Yeni Üyelik
20.
Bölüm

🎭 19 KAPLAN SAVAR ÇIĞLIK

@mavimsu_

 

 

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

Bölüm Sözü

 

 

 

 

Karadır kaşların, yalandan var bakışların,

 

 

 

O ki yüreğime izi düşendir.

 

 

 

En acısıdır tüm aşkların.

 

 

H. G. 

 

 

 

(🎭)

 

 

Kaos atmosferinin içinde olsak bile nedense aklıma öldükten sonrası gelmişti. Hani pamuk tıkayacakları mevzu var ya, o işte. Tutamıyordum kendimi. Gülmemem lazımdı ama veliahtlar ve pamuk...Düşüncesi bile çatlatırdı insanı. Gözlerimin önüne gelen görüntüyü aklımdan atmam lazımdı. İki tane vahşi doğanın vahşi canlısı ile karşı karşıya duruyor hâldeyken gülmem diğerleri için tuhaf algılanabilirdi. "Emin ol, şimdiye kadar yaptıkların ile hepsi senin bir deli olduğunu düşünüyor zaten."

 

 

Kafamın içindeki ses, son derece haklı bir konuya değinmişti. Bir insanın iç sesi bile zeki olabilir miydi? Oluyormuş.

 

 

"Mantıklı düşün Hera," diyordum kendi kendime. "Düşünmeye başlıyordum.

 

Düşünüyorum öyleyse varım," diyordum efendim. İşte bu telkinimden sonra içimde bir umut ışığı doğmaya dursundu.

 

Sayımızın çokluğu geliyordu aklıma.

 

Yedi veliaht.Yedi özel eğitimli asker.

 

Bir adet kaçırılmış yüz başı. Ve bir adet ben. Onlar kaç kişi? Sadece iki.

 

 

Olaya şöyle bir mantıklı gözle bakacak olursak, cevap basitti. İçimizden iki üç kişiyi önlerine atmamız yeterliydi. Neticede karınlarını doyurmak için saldıracaklardı. Yani bir adet Erdem ve bir adet Zaza'yı kurban ettirdik mi, Tamamdı. Kafam yine zehir gibiydi.

 

 

"Buradan nasıl kurtulacağımız hakkında mantıklı bir fikri olan var mı?" Mert, bütün sessizliği bozan soruyu gündeme düşürmüştü. Açıkçası diğerlerini bilemesem de benim son derece dahiyane bir fikrim vardı. Hepsinin üstünde gözümü gezdiriyorum ve Erdem'in cevap vermek için ağzını açtığına şahit oluyordum. "Aslına bakarsanız, benim bir fikrim var."

 

 

"Adam mantıklı fikri olan var mı diye sordu. Sen niye lafa atıyorsun, puşt. Sanki mantıklı konuşabilecekmişsin gibi." Bu riski göze alamazdım. Puşt ve Zaza'dan kurtulmanın yolunu bulmuşken kimsenin mantıklı bir plan yapmasına katiyen izin veremezdim. Ben yolumdan dönemezdim. Döndüremezdiler.

 

 

"Kızım yetin sen artık. Gel lan buraya! Kaplanlara ziyafet çektirteceğim seninle." Fazla mı gidiyordum acaba ben bu puştun üstüne diye düşünmeye başlamıştım. Hayır, gitmiyordum! Sadece kindardım ve bir insana kin tutulduğunda nasıl davranılacaksa öyle davranıyordum. Dişe diş, kana kan, kin tuttuğuna kin. Hammurabi kanunları kısaca benim hayat felsefemdi. Düşüncelere daldığım sırada bir şeyi unuttuğumu fark edince gerçekliğe geri dönmüştüm. En son bir puşt tarafından kaplanlara yemin ediliyordum değil mi? Planım tersine tepti. Karmalara geldim.

 

 

Erdem'in hızla üzerime doğru atağa geçtiğini görünce bu koca puştu durdurabilecek kişiden yardım almaya gitmiştim. Arem'e. İki ya da üç adım kadar önümde duran veliahtımın önüne geçip sırtımı Arem'e, yüzümü Erdem'e dönmüştüm. Arem'in elini yön duygumun bana verdiği yetkiye dayanarak tutup, boynuma dolamıştım. Adamı zorla kendimize sarıldırdık, iyi mi? Helal olsun. Bunlar hep hayatta kalma çabalarıydı.

 

 

Arem'in arkasına saklanacak ve yardım dilenecek bir kız asla değildim. Onun yerine yardımı dolaylı yoldan, almayı başarmıştım. Hamlemi gören Erdem bir bana, bir boynuma doladığım kola, bir de sırtımı gövdesine yasladığım adama bakmıştı. Ne oldu canım? En son kaplan diyordun. Yem diyordun. Kaldın değil mi öyle?

 

 

"Bu güne kadar çok düşmanım oldu ama bu kız kadar sinsi, kurnaz, lanet bir düşmana rastlamadım." Teveccühünüz canım. Puştlara layık olmaya çalışıyordum. Erdem'in Arem'i kullanarak kendimi güvenceye aldığımı görmesi geri adım atmasına neden olmaya yetmişti. Sırtımı dağa yaslamış, puştlara rest çekiyordum resmen.

 

 

Kulağımın dibinde sıcak bir nefes hissetmiştim. Sonra o nefes sadece benim duyacağım tonda konuşmuştu. "Kendimi kullanılmış gibi hissediyorum, tanrıça." Niye böyle bir hisse kapıldın hiç anlamadım şu anda veliaht.

 

 

"Gibi mi? Ayan beyan ortada işte, seni kullandım. Hatta sen sormadan ben söyleyeyim, hiç de pişman değilim." Hera Türkeş yaptığı bir şeyi inkar etmezdi. Hera Türkeş yalan söylemeyi de sevmezdi. Veliahtları kandırmaya gelmemiştim. Veliahtları kandıran Hera Uysal'dı. Türkeş bu hikayede son derece masumdu.

 

 

"Senin tarafından kullanılmak güzelmiş." Beni daha çok kendine yaslayıp başımın üstüne bir öpücük kondurmuştu. Bu da deli midir? Nedir? Yüzüne tükürsem "Yarrabi, çok şükür. " diyecekti yakında. Emindim artık bundan.

 

 

"Şimdiye kadar bu kaplanların bizi parçalamak için atağa çoktan geçmiş olması gerekmiyor muydu?" Işık parlaktı. Saçı açık sarı olan konuştuğuna göre, o zaman bu kişi Batı'ydı. Çok doğru bir konuya parmak basmıştı. Kaplanlar sadece duruyordu. Oldukları yerde sadece duruyor ve bizi izliyorlardı. Dertleri ne acaba? Kaplanlar bile bizi takmıyordu. Çıtayı bir hayli yükselmiştik ekipçe.

 

 

"Hayat nasıl gidiyor beyler? Ülkemizi ilgilendiren her olaya bu 14 kişinin gitmiş olması oldukça yorucu olmalı. Artık on beş kişi olmuşsunuz ama neyse." Deyip, kafasıyla beni işaret eden adam, kendisini kurtarmak için geldiğimiz yüzbaşı Mehmet Ali Engin'di. Batı'nın gündemdeki sorusu an itibariyle tozlu raflara kaldırılmıştı.

 

 

Saçlarına ak düşmüş bir adamdı yüzbaşı. Yüzü ise ben ciddiyeti temsilen bu hâle geldim der gibiydi. Nedensizce sözlerinin altında bir imâ varmış gibi hissetmiştim. Sanki bu ekipten ya da en azından ekip içindeki belli bir kesim veya kesimlerden haz etmiyormuş gibiydi.

 

 

Kesinlikle Erdem'e kıl olmuş olmalıydı. Sonuna kadar hak veriyordum ona. Kıl olunmayacak gibi değildi o puşt. "Öyle öyle. Biz olmasak, ülkenin hâli harap olurdu. Malumunuz, sizi de kaçıranlar kaçırana." Evren'in nadir sinirlendiği anlar vardı. İşte şimdi o anlardan birinin içinde arzı endam etmiş bulunuyorduk.

 

 

"Kaç kez kurtardınız bilemem ama, bu kez ben ölürsem en azından veliahtların da benimle bir öldüğünü bilirim. Rahat rahat giderim öteki tarafa. Bir tek askerlerime yazık olur işte." Mehmet Bey, eli ile tek sıra hâlindeki yedi özel eğitimli asker olan Kalkan Timini göstermişti. Ben de zaten yoktum.

 

 

Adamın ilk başta ki sözlerinden boşuna bir art niyet sezmemiştim. Birilerine karşı haz duymuyordu. Bu hazımsızlığın nedeninin ise veliahtlar olduğu açıkça ortaya çıkmıştı. Hazımsızlığa iyi gelen bir tarif biliyordum. Söylesem mi acaba?

 

 

"Arem, bu adam sizi sevmiyor gibi." Kafam onun göğsüne yaslı bir hâldeyken, başımı kaldırıp veliahta sorumu yöneltmiştim.

 

 

"Bizim de onu sevdiğimiz pek söylenemez, güzelim." Kulağıma doğru eğilip söyledikleri ile zaten veliahtların adama karşı olan tepkilerinden de çıkardığım bir gerçeği, önüme serip doğrulamamı sağlamıştı.

 

 

"Ee o zaman ne diye kurtarıyorsunuz onu?" Nesiniz siz, iyilik melekleri mi? Charlie ve Melekleri VS Arem ve Melekleri. Tarafımız belliydi.

 

 

"Çünkü eşi ve çocukları, elimizi kolumuzu bağlıyor. Ha bir de! Bizden pek hoşlanmasa da iyi bir asker. Bazen ülken ve vatandaşların için kendinden ödün vermen gerekebilir, tanrıça." Arem'in uzun uzun yaptığı açıklama ile dedim ki, bunlar hakikaten Arem ve melekleriymiş.

 

 

Veliahtsınız siz, kendinize gelin. Vallahi bunların yerinde ben olsaydım, kendim için ayrı, egom için ayrı kimlik çıkartırdım. Bu kadar iyi ve düşünceli olup, üstüne Dünya'yı yönetiyor olmaları oldukça tuhaftı. Daha önce hiç Dünya'yı yöneten ama ponçik bir kalbe sahip olan birilerini görmemiştim.

 

 

Şüpheci ve kuşkucu bir karakterim vardı. Hera Türkeş, şüphe duyduğu hiçbir şeyden şimdiye kadar yanılmamıştı. Çok iyiydiler. Mümkün bile olamayacak kadar iyiydiler, hem de. O kadar iyiydiler ki, bana bile kendimi kötü kalpli biriymişim gibi hissettiriyorlardı bazen. Bu işte bir terslik vardı. Bir tuhaflık vardı. Bulurdum bu tuhaflığı bulmasına ama, korkuyordum. Yaşayabileceklerimin ağırlığından çok korkuyordum.

 

 

"Aman siz de iki dakika boş bırakılmaya gelmiyorsunuz. Hemen saldırın birbirinize. Bu ne öfke, ne sinir!" Kendisi Dünya'nın en mükemmel insanı ya tabii yadırgadı içeridekilerin sinirini, öfkesini.

 

 

Robot sesin sahibin bulunca, üzerinde test etmem gereken birkaç tekme ve tokadım olduğundan ona gününü göstermeyi kafama kazımıştım. Belki saçını da çekerdim. Kimse kusura bakmasın ama, babam her ne kadar tekme ve yumruklarımı geliştirmem için beni eğitmiş olsa da, içimdeki o çirkef yanım her fiziksel kavgaya girdiğinde ortaya çıkıyordu. Saç baş yolmak genimde vardı. Yapacak bir şey yok.

 

 

"Sen yine geldin mi?" Demişti Doğu dış sese.

 

 

"Hiç gitmedim, hep buradayım." Diye karşılık vermişti dış ses. Sesinde garip bir ton vardı. Ilımlıydı. Düşmana karşı ılımlı olmak mı? Dış ses değişikti.

 

 

"Bu kadar güldük, eğlendik yeter. Şimdi oyun oyun diye tutturduğun, her ne ise söyle de bir an önce kurtulayım şu veliahtlardan." Mehmet Bey'in yaptığı son derece cesur bir hareketti. Şahsen, bu hayatta veliahtlara rest çeken birini, bir tek yüzbaşı Mehmet Bey'e baktığımda görüyordum, bir de aynaya her baktığımda.

 

 

"Ben yukarı çıkarken, dedim en başından bu adamı niye kurtarıyoruz? Diye ama Yavuz tutturdu kurtaralım da kurtaralım. Babasını kaçırsalar bu kadar ısrar ederdi." Erdem'in sert sesi içeride yankılandığında, verdiği tepkiyi çok görmek istesem de Yavuz'a bakmamıştım.

 

 

"Erdem, o zaten benim babam." Yavuz ve Mehmet Bey baba oğulmuymuş? Normalde yerdim de normal olan son şey bile Yavuz değilken zor yerdim. Veliahtlara ise afiyet olsundu. Şaşırma Hera. Şaşırma. Yavuz gibi yüzsüzden ancak bu beklenirdi zaten.

 

 

"Lan senin baban bu muydu? Ben bir önceki sanıyordum." Erdem'e beyin nakli şart olmuştu.

 

 

"O Ali Alkan'dı. Benim babam Mehmet Ali Engin kardeşim." Yavuz'un sesi bıkkındı.

 

 

"Kaç kere dedim sana bunlara kardeşim diye seslenme Yavuz. Bunlardan kardeş değil kaleş olur." Vups! İşte bu çok ağır olmuştu. Tüylerim diken diken oldu. Ani çıkışı bana da bana da süpriz olduğundan ağzım açık kalmıştı resmen.

 

 

"Lan ne diyorsun sen şerefsiz." Evren ilk tepkiyi vermişti bile. Hatta yerinden fırlamış ve Mehmet Bey'in üstüne doğru hızla atağa geçmişti. Ancak Mert ve Hazar, Evren'i tutarken Yavuz'un ekibi de Mehmet Bey'i koruma kalkanı arasına alıp silahlarını Evren'e doğrultmuşlardı.

 

 

Buyurun gelin cenaze namazına!

 

 

Evren'e silah doğrultulduğunu gören Batı, Mert, Hazar ve Erdem de uzun zamandır belerinde duran silahlarını çıkarıp, Kalkan ekibini hedeflerine almıştı. İki kişi çok sakindi. Liderler. Onların sanki bu durum umrunda bile değildi. Ya da belki de umursamazlıktı karakterleri.

 

 

Veliahtların Lideri Arem Barkın ve Kalkan Timinin lideri Yavuz Bey, an itibariyle ekiplerinin birbirine olan ani düşmanlığını seyretmek zorunda kalmışlardı. Mehmet Bey bir geldiniz, pir geldiniz. Resmen ortama neşe serdiniz. Acaba şimdiye kadar nerelerdeydiniz? Kaosla beslenen bedenim için görmek istediğimiz hareketlerdi bunlar. Ben ve kaplanlar, halimizden son derece memnunduk. Kaos! Kaos! Kaos!

 

 

"Hemen silahlarınızı indirin. Ne zamandan beri askerlere silah doğrultur olduk biz?" Arem'in son derece haklı çıkışına veliahtların karşı çıkmasını bekliyordum ama hiçbiri Arem'e itiraz etmemişti, hatta ilk lafında silahlarını indirmişlerdi. Liderlerine son derece sadıklardı.

 

 

"Kalkan Timi, silahlarınızı indirin." Yavuz'un ekibi de veliahtlara rakip olacak bir hızla emri alır almaz silahlarını indirmişlerdi. "Kalkan yerine geç! " Ve yine itaat edip hepsi senkronize bir şekilde eski yerlerine geçmişlerdi. An itibarıyla benim eğlencem bitmişti.

 

 

"Ahhh, yeter bu kadar Bey'ler, benim oyunumun sırası gelmedi, sizin bitmek bilmeyen atışmalarınız yüzünden." Dış ses haklıydı, ağaç etmiştik onu da.

 

 

"Oyunuma geçiyorum artık."Kimse ses etmeyince devam etmişti.

 

"Görmüş olduğunuz iki kaplanım da son derece sakin ve uysaldırlar. Ancak almış oldukları eğitim sonucunda ıslık sesine karşı hassastırlar. Islık sesini duydukları an içlerinden bir canavar çıkar ve gözlerine kestikleri herkesin etini kemiklerinden ayırırlar. Biraz sonra geri sayım başlatılacak ve ben bir tuşa basacağım. Anlayacağınız üzere bu ses ıslık sesi olacak." Kaplanların üzerinde gözlerimi gezdirdiğimde sertçe yutkunmuştum. Aman da aman hanimiş cici kediler?

 

 

"Oyunumdan nasıl kurtulursunuz bilmiyorum, ama izlemesi eğlenceli olacak. Hadi, size iyi eğlenceler."

 

 

Siktir! Siktir! Siktir! Ulan, böyle oyun mu olurdu? Bu ne biçim oyundu? Sesi durdurmak için bir şey yapmamız lazımdı. Tamam, buldum, Erdem'i kurban ediyoruz. Hatta Erdem'i alan kaplana bir Zaza da bedava diyor, onu da diğerine hediye ediyoruz. Nasıl fikir?

 

 

"Sesin geldiği yeri bulmak lazım. Kırar ya da bozarsak ıslık sesini engelleyebiliriz." Mert durumu çabuk kabullenmiş gibi görünüyordu.

 

 

"Ya da bir çılgınlık yapıp üzerinizde süs gibi duran silahları kullanabilirsiniz." Bence isyanımda son derece haklıydım. Zaten beni bilirsiniz, ben hep haklıyımdır. Tabii dış ses isyanıma karşılık vermeseydi.

 

 

"Aa, Hera Hanım, hatırlattığınız çok iyi oldu. Ben de neyi unuttum diyordum. Beyler, silah ya da benzeri bir şey kullanırsanız, boom olursunuz." Ben, benim ağzıma küreğin sapıyla vuram, vuram da kıram.

 

 

"Silahlarımızı kullanamama nedenimizi öğrenip, çirkin cadının içini rahatlattığımıza göre, ne yapabileceğimiz hakkında bir fikri olan var mı?" Puşt konuşmuştu yine. Sesini duyunca sinir kat sayım tavan yapıyordu. Bir de bana laf sokarak konuşuyordu. Puşt işte ne olacak?

 

 

"Benim var?" Sesim içeride yankılanmıştı.

 

 

"Neymiş planın tanrıça?" Arem'in sesi yakınımdan gelmişti. En son Erdem'e karşı onu beni koruması için kullanmıştım. Şimdi ise olur da kaplanlar coşarsa diye yanından ayrılmıyordum. Her türlü Arem'i iliklerine kadar sömürecektim.

 

 

Benim soyum, sopum, sülalem, yedi ceddim, hepsi son derece rahat diyen Arem, dakikalar sonra mışıl mışıl uyuyan iki kediciğin, canavar olup; hepimizin ebesini bize tersten göstereceğini pek takmıyor olmalıydı.

 

 

"Kurban vereceğiz." İçerideki herkes bana tip tip bakarken Arem gülmüştü.

 

 

"Dur tahmin edeyim. Erdem'i vereceğiz değil mi?" Gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı. Kafamı yukarı kaldırıp gözlerimi gözlerine çıkarmıştım.

 

 

"Nerden bildin ya?" Erdem'in ağzının içinde bir şeyler homurdandığını duysam da çok takmamıştım.

 

 

"Hiç öyle aklıma geldi birden." Gözleri ışıl ışıldı Arem'in. Benimle konuşmak hoşuna gidiyordu.

 

 

"Ee, verecek miyiz kurbanı?"

 

 

Arem gülüp kafasını kulağıma iyice yaklaştırmıştı.

 

 

"Fikrini aklımın bir ucuna yazdım, güzelim. Eğer başka bir çaremiz kalmasa, bunu yaparız, olur mu?"

 

 

Kafamı olumlu anlamda aşağı yukarı sallmıştım. Lütfen, başka bir çaremiz kalmasın...Allah'ım, duy sesimi.

 

 

Arem ile daldığımız sohbetten bizi ayıran Batı'nın sesi olmuştu. "Cinsleri en vahşi kaplan türü olan Sibirya kaplanı. Bir Sibirya kaplanı bir insanın sekiz katı daha güçlüdür. Elimizde iki Sibirya kaplanımız var. Burada ise tam olarak on altı kişiyiz. Yani kişi başına düşen güç fazlalığı bire düşüyor."

 

 

"İkizimin dediklerine ekstra olarak eklemek istiyorum ki: onlara karşı hiç şansımız yok. Hele ki eğitim almışlarsa hiç yok, hem de. Ormanın asıl kralı onlardır. Aslan mevzusu hikaye."

 

 

İkizler salaktı. Hayır, ikizler zekiydi. İşte bunun ortası yoktu. Hem salak hem zekiydiler.

 

 

"Doğu haklı. Kaplanların daha ağır, daha iri ve genel görünüş olarak daha heybetli olması bile aslanlardan daha güçlü olduklarının kanıtıdır. Aslanlar sosyal hayvanlar olup hep sürü avlanırken, kaplanların hep tek başına av ve kavgalara girmesinden ötürü teke tek mücadelede üstün gelme olasılığı daha yüksektir. Ayrıca, kaplanların aslanlardan daha çevik olması bile ormanın asıl kralını kaplanlar kılar."

 

 

Batı'nın sesi içimde yer edinen korku hissiyatını giderek arttırıyordu. Ölümün de hayırlısı diye boşuna demiyorlardı. İki vahşi hayvan tarafından parçalara ayrılarak öldürülmek belki de yaşayabileceğim ölüm şekillerinin en sancıllısı olurdu.

 

 

"Yani, buradan çıkarmamız gereken sonuç, bu kaplanların az sonra bizi çiğ çiğ yiyeceği yönünde olmalı. Öyle mi?"

 

 

Evren'e sonuna kadar katılıyordum. Hepimiz gidiciydik. Hem de öteki tarafa gidici.

 

 

"Ben hâlâ bu adam için öleceğim düşüncesini kaldıramıyorum." Hazar eli ile Mehmet Bey'i göstermişti. Ancak Mehmet Bey, ondan beklenilenin aksine cevap vermek yerine susmuştu. Sanırım adam son duasını etmek ile meşguldü. Karışmayalım o hâlde. Rahat rahat etsindi.

 

 

"Ben ise hâlâ ıslık sesinin geleceği yeri imha edelim ve kurtulalım diyorum." Tek çözüm yolu bu olduğundan içerideki herkes Mert'e katılmıştı.

 

 

Her odada bulunan ve robotik sesin bizimle iletişim kurmasını sağlayan, duvara sabitli diafonun olduğu yeri kestirmiştik gözümüze. Arem'den aldığı komut üzerine Mert, diafona doğru ilerlemişti. Elini kutuya attığı an ise yüksek sesli bir yakarış çıkmıştı ağzından. Onun haykırışı üzerine Arem de dahil olmak üzere herkes yanına gitmişti hızla.

 

 

Kaplanlar bile "Ne oluyoruz lan?" diyip yerlerinden fırlamıştı. "Bir şey yok, bir şey yok" diyerek iri yarı kedicikleri uzaktan uzaktan yatıştırıp, herkes gibi Mert'in yanına doğru adımlamıştım ben de.

 

 

"Kutuya dokunmayın çünkü elektriği yersiniz." Dış ses tekrar konuşunca burnumdan solumuştum. Mert ise dış sese dışından hakaret etmek ile meşguldü. Elini tutup salıyordu. Elektrik çarpan bölge yanmış olmalıydı. Kaplanlara dediğim gibi, gerçekten bir şey yoktu. Alt tarafı elektrik çarpmıştı Mert'i. Sanki nedir?

 

 

"Sesi engelleyemeyeceğimizi öğrendiğimize göre başka fikri olan var mı?" Yavuz komutana evet bir fikrim var demeyi çok istiyordum ama söylemek yerine uygulamalı gösterecektim. Mert sağ olsun bana çözüm yollarını sunmuştu.

 

 

Beynim, olay anında zekice çalışırdı. Sanki bir muamma çözmek için dizilmiş gibi işlerdi. Adeta bir pusula gibi, olayın içinden çıkış yollarını gösterirdi. Her bir olasılığı titizlikle değerlendirmiş olmam bundan kaynaklıydı. İlk önce, durumu bütünüyle anlamaya odaklanıyordum. Sonra, geçmiş deneyimlerimden yararlanarak benzer durumlarda nasıl davrandığımı hatırlıyordum. Geçmiş deneyim...Mert'in iki dakika önce attığı çığlıktan başkası olamazdı. Analiz yeteneğim, detayları dikkatlice incelememi sağlıyor ve her birini birleştirerek bir çözüm bulmamı kolaylaştırıyordu. Çözüm artık zihnimde yer edinmişti.

 

 

Daha kimse başka bir fikri olduğunu söyleyemeden geri sayımı başlatmıştı dış ses. Haydi bakalım başlıyorduk. On, dokuz, sekiz, yedi... Diafonun yanına doğru yaklaşmıştım.

 

 

Altı, beş... Arem ve Mert beni korumak için olsa gerek yanıma gelmişlerdi.

 

 

Dört, üç, iki... Herkes gardını az sonra çıkacak olan vahşet için almıştı.

 

 

Ve bir, ve sıfır. Islık sesi ile aynı anda çok daha güçlü, çok daha kuvvetli bir ses almıştı kulaklarımı. Benim sesim. Benim çığlık sesim.

 

 

Mert'in elini elektrik çarptığında çıkardığı yüksek sesli haykırış ile gözüm kaplanlara kaymıştı. Sadece uykularından sıçramak ile yetinmişlerdi. Buradan anlamıştım zaten ıslık sesi haricinde herhangi, yüksek volümlü sese, sadece bir kedi gibi tepki verdiklerini. İşte o zaman ne yapmam gerektiğini anlamıştım.

 

 

Islık sesi durunca bende bağırmayı bırakmıştım. Ruhumu teslim eder gibi çığlık atarsam olacağı buydu. Boğazım şimdiden ağrımaya başlamıştı. "Lütfen bana o çığlık sesini korktuğun için attığını söyle çirkin cadı. Eğer bu bir plansa ve bu plan sana aitse, ben de bir daha seninle düşmanlık etmem."Erdem'e sert bakışlarımı çıkarmıştım. Boğazım acıdığı için yüzümü buruşturmuştum.

 

 

"Bana baksana sen! Oradan bakınca korkunca çığlık atacak birine mi benziyorum?" Elimle kendimi işaret ettiğimde hızlı hızlı kafasına hayır anlamında sağa sola sallamıştı.

 

 

"Bu kızın olay anında ortaya çıkan stratejik bir zekaya sahip olduğu açıkça ortada." Boğazımın ağrısından çok anlamasam da sanırım Hazar beni övmüştü az önce. Ya da onun gibi bir şey demişti.

 

 

"Kaplanların çığlık sesine karşı sadece uykularından sıçramak ile yetineceklerini nereden bildin güzelim?"

 

Mert yanıma doğru gelip, kafasını yüzüme eğdiğinde onun suratına sırıtarak bakmıştım.

 

 

"Senin elektrik çarptıktan sonra attığın çığlığa, sadece yerlerinden sıçramak ile yetinmelerinden bildim Mert. Nereden bilecektim başka." Gözleri şaşkınlıkla açıldığında bir şeyden emin olmuştum. Eğer karşısındaki kişi ben değil de bir başkası olsaydı kesin yedi sülalesine düz giderdi.

 

 

"Yok bu kız gerçekten zeki." Yüzünü benden alıp diğerlerine doğru dönmüştü.

 

 

"Hem zeki hem de kurnaz. Sanırım sevmeye başladım."

 

 

"Al benden de o kadar." Yönlerden beklenmedik hareketlerdi bunlar.

 

Eyvallah onurlandırdınız beni.

 

 

Gözlerimi Arem'e çevirmiştim. Gurur vardı gözlerinde. Bunu anlamak zor değildi. Benimle ya da daha doğrusu zekamla gurur duyuyordu. Sanırım o da içeridekilerle aynı şeyi düşünüyordu.

 

 

"Arem, bir alt katta sana deli bu kız bununla olmaz demiştim ya, ha! İşte onu geri alıyorum. Sen zaten Dünya üzerinde sadece bu kızla olabilirmişsin gibime geliyor artık." Evren'e de bakın siz. Nasıl da şekil değiştiriyor. Adam olun böyle hepiniz. Ben bile bazen yapabileceklerimden korkuyorken çok ayak altında dolanmayın derim.

 

 

"Tebrikler Hera Hanım en az diğerleri kadar bende şoktayım. Hayran olası bir aklınız var." Düşman bile hayran kalmıştı bana. Neyim ben? Tanrıça falan mı?

 

 

Herkes gözlerime gurur ile bakıyordu. İçlerinden iki kişi ise hem gurur hem de hayranlıkla bakıyordu. Arem ve Yavuz.

 

Derin nefes alıp vermiştim. Bazen sadece gitmek isterdin. Yalancılar ve yalandan olma bakışlarından kaçıp gitmek isterdin. Tıpkı şu an olduğu gibi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%