Yeni Üyelik
11.
Bölüm

🎭 10 ÇİN SEDDİ GÖREN TÜRK

@mavimsu_

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

keyifli okumalar dilerim.

 

 

(🎭)

 

 

Bölüm Sözü

 

 

İki cambaz bir ip'te oynayamaz derler,

 

desinler, sanki kaç yazar?

 

Bu saatten sonra cambaz olan değil,

 

ipi elinde tutan düzeni bozar.

H. G. 

 

 

(🎭)

 

Kader benim için ağlarını ilmek ilmek işliyordu. Her ilmeği bir sonraki ilmeğe acı bağlıyordu. Keder bağlıyordu, ızdırap bağlıyordu. Kalbim ise can çekişiyordu, ancak ruhum, kalbimi teslim edemiyordu. Aklımın bile bu hikayede bana zoru vardı. Olmayanı olduruyor, olanın üstüne kırk tane de kendisi ekleyip beni çıldırmanın eşiğine getiriyordu.

 

Anlamıştım, bu işin sonunda tüm hayatım acı, keder ve ızdırap olacaktı. Kalbim canından olacak, ruhum onu düşmanımızın eline bizzat kendi teslim edecekti. Olmayanlar olacak, olanlar üzerime yığılacaktı.

 

Yanacaktım, ama yakamayacaktım. Ben ben olalı böyle dert sahibi olmamıştım. Derdim dert olalı böyle bir sahibi olamamıştı.

 

Gözlerim yavaş yavaş açılıyordu. Keskin bir ağrı bana: Kafamı vücudumdan koparsam da rahatlasam. Dedirtecek kadar çok acıtıyordu canımı. Sanırım, can acısıydı beni uykumdan uyandıran. Uyumak mı? Ben ne zaman uyumuştum ki? Ah! Doğru ya, o kafama vuran adamı bir elime geçirsem, narin bedenime verdiği yüksek orandaki acının hesabını sormasını iyi bilirdim.

 

Tabii ki, bunun için önce gözlerimi kapattıkları şeyi çıkarmaları lazımdı. Şayet uyandığım hâlde hâlâ etraf karanlıktı. Gözümün üstünde ise bir baskı olduğunu hissediyordum. Hâliyle tüm bunlar bana pek bir olanak sağlamıyordu. Gözünü kapattıkları birinin, elini-ayağını da serbest bırakmayacaklarına göre, şu an oturduğum sandalyeye bütünüyle bağlıyken aynı zamanda eli, kolu, ayağı ayrı ayrı bağlanmış bir vaziyetteydim. Resmen acınası durumdayım.

 

Kansu ile sadece nasıl kaçırılacağım hakkında konuşmuştuk. Ancak ne o ne de ben kaçırıldıktan sonra ne olacağı hakkında konuşmamıştık. O, bu konuyu neden açmamıştı, bende bilmiyordum. Söz konusu ben olduğumda ise cevap çok açıktı: Bahsi geçen soru benim aklımın ucunun, o civarlara yakın bir yerinden bile geçmemişti. Şu an kendime sövesim vardı ama kıyamıyordum. Şu hayatta bir ben kendime kıyamıyordum zaten. Benim dışımda herkes ise bana kıymadan plan yapamıyordu.

 

Etrafımda olup bitenleri duyabiliyordum. Ayak sesleri sürekli etrafımda dolaşan insanların olduğunu anlamam için yeterli bir sebepti. Açıkçası ben kaçırılmış gibi yaparız diye tahmin ediyordum. Ne biliyim, beş yıldızlı otel kalitesinde olmasa da şahsıma yakışır bir hizmet bekliyordum fakat elimin, kolumun, ayağımın hatta gözümün bile kapalı olması bana da sürpriz olmuştu. Ağzımı bantlamamışlardı, bir tek. O kadar iyisiniz ki, sağ olun. "Kafama vuran hayvan herif, eğer tepemde dolaşanlardan biri de sensen, aklın varsa beni çözmesin."

 

Önce bir sessizlik oldu. Hatta bir o tarafa bir bu tarafa, gezinip duranlar yerlerinde durmuş olacaklar ki çıt çıkmıyordu. "Diyelim ki aklım yok ve ben seni çözdüm. Ne olacak? Ne yapabilirsin ki sen bana?"

 

Bu sesi tanıyordum. Bu, o adamdı. Gerçi bir kadına her ne sebeple olursa olsun vuran biri adamdan sayılamazdı ama olsun, bizimki lafın gelişiydi. Bir de bu lafın girişi olacaktı ama o da bu hayvan herif elimi, kolumu serbest bırakırsa hep beraber göreceğimiz bir şeydi.

 

"Elimi, kolumu çözüp sana ne yapabileceğimi anlatmak yerine göstermeme ne dersin? Alt yazıda şöyle hatta, 'Lütfen evde denemeyiniz."

 

İçeride gülüşmeler oluşmuştu, ben sözlerimi bitirir bitirmez. Aman ne güzel oturduğumuz yeri geç, elimiz, kolumuz bağlı olsa bile milleti güldürebiliyorduk. Yetenek dedikleri şey böyle bir şeydi. "Kendinden çok eminsin, ufaklık."

Zoruna gidince herkes boyuma laf ediyordu. Boyumla dertleri neydi? Anlamış değildim.

 

"Aynı şeyi ben senin için hatta sizin için söyleyemiyorum. Neticede 'ufaklık' dediğiniz kişiyi gözünüzde nasıl büyüttüyseniz, bağlamadığınız bir ağzım kalmış." Öfkeyle nefes alıp vermiştim.

 

"İşte bak, en büyük hatamızı yüzümüze vurdun şimdi." İçeride bulunanlar bu kez onun sözlerine gülerken, ağzımın içinde bir şeyler gevelemiştim. "O yüze daha neler vuracağım, alışsan iyi olurdu zaten." Gibi bir şeyler.

 

"Sessiz olun ve didişmeyi bırakın. Ayrıca Hera, Zaza planda olduğu için kafana vurdu. Bu da veliahtların kaçırıldığına inanması için gerekli bir şeydi."

 

Duyduğum yeni sesi çıkaramamıştım. Daha önce hiç duymadığımı da belirtmek isterdim. Bahsettiği açıklama ise benim için yeterli değildi çünkü bahsettiği şahsın kafama vurması, benim uzun süreli bir baş ağrısı çekmeme neden olacak kadar güçlüydü.

 

"Beyefendi, siz manyak mısınız? Ulan kafa bu kafa! İçinde beyin var. Ya geberseydim. Hayır canını yediğimin kimyası 'eter' diye bir şey bulmuş. Bir koklatıyorsun, tak bayılıvermişsin. Bu kadar mı zordu bunu düşünmek? Hem Zaza diye isim mi olurmuş? Adında meymenet olmayanın tipini dağıtmazsam ölürmüşüm."

 

Tek nefeste tüm öfkemi içeriye kusmuştum. Konuşurken hareket edip sandalyeden neredeyse devrilecek olsam da önemsememiştim. Öfkem benden çıksın da kime giriyorsa girsindi.

 

İçeriden yine birkaç kıkırtı sesi gelmişti. Sanki gülmemek için kendilerini zor tutan bir kesim vardı burada.

 

"Terbiyesizlik yapmayı kes. Üstümle böyle konuşamazsın. Bana kafasına vurup bayıltacaksın kızı dediler, bende öyle yaptım. Konu tartışmaya kapalı, Hera Türkeş. Ayrıca Zaza'da kod ismim ve gayet güzel bir söylenişi var."

 

Sonlara doğru kurduğu sözleri telaffuz ediş şekli, bütün ciddi adam imajını bozmuştu şahsen. "Kindarım oğlum ben. Burada kendini yırtsan da, elimi çözdükleri ilk anda suratını Çin seddi görmüş Türk gibi dağıtacağım."

 

"Karşılık vereceğimden emin olabilirsin."

Beni tehdit mi etmişti o? Beni, beni Hera Türkeş'i.

 

"Diyorsun?" Ses tonum saf alay barındırıyordu.

 

"Diyorum. Hatta arttırıyorum, karşılık vermeyen şerefsizdir lan." Fazla gaza gelenin içinden her türlü geçerdim. Gülüşümün sebebi bundan kaynaklıydı.

 

"İyi, çok büyük bir kaybın olmaz zaten."

İçeride kendini tutamayanlar olan kesim yine hunharca gülmüştü. Onlar kendini tutamayıp gülenlerdi, ben ise laf sokacağım diye tutunamayıp az daha düşen kişi olacaktım.

 

"Senin var ya."

 

Üzerime doğru yürüdüğünden emindim. Bana doğru gelen ayak seslerini duyabiliyordum. Hiç korkmamıştım. Hatta laf sokmuş olmanın verdiği hazdan dolayı otuz iki diştim şu anda.

 

"Hera kızım, sus artık. Zaza, sende yerine geç. Ne zamandan beri kadına el kaldırır oldun sen?" Kafa buluyolardı herhalde benimle. Konuşan kişi çok değil iki dakika önce Zaza, kafana görev icabı vurmak zorundaydı diyen kişiydi. Aynı kişi şimdi gelmiş: Zaza ne zamandan beri kadına el kaldırır oldun? Diye soru soruyordu. Hayır! Zaza ile zaten tanışmışlığımız buradan geliyorken, sen neyi sorguluyorsun be adam?

 

"Ama efendim, ben bu kızdan yediğim hakaretti ömrüm hayatım boyunca kimseden yemedim. Tutamıyorum kendimi." Tutunamayanlar listesi her geçen saniye artış gösteriyordu.

 

"Sensin lan bu!"

Zaza'yı hayatımın sonuna kadar sinir edebilirdim. Özelliklerim arasında laf sokmak yüksek seviyedeydi.

 

"Bak, hâlâ susmuyor." Derin derin içine çekip sakinleşmek adına almakta direttiği o nefesler, daha ne kadar çaresiz gösterebilirdi ki seni gözümde Zaza...

 

"Anlamadın mı be, Zazacık, böyle söyleyince de cacık gibi oldu. Neyse, benim susma modum yok. Sen konuştukça benim laflarım sana girecek. Sonra bir bakacaksın ki giren çıkan hep sana."

 

İçerdekiler yine güldüklerini haykırarak belli etmişti. Hatta işi abartıp saniyelerce kahkaha atanlar bile mevcuttu. "Allah kahretsin beni. Sana vuran elim kırılsın. Bu görevi kabul eden dilim kopsun. Dağda kırk teröristle düşmanlık ederim de seninle etmem. Yeter ki sus be kadın!" Artık gülme sırası bendeydi. Zaza'nın konuşması bitince herkes gibi ben de katıla katıla gülmüştüm. Ee her türlü insan, itina ile canından bezdirilir, LTD. ŞTİ.

 

"Susun artık. Biraz sonra veliahtları ekrana bağlayacaklar. O zaman umarım böyle davranmazsınız." Veliahtları ekrana mı bağlayacaklardı? Tipim nasıldı acaba? Böyle de olmaz ki, tipim kesin çok kaymıştı. Tanrım, Dünya'daki en yakışıklı kullarının karşısına en betbah hâlimde çıkmama izin vereceğin kadar ne kötülük yaptım?

 

Şöyle bir düşününce kesin yapmışımdır bir şeyler desem de o kadar çok olmadığına inanıyordum. Kısa zaman sonra yaptıklarım tek tek aklıma gelmeye başlamıştı. Aha! geliyordu şimdi gelmekte olanlar.

 

Mesela, yakın arkadaşımın doğum gününde benimle aynı elbiseyi giyen kızın üzerine kırmızı şarap dökerek geldiği gibi gitmesini sağlamıştım partiden. Acaba onun için mi geldi başıma bu?

 

Yok yok, kesin tesadüf eseri lisede gıcık olduğum fizik hocasının 11. sınıflardan bir kızla basıp yetmezmiş gibi onları kayda alıp, o da yetmezmiş gibi bunu anonimden okulla yaydığım, olayın sonucunda ise dedikodunun yönetime gitmesi ve hem kızın hem de hocanın o günden sonra bir daha okulda görünmemesinin ahı da tutmuş olabilirdi.

 

Ya da arttırıyorum, yine lisedeyken tek başına yaşayan kapı komşumuzun babamdan hoşlandığını anlayınca biraz canını sıkmış olabilirdim. Onun kendi bahçesinde kahvaltı yaptığını bildiğim bir zamanda bahçeye çıkıp, telefonla konuşur gibi yaparak, babamın içkici ve kumarbaz bir adam olduğunu hatta ara ara çok içtiği için beni dövdüğünü ağlaya ağlaya ve bağıra çağıra söylemiştim hatın ucundaki olmayan kişiye. Çitin diğer tarafından bir kırılma sesi gelince koşup evime saklanmıştım.

Sonrasında ise o kadını bir daha görmemiştim. Ne hikmetse bu olayın üzerinden çok geçmemişti ki yıllardır oturduğu evinden taşınmıştı. Kesinlikle kendimi suçlu hissetmiyordum.

 

Aklım, ömrüm boyunca yaptığım tüm kötülükleri bir bir gözümün önüne getirdiğinde kafamı hızla iki yana doğru sallamıştım.

Düşünmeyi bıraksam iyi olacaktı, kötü kalplinin teki olduğum gerçeği ağır gelmişti. Pişman mıyım? Hayır. Bu Dünya temiz kalpli olmak için fazlasıyla kirliydi. Kendimi teselli edip vicdanımı rahatlattığıma göre, kaldığım yerden kötülük yapmaya devam edebilirdim. Şayet bence yaşasın kötülük. En çok o yaşasın. Dünya dönüyorsa onun hatrınaydı.

 

"Her şey hazırsa, veliahtlarla görüşme başlatılması için son 10... 9... 8... 7... 6... 5... 4... 3... 2... 1... 0."

 

Gözümün üstündeki siyah beze rağmen yüzüme ışık süzmelerinin yansıdığını hissedebiliyordum. Çok geçmeden tanıdık bir ses duymuştum.

 

"Hera, iyi misin? En son kafana öyle bir vurdular ki, dedim tam olan beyni de gitti kızın." İkizlerden biriydi ama hangisi? Adamları sadece yüz olarak değil ses olarak da karıştırıyordum.

 

"İyiyim canım, iyiyim. Beş yıldızlık bir hizmet alamasam da, bir üç yıldız veririm." Travmaları ile dalga geçmek denince de ben yani...

 

"Kızı neden kaçırdınız?" Ses tonu bile yakışıklı olur mu bir insanın? Oluyormuş. Veliahtımın sorusunu cevaplamak yerine adamlardan biri, bir anda gözümün önündeki bezi çekip çıkarmıştı. Karşımda kocaman bir ekran, ekranın içinde ise kocaman, yuvarlak bir masanın etrafında toplanıp oturan veliahtlar vardı.

 

"Kız öyle birden çekilir mi o? Anam gözümü aldı ışık, kör oldum ya lan!"

Kafama nasıl vurdularsa kendimi sarhoş gibi hissediyordum. Durduramıyordum kendimi. Hera modum yüksek oranda açık kalmıştı. İlla dalga geçecektim ille de dalga geçecektim.

 

"Kızdaki rahatlığa bak! Adam kafasına silah dayamış, kız ışığın derdinde."

 

Bu adam benden hiç hazetmiyordu. Sanki ben ona bayılıyordum. Kanımı içse rahatlamayacak veliaht Erdem ile hislerimiz karşılıklıydı. Onu takmak yerine sözlerini takmayı tercih etmiştim. Sanki bir yerde: Kafasına silah dayamışlar. Gibi bir şey demişti. Yoksa bana mı öyle gelmişti? Benim kafama silah mı dayamışlardı?

Benim niye haberim yoktu. Kafamı yüz seksen derecelik açıyla çevirince yüzünde maske olan adamın kafama silah dayıyor olduğunu görmüştüm. Ha, artık silahtan haberim olmuştu. Rahatladım şimdi. Bu kadar mı fark eder?

 

"Sizden ne istediğimizi sen çok daha iyi biliyorsun veliaht. USB'ye karşılık kızın canı." Kafama silah dayıyan adam tekrar konuştuğunda bir ona bir tuttuğu silaha bakıyordum. Görev icabı kafama silahla vuranlar yine aynı görevin icabı gereği, beynimi silahtan çıkan kurşunla dağıtırlar mıydı? Acaba.

 

"Devletin kendi vatandaşını kaçırıp bir de üstüne silah doğrultması ne kadar da acı." Arem'in soğuk sesinden anladığım şey şuydu ki: Veliahtlar beni kaçıranların kim olduklarını çok iyi biliyorlardı. Helal olsundu. Bir tarafta arada sırada bana laf sokan veliahtlar varken bir tarafta komple canımı tehlikeye sokan devlet vardı. Babam kusura bakmasındı ama ben veliahtları tutuyordum.

 

"Laf ebeliği yapma veliaht, kaçırılan 10 önemli isim için bu kızı gözümü kırpmadan öldürebileceğimi biliyorsun."

Anlaşılan oydu ki ben görev icabı, görev icabı diye diye gerçekten de kaçırılmıştım. Farkında olduğum şey sertçe yutkunmama neden olmuştu.

 

"Kaçırılan on kişi önemli de ben önemsiz miyim? Sen bilmezsin be adam, Allah katında hepimiz eşitiz."

Susamıyorum. Susturamıyorlar. Susturamazlar. Öğrendiğim gerçeklerden sonra kimseye eyvallahım yoktu artık.

 

"Yürü be Hera. Arkandayız. "

İkizlerden birinin sesini duyunca tekrar ekrana bakmıştım. Gülerek bana bakıyordu, gülerek karşılık vermiştim.

 

"Yanımda olsaydın daha makbul olurdu."

Öyle oturduğunuz yerden artistlik yapmak kolay tabii.

 

"Elbet bir gün Hera'cım."

Ağzında zeytin dalı olan kuş emojim nerede benim? Şu gıcığın suratına suratına fırlatmam gerekiyor onu.

 

"Çok konuşan için ne demişti en son Mert-"

 

"Tamam! Tamam sustum."

Eliyle ağzına fermuar çekip yerine yaslanmıştı. Sinsice gülümsemiştim. Öyle ya da böyle ikizlerle kafa dengi olduğumuzu asla inkar edemezdim.

 

"Devletle yeri geldiğinde iş birliği içinde olduğumuzu, hatta devlete karşı gelmediğimizi, geleni de yaşatmadığımızı siz bilmiyor musunuz? Binbaşı Şemsetin Günhan? İsteseydiniz verirdik zaten USB'yi. Küçücük kıza silah doğrultmanıza ne gerek vardı?"

 

Yürü be Mert! Söz buradan çıkınca sana abi deyip bağrıma basacağım. Veliahtlar, beni kaçıranın Devlet olduğunu da biliyordu, yüzünde maske olan adamın ismini de. Ben ise giderek kendimi onlara yakın hissediyordum.

 

"Kaçırılan isimler bizim için çok önemli. USB'de ne olduğunu bilmeden size güvenemeyiz. Belki de teröristlerle iş birliği içindesiniz. Neticede yapmadığınız şey değil."

Teröristlerle işbirliği içinde olmak daha önce yaptıkları bir şey miydi? An itibarıyla uzaklaştık sizinle şerefsiz veliahtlar.

 

"Ordan laf söylemek kolay değil mi senin için? Umarım aynı cesareti yüz yüze geldiğimizde de duyarız senden. Neticede seni oturduğun koltuğa biz getirmiştik. Hatırlatmak isterim?"

Evren'in sert sesini duyunca yutkunmuştum. En az Arem kadar sinirlenince korkutucu hâl alıyordu yüzü. Buz mavisi gözlerini ekrandan görmek bile titrememe sebep olmuştu.

 

"Şu an nerede olduğunuzu bildiğimizden de, etrafınızın yüzlerce adamım tarafından kuşatıldığından da haberin olduğuna eminim. Bence beni kışkırtmak istemezsin." Arem'in sert sesini bir kez daha duyunca yerime iyice sinmiştim. En son evimde pinekleyen biriydim. Ne ara bu hâle geldim?

 

Arem'in sözlerinden sonra Binbaşı'nın cevap vermesine fırsat dahi vermeden lafa ben atlamıştım. "Bir dakika, şimdi siz benim kimin tarafından kaçırıldığımı, hatta şu an nerede tutulduğumu falan, her şeyi biliyorsunuz öyle mi?"

 

"Evet," cevap orada bile telefonu elinden bir an olsun düşmeyen dövmeli telefon manyağı Hazar'dan gelmişti.

 

"Peki, gelip beni şu lanet yerden kurtarmanıza engel olan şey tam olarak nedir? sorabilir miyim? Acaba."

 

Resmen çığırmıştım. Bağırmakta sonuna kadar haklı olduğuma inanıyordum. Hazar telefonunu cam sephanın üstüne bırakıp, ekrandaki gözlerini üzerime sabitlemişti.

 

"Kafandaki silah yüzünden olabilir mi? Acaba, laf ebesi." Gözlerim onun umursamaz ses tonu sebebiyle şokla açık kalmıştı.

 

"Ha öyle! Ben ikna oldum şu an. Devam edebilirsiniz." Konuşmalarında benim için artık bir sakınca yoktu. Hazar bana tip tip baktıktan sonra tekrar telefonuna dönmüştü. Seninle denk düşelim bir, üçüncü böbreğini çalmayan ne olsun.

 

"Dışarıdaki adamlarından birinde belleğin olduğuna da eminim. Ona haber sal veliaht, bir tek o gelsin. Biz de belleğe karşılık kızı teslim edelim." Maskeli adam tekrar konuştuğunda tekrar konuşasım gelmişti.

 

"Kimse kusura bakmasın ama adını sanını hatta ve hatta altındaki donunu bile bildiklerine emin olduğum adamların karşısında, hâlâ maske ile durup, kendini gizlediği sanan birinin, beni ordan oraya değiş tokuş etme hakkını ona sağlayacağımı sanmıyorum."

 

Bunu tek nefeste söyledim ya, asıl şimdi bana helal olsundu. Veliahtların bile yüzü şokla örtülmüştü. Herkes laf sokmama alışkındı. Alışık olmadıkları yer uzun uzun laf sokuyor olmamdı. Yüzünde maske olduğundan laf soktuğum adamın surat ifadesini göremiyordum ancak sesini iyi duyuyordum.

 

"Yüzümüzde maske olmasının nedeni onların bizi tanımaması için değil, senin bizi tanımaman için, küçük hanım." Sesi uyarı niteliğindeydi.

 

"Az önce bu kız önemsiz diyordun. Madem önemsizim, o zaman bir önem arz etmeyen birinden ne diye yüzünüzü gizliyorsunuz?" Sinsice güldüğümde veliahtların kahkaha attığını işitmiştim.

 

"Ah! gerçekten Zaza haklı, senin dilinle düşmanlık edeceğime yüzlerce teröristle hatta veliahtlarla bile düşmanlık ederim daha iyi." Aynı gün içinde iki adam canından bezdirildi. Ölmeden önce yapacaklarım listesinden bir madde daha böylelikle silindi.

 

"Görüyorsunuz değil mi? Adamları İllallah ettirmiş resmen canından. Bu kız tehlikeli dediğimde hiçbiriniz inanmamıştınız bana."

 

Konuşan kişi tabii ki Erdem Eraslan'dan başkası değildi. Evet, tehlikeliyim canım ben. Bana dokunma ki yanmayasın.

 

"Tanrıça, merak etme, en fazla iki saat sonra yanımda olacaksın." Arem konuştuğunda gözlerim ona dönmüştü. Daha sonrasında ekrandaki yüzünü, maskeli adama çevirmişti.

 

"Sende çek o silahı kızın kafasından. Derhal!" Arem'in sözlerine maskeli adam bir cevap vermek yerine onay vermiş ve silahı kafamdan çekmişti.

 

"Açıkçası, tepemdeki adamların kim olduğunu bilmiyorum ancak bildiğim bir şey varsa o da, bu lanet depoda elim kolum bağlı şekilde, yüzleri maskeli adamlar tarafından tutuluyor olmamın tek sorumlularının siz olduğu gerçeğidir."

Aniden veliahtlara karşı öfke ile dolup taşmıştım. Duygularını çok uçlarda yaşayan biriydim. Birine bir dakika gülüyorsam ikinci dakika ağlayabilirdim.

Birini bir gün seviyorsam ikinci gün nefret edebilirdim. Yine de öfkem sebebsiz yere çıkmamıştı. Öfkemin her zaman olduğu gibi yine amacı vardı.

 

"Kesinlikle buradan çıkınca hiçbirinizin yüzünü görmek istemiyorum. Hukuk öğrencisi birinin mafya vari adamlarla işi olamaz. Ayrıca eklemek isterim ki, okulum bitince hepinizi tek tek içeri attıracağım." Bu şekilde konuşmamın nedeni, onların beni Hera Uysal olarak tanımasıydı. Mantık yürütecek olursak, tüm bu atarım keserim diyalogunun üstüne veliahtların kollarına atlamam saçma olurdu. Bazen gerçekten çok zeki olabiliyordum. Hayır, hayır, bazen değil, ben hep zekiydim.

 

"Tanrıça, eğer istersen, bende dahil buradaki herkesi şu anda bile içeri tıkmanı sağlayabilirim. Yeter ki bana şu gözlerle bakmayı kes."

 

Arem'in bakışları hile yapan birinin bakışlarına benziyordu. Kanmam kolay olacaktı.

 

"İlk Erdem'i içeri atarsan anlaşabiliriz."

 

Kocaman gülümsemişti bana. Yumuşadığımın o da farkındaydı. Herkes Erdem'e olan nefretimi bildiği için gülmemek için kendini zor tutuyordu.

 

"Sen nasıl istersen, Tanrıça."

Onay alınmış olması mutluluk kaynağımdı.

 

"Abi, ciddi olamazsın. Baya baya bu kız için beni içeri atmayacaksın herhalde."

Erdem'in şaşkın suratına gülerek bakmıştım.

 

"Ağlayacaksan oynamayalım, Erdem."

Ekrandaki yüzü bana döndüğünde, sırıtıp göz kırpmıştım.

 

"Kızım, senin ben var ya," diye söze girmekte olan Erdem'in ağzına lafı, ağzıma geldiği gibi tıkmıştım.

 

"Kaderin benim ellerimdeyken, bana yönelik kurmuş olduğun her hakaret, aleyhine yatacağın yıl sayısı olarak geri dönüş yapmakta. Bil istedim."

 

Erdem öfkeli gözleriyle bana baktığında, surat ifademden görebileceği tek şey, onu kudurtmuş olmanın rahatlığı olurdu.

"Biz şu kızı niye kurtarıyoruz? Bırakalım ne hâli varsa görsün." Ona baktıkça gülüşümü engelliyemiyordum.

 

"Aha, beş yıl daha girdi sana."

Doğu ve Batı aynı anda kahkaha attığında, Erdem elini cam masaya sertçe vurmuştu.

 

"Ulan, adamlar haklı, şunun diliyle düşmanlık edenin aklına şaşarım."

Değil mi ya? İşte o akla ben de şaşarım.

 

*

 

Uzun soluklu laf sokmaların ardından, elim kolum sonunda çözülmeye başlamıştı. Taraflar kendi aralarında uzlaşmıştı. Arem' in adamları beni almak için kapıda bekliyorlardı. Planımız başarılı olmuştu ancak ben hiç mutlu değildim bunun için. Ara sıra aklıma gelen, eğer ben onlara bu oyunu oynamasaydım o zaman babamı kurtaramayabilirdik başlıklı teselliler bir nebze olsun içimi rahatlatıyordu. Yine de onlara yalan söylemenin ağırlığı üzerimden hiç gitmiyordu.

 

İçerideki herkesin yüzünde maske vardı. Maskesi olmayan bir ben vardım bir de kafama vuran o şerefsiz Zaza vardı.

 

Onun da zaten yüzünü beni kaçırırken gördüğüm için sanırım gerek duymamıştı gizlemeye.

 

Elim ve ayağım çözülünce her yerimin tutulmuş olduğu sandalyeden önce ayağı kalkıp kendimi bir güzel esnetmiştim. Bir sonraki hareketim ise Zaza'nın ağzından inilti dökülmesine neden olacak kadar güçlü bir yumruğu suratına geçirmek olmuştu.

 

Eee, ben demiştim, elim kolum çözüldüğü an suratını Çin seddi görmüş Türk gibi dağıtacağım diye. Ben Hera Türkeş, biraz sözünün eri, biraz da kindar olan o kadının ta kendisiydim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

Loading...
0%