip, ekranı gözüme gözüme sokmuştum.

 

 

 

 

 

"Lan, doğru diyorsun ha! Çirkin cadı. Bende bir dua etmeye başlayayım. Ne olur, ne olmaz." Puşt bey konuşunca beni bir gülme tutuyordu her seferinde.

 

 

 

 

 

"Bak, ne diyeceğim: Sen komple dört büyük kitabı baştan sona dört kez okursan belki bir şans elde edebilirsin. O da belki."

 

 

 

 

 

Tam Erdem bana cevap vermek için ağzını açmıştı ki yön bilmem hangisi, konuşmuştu. Haliyle Erdem'in de benim de gözlerimiz onlara doğru dönmüştü.

 

 

 

 

 

"Doğu düzenek C36 gibi duruyor. Ama AN38'in sistemine de benziyor."

 

 

 

 

 

"Bana kalırsa ikizim, AN38'in hassas sistemi ile C36'nın patlayıcı gücünü birleştirmişler."

 

 

 

 

 

"O zaman kolları sıva kardeşim, bu bize biraz ter attırtacak."

 

 

 

 

 

"Ekipman çantasını alıp geliyorum kardeşim. 10 dakikada hallederiz biz bunu."

 

 

 

 

 

Bak! Bak! Havalara bak! 20 dakikanın 10 dakikasını Mecnun'un Leyla'yı kestiği gibi bombayı kesmekle geçirdiler, şimdi de çok bir halt başarmış gibi 10 dakikada hallederiz diyolardı. Sizin havanızı yesinlerdi.

 

 

 

 

 

Normalde korkudan betim benzin akardı ama veliahtlar Batı ve Doğu'ya o kadar güveniyorlardı ki oldukça tepkisizlerdi. Onların bu rahatlığı ise hâliyle ister istemez bana da geçiyordu.

 

 

 

 

 

"Beyler ve Hera, özellikle de Hera, konsantrasyonumuzun bozulmaması ve düzeneğin hassasiyeti nedeniyle lütfen sessiz olun."

 

 

 

 

 

"Özellikle Hera derken!" Onlara burun kıvırarak baktığımda âdeta hönkürerek konuşmuşlardı.

 

 

 

 

 

"Sessizlik!!!" Aynı anda, öfkeyle bağıran ikizlerden korkmadım değildi hani.

 

 

 

 

 

"İyi, tamam be." Omuz silkip önüme dönmüştüm. Yemedik bombanızı. Alın da bir taraflarınıza sokun.

 

 

 

 

 

"C hatı üzerindeki ikinci kabloyu, Z hatı üzerindeki birinci kablo ile birleştir, Doğu."

 

 

 

 

 

"Tamam, o iş bende." Biraz sessizlik... Biraz daha sessizlik... Sonra yine yönlerin tek çıkarmaya hakkı olduğu gürültülü sesler.

 

 

 

 

 

"Düzeneğin ana kartını bloke etme işi nasıl gidiyor?"

 

 

 

 

 

"Bitmek üzere."

 

 

 

 

 

Burada durmuş kalan son üç beş dakikamı da ikizlerin konuştuğu konuya Fransız kalarak geçiriyordum. İkizlerin diyor olmak çok acıydı. Batı ile Doğu'nun konuştuğu bir konuyu anlamadığım için kendimi resmen aşağılanmış gibi hissediyordum.

 

 

 

 

 

"Üç deyince, kardeşim, sen ikiyi, ben dördü aynı anda kesiyoruz." Bir dakika ne? Oraya hangi ara geldiniz? Ama ben hazır hissetmiyordum kendimi.

 

 

 

 

 

"Üç." Doğrudan üç deyip kabloları kesmişlerdi. O sırada bir ve iki "BİZ ASLINDA YOKUZ"

 

 

 

 

 

"Oh be oğlum, iki saattir diktiniz bizi buraya. Durdu sonunda geri sayım." Evren'in sesiyle yönümü bombaya çevirdiğimde son sekiz saniye de kala durduğunu görmüştüm.

 

 

 

 

 

"Teknik olarak bombayı durdurmak için 20 dakikamız olduğunu hesaba katarsak, iki saat dikilmiş olmanız mümkün bile değil abi." Yönlere tip tip bakmıştım. İyi ki bir bomba imha ettiler, bunlarda. Daha şimdiden "Biz zekiyiz, siz ise değilsiniz" havalarına girmişlerdi. Artist bunlar efendim, yapacak bir şey yok.

 

 

 

 

 

"He Doğu aynen ondan!" Evren'de benimle aynı fikirde olmalıydı. Uzatmadan kesmişti konuyu.

 

 

 

 

 

Bombanın durduğunu gören Hakan üsteğmen, Batı ve Doğu elini ayağını çözdüğü gibi ayağı kalkmış ve iki adama kocaman sarılmıştı. Hiç inanmamıştım ben, Doğu ve Batı tarafından kurtulacağımıza hayretler içindeyim.

 

 

 

 

 

Demek ki dış görünüşe aldanmamak lazımdı diycektim fakat onların dış görünüşü yüzünden değil, tanıdığım günden beri beyin namına bir belirti göremem yüzünden o tepkiyi verdiğimi idrak etmiştim. Bence haklıydım böyle yapmakta. Zaten ben hep haklıydım. Aksini iddia eden etmesindi.

 

 

 

 

 

"Ve bir görevi daha başarı ile tamamladınız." Dış sesin, sesini duyunca yine başlıyoruz demiştim kendi kendime.

 

 

 

 

 

"İkizler, beni yanıltmayacağınızdan emindim. Özellikle sizin için hazırlattığım düzeneği en iyi bomba imha uzmanlarına göndermiştim test amaçlı. En kısa süre içerisinde halleden, 45 dakikayı gördü. Siz ise 10 dakikada hallettiniz. Gerçekten bravo."

 

 

 

 

 

Robotik ses konuşunca bir şeyleri yeniden fark etmiştim yoksa! Hayır canım, mümkün değil. Lan yoksa, Batı ve Doğu gerçekten dahi olabilir miydi? Mümkün müydü? Hadi canım ordan! Yeri gelirdi, Erdem bile dahi olurdu ama o aptal sarışınlar asla.

 

 

 

 

 

"Batı dua oku! Kesin nazar etti bizi." Demişti Doğu. Batı durur mu, hemen eklemişti o da. "Elemtera fiş kem gözlere şiş, Yarabbim." Ben ömrümde böyle yaratıcı nazar duası görmemiştim.

 

 

 

 

 

"Zeki dediğime pişman olduğuma göre devam edebiliriz." Dış ses düşman olabilirdi ama alay etme konusunda benle yarışırdı.

 

 

 

 

 

"Yeni kurbanımı çok bekletmeyin derim. On başı Zehra Çavuş üçüncü katta ölümle burun buruna da." Hemcinsim... Kadın... Benimle aynı cinsten... Hem de ölümle burun buruna... Ay, bana bir şeyler oluyor.

 

 

 

 

 

Arem ile göz göze geldiğimde bana kafasıyla işaret vermişti. Onun işareti üzerine ikimiz en önden çıkıp, yukarı kat merdivenlerine doğru yürümüştük. O önden gidiyordu. Ben onu takip ediyordum. Arkamdan adım sesleri geliyordu. Bizimle beraber birileri daha çıkıyor olmalıydı merdivenleri. Üst kat, odalarını tek tek gezmemize bu kez gerek yoktu. Son basamaklara gelmemizle beraber, odalardan birinde gürültülü sesler geldiğini işitmiştik. Dış sesin hazırladığı oyun sesin geldiği yerde olmalıydı. Yuvarlak salonu Arem'in hızlı adımlarını peşi sıra takip ederek bitirmiştim. Sesin geldiği odanın kapısını önünde duran Arem, bir an bile beklemeden kapıyı açtığında; onun açtığı kapıdan onu beklemeden içeri girmiştim. Kapının açılmasıyla sesin şiddeti artmıştı. Gözlerim alanı taramıştı.

 

 

 

 

 

İçeride dikdörtgen uzun bir tahta masa vardı. Tahtanın üstüne ise sırt üstü yatırılmış elleri ve ayakları kelepçelenmiş bir kadın duruyordu. İşin asıl 'oha!' dedirten yanı, masanın en ucundaki yuvarlak başlıklı testerenin, masayı ortadan ikiye yavaş yavaş ayırıyor olmasıydı. Tabii, masanın ortasında eli ayağı bağlı olan kadın da bir yerden sonra masa ile beraber kelimenin tam anlamıyla ortadan ikiye ayrılacaktı.

 

 

 

 

 

"Merhaba güzelim. Sanırım sen şu göt herifin bahsettiği kurtarıcılarımdan biri olmalısın. Ee ne zaman kurtarıyoruz beni?" Asker kadının, oldukça rahat bir şekilde sarf ettiği sözler üzerine şaşırmıştım.

 

 

 

 

 

Daha fazla oyalanma lüksüm olmadığı için koşar adım yanına gelmiştim. Kelepçeli olan elini tutup "Merhaba, ben Hera. "Dediğimde tebessüm etti.

 

 

 

 

 

"Merhaba Hera, bende Zehra, bak böyle söyleyince kafiyeli oldu, görüyor musun?" dediğinde beraber gülmüştük. Bizim sülalemiz rahat ayol.

 

 

 

 

 

Kapı ağzına kadar açılıp içeri panik dolu gözlerle bakan veliahtım girince, öncelikli olarak bana bakmıştı. İyi olduğumdan emin olunca kafasını yüksek ses çıkardığı için dikkatini çeken testereye çevirmişti.

 

 

 

 

 

"Kenara çekil tanrıça, bir yerini keseceksin şimdi." Ulan, kadını pizza dilimi gibi ortadan ikiye ayıracaklar, senin dediğin iş mi şimdi veliaht?

 

 

 

 

 

Arem, içeri girerken olan o endişeli yüz ifadesini bir kenara atıp, "Sizin sülaleniz rahatsa, benimki sizinkinden daha rahat," edasıyla yanımıza doğru gelmişti. Çok geçmeden ekibin geri kalanları da içeride yerini almıştı. Hepsinin gördükleri manzaraya tepkisi ise oldukça yaratıcı küfürler eşliğinde olmuştu.

 

 

 

 

 

"Amma da kalabalıkmış bunlar. Kız ne işin var senin bu kadar adamın içinde?"

 

 

 

 

Zehra Hanım'ın sesini duyunca ona bakmıştım. Kulağına doğru yaklaşıp tüm içtenliğimle sitem etmiştim.

 

 

 

 

 

"Hiç sorma, abla ya. Şu içeri giren ilk adam var ya, bela olmuş bana. Git diyorum, gitmiyor. Gidiyorum diyorum, salmıyor." Kafasını yan yatırıp yüzüme bakmıştı. Yüzüm, yüzüne doğru eğik olduğundan sözlerimi sadece onun duyacağı tonda sarf etmiştim. O da aynı tonda karşılık vermişti.

 

 

 

 

 

"Aşık olmasın kız bu sana." Burukça tebessüm etmiştim. Olmasın mı be ablam? Aşk olmasın mı? Olsun ama bana olmasın.

 

 

 

 

 

"Yok abla. Aşık ama bana değil, bana benzeyen birine." Kaşları çatılmıştı. Olayı anlamamıştı. Hoş bende içine düştüğüm olayı tam olarak anlamış sayılmazdım.

 

 

 

 

 

"O nasıl oluyor kuzum?" Ses tonu saf meraktı.

 

 

 

 

 

"Uzun hikaye. Önce seni bir ortadan ikiye ayrılmaktan kurtaralım, sonrasına Allah Kerim." Gözlerini kapatıp açmıştı. Ortadan ikiye ayrılacak olmasını unutmuş olamazdı. Olamazdı değil mi?

 

 

 

 

 

"Doğru dedin bak. İyi hatırlattın. En son ortadan ikiye ayrılıyordum değil mi?"

 

 

 

 

Gerçekten unutmuştu.

 

 

 

 

 

Kafamı evet anlamında aşağı yukarı sallamıştım.

 

 

 

 

 

Zehra abla esmer tenli, siyah saçlı, kara kaşlı, kara gözlü bir insandı. Oldukça güzel bir kadın olduğu ise aşikârdı. Otuzlarının ortasında olan bu kadın, sanki ortadan ikiye fermuar gibi açılacak olan o değil de benmişim gibi rahat ve espirili biriydi.

 

 

 

 

 

"Bu odadaki oyunumu uzun uzun anlatmama gerek yok herhalde. Odanın herhangi bir yerinde anahtar gizledim. O anahtar, bütün bu kilitleri açan ve kadını kurtaracak olan o anahtar. Ancak umarım anahtarı bulana kadar kadının ortadan ikiye ayrılmasına neden olmazsınız. Ayrıca, kendinizle beraber getirdiğiniz o silahlardan birini bile kullanmaya kalkmamanızı tavsiye ederim. Çünkü kullanırsanız, boom." Bunun da işi gücü bizi havaya uçurmak olmuştu. Patlat, hepimiz de sende kurtul, biz de kurtulalım.

 

 

 

 

 

"Herif kendi topuğuna sıktı, 15 kişi kıç kadar odada bir anahtarı hemen buluruz herhalde." Hazar'a sonuna kadar katılıyordum. Ama nedense bunun bu kadar kolay olmaması gerektiğini düşünüyordum. Sanki bir terslik vardı.

 

*

 

 

 

 

 

Evet, teknik olarak 15 dakikaya yakın bir süredir, 15 kişi (ki bu 15'in 15'i de eğitimli insan) bir odada bir anahtarı bulamamıştık.

 

 

 

 

 

"Yok! Yok! Yok! Kafayı yiyeceğim, parkelerin altına bile baktık. Anahtar falan yok."

 

 

 

 

 

Mert'ten haklı bir isyan gelmişti, hepimizi temsilen. "Komutanım, çok değil en fazla 10 dakika daha anahtarı bulamazsak, makina vücut ile temasa geçecek. " Askerlerden biri komutanı Yavuz'a hitaben sarf etmişti sözlerini. Onun sözlerinden sonra hepimiz başımızı masaya doğru çevirmiştik. Gerçekten de, en fazla on dakikamız kalmış olmalıydı.

 

 

 

 

 

"Gençler, ben bir susadım ya. Yanında su olan var mı? Öteki tarafa susuz gitmeyelim şimdi," demişti Zehra abla. Rahatlığına düştüm senin kadın. "Aman sanki ortadan ikiye yarılsam ne olacak?" Der gibi olan tavırları komikti.

 

 

 

 

 

Bir asker bana, hiç açılmamış su şişesini uzattığında şişeyi alıp, doğrudan

 

 

 

 

Zehra ablanın yanına doğru adımladım. Şişenin kapağını açıp bir elimle Zehra ablanın kafasını doğrulttum. Suyu ona içirmeye başladığımda, tüm şişeyi kana kana içmişti.

 

 

 

 

 

"Yok bu odada anahtar falan. Adam bizi kandırıyor olmasın?" diye seslenmişti askerlerden birisi.

 

 

 

 

 

"Yalan söylemez o! Bu odada dediyse bu odadadır," diye cevapladı onu Arem. Sanki dış sesi fazlasıyla tanıyordu. Düşman olduklarına göre aksi mümkün değildi.

 

 

 

 

 

Kansu bir keresinde bana "Veliahtlar tahtın varisleri ve soyun devamı oldukları için Ulu'lardan bile çok düşmana sahiptirler. " Demişti. Bu adam da onlardan biriydi Belli ki.

 

 

 

 

 

"Zehra Hanım, acaba sizi buraya getirenler herhangi şüpheli bir harekette bulundular mı?" diye soran Erdem'e şaşkın şaşkın bakmıştım. Ondan beklenmedik türden mantıklı bir soruydu.

 

 

 

 

 

"Hayır. Buna şahit olmadım maalesef. Siz odaya giriş yapmadan iki ya da üç dakika önce uyandım ben de," dedi Zehra abla.

 

 

 

 

 

"Sizi bayıltmışlar yani öyle mi?" diye teyit etti onu Erdem.

 

 

 

 

 

"Evet."

 

 

 

 

 

"Bu işte bir tuhaflık var. Daha doğrusu kaçırdığımız bir nokta var. Ambulanslara göndermeden önce Sinan ve Hakan abiler ile konuşmuştum. İkisinde de bayılma durumu olmamıştı. Öyle bir şeyden bahsetmediler."

 

 

 

 

 

Zaza doğru söylüyordu. En başından kaçırdığımız bir yer vardı ve bu bayılma olayı büyük bir ipucuydu. Ne olabilirdi ki bu ipucu? Birinin bayıltmak ile anahtarın ne gibi bir bağlantısı olabilirdi?

 

 

 

 

 

Nedensizce yanımda duran Arem'e bakma ihtiyacı hissetmiştim. Kafasını önüne eğmiş bir şey düşünüyordu. Ona baktığımın farkındaydı. Genelde ne zaman ona baksam yakalardı beni. Ama bu kez kafasını uzun bir süre yerden kaldırmamıştı. Derken göz göze gelmiştik. Sonunda.

 

 

 

 

 

"Hera, kadının ceplerini kontrol eder misin?" demişti.

 

 

 

 

 

Ceplerini mi? Ah tabii ya! Sanırım Arem kaçırdığımız noktayı bulmuştu.

 

 

 

 

 

Çok az bir zamanımız kalmıştı. Koşarak Zehra ablanın yanına gittim. Önce üstündeki montun ceplerine baktım. Kahretsin, burada değildi. Pantolon! Zehra ablanın pantolonu yeşil, geniş cepli bir asker pantolonuydu. İlk cep, hayır burada değil. İkinci cep, hayır burada da değil. Üçüncü cep! Burada.

 

 

 

 

 

Bulmuştum, gri metal parçasını aldığım gibi ilk işim ayaklarını demir kilitlerden çözmek olmuştu. Tanrım, testere çok yaklaşmıştı. Birkaç santim kalmıştı sadece. Zehra ablanın her iki ayağını da açtığımda, milim farkı nedeniyle eline geçene kadar her şey için çok geç olabilirdi. Bunu fark eden Evren, imdadımıza yetişmişti. Zehra ablanın bel ve bacaklarından kolunu geçirip, ben onun ellerini çözene kadar ortadan ikiye ayrılmasını, bedenini havaya kaldırarak önlemişti.

 

 

 

 

 

Sonunda tüm kilitleri açtığımda, Zehra abla Evren'in tam olarak kucağından duruyordu. İşin içinde sevgili görümcem Elena olmasa, Evren ile Zehra ablayı çoktan şiplerdim de neyse. Evren, nazik olmaya özen göstererek Zehra ablayı kucağından indirdiğin de, herkes gibi bende ona imalı imalı bakmıştım. Ona olan sinsi bakışlarımızı görünce hemen konuya girmişti.

 

 

 

 

 

"Biriniz bile bunu Elena'ya söylerse, ölmeden önce yaptığı son iş bu olur," diye tehdit savuran, Evren'in tehdidi umurumda bile değildi. Eğer canım sıkılırsa ve kaos ihtiyacı duyarsam, az önceki olayı Elena'ya anlatmaktan çekinmezdim. Artık ondan sonra Arem beni korusundu bir zahmet.

 

 

 

 

 

"Çok teşekkür ederim beyler, beni ortadan ikiye ayrılmaktan kurtardınız, hakkınız ödenmez," diyen Zehra ablaya, içerideki dağ ayıları: "Estağfurullah", "Eyvallah", "Ayıpsın abla ne demek?" gibi sözlerini peşi sıra dizmişlerdi.

 

 

 

 

 

"Veee sen Hera, gel kız buraya sarılalım da." Bunu zaten bekliyordum. İdolüm sarılmak isterse, ben de sarılmaz mıyım? Kocaman sarılmıştık tabii.

 

 

 

 

 

Asker olan ablam ile vedalaşıp askerlerden birinin onu güvenli bölgeye ulaştırması için anlaşmıştık. Tek başına gidebileceği konusunda oldukça ısrar etmiş olması bizi zorlamıştı.

 

 

 

 

 

"Bir kez daha başardınız çocuklar, aferin size. Azı gitti, çoğu kaldı. Kurtarmanız gereken son yedi asker var. Sıradaki ismimiz yüzbaşı Ali Alkan. Bir üst katta kurtarılmayı bekliyor. Ha bir de, bu kez odada sadece bir kişi görmeyeceksiniz, ona göre dikkatli olun." Ben, bu robot sesin sahibini ne zaman karşımda göreceğimi, iyiden iyiye merak ediyordum. Dağıtmam gereken bir ağzı ve bir de burnu vardı.

 

 

 

 

 

14 tane adam ve bir adet ben, bir kez daha bir canı kurtarmak için vakit kaybetmeden yola koyulduk. Dördüncü katta geldiğimizde yine her zamanki gibi önce doğru oda hangisi onu aramıştık.

 

 

 

 

"Şehirlerim var ancak evlerim yok. Dağlarım var ancak hiçbir ağacım yok. Suyum var, ama ne yazık ki balıklarım yok. Sizce ben neyim?" demişti dış ses.

 

 

 

 

 

"Cevap veriyorum, yqrqğımsın," Diye espri yapan puşt yüzünden gülmüştüm. Aferin lan, iyiydi bu.

 

 

 

 

 

"Kaç kere diyeceğim size, Hera'nın yanında küfür etmeyin diye. Sonra size özeniyor," Arem'in sitemi yüzünden herkesin gözü bana dönmüştü.

 

 

 

 

 

"Evet, özeniyorum, çünkü benim bir yqrqğım yok," Arem'i umursamadan karşılık verdiğimde, herkes kahkaha atmıştı, Arem ise elini alnına vurup, beni âdeta kınamıştı.

 

 

 

 

 

"İyi de burada panel ya da onun gibi bir şey yok ki, bilmeceyi bilsek bile nereye kodlayacağız cevabı?" Yavuz komutan konuşunca onun varlığını hatırladığım her an olduğu gibi yine buz kesmiştim. Sayesinde hepimiz aydınlanmıştık. Evet, bu sıradan bir kapıydı. Şifre girmek için herhangi bir özelliği yoktu.

 

 

 

 

 

"Bilmece çözüyordum da ben, bilemeyince size sorayım dedim. Yoksa şifreye gerek yok. İçerideki delik deşik olmadan içeri girin siz," Dış ses ukalaca konuştuğunda gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Sabır! Sabır! Ya sabır! O konuştukça herkesin içindeki sinir kat sayısı biraz daha yükselmeye başlıyordu.

 

 

 

 

 

En önde olan Hazar, kimseyi takmadan hızla kapıyı açmıştı ancak içeri girmeden kapıyı tekrar ve sertçe kapatmıştı. "Ulan seni elime geçirirsem hesabını sormaz mıyım sana ben?" Al işte! Telefona o kadar uzun süre bakarsa olacağı buydu. Beyni sulanmıştı.

 

 

 

 

 

"Nasılmış Hazar Bey? Kolayı seçip, zoru üzerime yığmanın cezası işte ne yaparsın?" Dış ses ve Hazar arasında anlamını bilmediğim diyaloglar geçtiğinde, ortama kaş çatarak bakıp, Hazar'ı izlemiştim. Sapsarı olmuştu.

 

 

 

 

 

İçeride ne vardı? Kolay olup, zor olan şey neydi?

 

 

 

 

 

"Hazar, bu hayatta seni bu hâle getirebilecek tek şey var, yoksa?" Mert sözlerini tamamlayamadan Hazar araya girmiş. "Tek değil, bir sürüydüler," Çatladım, çatlayacağım artık. Ne vardı içeride?

 

 

 

 

 

"Gerçekten mi? Bunu yaptın mı?"

 

 

 

 

Yönlerden biri tavana bakıp konuştuğunda, dış ses onu onaylamıştı.

 

 

 

 

Askerlerden biri de benim gibi ne olduğunu anlayamadığından konuya hızla giriş yapmıştı.

 

 

 

 

 

"İçeride ne var?"

 

 

 

 

 

Arem'in yanımda derince nefes aldığını işitmiştim. "YILAN!" demişti hemen sonra.

 

 

 

 

 

Demek Hazar Orhon yılanlardan korkuyordu ha! Sanki biz korkmuyoruz Hera. Ulan, biz korkmuyoruz, gördüğümüz yerde kalpten gidiyoruz. Ee oldu o zaman. Benden de bu kadardı. Çok bile sabretmiştim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

Loading...
0%