Yeni Üyelik
2.
Bölüm

🎭 1 DÜĞÜMLER

@mavimsu_

 

 

 

...Merhabaaaaa...

 

...Ben HELEN...

 

...BU BENİM İLK KİTABIM VE DE İLK GÖZ AĞRIM...

 

...UMARIM BEĞENİRSİNİZ...

 

 

➷BURAYA DİLERSENİZ BAŞLAMA TARİHİ

 

BIRAKIN➷

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın. Keyifli okumalar dilerim.

 

 

BÖLÜM SÖZÜ

 

"Saf acıdan olma bir kadın. Ya yıkım olurdu, ya da en büyük acın."

H.G. 

 

(🎭)

 

 

İlk yalancının ilk yalanı, toprağa düştüğü andan itibaren, yatsıdan sonra yanan mum ona bebek gibi bakacaktı. Yalanın tohumu büyüyecek ve çiçek açacaktı. Çiçeği görenler, ona "Lotus" adını verecekti. Lotusun ardından gelen kendi kaderini, 14'ün laneti ile tekrar yazacaktı.

 

 

En bilinmeyen kehanet en geriden gelendi. O eski kertede, iki kadın, kaderin gizemli ipliklerinin kesiştiği bir noktada karşı karşıya gelecekti. İlk göz teması birinin sonu olurken diğerinin sonsuzluğu olursa eğer, sessizlik; o anın ağırlığını hissettirir, karanlık; ölümün gölgesini onlara sarardı. Hangi yönü seçseler, kaderin çizdiği yoldan kaçamazlardı. Birinin son nefesi diğerinin elindedir, çünkü, hayatın ölümle dansının son perdesi; benzerliğin içinde gizlidir.

 

 

Tik tak, tik tak, kapıya bak tanrıça. Tik tak, tik tak, o geldi tanrıça. Tik tak, tik tak, hediyeni beğendin mi tanrıça? Tik tak, tik tak, lotus çiçeği tutuyor elinde tanrıça. Tik tak, tik tak, oysa duruyor elinde bir ayna.

 

 

Tarih der ki: tekerrür, varlığın- yokluğuna armağan olsun diye vardır.

 

 

**ŞU ANDAN İTİBAREN OKUYACAĞINIZ 24 BÖLÜM ''Külden Elbisem-Birincinin İkincisi'' EVRENİNE AİTTİR.**

 

 

Teğmen Gül Türkeş

...Vatan sağ olsun...

 

 

 

 

"2002"

 

Akıncı Hava Üssü (Ankara)

 

Gökyüzü bugün fazlasıyla sakindi; yeryüzü içinse aynı şey geçerli değildi. Bugün burada bir devrin temelleri atılacaktı: “Ulular ve Veliahtlar” yapılandırması, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kendi üretimleri olan hava, kara ve deniz donanması için silah bağışında bulunacaktı. Bu kutlu günde TSK’nın rütbeli askerleriyle yapılandırmanın başındaki kişiler bir araya gelecek ve teslim töreni canlı yayında gerçekleştirilecekti.

 

“Sayın Zhaber izleyicileri, ben muhabiriniz Aslıhan İpek! Teslim törenine kameralarımız aracılığıyla hepiniz hoş geldiniz. Bugün sizlere Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önemli bir organizasyonunu aktaracağım. Gözlerinizi ekranlara çevirin, çünkü bu anı canlı olarak paylaşıyoruz. Bugün burada, ‘Ulular ve Veliahtlar’ adını taşıyan silah yapılandırmasının büyük anına tanıklık ediyoruz. Bu organizasyon, askeri yetkililer ve yapılandırma sahipleri arasında gerçekleşecek. Şu an sahada neler olup bittiğini görmek için kameralarımızı çeviriyoruz.”

 

Kanında; bayrağına, milletine ve vatanına kanıyla beraber saygısını ve sevgisini taşıyan her vatandaş bugün fazlasıyla heyecanlıydı. Muhabirler ve kameramanlar, halka bütün organizasyonu an ve an aktarmak için adeta canhıraş çalışıyorlardı.

 

“Askerlerimiz, bu muazzam organizasyonun bir parçası olarak burada. Alan çok sayıda asker ve polis ekipleri tarafından korunmakta. Rütbeli subaylarımız da onları yakından takip ediyor. İşte komandolarımız, tanklarımız ve hava araçlarımız sahada. Hepsi, Türk bayrağını gururla taşıyor.”

 

Ulular ve veliahtlar yapılandırması, uzun zamandır var olan ve dünya silah sektörünü elinde tutan güçlü bir yapılandırmaydı. Bünyesinde vatansever iş adamlarını barındırırdı. Bu iş adamları, düzenlenecek olan organizasyonda kendi yapımları olan son model birçok askeri silah markasını Türk Silahlı Kuvvetleri’ne teslim edecekti. Bugün oldukça büyük bir teslim töreni gerçekleştirilecekti ve ülkenin her yerindeki insanlar bu ana nefeslerini tutarak şahitlik edecekti. Türkiye şahlanıyordu ve bu, gün geçtikçe daha da fazlası demekti.

 

“Yapılandırma sahipleri de burada. Onlar, ürettikleri silahları teslim etmek için hazırda bekliyor olmalılar. Bu silahlar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gücüne güç katacak. İşte onlar, yüksek rütbeli subaylarımızla bir araya geliyorlar.”

 

Ulu Bey Sühan Aksel, Ulu Bey Aziz Korkmaz, Ulu Bey Yücel Eraslan, Ulu Bey Galip Orhon, Ulu Bey Özkan Özkurt.

 

Ulu’ların neredeyse hepsi buradaydı, bir kişi hariç: Vural Soykamer henüz alana teşrif etmemişti. Bu, bir baş uluya yakışmayacak hareketti. Ulu’lar için itibar her şeyden önce gelirdi. İlk toplantıda bu geç kalma mevzusunu fazlasıyla sert şekilde tartışmalılardı. Baş ulu olması, bu tür itibar kaybettirecek hareketlerde bulunması için yeterli bir sebep değildi.

 

Gökyüzü, Akıncı Hava Üssü’nün üzerinde geniş bir mavi örtü gibi uzanırken, bu askeri üs, modernliği ve gücüyle göz kamaştırır hâlde görünmekteydi. İçeri girildiğinde, insanları karşılayan yüksek bariyerler ve kimlik kontrol noktaları, buranın hassas ve önemli bir alan olduğunu gösteriyordu. Hem içerideki insanların önemliliğinden hem de silahların korunması gerektiğinden bu çok önemli bir güvenlik ağı oluşturmalarına sebep olmuştu.

 

Pistler, uçakların hızla kalkış yapabileceği uzun alanlara sahipti. Yapılandırmaya ait savaş uçakları, sıralanmış ve hazır da bekliyorlardı. Hangarlar, devasa metal kapılarıyla uçakların korunduğu yerlerdi. Uçaklar henüz gösteri gerçekleştirmek için dışarı çıkartılmamıştı.

 

Tören alanı, bayraklarla süslenmiş ve düzenli sandalyelerle donatılmış geniş bir meydana ev sahipliği yapıyordu. Üst düzey subaylar, beyaz üniformalarıyla törenin merkezinde duruyordu.

 

Kalabalık, sessizce beklerken, gazeteciler kameralarını ayarlamaya başlamıştı. Basın mensupları, töreni canlı olarak kaydetmek için hazırdı. Polisler, çevrede devriye gezerken, askerler protokolü korumak için stratejik noktalarda konuşlanmıştı. Tören başladığında, milli marşlar çalınacak ve protokol konuşmaları yapılacaktı. Yeni silahlar, askeri yetkililere olarak tam o sırada teslim edilecekti.

 

Gül Türkeş, 1.73 boyunda göz alıcı güzellikte bir kadındı. Çenta Tim'in de görev alan Teğmen Gül Türkeş'in ta kendisiydi. Tim'in komutanı Yüzbaşı Attila Tuğrul Türkeş ile 1998 senesinde tanışmış, 2000 yılında evlenmişti. İki yaşında Dünya güzeli bir kızları vardı. Hera Türkeş.

 

Gül, işinin zorluğunun gayet farkındaydı. Yine de kızına olan düşkünlüğü, onunla yeteri kadar vakit geçirememesi nedeniyle daima kızının burnunda tütmesine neden oluyordu. Kızı onun için çok değerliydi. Gül, annesiz babasız büyümüş biriydi; yetimhane yılları hep bir ailenin varlığını hayal ederek geçmişti. Şimdilerde onu çok seven bir eşi ve kendisinin çok sevdiği küçük bir kız çocuğu vardı. Onun artık bir ailesi vardı ve bu, onun hayatının en güzel günlerini geçirmesi için yeterliydi.

 

Kadın, vatanına ve milletine daima sadık biri olmasıyla beraber, aynı zamanda oldukça sevecen bir eş ve harikulade bir anneydi. Bugün gerçekleşecek olan teslim töreninden sonra evine gidecek, eşi ve kızıyla muhteşem bir akşam yemeği yiyecekti.

 

Attila, timin yüzbaşısı olsa da ulular ve veliahtların içerisinde olduğu hiçbir törene katılmıyordu. Bu, bizzat devlet tarafından aldığı bir emirdi. Eşi bu emre son derece itaatkâr davranıyordu. Söz konusu yapılandırma olduğunda onlardan uzak durmak adamın canına minnetti. Kadın, timi ile beraber teslim töreninde duracak, güvenliği sağlayacak, ardından günün sonunda evine gidecek ve eşinin kızıyla beraber onun için hazırladığı yemekleri büyük bir iştahla yiyecekti.

 

Kadın teğmen, başındaki şapka ile rütbesini onurla taşımaktaydı. Omuzlarındaki iki yıldız, teğmenliğinin parlak işaretleridir. Üniforması, disiplin ve sadakatin simgesidir; ceketi muntazam, her detayı özenle düşünülmüş, kumaşı ışıldamaktadır. Asker olmak bu kadına çok yakışmaktadır. Siyah çizmeleriyle sağlam adımlar atıyordu. Teslim töreni, ilk önce kara donanmasını ortaya çıkarmakla başlayacaktı.

 

Çenta Tim'in Attila'dan sonraki komutanı Üsteğmen Demir Gökmen, timin tüm dikkatini kendi üzerine çekti. Büyük hangarların önünde bekleyen tim, aslında tankları çalıştıracak ve alana sürecek olan kişilerle aynı kişilerdi. Toplam 9 kişilik timin lideri Demir Gökmen, askerlerine dikkat komutunu vermişti. Albay Ersin Zeki, onun dikkat emrinden sonra hangar kapısından dışarı çıkmış ve timin gözleri önüne gelmişti. Rahat konumundan hazır ol konumuna geçen askerler, kımıldamadan sadece büyük bir saygıyla komutanlarını izliyorlardı. Onlardan biri de Gül Türkeş'ti.

 

"Çenta Tim'i, 4 subay 5 astsubayla emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım." Albay Ersin, kafa selamı verdiğinde Üsteğmen Demir, hızla timinin başına geçip hazır ol'a geçmişti. Albay, timine rahat emrini verdikten hemen sonra konuya girmişti.

 

"Tanklar ve askeri araçlar içeride. Biraz sonra askeri araçlara binecek ve tam alana gideceksiniz. Komutanların hepsi ulularla beraber alanda sizi bekliyor olacak. Yapılandırmanın silah birliğimize hediye ettiği bütün makineli silahlar ve tüfeklerinizle, araçların içinden inecek, havaya daha önce alıştırma yaptığınız gibi gösteriye uygun şekilde sıkacaksınız. Sizin hemen ardınızdan alana tanklar girecek. Tankların ortaya çıkmasıyla beraber savaş uçakları da kalkış emrinin verilmesi ile gösteriye başlayacak." Albay uzun uzun konuştuğunda askerler, zaten uzun süredir bu gösterinin hazırlığını yaptığı için fazlasıyla rahatlardı.

 

"Anlaşılmayan bir şey var mı?"

 

"Emredersiniz, Komutanım," bütün tim aynı anda konuştuğunda Albay onlara kafa sallamış, son kez baş selamı vermiş ve alana doğru yola çıkmıştı. Albayın gidişinin ardından timin komutanı Üsteğmen Demir tekrar öne çıkmış ve herkese araçlara binmesi için emirler yağdırmıştı.

 

Büyük hangarın kapıları açılırken ve askerler birer ikişer askeri araçların arkasına binip gösteri için gerekli olan silahları ellerine alırken, Teğmen Gül Türkeş'in içinde bir huzursuzluk oluşmaya başladı. Nedenini bilemese de içinde yer edinen endişe an ve an büyümeye ve onu tedirgin etmeye başlamıştı. Bakışlarını silah arkadaşlarının yüzüne çevirdi; hepsi aracın bir köşesine oturmuş, ellerindeki silahların son kontrolünü yapıyorlardı.

 

Onlarla birçok göreve çıkmış, birçok görevden gerek başarıyla gerek yaslarla geri dönmüşlerdi. Onlara güveni sonsuzdu. Her şeyin olduğu gibi bunun da üstesinden gelecek ve Çenta Tim’i olarak bugünü sorunsuz bir şekilde atlatacaklardı. Kendi kendini işte böyle telkin ediyordu, haliyle bu da rahatlamasına neden oluyordu.

 

Beklenen saatin gelmesi ile araçlar alana doğru gitmek için yola çıkmıştı. Şu an askerler, polisler ve rütbeli adamların olduğu büyük alana giriş yapmış olmalılardı. Arabanın durması bu anlama geliyordu. Bütün tim, arka kapıdan birer ikişer ellerindeki silahlarla çıkmaktaydılar. O esnada Gül Türkeş, içindeki endişenin tohumlarının onu acemileştirmesi sebebiyle, silahının şarjörünü yerine yerleştirmeyi başaramamıştı. Bir an önce askerlere yetişmesi gerektiğini hissederek araçtan en son inen kişi oldu. Hızla hareket etmeye yeltendiğinde, aracın arka kapısından aşağı doğru atlamış ve ani atlayışı, şarjörü istemeden elinden kayıp düşürmesine neden olmuştu. Şarjör, yere doğru tam da aracın büyük tekerleklerinin altına yuvarlanarak gözden kayboldu.

 

Gül, bir an önce şarjörü alıp yerine takması gerektiğini biliyordu. İçindeki endişe ve telaş duyguları onu sarmıştı. Diz çökerek başını yere eğdi ve aracın altına baktı. Parmakları titriyordu, anın tedirginliği onu her zerresine kadar sarmıştı.

 

Tam da tahmin ettiği yerde şarjörünü buldu. Eliyle onu kendine doğru çekip aracın altından çıkarıp aldı. Kafasını yerden kaldırmak üzereyken, gözlerine değen kırmızı ışık sebebiyle gözleri aracın alt zeminine kaydı. Yanıp sönen kırmızı ışığı gördüğünde sertçe yutkundu.

 

Bu bir bombanın ışığıydı.

 

Gül Türkeş, gördüğü görüntüyle donakalmıştı. Kalbi göğsünde çırpınıyor, zihni felaket senaryolarıyla doluyordu. Zaman adeta durmuştu, nefesi kesilmişti. Ancak birkaç saniye içinde, kendini toparlayarak hızla ayağa kalktı. Hızla çarpan kalbini umursamadan, alandaki herkesi uyarmak için yüksek sesle bağırdı.

 

“BOMBA VARRRR!”

 

Gül'ün sesi yankılandığında, alanın sessizliği bir anda patlak verdi. Herkesin gözü kadının üzerine dönmüş, korku ve panik dalgaları her yöne yayılmıştı. İnsanlar bağırarak kaçışmaya başladı. Askerler, rütbeli kişilerin önüne siper olmaya çalışıyordu. Gül'ün gözleri etrafta telaş içinde koşan, çığlık atan insanlara kaydı. Kimi yere düşüyor, kimi yanındakini kucaklamış kaçmaya çalışıyor, kimiyse sadece donup kalıyordu.

 

Ulu’lar ve rütbeli askerler, Gül’ün uyarısını duyar duymaz hareketlenmiş, askeri aracın yanından uzaklaşmaya başlamışlardı. Ancak artık her şey için çok geçti. Gül’ün bağırışı, çaresizlik ve korkuyla doluydu. Zaman durmuş gibiydi, ama kaçınılmaz son hızla yaklaşıyordu. Hatta yaklaşmıştı bile.

 

Gül tıpkı diğer herkes gibi aracın yanından hızla uzaklaşmaya başladı. En çok kızı için kaçıyordu. Annesizliğin ne demek olduğunu bildiğinden dolayı kızına annesizliği yaşatmamak adına kaçıyordu. Gül çok uzaklaşamadan bomba hızla patladı. Yer sarsıldı, gökyüzü alevlerle aydınlandı. Patlamanın korkunç sesi kulakları sağır etti. Gül, kendini yere attı, ancak patlamanın şiddetiyle savruldu. Gözleri karardı, kulakları çınladı. O anın dehşeti, kalbine bir bıçak gibi saplandı. Çığlıklar, yıkılan umutların yankıları olarak kulaklarında âdeta çınlıyordu. Ölümün soğuk nefesi kadının ensesinde tütüyordu.

 

Teğmen kadın gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Gözleri açık olsa dahi gördükleri ona mantıklı gelmiyordu. Beyni şokun etkisiyle gördüklerini idrak etmeyi başaramıyordu. Kadın nefes almakta zorluk çektiğini fark etti. Gözlerinin önüne güzeller güzeli kızı ve canından çok sevdiği eşinin yüzü gelmeye başlamıştı. Yüzünün her tarafı kan revan içindeydi. Gözünün önüne etraftaki kimsenin değil de biricik ailesinin yüzü geldiğinde son kez tebessüm etti.

 

Gül'ün her zaman söylediği bir şey vardı:

Eğer bir gün şehit düşecek olursam o zaman son lafım şöyle olacak: Bir ölür, bin doğarız...

 

Kadın yüzüstü zemine yapışmış vaziyetteyken içine son kez derince bir nefes aldı ve de o nefesini ona verdiği son güç tanesini harcayarak olabildiğince yüksek sesle haykırdı: "Bir ölür, bin doğarız! Yeter ki vatan sağ olsun."

 

O gün 500’den fazla asker ve polis şehit düşmüştü. Gül Türkeş, evine ve ailesine doğru yola çıkıp o akşam yemeğini hiç yiyememişti. O gün, devasa bir yapılandırmanın liderleri olan 5 adam, patlama sonucu can vermişti.

 

O gün Hera Türkeş annesiz kalmıştı...

 

 

 

 

1 Ekim 2022

 

"Hera, tam olarak ne zaman mızmızlanmayı bırakıp uyanacaksın artık?" Ah hayır, yine başlıyorduk. Babam ve onun bitmek bilmeyen rahatımı bozma durumları. Tek gözümü açıp etrafta rutin kontrol yapmıştım. O esnada gözüm çekmecenin üzerindeki çalar saatte kaymıştı. Onu da niye oraya koyduysam sanki babamdan dolayı bir işe yarayacakmış gibi.

 

Babamın daha fazla tepemde dikilmesine dayanamayıp kafamı kaldırdım. Amacım, 'baba, bu işkenceye ne zaman son vereceksin?' şeklinde başlayan günün anlam ve önemini belirten konuşmamı yapmaktı. Tam bunun için ağzımı açmıştım ki babamla göz göze geldik. E hâliyle bütün cümlelerim bir bir içime kaçmıştı.

 

Yataktan kalkıp ayağı dikildiğimde onunla tekrar göz göze gelmiştim. Gülmeyeceğini bile bile asker selamı verdiğimde, gözlerinde yer edinen her zamankinden farklı duygular, kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Bakışlarında acı vardı, sevgi vardı, mecburiyet vardı. Neden bana sabahın köründe bu şekilde bakıyordu? Kesin bir şey olacaktı. Şans benden hiçbir zaman yana olmamışsa eğer, bugün de olmayacaktı.

 

Çok uzun sürmemişti onun gözlerindeki kıyametimle bakışmam. Her zamanki gibi uyandığımı görünce çıkıp gitmişti. Bende odamdaki banyoya uğrayıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra giysi dolabından içinde rahat hissettiğim tişört ve siyah tayt ikilisini çıkardım. Üzerimi el çabukluğu ile değiştirdikten sonra odamdan hızla ayrıldım.

 

Alt kata indim. Tabii oradan da hole doğru yol alacaktım. Bir sonraki durumda babamın spor salonu, benim eziyet salonu dediğim yere gitmek kalıyordu. Oysa ben daha bunu yapamadan, babamın bana seslendiğini duydum. "Orada değilim, Hera, buraya gel." Vay canına! İşte bu daha da tuhaftı. Koskoca beş yıldır ilk kez böyle bir şey yaşıyordum. İlk kez her günkü anlamsız rutinimiz bugün bozulmuştu.

 

Babam tam 5 yıldır her gün beni bir savaşa hazırlıyordu. Nedenini bilmiyordum yahut sebebini de bilmiyordum. Onun gibi asker falan da değildim. Ancak babam tam 5 yıldır evimizin alt katında beni bir savaşa hazırlıyordu, işte bundan fazlasıyla emindim.

 

Babamın bana seslendiği yer kendi odasıydı.

 

Yıllardır içinde tam olarak ne olduğunu bilmediğim, giriş iznimin olmadığı, evde olmadığı günlerde bile kapısı kilitli olan o odadan geliyordu sesi. Babam oraya çağırıyordu beni. İşte şimdi işler garipleşmeye başlamıştı. Heyecanlı ve bir o kadar da meraklı şekilde kapının kulpuna doğru ilerledim. İçerde ne görecektim ya da ne görmeyi umut ediyordum gerçekten bilmiyordum. Ancak içimde tuhaf bir his vardı. Sanki artık yeni hayatımın bu kapının arkasında olduğunu söylüyordu birileri.

 

Kapının kulpunu çok beklemeden hızla çevirdim. Meşhur odamızın meşhur kapısını yavaşça açmaya başladım. Kafam yerdeydi, henüz içerde ne olduğundan habersizdim. Kapıyı tam olarak açıp ilk adımı içeri doğru attığımda kafamı yerden kaldırıp gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım. Aman tanrım, gördüklerime inanamıyorum şu anda! Çünkü gördüklerim beklentimi karşılayamamaktaydı.

 

Çift kişilik siyah yatak. Yine siyah ve gri karışımı olan giyinme dolabı. Odanın yatağa göre sol tarafında kalan banyoya ait olduğunu tahmin ettiğim kapı ve normal bir odada normal sayılabilecek diğer tüm eşyalar. Tam ortada ise bastonuna tutunarak ayakta duran ve de tepkimi incelemekle de meşgul bulunan bir adet pek sevgili babam bulunuyordu.

 

Eski asker olan babam yıllar önce gazi olması sebebiyle askerlik görevinden alıkoyulmuştu. O gün bugündür kendisi ve bastonu bana illallah ettiriyordu.

 

"Bu mudur yani? Şahsen içeride derin devlet mevzuları dönüyor sanıyordum. Ne biliyim, hiç olmasa şuraya bir roket falan koysaydın da bunca zamandır bu odaya girmeme bu yüzden izin vermedi deseydim." Hâlâ bakıyordu. Derken bu kadar bakmanın kafi olacağını düşünmüş olacak ki arkasını dönmüştü. Bastonu eşliğinde duvarın yanındaki kitaplığa ilerlemişti. Dikkatli şekilde ne yaptığını incelerken, eline üstünde ne yazdığını bu mesafeden kestiremediğim koyu tonlarda kitap aldığını görmüştüm.

 

"Sence de bana masal okumak için biraz geç kalmadın mı?" diye sormuş bulunmuştum. Bugün diğer günlere oranla biraz fazla ukalaydım. Karşılaştığım tek şey yine derin sessizlik olmuştu. Ne bekliyorduysam bende.

 

Kitabın raflardan biriyle teması, odadaki sessizliği keskin bir şekilde yarıp geçmişti. Bir kitap daha, sıradan bir hareketle çekildi, ardından sessizliğin içinden sıyrılan bir sesle odayı doldurdu.

 

Gözlerim hemen kitaplıktan çıkan sesin kaynağına kaydı. Kitap rafında bulunan bir kitap, adeta kendi başına çekilir gibi aşağı doğru indi. Ardından, gözlerim, karşısında bulunan duvarda ince çizgilerin belirmesiyle bütünleşti. Bu çizgiler, önceden fark edilemeyen, ancak şimdi açıklık kazanan işaretlerdi. Duvar, birdenbire ikiye ayrılmaya başladı, sessizlik içinde gözlerimin önünde gerçekleşen bu olayı izledim.

 

Duvarlar açıldıkça, aralarından hafif bir ışık sızıyordu, sonra bu ışık odayı doldurdu. Gözlerim, açılan duvarın ortaya çıkardığı gizemli kapıya kaydı. Kapının pürüzsüz yüzeyi, duvarın önceki sıradanlığına benziyordu, ancak şimdi bir kapıydı ve ardında ne olduğunu merak etmeme sebep oluyordu. Kapının etrafında beliren hafif ışık hattı, onu daha da belirginleştiriyordu.

 

İşte beklediğim aksiyon tam olarak buydu. Anladığım kadarıyla kitaplık kilit görevi görüyordu. Duvarda kapı. Yerimden fırladığım gibi duvarda açılan sisteme doğru koşarcasına gitmiştim. Babam zaten bu tepkiyi vereceğimi biliyormuş gibi hâlen oldukça sessizdi.

 

Kapı görevi gören duvarın önüne geldiğimde onu hızla açtım. Aşağı doğru uzanan merdiveni bu hareketimden sonra gördüm. Asla babamın odasında böyle bir şeyin neden olduğunu sorgulamadan merdivenlerden aşağı doğru hızlıca ilerledim. Eğer bu sistem buraya biz taşındığımızda yapıldıysa, babamın sırf kendini zorlamak için buraya merdiven koydurtuğuna emindim. Tanrı aşkına, adamın sadece bana değil, kendine bile garezinin olduğunu düşünüyordum.

 

Merdivenler sonunda bitmişti. Son basamağa adımımı attığımda ışıklar eş zamanlı olarak yanmıştı. Bu da harekete duyarlı ışıklandırma sistemi olduğunu gösteriyordu. Gözlerim gördüklerine asıl şimdi inanamıyordu. Benim badem gözlerim neler görmüştü böyle? Oda, kelimenin tam anlamıyla teknoloji harikasıydı.

 

Gözüme ilk çarpan şey, duvara asılı olan kocaman dev ekranlardı. Bunlar duvara asılı bilgisayar ya da televizyon gibiydi, ama odanın havasını tamamen değiştiriyordu. Altlarında altı kişilik yuvarlak bir masa vardı, camdandı. Cam masa daha çok bir bilgisayar görevi görüyordu. Ayrıca her iki duvarı da boydan boya kaplayan kitaplıklar vardı. Kitaplıkların içinde sıra sıra dosyalar bulunuyordu. Biri bana burada tam olarak ne olduğunu anlatabilir miydi artık?

 

Babam son basamağı da inmiş olmalı ki arkamdan adım sesleri gelmeye başladı. Ondan cevap bekleyen gözlerimin doğrudan içine bakıyordu. Konuş artık be adam. Çatladım burada.

 

"Baba," dedim ki konuşmaya başladı. Çok şükür.

 

"Annenin de benim gibi asker olduğunu biliyorsun, değil mi Hera?"

Kaşlarımı çatmıştım. Babam annemden bahsetmeyi sevmezdi. Konusunu onun açması oldukça ilginçti.

 

"Annemin sadece kahraman bir asker olduğunu değil, aynı zamanda kahraman ve şehit düşmüş bir asker olduğunu iyi biliyorum baba."

Kafasını ağır ağır aşağı yukarı sallamıştı.

 

"Peki annenin neden öldüğünü biliyor musun?" Derin nefes alıp vermiştim. Sanırım annemden bahsetmekten hoşlanmayan tek kişi babam değildi.

 

"İki yaşındaymışım şehit düştüğünde. İki yaşındaki Hera nedenlerden anlamazdı. Artık büyümüş olan Hera içinse neden ve niçinin önemi kalmadı." Sesim son derece keskindi. Attila Tuğrul, doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Son sözlerimden sonra gözlerinde şimşekler çaktığını gördüğüme yemin edebilirdim.

 

"Yanlış cevap kızım. Anneni senden, benden, bizden alanlardan hesap sorma vaktimiz geldi. Bunun için nedenlere de niçinlere de ihtiyacımız olacak." Yavaş yavaş bir şeyler kafamda yer etmeye başlamıştı. Sanırım Attila Tuğrul Türkeş oldukça uzun süredir intikam hazırlığı içindeydi.

 

Peki benim bu hikâyedeki rolüm neydi?

 

"Kim?" diye sordum. Ardından ekledim:

 

"Annemi bizden alan kimdi?" Kafasını sağa doğru çevirdi. Arkadaki sephanın üstünde bulunan kumandayı eline aldı.

Babamın bakışlarındaki karanlığı görmüyordum. Babamın bakışlarındaki karanlığı hissediyordum. Karanlık beni içine çekiyordu.

 

Karanlık beni çağırıyordu.

 

"Onun kim olduğu seni ilgilendirmiyor. Senin ilgileneceğin kişi intikamımızı kimden alacağın." Elindeki kumandayla birkaç tuşa bastı. Dev ekranda bir kişi göründü. Birinin fotoğrafıydı. Bir erkeğin fotoğrafı. Gece gibi saçları olan, bu mesafeden ne rengi olduğunu çıkaramadığım gözlere sahip, keskin yüz hatları olan bir erkek. Hakkını yiyemem, oldukça yakışıklı bir erkekti. Yine de çok genç görünüyordu. Annem öldüğünde kaç yaşında olabilirdi ki ?

 

"Bu kim?"

Soğuk sesim, sessizliği bıçak gibi ortadan ikiye ayırmıştı. Babamın karanlık gözleri gözlerimi bulup beni bir kez daha karanlığa çağırdığında aydınlık son kez konuşmuştu.

 

"İntikamımızı alacağın kişi. Arem Barkın Soykamer. Ya da şöyle desem daha uygun olurdu onun için,"

Derin nefes almak isteyen babam, kendine konuşmak için zaman tanıdığında, ben tekrar dev ekrandaki adama bakmıştım. Babamın sesini o sırada tekrar duymuştum.

 

"BAŞ VELİAHT."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

İlk üç bölüm kurguya geçiş bölümleri olarak eklendi. Zihin dünyanızı yarattığım evrene alıştırmak için ilk üçte olay örgüsünü yazdım. Aksiyon bölümleri ise diğer bölümlerde sizi bekliyor olacak. Sabreden derviş muradına ermiş.

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı es geçmeyin.

Mavimsulandınız💋💋💋💋

 

 

 

Loading...
0%