Yeni Üyelik
22.
Bölüm

🎭 21 KANLANMIŞ KALP

@mavimsu_

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

(🎭)

 

 

Bölüm Sözü

 

Riyakar olma, yakışmaz bunun adı sevda,

 

Canhıraş şu hâlime bir bak, döndüm meftuna.

 

Bir vaveyla çıktı sonra yaramdaki ağızdan,

 

Mehlika bir kadının aşkı sebep oldu buna, ondan.

 

 

 

(🎭)

 

Yemediğim koskoca masada sadece tabak, kaşık, çatal takımı kalmıştı. Mideme sorarsam hâlâ aç olduğunu söylerdi. İçerde hayvan mı besliyoruz? Besliyorsak, benim niye haberim yok? Bugüne kadar niye çıkmadı ortaya da şimdi çıkası tutmuştu? Bu hayvanın hiç bilmiyordum. Bildiğim tek şey doymadığımdır.

 

Doymamış olabilirdim fakat ben şahsına münhasır bir hanfendiydim. Doymuş gibi yapmakta bir maruz görmüyordum efendim. Sırtımı sandalyeme yaslayıp bakışımı tabağımdan kaldırıyorum. Hani şu pirzola dolu olan tabağımdan. Bakma bana öyle, içimi yakıyor leziz yerlerin.

 

"Bir an hiç doymayacak sandım." Boyama kitabı konuşmasın, tepem atı veriyor sonra. Hayır hanımefendi, biz sizin gibi etin üçte birini bıçakla kesip, kestiğimiz kısmı yazıktır günahtır demeden milim-milim ağzımıza atıp daha yediğimizin tadına varamadan; elhamdülillah çok şükür bugün de doyduk demek yerine, karnımızı doyuruyoruz diye mi? Bu tavırlar.

 

"Lan o cümlenin hepsini tekte nasıl söyledi bu kız?" Bir dakika ne? Hayır ya, olamaz! En son psikoloğum ile bu sorunumu düzelttik diye hatırlıyordum . Bazen içimden söylediğimi sandığım şeyleri yüksek ses ile dile getirebiliyordum. Ne yazık ki bunun farkında bile olmuyordum. Eğer bunu Doğu, dile getirmiş olmasa yine farkında olmayacaktım.

 

İnsanlar beni patavatsız, aklına geleni kimin incip kimin kırılacağını düşünmeden söyleyen biri olarak görüyorlardı. Aslında böyle biri değildim. Bende Dünya üzerinde yaşayan her insan gibi kırıcı sözlerimi içimden söylerdim. Tek farkla! Bazen içimden söylediğimi sandığım bir takım sözlerimi dışımdan söylemiş olabiliyordum. Bu özelliğim beni yalnız kalmaya mahkum ettiğinde psikolojik destek almaya karar vermiştim. Yaklaşık olarak iki yıldır da böyle bir durum ile karşılaşmamıştım. Şimdiye kadar.

 

"Çirkin cadı'nın az önceki repliği ile Bihter Ziyagil'in her bakımdan yetersiz olduğunu düşünüyorum. Repliği kıyasıya kapışır." Erdem'in bahsettiği meşhur replik sanırım, "Tabii siz anneleri tarafından size emanet edilen çocuklara her bakımdan yetersiz gördüğünüz bir kadının annelik etmesine şiddetle karşısınız ama..." Bihter Ziyagil repliğinden başkası değildi. Hakkı da vardı bunu söylemekte. Zaten canına yandığımın Dünya'sında kıyasıya yarışmadığım bir Bihter kalmıştı.

 

"Aman ne goy goy yaptınız. Çok yiyorum ya da hızlı konuşuyorum, ne olmuş? İtirazınız mı var?"

 

Hepsinin üzerinde bakışlarımı tek tek gezdirmiştim. Kaşlarımı çatmış, kollarımı birbirine dolamış bir hâldeydim. Bu saatten sonra itirazı olana ben bile acırdım artık. Kimsede çıt çıkmadığına göre tehdidim gerekli mercilere ulaşmış olmalıydı. Ya da Arem Barkın Soykamer'den de çekiniyor olabilirlerdi. Hepsi önce bana, sonra Arem'e bakıp sustuklarına göre kesinlikle asıl korktukları kişi bendim. Aksini iddia eden etmesindi.

 

"Ee Hera'cım, daha daha nasılsın?" Sevgili görümcemin yine yağ çekme saati gelmişti galiba.

 

"İşte iki tane aptal sarışın, bir tane puşt, bir tane Allah'ın cezası, bir tane telefon manyağı, bir tane nefes alsam dibimde biten kardeşin ve son olarak normal; sıradan yurdum insanı ile nasıl olunacaksa öyleyim canım." Her laf soktuğumu elimle görümceme taktim etmiştim. Normal insan olarak Evren'i gösterdiğimde Elena gururla gülümsemişti. Nişanlısı Evren'in zararı dokunmamıştı bana ne yapsaydım? İnkar mı etseydim?

 

"Ucuz yırtı sayıyorum kendimi." Şimdilik öyle sayabilirsin Evren. Veliahtların nerede, ne zaman, ne yapacağı belli olmuyordu. Yanlışı olursa üstünü o zaman çizerdik biz de.

 

Gözlerimi, ben buranın lideriyim dermişcesine baş köşede oturan veliahtıma çevirdiğimde gülümseyerek beni seyrettiğini görmüştüm. Bazen diyordum ki, acaba ben bu adam için kralın şakrabanı gibi bir şey miydim? Öyle de olabilirdim aslında. Hayatında hiç gülmediği kadar bana gülüyordu. Hatta çoğu zaman varlığım bile onu güldürmeye yetiyordu. Bugün de palyaço olduk iyi mi?

 

"Ben niye Allah'ın cezası oldum ya?" Hayatımda daha basit, cevabı olan soruyu çok az duymuşumdur. Sen Allah'ın cezasısın Mert, Allah'ın cezası olmandan ötürü. Umarım yeterince açıklayıcı olmuştur.

 

"Açıkçası bende telefon kısmını kabul ederim de, manyak kısmında itirazım var." Hiçbir manyakta "ben manyağım" demezdi. Fakat bu manyak oldukları gerçeğini değiştirmiyordu, sayın dövmeli telefon manyağı Hazar.

 

"Bize resmen aptal sarışın dedi. Alındık! Gücendik!" Yönlere bazen aynı anda konuşma perileri geliyordu. İlk başlarda bu hâllerine bir hayli şaşırırsam da artık normal karşılıyordum. Aptal ve sarışın olan bu iki dangalağa şaşırmamam gerektiğini öğrenmiştim.

 

"Siz yine iyisiniz, benim adımı puşta çıkardı. Hayır, bazen puşt yerine Erdem diye sesleniyor, aramızda benden başka Erdem olmamasına rağmen üzerime alınmıyorum. Beni bile alıştırdı puşta." Böyle dedin ya puşt, içimde bir yerde bir şey koptu sanki. Çok üzüldüm. Çok acıdım. Böyle bir acıyı sana nasıl yaşatırım dedim ve sonra uyandım.

 

Hepsine iğreniyorum sizden bakışı atıp, tekrar önüme dönmüştüm.

 

Evin çalışanları masayı toplamaya başlayınca biz de yavaş yavaş yerlerimizden kalkmaya başlamıştık. Evin kocaman bahçesinde harika bir oturma alanı vardı. Yuvarlak bir şekilde dönen oturma grubunun tam ortasında, yuvarlak mermer taşının; etrafını çevirdiği ateş ortamı ısıtıyordu. Yine de dışarı çıkmadan önce Elena biz kızlar için üç tane şal istemişti.

 

Yanım, Arem'in yanıydı. Ona karşı ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Özellikle o itiraflardan sonra, onun için Melisa'nın ne denli önem teşkil ettiğini bir kez daha anlamıştım. Sırf onun için, sırf o kızla yüzümüz benziyor diye, normal şartlarda öğrendiği an oracıkta öldüreceği türden bir ihaneti sineye çekmişti. Arem'e karşı içimdeki hissin sadece beğenme ve hoşlanma boyutunda olduğunu biliyordum.

 

"Ee Beyler, anlatın bakalım. Sizi apar topar buraya getiren sebep tam olarak ne?" Elena, veliahtların yaptıkları işe tam olarak hakim olmayan kesimden biriydi. veliahtlara soracak olsalar, bu onun güvende olması için bir şarttı. Bana soracak olsalar, tüm bu olanlar birer saçmalıktı.

 

Elena'nın utanmasa içine girecek olan sevgili nişanlısı Evren, onun sorusunu yanıtsız bırakmamıştı. "Kızılım, anlatım ya sana kız istemeye geldik diye." Derin bir nefesi içime çekmiştim. Başladı yine benim mesai.

 

"Evren, dalga geçmeyi keser misin hayatım? Ciddi bir şey sordum burada." Kızıl bir alev topu. Sana girse güzel olmaz mıydı? Ha Evren! Söyle bana, güzel olmaz mıydı?

 

"Canım, bende son derece ciddi bir şekilde cevap verdim ya işte." Evren'in sözlerinin eninde sonunda bana dokunacağını bildiğim için susma hakkımı kullanmaya devam ediyordum.

 

"Kimi istediniz? Ve kime istediniz?" Sarışınlar için genel bir söylenti vardı. Onlar için aptal ya da saf derlerdi. Bence yanlıştı. Ben kızıllardan daha çok şüphe etmeye başlamıştım. Elena sağ olsundu.

 

"Çirkin cadıyı, dağ gibi kardeşine isteyip başını ilelebet yaktık. Affet bizi Elena'm." 1 Mississippi, 2 Mississippi, 3 Mississippi...Bunlar hep dış minakların sebep olduğu şeylerdi. Yoksa koskoca Türkeş, bir puşt ağzını her açtığında sinir krizi geçirmezdi. Geçiremezdi.

 

"Suskunluğum asaletimden değil, burdan kalkarsam katil olacağımdandır puşt." Utanmadan bir de elini teslim olur gibi havaya kaldırmıştı. Sakinim. Değilim. Sakinim. Değilim ulan! Tahmini dış minaklar sabrımı sınamayı ne zaman bırakacaklardı acaba? Kendi soruma kendim cevap veriyordum, siyasetçiler her başarısızlıklarını dış minaklara atmayı bıraktıkları zaman. Yani hiçbir zaman.

 

"Yalan mı kızım? Arem'e istemeye geldik ya seni?" Bak! Bak! Hareketlere bak! Adam yalan atmıyordu, adam komple yalan olmuştu.

 

"Yalan. Hem de külliyen olanından." Kafamla ona ha siktir lan oradan! İşareti atmıştım.

 

"Biri buraya neden geldiğinizi doğru dürüst açıklasın artık." Kızıl görümcem alev almıştı. Patladı patlayacak gibi duruyordu. Mümkünse puşta doğru patlasındı. Şu saatten sonra kimseye gelin, görümcesini yolmuş dedirtmek istemiyordum.

 

"Söyledim ya kızım, istemeye geldik diye." Şurdan şurası yani çok bir mesafe yoktu. Neticede uçarken zorlanacağımı sanmıyordum. Yerimden fırlamış, uçmak için kanat açmıştım ki, Arem olacak o herif beni kolumdan tutup tekrar yerime oturtmuştu. Kanat açmama izin vermediği yetmezmiş gibi bir de beni kanatları altına almıştı.

 

O bir Kamer. Kamer kartının özelliği: bulduğu her fırsatı kaçırmamasıdır. Bu kartı fırsatçı olduğunu düşündüğünüz arkadaşlarınıza yollayabilirsiniz. Bu kart size karşı mı kullanıldı? İşte o zaman, bundan banane!

 

"Doğru diyor, istemeye geldik Elena'cım. Karşındaki bu puşt için ar, şeref, namus, onur hepsinden istemeye geldik. Yazıktır. Puşt geldi, puşt gidecek, yoksa." Hera topun gerisinde, top şimdi Hera'da. Hera! Heraaaa! Heraaaaaaaa! Kaleye bir şut ve top ağlarda, sayın seyirciler. Müthiş bir gol. Müthiş bir sokuş. Kalede puşt vardı. Puşt seri üzgün. Çünkü girdi. Çünkü çok pis girdi. Hera skoru kaç sıfır yaptı, biz de saymayı bıraktık.

 

"Lan, bu kızdan her eve lazım. Çatladım gülmekten." Hazar çok fazla sosyal medyada zaman geçiriyor olmalıydı. Yoksa koskoca veliahtın çok fazla güldüğünü belirtmek için "çatladım" demesi normal karşılanamazdı. Tek temennim, günün birinde yüzüme karşı zort dememesi yönündeydi. Sıkardım kafasına evelallah. Kimse benden sakin olmamı beklemesindi.

 

"Yok artık, alıştım biliyor musun? Koymuyor."

 

"Zamanında çok koydum ondan herhalde." Bir kez daha kahkaha tufanı. Sıkı sıkı kollarımla sarıldığım Arem bile gülmekten nefessiz kalmıştı. İşin ilginç yanı, komik olmak için ya da laf sokmak için konuşmuyordum ben. Aksine, sevmediğim insanlara karşı yapım her zaman gardını almış olarak dururdu. Erdem'i sevmiyordum. O yüzden ona karşı hep bir gardım vardı. Tabii ki, puşt puştur ilkesinden yola çıkarak hem gardım hem de garezim olabilirdi. İtirazım yoktu bunun için.

 

"Arem, sen bunlar gibi değilsin. Bana yalan söylemezsin. Buraya gerçekten ne için geldiniz?" Burada oturmuştum. Kimseye ne zararım dokunmuştu, ne de lafım ama oturduğum yerde, görümcem tarafından bu da olmuştum yalancı da. Seni telefonuma "GÖRÜMCEK" diye kaydetmezsem bana da yazıklar olsun. Hain görümce.

 

"Burada halletmemiz gereken birkaç işimiz vardı, ondan geldik." Al bakalım, görümcek, yalan söylemeyen kardeşin tatmin etmiştir umarım seni cevabıyla. Psikolojimi Kamer'lere kurban ediyordum resmen.

 

"Bu kız niye burada o zaman?" Bak, yine bu olmuştum. İçim yanar, içim kanar. İsyaaaan! Sen sor diye! Yanlarına aldılar beni, Lara Hanım oldu mu? İçin rahatladı mı? Kenafir gözlü sinsi şeytan seni. Ne oldu, Arem'i mi aldım elinden? Ay, al, senin olsun anam sanki isteyen var.

 

Lara, geldiği andan beri Arem'e anlamlı anlamlı bakıyordu. Arem ne zaman bana baksa olduğu yerde kuruluyor, bana dönüp kinle bakıyordu. Tıpkı şu an olduğu gibi.

 

"Adım Hera! Hera! Bak, dur, senin seviyene göre konuşayım, heceleyerek. He-Ra! Çok zor olmasa gerek." Lara gözlerini öfkeyle kısarak bana bakmıştı.

 

Her zaman değil, her daim heceleyerek...

 

"Bana diklenirken dikkat et, eğer tepem atarsa seni elimden Arem bile alamaz." Arem'in kolları arasından sıyrılmıştım. Sırtımı koltuğa yaslayıp kollarımı birbirine dolamıştım. Gözümün hedefinde Lara vardı. Bir bacağımı diğerinin üstüne atıp sırıtmaya başlamıştım. İşte şimdi başına dert aldın küçük hanım. Bu Hera Türkeş'in en deli karakterine ait bir sırıtmaydı.

 

"Tepen ne olursa olsun atmasın sarı şeker. Yeminim var, hemcinsime dokunmayacağım diye. Tepenin tası attığı an, bil ki seni o tasta çoktan boğmuşumdur. Bana yeminimi bozdurma."

 

Ortam fazlasıyla sessizdi. Bu esmer bomba ve sarı şekerin çetrefilli düellosuydu. Kimsenin bu atmosferin içine bodoslama dalacağını sanmıyordum. Gözümü kırpmadan kadrajıma aldığım baş düşmanım ile aramızdaki bakışma öylesine bir hâl almıştı ki, sanki birazdan kovboy filmlerinde uzun süreli bakışmanın ardından rüzgarın peşinden sürüklediği çalıyı ortamızdan geçerken göreceğiz gibiydi.

 

"Kendini çok önemsiyorsun. Aşırı egoist ve yılan dilisin. Dur, tahmin edeyim, seni hiç sevmediler değil mi? O yüzden bu denli ben merkezci, zavallının tekisin." Vay sarı şeker! Vay! Nasıl nokta atışı yaptı sen öyle? Normal şartlarda bu sözlere kırılmam ve incinmem gerekiyordu. Ben ise hâlâ sarı şekerin yaptığı tespit gibi tespite kalmıştım. En kısa zamanda benim de analiz üzerine profesyonel ders almam şart olmuştu. Herkes nokta atışı yaparken ben geri kalıyordum. Olmaz ki böyle.

 

Sen analizde iyi olabilirsin ama ben de oyun oynamakta iyiyim, sarı şeker. Hazırsan başlıyorum. Gözlerim oldu dolu dolu. Kirpikleri kırpıştır kırpıştır dur. Üst üste attığın ayaklarını çöz ve öne doğru eğil.

 

"Kötü biri olduğumu düşünüyorsun ve bunun için dilimin sivri olmasını örnek gösteriyorsu. Etrafına baksana bir-"

Elimle veliahtları tek tek işaret etmiştim.

"Hangisi benden gerçekten haz ediyor?"

Lara gözlerini kırpmadan beni izliyordu.

Onun cevap vermeyeceğini anladığımda devam etmiştim. "Ben söyleyeyim, hiçbiri." Veliahtlara dönüp bakmamıştım. Benim ve onların aynı anda bildiği tek gerçek buydu. " Mert ve Arem'e gelirsek, söylesene Lara; onların beni gerçekten sevdiğini düşünüyor musun?"

Arem'in hareketlendiğini hissetmiştim. Sözlerim onu rahatsız etmiş olmalıydı.

 

Lara uzun zaman sonra ilk kez tepki vermişti. Sadece kafa harekati olsa da tepki tepkiydi. O da benimle aynı şeyi düşünüyordu. Arem ve Mert yanımdaydı çünkü, çünkü yüzüm sağ olsundu.

 

"Burada kimsenin bana karşı ne sevgisi var ne de güveni. Benim diken üstünde olmam, sana göre kötü biri olduğum anlamına geliyorsa eğer yanılıyorsun, şayet ben sadece kendimi koruyorum."

Lara kaşlarını çatmıştı. Bana cevap vermek için ağzını açtığında, elimi havaya kaldırarak onu durdurmuştum. Sözümün kesilmesinden haz etmezdim.

 

"Peki ya sen Lara? Sen, sana hiç zararı dokunmamış ve seni zerre tanımayan birinin hareketlerini hiç sevilmemiş olmasına bağlayacak kadar ne yaşadın."

Soğuk bir bakış atmıştım ona. Herkesin bakışları benim üzerimdeydi. Gözlerimi onlardan alıp Arem'e çevirmiştim. Veliaht arkasına yaslıydı. Kolları önünde birleşmişti. Kafasını koltuğun gerisine atmış, öylece uzanıyordu. Yüzü gökyüzüne doğru dönüktü. Gözleri kapalıydı. Gözlerimi veliahtın üzerinde gezdirirken yüksek sesle konuşmuştum.

 

"Söylesene Lara, yoksa seni hiç sevmedi mi?" Kısa ve soğuk bir gülüş çıkmıştı ağzımdan. Gözlerimi Arem'in üzerinden almış ve Lara'nın yaptığım imâ yüzünden sararmış suratına çevirmiştim.

"Pardon, sevmediler mi? diyecektim."

 

Tutamadım daha fazla kendimi. On saniye önce küçük bir gülüş kaçan ağzımdan şimdi kahkaha çıkıvermişti. Kafamı eğdiğim yerden kaldırıp gülmeye devam ediyorum. Bir yerden sonra gülmem o kadar artmıştı ki, elimle yüzüme yelpaze yapmıştım. Sonunda kendimi durdurabildiğimde şoktan kenafir gözlerini belirten kıza bakıp ağzının payını vermek için konuşmaya kaldığım yerden devam etmiştim.

 

"Demek, karşındakinin duygularını önemsemeden yaptığın analizi yüzüne vuracak kadar acımasız, karşındaki acısını gizlemek yerine karşılık verdiğinde ise gardını düşürecek kadar salaksın ha!" Zavallı kızcağız hâlâ Hera'nın deli yanından bir haber olmanın şokundaydı.

 

Lara hızla ayağıya kalkmıştı. Üzerime doğru gelir sansam da olduğu yerde durmuştu. Gözleri öfkeyle parlıyordu.

 

"Ne var, biliyor musun? Öyle bir gün gelecek ki, hiç beklemediğin yerden, hiç beklemediğin büyüklükte kazıklar yiyeceksin ve o gün geldiğinde ben seni sadece izliyor olacağım." Yüzüme benden iğrendiğini belli ederek bakmıştı."Tıpkı senin yaptığın gibi katıla katıla gülerek izleyeceğim." Son sözleri bu olmuştu. Arkasına bakmadan çekip hızla gitmişti yanımızdan. Onun eve doğru gittiğini görenler bana öfkeli gözlerle bakmaya başlamıştı. Durun bakayım, ne kadar umrumdasınız? Cevap veriyorum: Az önce umrum bile bu soruyu kendisine sorduğum için teessüf etti bana.

 

Alev topu görümcem ve onun pek sevgili nişanlısı Evren Korkmaz, hiç şaşırmadığım isimlerden puşt Erdem, telefon manyağı Hazar, ve hatta ikizler bile Lara'yı ona soktuğum laflardan dolayı teselli etmeye gitmişlerdi. Ee ağlamayana meme yok diye boşuna dememişlerdi.

 

Herkes çekip gitmeden önce büyük bir öfkenin kıvılcımına ev sahipliği yaptıkları gözleri ile dönüp, bana bakmışlardı. Lara onlar için çok kıymetli bir şahsiyet olmalıydı. Bunu anlamak için profesör olmaya gerek yoktu.

 

Yanımda kalan sadece iki kişi vardı: Arem ve Mert. Hayır, hayır! Melisa'nın sevgilisi Arem ve yine Melisa'nın ağabeyi Mert. Yanımda sadece onlar kalmıştı. Onların da ne için kaldığını artık çok daha iyi biliyordum.

 

Melisa için. Melisa'dan ötürü. Kesinlikle Hera için değil. Asla Hera'dan ötürü değil. Onlar da kalmak yerine gitmeyi tercih etselerdi üzülürdüm ancak kalıyor oluşları benim için olmadığından yine üzülmüştüm. Yakarsa Dünya'yı garipler yakar, değil, yakarsa Dünya'yı ikilemde kalanlar yakardı asıl.

 

"Çok mu üstüne gittim." Arem ve Mert dönüp bana bakmıştı. Karşılık olarak ikisi de aynı anda 'evet' demişlerdi. Siktirin gidin lan siz de!

 

"Hak etmediğini söyleyemezsiniz." Ses tonum daha çok sıkıysa, böyle bir şey söyleyin der gibi çıkmıştı. Önce bana sonra birbirlerine bakmışlardı. E hadi cevap versenize.

 

"Kesinlikle hak etti." Arem'in cevabı benim için yeterli olmuştu. Kafamı Mert'e çevirip gözlerimi kısarak ona bakmıştım. " Sen burada birini öldürsen karşı taraf için kim bilir ne halt yedi de öldürdü, onu benim güzelim, derim ben." Yemedim fakat yemiş gibi yapacağım.

 

"Saat geç oldu. Yarın uzun sürecek bir gün bizi bekliyor olacak. Uyumak ister misin tanrıça?" İsterdim. Çok isterdim, hem de. Kendimi çok bitkin ve de tükenmiş hissediyordum. Bir an önce uyumak için can atıyordum. Mümkünse bir daha hiç uyanmamak istiyordum.

 

"Evet isterim." Konuşurken kafamı da istemsizce aşağı yukarı sallamıştım. Nedenli çok istediğimi buradan bile anlayabilirdi. Ayağı kalkıp bir elini bana doğru uzatmıştı veliahtım. Onun elinin içine elimi bıraktığımda beni kendine doğru çekmişti. Hâlâ oturmakta olan Mert, bize iyi geceler dilerken Arem ona baş selamı vermişti. Ben sessiz kalmıştım. Böylece eve doğru yola çıkmıştık. Yan yana ve el ele.

 

Evin cam kısmındaki kapıdan içeri girdiğimizde beklediğimin aksine bana tripli hiç kimseyi görememiştim. Bu gözlerimin sağlığı için iyi haberdi. Koskoca evdi sonuçta. Kim bilir evin hangi yerinde toplu bir şekilde bana salıyorlardı. Ben kimsenin dedikodusunu yapmazdım ama arkamdan çok dedikodu yapılırdı. Aramızdaki kalite farkı buradan bile anlaşılırken, dengim olmayanların kıyıda köşede bana salıyor oluşunu son derece güzel olan kafama takacak değildim. Siz konuşursunuz, ben konuşulurum, diyordum kısacası.

 

Arem, elimi bir an olsun bırakmadan benimle beraber ikinci kata çıkmıştı. İkinci kat koridorundaki odalardan birine beraber girmiştik. "Giysi dolabında içinde rahat hissedebileceğin her şey mevcut tanrıça. Hatta istersen uyumadan önce ılık bir duş al. Daha rahat uyursun."

 

Adam fazlasıyla haklıydı. Ilık bir duşun hem bana hem de sinir uçlarıma çok iyi geleceğine emindim. Kafamı evet anlamında sallayarak kısaca cevap vermiştim. Hâlen üzerimde itiraf etmenin rahatlığı ama aynı zamanda tedirginliği vardı. Yanında kendimi rahat hissedemiyordum. Arem bunun farkında olduğu için üzerime gelmiyordu. Beni kendi hâlimde bırakıyordu. Düşünmem için zaman tanıyordu bana. Bundan emindim.

 

Ne o ne de ben hiç konuşmadan birbirimizi izlemiştik. Arem bu kadar bakışmanın kafi olduğunu düşünmüş olacak ki, iki eliyle yüzümü avuçlayıp alnıma bir öpücük kondurmuştu. Gitmeden önce son sözü ise, "Birazdan yine geleceğim" olmuştu. Cevap vermek yerine suskunluğumu korumaya devam etmiştim.

 

O gelmeden duş alsam iyi olacaktı. Giysi dolabından gece içinde rahat hissedeceğim pamuklu bir pijama takımı ve yeni paketi açılmamış iç çamaşırı çıkarmıştım. Duştan çıkınca odada onu görebilme ihtimaline karşılık tedbiri elden bırakmamak gerekiyordu. O yüzden banyoda giyinecektim.

 

En fazla yirmi dakikalık duştan sonra üzerimi giymiş, saçımın fazla ıslaklığını ise havlu yardımı ile kurutmuştum. Saçlarımı kurutmaktan hiç haz etmezdim. Uzun ve gür olmaları, kurumaları için bir saat boyunca saç kurutma makinesiyle uğraşmama neden oluyordu. Bende onları hiç kurutmaz, açık bırakırdım. Nasılsa kururlardı.

 

Duş gerçekten iyi gelmişti. Üzerime bir rahatlama geldiğini inkar edemezdim. Tabii bu rahatlamanın üstüne bir de yorgunluk eklenince yoğun bir uyku isteme kasırgası bedenimi ele geçirmişti. Duştan çıkmadan önce paketinden yeni çıkardığım diş fırçası ile dişlerimi temizlemiştim. Artık uyumama engel olacak hiçbir etken kalmamıştı.

 

Kapıdan çıktığımda doğrudan büyük ve geniş olan yatağa doğru adımlamıştım ki bir adet Arem Barkın Soykamer'i görmeye duraydım. Yatakta uzanmış, sırtını başlığa yaslamış ve de bacaklarının üstüne konumlandırdığı laptop'u ile ilgileniyordu. Üstünü değiştirmişti. Üzerinde siyah bir tişört ve yine siyah bir eşofman altı vardı. Saçları çok olmasa da nemli olduğu aşikar bir durumdaydı. O da duş almış olmalıydı. Yine geleceğim derken, benimle konuşmak için geleceğini sanmıştım. Ancak gördüğüm şey, yine geleceğim cümlesinin beraber uyuyacağımıza vardığı yönündeydi.

 

Geldiğimi görünce bilgisayarın kapağını kapatıp, hemen yan tarafında bulunan komodinin üstüne koymuştu. "Saçlarını neden kurutmadın?" Omuz silkmiştim.

 

"Çünkü uğraşamam." Gözleri saçlarımda gezinmişti. Tekrar gözlerime baktığında derinlerden geldiğine inandığım sesi, yeniden gün yüzüne çıkmıştı.

 

"İstersen ben uğraşabilirim tanrıça."

Gözleri bunu, ne kadar çok istediğini açıklıyordu. Ağzım benden izinsiz açılmıştı.

 

"Olur." Ben ve beynim ağzımızdan çıkan cevaba çok şaşırmıştık. İkimiz böyle bir yetkiyi dilimize tanımamıştık. Bu hakkı dilimize, kalbimiz tanımıştı. Arem'in, bunun için can attığı ortadaydı. Cevabım üzerine gözleri ışıl ışıl olmuştu.

 

Arem, yerinden kalkıp banyoya doğru gitmişti. Çok geçmeden elinde saç kurutma makinesi ve tarak ile geri gelmişti. Fişi yatağın başındaki prize takınca bende yatakta yan bir şekilde oturmuştum. Makinenin ısı ve şiddetini ayarladıktan sonra o da arkamda yerini almıştı. Saçımın bugüne kadar görmediği bütün ilgiyi Arem'den görmesi çok güzeldi. Genellikle sahibi tarafından yolunan saçlarım, bugün dile gelseydi ne diyecekleri oldukça açıktı. "Sen bu adamı kaçırma. En azından o bize zulüm etmiyor."

 

Bir yandan saçımı kurutup diğer yandan okşayan Arem'in şefkatli ellerinin, sürekli saçımla oynanması yüzünden artık bayılacak kıvama gelmiştim. Uykunun esiri olmadan önce birinin kokumu içine çektiğine şahit olmuştum. Çokta uzak olmayan diyarlardan bir ses bana "iyi uykular tanrıça"deyince bu sesin hatırlayacağım son şey olduğunu biliyordum. Uyku çok güzel bir şeydi...

 

 

 

Göz kapaklarımı taciz eden ışık sebebiyle yavaş yavaş ayıldığımın farkındaydım. Rüya alemindeki serüvenler gerçekliğe dönüşmek üzereydi. Birinin saçlarımla oynadığını geç de olsa fark edebilmiştim. Saat kaçtı ya?

 

"Saat dokuzu altı geçiyor güzelim." Yine sesli konuşmuştum anlaşılan. Saat çok geç değildi. Arem'in göğsünden kafamı kaldırmıştım. Ne ara göğsünde uyumuştum kim bilir? Saçlarım, yüzüme doğru düşmüştü.

 

"Günaydın güzelim." Sabahın bu saatlerinde, uyanır uyanmaz birinin beni güzel bulması için ya çok iyi kalpli biri olması gerekirdi ya da 32 derece miyop olması. Aksi mümkün değildi.

 

"Günaydın. Sen ne zaman uyandın?" Sesim yeni uyandığım için boğuk çıkmıştı.

 

"Bir saat, dokuz dakika önce." Bu adamın dakik hâllerine çok fena gıcık oluyordum.

 

Kafamı sallamıştım. "Bir saat boyunca beni mi izledin?"

 

"Evet." En azından dürüst.

 

"Manyak mısın?" Gülümsedi.

 

"Belki."

 

"Korkmalı mıyım?" Gözlerimi kısarak bakmıştım ona.

 

"Asla." Sesi kendinden emin olmaktan ziyâde, ondan emin olmamı ister nitelikteydi.

 

"İnanırım bak." Sorgulamaya devam Hera.

 

"İnan tanrıça." Yine aynı ton ses.

 

"Sonra pişman etmezsin değil mi?" Gözlerime derin derin baktı. Sırıtan yüz ifadesi ciddi bir hâl almıştı.

 

"Ederim." Kısa ve öz bir cevap ha! Ne dersin Hera.

 

"En azından dürüstsün." Kafasını aşağı yukarı salladı. Aramızda tuhaf bir etkileşim oluşmuştu. Kaçırdığım bir yer vardı sanırım. Yakında yakalarız nasıl olsa.

 

Elimi yüzümü yıkamak için onu, girdiğimiz saçma atmosferin içine bırakarak banyoya adımlamıştım. Birkaç dakika sonra tekrar çıktığımda odada kimseyi görememiştim. Gitmişti. İlginçti.

 

Giysi dolabından yeni oldukları belli kıyafetler arasından; siyah, dar, boğazlı kazak almıştım. Altıma da koyu tonlarda bir kot pantolon giymeyi tercih ettim. Üstüme giymek içinse kırmızı-siyah. kareli, kot ceket seçtim. Saçlarımı tekrar tarayıp makyaj masasının üstünde bulduğum saç spreyiyle kabarıklığını yatıştırdım. Düzleştirmek için uğraşamazdım.

 

Gitmeden önce yüzüme renk vermek amacıyla çok abartmamak şartını göz önünde bulundurarak hafif bir makyaj yaptım. Siyah bağlanmalı botları ayağıma giydikten sonra artık hazırdım.

 

En son bir grup zavallının nefretini kazanmıştım diye hatırlıyordum. En ufak hareketlerini görürsem onları İtalya topraklarına gömerdim. Merdivenleri teker teker inip seslerin geldiği alana, oturma odasına doğru gittim. Ayak seslerimi duyanların yüzü bana döndü. Tiplere bak! Sanırsın sülalem, sülalerini hamile bıraktı. İçlerinden beni görünce gülümseyen sadece Arem ve Mert'i. Hayır canım kendimi kesinlikle fazlalıkmış gibi hissetmiyordum çünkü beni buraya zorla getiren onlardı. Neyin fazlalığı? Ben onlara çoktum bile.

 

"Assolistimiz geldiğine göre kahvaltıya geçebiliriz artık değil mi?" Oo Hazar Bey, ne bu öfke, bu celal? Arem ve Mert'e bakarak kurduğu sözleri kahvaltıyı benim hatrıma değil, onların hatrına beklediklerinin göstergesiydi. Assolist olduğum ise bilinen başka bir gerçekti.

 

Mert, yerinden kalkıp yanıma gelmişti. Bir kolunu omzuma atıp, yandan başımın üzerine de bir öpücük kondurdu. Allah'ın cezası falan ama en azından nefret etmiyordu benden. Bu da bir şeydi. "İyi uyudun mu güzelik?"

 

"Bir assoliste yakışır şekilde uyudum hem de." Hazar'ın gözlerinin içine bakarak cevap vermiştim Mert'e. Benimkisi daha çok bir meydan okumaydı. Hazar Orhon, telefonunu kırmayan ne olsun oğlum.

 

Herkesin ayaklanmasıyla dün, akşam yemeği yediğimiz o koca, yemek masasına doğru gitmiştik. Masada kuş sütü eksik denilecek kadar çok şey vardı.

 

Dün sağ tarafımda Hazar, sol tarafımda Doğu oturuyordu ancak bugün benden haz etmedikleri için yanıma oturmak istemediklerini özenle dile getirmişlerdi. Onların bu kabalığına karşın çok sevgili liderleri, yani Arem, baş köşedeki yerine beni oturtmuştu. Baş köşede ben otururken sağ tarafıma Arem, sol tarafıma ise Mert geçti. Geri kalanların şu anki surat ifadelerini gördükçe: bir de bayılın isterseniz Ferihalar dememek için zor tutuyordum kendimi. İşte şimdi gerçek bir assolist olmuştum. Çatla lan Hazar öküzü.

 

"Bu kıza çok fazla yüz veriyorsunuz sonra tepenize çıkmasın, dikkat edin." Evren Korkmaz...Bunu senden beklemezdim. Lan manyak, dün gece adamın kız kardeşinin içinden geçtin. Ne demek beklemezdim? Beynim herhalde beyin olan o olduğu için çok mantıklı konuşmuştu yine.

 

"Tepeme çıksa bile başımın üstünde ki yeri gözüme gelmez kardeşim. Sen merak etme." Arem'in beni ezdirmemesi gerçekten takdire şayandı. Gönlümü fethettin veliaht.

 

" Beyler! daha fazla uzatmayın siz de." Mert, açık açık herkese üzerime daha fazla gelmemeleri konusunda uyarıda bulunmuştu. Karşı taraf kalabalık olabilirdi ama bu iki adam benimle olduğu sürece sırtım yere gelmeyecek gibi duruyordu.

 

Bunun üstüne kimsenin bir cevap vereceğini sanmıyordum. Öyle de olmuştu zaten. Veliahtların bir kısmı bana kin besler olmuştu. İşin sonunun ne olacağı zamanla ortaya çıkardı, nasıl olsa.

 

Sessiz geçen kahvaltı boyunca, arada Lara'nın öfkeli bakışlarına sırıtarak karşılık vermemden başka bir olaya tanıklık etmemişti kimse. Ta ki o konuşana dek. GÖRÜMCEK... Ben insan sarafıydım. Daha en başından beri, kızıl örümceğin bana karşı olan gereğinden fazla sevgi yumaklığını gereksiz ve saçma bulmuştum. Yapmacık değildi ama kimsede daha yeni tanıdığı birine kırk yıllık dostu gibi davranamazdı. O davranmıştı. Ve bu saçmaydı.

 

Biri yılan, biri örümcek olan bu iki kadın, büyük ihtimalle masaya oturmadan önce böyle bir diyalog kurmak için anlaşma yapmışlardı. Sizi gidi zavallılar. Şu hayatta Hera Türkeş'in düşmanlığını bile bile üstüne çeken her kim olursa olsun aklından şüphe ederdim ben onun. Aklı olmayan insanlar ile düşman olacak kadar ne ara düşmüştüm ben.

 

"İtalya'ya her geldiğimizde aklıma Melisa geliyor. Çok severdi o da İtalya'yı. Hatta bu evin her yerinde ondan bir parça bulmakta zorlanmıyorum." Mert'in çatalı havada öylece kalmıştı. Çocuğu kitlemişti. Elena olacak kızıl örümceğin asıl amacını anlamamak imkansızdı. Kızılın alttan alttan Melisa'yı kullanarak laf sokmaya çalıştığı kişi bendim. Bana kim olduğumu ve kim olamayacağımı söylemeye çalışmıştı bir nevi.

 

Arem'in de Mert'in de tadı kaçmıştı. İkisinin de yerlerinde kaskatı kesildiğini onlara çok yakın olduğum için anlamakta güçlük çekmiyordum. "Ah evet, benim de bu ülkeye hatta bu eve tekrar geldiğim zaman ilk aklıma o gelmişti. Arem'le beraber Hera'nın kaldığı odada kalırlardı." Lara'nın da Elena'ya katılması kombo etkisi yaratmıştı. Vur hançeri kalbime, kalbim kana bulansın. Fazla derine inme, çünkü ebene rastlarsın.

 

Demek dün mışıl mışıl uyuduğum odanın asıl sahibi Melisa'ydı ha! Bu kadarını ben bile hak etmiyordum.

 

"Evet ya doğru, hep o odada beraber kalırlardı. Hatta Arem, onun burayı çok sevdiğini bildiği için bir mağaza dolusu kıyafet alıp buraya koydurmuştu. Baş başa kalmak için buraya gelirlerdi eskiden." Mert ve Arem patlamak için neyi bekliyorlardı? Sizin yerinize ben şiştim burada. Patlarsam, dünya üzerindeki bütün sarı yılan ve kızıl örümcek türleri için iyi olmayacaktı.

 

" Evet ya, doğru diyorsun. Hatta şu kızın üstündekiler de Melisa'ya alınmış kıyafetler olmalı." Lara eliyle beni işaret etmişti. Kalbim deşile deşile kan tuttu resmen. Kanlı kalp oldu. Kanlanmış kalp oldu. Acı oldu. Zaten ne oluyorsa hep bana oldu.

 

"Hanımlar konuşmayayım, konuşmayayım diyorum ama ben salak değilim. Buradaki hiç kimse salak değil ama aynı şeyi ikiniz için söyleyemeyeceğim sanırım." Arem ve Mert'en umudu kesmiştim. Elena ve Lara hızla bana dönmüştü.

 

"Salak olmasaydınız burada adını sürekli ağzınıza alıp hatırlatığınız kişinin, sağ ve sol yanımdaki, iki adam için ne denli önemli olduğunu bilirdiniz." Onlara benimle beraber canlarını yakmayı başardıkları iki adamı işaret ettiğimde gözlerini kaçırmışlardı.

 

"Onların olmadığı bir yerde, bana kim olduğumu ve kim olamayacağımı böyle gizli saklı da değil açık açık söylemenizi tercih ederdim. Ama görüyorum ki siz ikiniz Hera'nın içinden geçelimde ne olursa olsun kafasındasınız." Ses tonum fazlasıyla öfke barındırıyordu. Kimse tek kelime edemiyordu. Ben böylesine öfkeliyken, konuşmalarına müsade etmezdim.

 

"Hadi bu sarı şeker, bunu düşünemeyecek kadar şekerlenmiş bir beyne sahip. Peki ya siz kızıl Hanımefendi, asıl siz! Kardeşinizin ağzınızı her açtığınızda kaskatı kesildiğini ben görüyorken nasıl göremezsiniz? Bu kadar mı yabancısınız kardeşinize? Ya da bu kadar mı saygı duyarsızsınız sözde sevdiklerinize."

 

Uzun ama yerinde olan sözlerim biter bitmez Arem, daha fazla içinde durduğu atmosfere dayanamamış olacak ki ayağı kalkmıştı. Sandalyesinden kalktığı an çekip gitmişti.

 

Arem'i az buçuk çözmüştüm. Kadınlara karşı oldukça duyarlı biriydi. Tahminimce bugün burada bu sözleri sarf eden erkeklerden biri olsaydı çok daha başka bir Arem görmüş olacaktık. Ancak bu saçmalığı başlatan kadın olunca ve o kadınlardan biri kardeşi olunca çareyi susmakta bulmuştu.

 

Herkes susmuştu. Ben kahvaltıma devam etmekle meşguldüm. Bir parça ekmeğin üstüne sürdüğüm reçeli yemek üzereyken Mert'in konuştuğunu işitmiştim. Çilek reçelindense kiraz reçelini daha çok severdim. Bana yemek nasip olan reçel, çilek reçeliydi. Kiraz reçeli masanın sevmediğim kesimine yakındı. Zehir zıkkım olsun size o reçel.

 

"Hera'yı tanıyalı daha bir ay bile olmadı. Buna rağmen sizin farkına varamadığınız bir şeyi o fark edebiliyor. Gerçekten yazık." Sandalyesini ittirip ayağa kalkmıştı. Elena ve Lara'nın gözünün içine sertçe bakmıştı. "Sakın bir daha kız kardeşimin adını, saçma sapan oyunlarınıza alet etmeyin." Mert'in son sözleri bunlar olmuştu. O da Arem'in gittiği yoldan giderek, yanımızdan ayrılmıştı.

 

İki kendi kazdığı çukura düşen kadın da onların peşinden ayağı kalkmıştı. Öfkeli bakışları ile gidene kadar beni de tarayıp canlarını göz göre göre yaktıkları adamların peşlerinden gitmişlerdi. Sanırım Arem ve Mert, bir adet sarı yılan ve bir adet kızıl örümceğin özür dilerim laflarına maruz kalacaklardı. Umarım zehirli hayvan dilinden anlıyorlardır. Yoksa iletişimde sıkıntı yaşayacaklardı.

 

Kahvaltıma devam ederken bir yandan da bana öfkeli gözlerle bakan adamların sıkıntılarını dile getirmelerini bekliyordum. Canım size demediler mi? İçinde kalıp kanser olacağına diline varıp konser olsun diye. Ben hayatımı bu ilke üzerine oturtmuştum. Az örnek alın benden yahu.

 

"Seni tebrik ediyorum bücür, bizi birbirimize düşürmekte üzerine kimseyi tanımıyorum." Eyvallah Hazar'cım da sen bugün fazlasıyla kaşınıyorsun galiba.

 

"Empati nedir?" Hazar'a dönüp sakince soru sormuştum.

 

"Ne alaka bu şimdi?" Yüzünü buruşturarak bakmıştı bana.

 

"Empati nedir?" Sorumu aynı sakinlikle tekrar dile getirmiştim.

 

"Yine saçmalayacak, iyi izleyin." Benim saçmaladığım yerde bile sen rezil olduğun ile kalırsın puşt o yüzden sıkıntı etmiyordum artık seni ve sözlerini.

 

Hiçbiri sorumu cevaplayacak gibi durmuyordu. Yine öğretmenlik yapmam gerekiyordu anlaşılan.

"Empati insanı, insana, insanca ahh durun bu o değildi." Hatlar bir an olsun karışmıştı. Çatalı elimden bırakıp, yeniden konuşmuştum. Bana tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Oysa ben sadece onlarla dalga geçiyordum.

 

"Empati dediğimiz olay kendimizi karşınızdakinin yerine koymaktır. Yanlış mıyım? Beyler." Kimseden çıt çıkmamıştı. Devam etmemi istiyorlardı.

 

"Peki siz koca koca adamlar, kendinizi hiç benim yerime koydunuz mu?" Hâlâ sessizdiler. Koymamışlardı. Benimle empati yapmak hiçbirinin umrunda olmamıştı.

 

"O hâlde empati yapalım sizinle, sonra kaldığınız yerden bana saydırırsınız tekrar." İtiraz eden olmadığına göre ne diyeceğimi gerçekten merak ediyor olmalılardı.

 

"Yaş olarak hepinizden küçüğüm. Yaşantı olarak hayatınız ve hayatım arasında dağlar kadar fark var. Düşünsenize üniversite öğrencisi sıradan kendi hâlinizde birisiniz. Bir gece katıldığınız lanet bir davet yüzünden hayatınız tepe taklak oluyor. Tüm bu karmaşıklığın tek sebebi ise yüzünüz. Sizin yüzünüz birileri için çok önemli olan birine çok benziyor diye başınıza gelmeyen kalmıyor. Daha bunun şokunu atlatamadan kendinizi hiç tanımadığınız insanların içinde buluyorsunuz." Hiç tanımadığım insanlardan kastım, onlar olduğu için elimle tek tek onları işaret etmiştim.

 

"O insanlar ise sizi sadece yüzünüzden dolayı yanlarında tutuyor ya da sizi, yüzünüzden dolayı yanlarında tutanlara ses etmiyor. Gidemiyorsunuz. Neden mi?" Sorduğum soruya gülmüştüm. Onların cevaplamasına fırsat tanımadan kendi sorumu kendim cevaplamıştım.

 

"Çok güçlüler ve bulurlar. Hatta sırf bu insanlar yüzünden kaçırılıyorsunuz. Kaçırılmak demişken, ben kaçırıldığım için sizi hiç suçlamadım ama siz benim üzerime her oynadığınızda birbirinize düştünüz. Hattayı kendinizde aramak yerine yine beni suçlu ilan ettiniz."

Gözlerinde anlık birkaç duygu kırıntısı yakalamıştım. Hepsi, uzun zaman sonra ilk kez benimle empati yapmaya başlamıştı.

 

"En kötüsü de ne biliyor musunuz? Körsünüz. Arem beni değil, bende ki Melisa'yı istediği için etrafımda dönüyor. Peki ya ben ondaki Arem'e vurulursam? Arem'e tutulursam ne olacak, görmüyor musunuz? Onun Melisa'ya olan sevgisi onu bana getirdi diye günün birinde bunu bir lütuf olarak görürsem ne olacak? Benim Arem'i sevme ihtimalimin olduğunu görmüyor musunuz? Ulan hiç mi kalbiniz yok? Var lan! Hepinizin kardeşi var. Benim kardeşlerinizden ne farkım vardır da beni suçluyorsunuz?"

 

Beni en çok korkutan gerçeği gözlerinin önüne ansızın sermiştim. Ben liderlerine kapılıp gitmekten çok korkuyordum. Onlar ise beni korkusuz yahut umursamaz biri sandıkları için devamlı olarak üzerime geliyorlardı.

 

"Su yok mu su? Dilim damağım kurudu edebiyat yapacağım diye." Hepsine tek tek bakmak yerine önümde duran portakal suyu dolu bardağa gözlerimi dikmiştim. Bardağı tuttuğum gibi Meyve suyunu kafama dikip saniyeler içinde bitirmiştim. Kimsede görgüsüzlüğümü sorgulamasındı.

 

Kafamı onca lafı ettiğim, 'Rabbim sen günah yazma ama boy tamam, tip tamam, kas tamam da hani bunların beyni, 'dediğim türden kullarına çevirmiştim. Herkesin yüzünde bir afalamışlık vardı. Daha doğrusu bir aydınlanma hatta öyle bir aydınlanma yaşamışlardı ki sıfatül eşgaleri beş kuruş etmeyen adamların nur cemalerine ay ışığı vurmuş, yüzlerine nur inmiş gibiydiler. Öyle bir aydınlanma içerisindeydiler.

 

"Ben hiç bu yönden bakmamıştım" demişti Evren.

 

"Hayır! Sen hiç bu yönden değil, sen hiç benim yönümden bakmamıştın Evren."

 

"Bana daima hak veren Hera yok mu?"

Demişti tekrar Evren.

 

"Yok." Sert veya katı değildim. Aksine gülümseyerek konuşmuştum.

 

"Bir daha da olmaz mı?" Umut veliahtın ekmeği olmuştu.

 

"Olmaz." Yine gülümseyerek karşılık vermiştim.

 

"Eğer elimden gelseydi seni korurdum bücür. Yemin ederim seni korurdum ama yapamam. Onlara bunu yapamam. Becerebiliyorsan sen git. Seni bekleyen son çok kötü. Kaç git kurtar kendini." Beş dakika önceye kadar da öfkeli olan Hazar'ın neyden bahsettiğini kesinlikle anlamamıştım. Kaşlarım aniden çatılmıştı. Masadaki herkes, sözleri üzerine ona öyle bir bakış atmışlardı ki, sanki söylememesi gereken bir şeyi söylemişti.

 

"Ne demek istiyorsun açık açık söyle Hazar." Baktı, baktı ve baktı. Anlamıştım. Ben onun gözlerinde ne gördüğümü çok iyi anlamıştım. Doğruyu söylemek yerine yalan söylemeyi tercih etmişti. Sana çok kızgınım baba. Beni bu adamların eline bıraktığın için. Aynı zamanda teşekkür ederim baba. Gözlerin, sırrını çözmemi sağladığın için. Senin öğrettiklerin sayesinde bugün bu masada bana bir oyun oynandığını anlamıştım. Hiç şüphen olmasın, kızın gardını çoktan kuşandı.

 

"Arem ve Mert'i kast ediyorum işte. Onların elinden seni alamam. Hem onlar senin de dediğin gibi Melisa'dan ötürü etrafında dört dönüyorlar. Eğer onlara bağlanma gibi bir hataya düşersen bu senin için çok kötü son olur." Yemedim Hazar. Yemin ederim ki yemedim.

 

"Evet Hera'cım Arem ve Mert seni kesinlikle bırakmaz. Mesela Mert, kardeşinin ölümünden sonra bizimle tüm bağını kesmişti biliyor musun?" He biliyorum Doğu. Hatta bende oradaydım. Te Allah'ım yarrabim ya.

 

"Melisa'nın ölümünden sizi mi suçluyordu? Neden sizinle bağını kesti ki?"

 

"Bizi suçlamıyordu çirkin cadı. Kendini suçluyordu. Onu koruyamadığı için." Erdem soruma anında karşılık vermişti. O hâlde suçlamakta haklıydı çünkü gerçekten koruyamamıştı...

 

"Mert, Melisa'yı dokuz yıl önce kaybetti. O günden sonra her günü Melisa'yı özlemek ve ona karşı suçluluk hissetmek ile geçti. Yanımıza iş dışında gelmez, her gün kardeşinin mezarını ziyaret etmeyi de aksatmazdı." Erdem susunca devam etmesi için kafamı sallamıştım. Kaldığı yerden devam etmekte gecikmemişti.

 

"Sen gelene kadar da hikaye böyle devam etti. Senin varlığını öğrendikten sonra Mert'in bir daha kız kardeşinin mezarlığına gitmediğini biliyor musun?"

Bilmiyorum Erdem. Ne diye sürekli sanki ben de oradaymışım gibi sorular soruyorsunuz?

 

"Neden, neden bir daha mezarlığa gitmedi?" Saf merak vardı sesimde.

 

Bu kez konuşan Erdem değil, Batı olmuştu. "Çünkü artık onu özledikçe mezarına değil, sana geliyor." Yutkunmuştum. Bu çok ağır bir yüktü. Bir insanın ruhu sızlar mı hiç? Benim ruhum beni inim inim inletecek kadar sızlamıştı duyduklarından sonra.

 

"Peki ya o? Arem. O Melisa'nın yokluğunu benimle nasıl dolduruyor?"

 

Erdem sert bir şekilde elini masaya vurmuştu. Hareketinin aniliği irkilmeme neden olacak kadar hızlı gerçekleşmişti. "Yapma lan, yapma. Senin bu soruyu sorman bile hata."

Neyden bahsediyorsun Erdem? Eraslan dökül artık. Biriniz dökülsün artık.

 

"Sadece merak ettim."

 

Erdem aniden ayağı kalkmıştı. Sandalyesi onun ani hareketi yüzünden yeri boylamıştı. Olduğu yerde bir ileri bir geri volta atmaya başlamıştı. "Sizin yüzünüzden. Her şey sizin yüzünüzden." İşaret parmağı ile masadaki arkadaşlarını göstermişti.

 

"Ney Erdem, ne? Onlar yüzünden olan şey ne?"

 

Çok hızlı hareket ediyordu. Gözlerimin içine baktığında orada ne gördüyse bana doğru hızla gelmişti. O gelince ben de ayağı kalkmıştım. Birden, ah aman tanrım! Erdem Eraslan önümde birden diz çökmüştü. Onun ayaklarıma kapanması arkadaşlarına da sürpriz olmuş olacak ki her biri yerinden fırlamıştı. Sen puştsun, kendine gel! ayaklarıma kapanmak gibi bir halt yaptığın için bunu yüzüne vuracağımı bilmez misin?

 

"Hera, yemin ederim, ben dedim onlara, çok küçük dedim senin için. Hiç suçu yok, o masum dedim. Yapmayın dedim. Ben seni korumaya çalıştım. Çok çalıştım, yemin ederim çalıştım. Bana inan ve beni affet olur mu? Sana baktıkça vicdanım sızlıyor, dayanamıyorum." Onun hizasına inip bende dizlerimin üstüne çöküp yere oturmuştum.

 

Kalbim göğüs kafesimi acımasızca dövüyordu. Nefeslerimi titreyerek alıyordum.

 

"Ben Arem'i çağırıyorum." Batı hızla geçip gitmişti yanımızdan. Hadi puşt, Arem gelmeden dökül ağzındaki baklayı.

 

"Ben sana inanıyorum Erdem. Beni korumak istediğine de inanıyorum. Sadece anlamakta güçlük çekiyorum. Sen anlamamı sağlayabilirsin. Beni korumaya çalıştığın konu tam olarak ne?" Hadi oğlum, yut artık şu yemi.

 

"Erdem, dinleme sakın onu. Sana inandığı falan yok. Bücür, manipüle konusunda bir usta resmen. Amacı ağzından laf almak." Hazar, bizim gibi diz çökmüştü. Erdem'i kendine getirmeye çalışıyordu. Odaklan Hera, dikkatini bozmalarına izin verme. Kurbanına odaklan ve ona sanki kurban senmişsin gibi davran. Sana her ne öğrettilerse onu yap.

 

Ellerini daha sıkı tutmuştum. "Erdem, ben çok korkuyorum. Canımı, çok mu acıtacaklar benim?" Sesim küçük bir kız çocuğunu andırıyordu.

 

"Çok acıtacaklar, hem de çirkin cadı, çok." Gözlerini Hazar' dan çeken Erdem, bana bakıp acıyla konuşmuştu.

 

"Eğer bana bunun ne olduğunu söylersen, bu acıya karşı hazırlıklı olabilirim." Kafamı yan yatırıp, gözlerinin içine masum masum bakmıştım.

 

"Erdem sus lan, belamızı sikeceksin yoksa." Evren yüksek sesle haykırdığında bile hâlâ kız çocuğu olan Hera rolünden çıkmamıştım.

 

Erdem ile tekrar göz göze gelmiştik. Hadi lan, hadi dökül artık. "Sana oyun o-" Erdem, daha sözünü tamamlayamadan çok sert bir yumruğu çenesine yemişti. Kaybetmiştim. Arem gelmişti ve tek bir hareketi ile onu susturmayı başarmıştı.

 

Arem'in gözünün döndüğüne ilk kez şahitlik etmiştim. Erdem'e delirmiş gibi üst üste vuruyordu. Kahretsin, ben bir de bu adama inanıp her şeyi anlatmıştım. Sinirden elim ayağım titriyordu. Sanırım benim de gözümün döndüğü o ana gelmiştik. Çömeldiğim yerden ayağıya kalkmıştım. Erkekler ikisini ayırmaya çalışıyordu. Daha doğrusu erkekler, Arem'i tutmaya çalışıyordu. Erdem karşılık vermiyordu. Erdem niye karşılık vermiyordu umrumda değildi.

 

İçerideki gürültüye Lara ve Elena'nın çığlıkları da eklenince dışarıdaki korumalar içeriye doluşmuştu. Çalıştır saksıyı kızım. Bunlar kendilerini senden akıllı sanıyorlar. Onlara karşı fiziksel üstünlüğümüz yok. Üstünlük olmadan da kendimizi sağlama almalıyız. Onlardan daha hızlı hareket etmeliyiz. Ya da onlardan daha hızlı hareket eden birini bulsak da kafi. Şey gibi birini, silah... Silah gibi birini.

 

Gözlerim içeride yaklaşık olarak bir dakika gezinmişti. Herkesi tek tek saymıştım.

 

İçeride 28 koruma vardı ki bu da 28 silah demektir. Birini ele geçirebilirsem kendimi sağlama almışım demektir. Geriye kalan 27 silahtan biri bile üzerimde patlamayacaktır. Arem yalancısı buna izin vermezdi. Ben onun sikik oyununun hâlâ bir parçasıydım. Oyuncağını kaybetmeyi göze alamazdı.

 

Sağ tarafındaki ince ama uzun adama kaymıştı gözüm. Hareketleri çeviktir diye tahmin yürütmüştü aklım. Ben, elimi beline atmadan o beni durdurabilirdi. Sol tarafımdaki uzun olsa da iri yarıydı. Hareketleri benimkine oranla daha yavaş olacaktı. Tamam o zaman başlıyoruz Hera Türkeş. İlk hamle, rakibin dikkatini üstüne çek. Ona doğru aksayarak yürümüştüm. Dikkatini çekmem kolay olmuştu. Bacağımın neyi olduğunu merak ettiği için oraya bakıyordu.

 

Hamle iki, yanına yaklaşabileceğin kadar yaklaş. Aksayarak zor olsa da dibine kadar girmiştim.

 

Hamle üç, yakasından tut, kafasına kafanı göm. Sanırım bu biraz canını acıtacaktı. Hatta, bu canını çok acıtacaktı. Yakasından tutup kafamı geriye doğru atmıştım. O daha neyin ne olduğunu anlamadan anlımı burnuna gömmüştüm. Çıkan ses, bir şeylerin kırıldığı yönündeydi.

 

Kafasına darbe almasına rağmen düşmemişti. Eğitimliysen, eğitimliyiz birader. Tek fark ben hem eğitimli hem de sinirliyim. Yani senin hiç şansın yok. Bacağımı yukarı doğru hızla kaldırıp suratına doğru olanca bir hızla tekmemi indirmiştim. Burnu kırılanın artık çenesi de kırıktı. Hıncımı ondan mı çıkarıyordum nedir?

 

Bu kez aldığı darbe onu yere sermişti. Yerdeki acizliğini fırsat bilip eğilip, kemerine sıkıştırdığı silahı çekip almıştım. Sonrasında şey yapmış olabilirdim...Dikkatleri üstüme çekmem gerekiyordu. İstemeye istemeye kendime verdiğim sözü çiğnemiş ve de bir el ateş etmiştim. Korumanın topuğuna sıkı vermiş bulunmuştum. Pişman mıyım? Tabii ki hayır. Yaşadığına şükür etmesi gerekirdi.

 

Silahın patlamasının hemen ardından acıklı bir feryadın gelmesi, tüm odaklarını Arem ve Erdem'e verenlerin dikkatini çekmişti. Hiç de öyle bir niyetim yoktu aslında. Arem korkulu gözlerle bana bakıyordu. Üzerimde gezinen gözler herhangi bir zarar belirtisi göremeyince rahatlamıştı. Senin gözünü oyacağım şimdi şerefsiz.

 

"Tanrıça, yine neyin peşindesin sen." Bak, bir de bana diyor, neyin peşindesin diye. Ay, bana geliyorlar ha! Sıkarım kafana, görürsün şimdi. Dua et, cani değilim, yoksa yapardım. -Dedi, sırf dikkat çekmek için adamın topuğuna sıkan kız. İç sesim yine bana lafı çakmıştı.

 

"Bana ne halt yediğinizi ya şimdi anlatırsınız ya da."

 

"Ya da ne? Bizi mi öldüreceksin? Hem de kafanı nişan almış bu kadar silah varken." Sinsi, sarı yılan bana göz ardı ettiğim başka bir konuyu hatırlatmıştı. Yoksa ne yapardım? Yoksa çok şey yapardım da asıl mesele varsa ne yapacağımdan ibaretti.

 

"Öldürürüm." Demiştim soğukça.

 

"Hangimizi. Tek bir atış hakkın var, malum sonrasında vücudun delik deşik olacaktır." Derin derin nefes almıştım.

 

"Hiçbirinizi?" Sesim imâ barındırıyordu.

 

"Öldürürüm dedin ama." Tek kaşı sorgularcasına havaya kalkmıştı.

 

"Aptal mısın? Kızım sen!" Sabrımın sonuna gelmiş bulunmaktaydık.

 

"Lara, sanırım öldürmekten bahsettiği kişi kendisi." Örümcekler yılanlarla göre daha zeki oluyormuş. Denendi, onaylandı.

 

"O elindeki oyuncak değil güzelim, hadi bırak onu." Mert bana doğru geldiğinde silahı ona çevirip, olduğu yerde durmasını sağlamıştım.

 

"Elimdeki oyuncak değil ama ben sizin için bir oyuncağım değil mi, Mert." Mert eliyle anlına vurarak Arem'e doğru dönmüştü. "Her şey mahvoldu. Ne yapacağız." Arem ona dönmemişti bile. Gözlerinin odağında ki kişi bendim. Oyuncağı...

 

"Hiçbir şeyin mahvolduğu yok! Doğu, ne yapman gerektiğini biliyorsun."

Arem'in Doğu'ya yönelik sözleriyle namlunun ucunu o tarafa doğrultmuştum fakat düşündüğümün aksine Doğu bana doğru gelmek yerine, bileğindeki dokunmatik saatle ilgileniyordu.

 

"Bana bakın lan şerefsizler ya, çevirdiğiniz oyunu doğru dürüst anlatırsınız ya da ben oyunuzu sikerim."

 

"Küfür mü? etti o." Hazar şaşkındı.

 

Gözlerimi üzerinde gezdirip, ona karşılık vermiştim. "Ben olsam küfür demezdim."

 

"Ya ne derdin bücür?" O da tek kaşını kaldırıp, sorgulamıştı beni.

 

"Kız, artık hak ettiğimiz dilden konuşmaya başladı derdim." Hazar kaşlarını çatarak bana bakmaya başlamıştı. Sanırım birileri sinirlenmişti. Umrumda bile değildi. Onun sinirlenmeye başladığı yerde, ben kriz geçirmek üzereydim.

 

"Anlatın artık lan."

Sesimin bu denli yüksek tonda çıkması bana da sürpriz olmuştu.

 

"Bence bizden önce sen anlatmaya başlasan iyi olacak, Hera'cım. Mesela, ne yanlış gitti de bize silah doğrulttun?"

Batı, çok kurnaz bir zekaya sahipti. Genelde onun, kurnazlığı olay anında ortaya çıkıyordu. Az önce Erdem'e yaptığımı bana yapmaya çalışıyor, ağzımdan laf almak istiyordu.

 

"Ben anlatayım öyle mi? Peki, tamam anlatıyorum: Mallar bize Doğu Kafkas cephesinden tır yoluyla geliyor. Oradan aldığımız malları yük gemilerine 'OYUNCAK' diyerekten bindiriyoruz. Mallar Yunanistan sınırına ulaşınca oradaki adamlarımızın eline geçiyor. Onlar da malları yine 'OYUNCAK' kutularının içine koyarak tüm dünyaya satış yapıyorlar." Oyuncak dediğim her seferinde kelimenin üzerine vurgu yapmıştım. Batı, bana kırpıştırdığı gözlerinin ardından bakıyordu.

 

"Ama ben hiçbir şey anlamadım ki?"

 

Neredeyse sinir krizi geçirip, kendimi yerden yere vuracaktım.

"Lan göt! Burda bir şey anlatılacaksa bunu senin şerefsiz ağabeylerin anlatacak ben değil."

 

"Yürü be çirkin cadı." Erdem bana destek çıkan tek kişiydi.

 

"Sus lan sen de. Ne olduysa senin yüzünden oldu zaten." Mert, şerefsizide Erdem'e bir hayli öfkeliydi sanırım.

 

"Şşşşttt alo! Sen kim oluyorsun da benim puştcuğuma laf atıyorsun."

Ağzımdan çıkan sözler beni de bir hayli şaşırtmıştı. Yine de söylediğim için pişman değildim. En azından onların aksine puştun bir vicdanı vardı. Bu da bir şeydi neticede. Ağzı ve burnu Arem yüzünden dağıtılmış ve olduğu yerde uzanarak bütün olaylara hakim olmaya çalışan Erdem kahkaha atmıştı.

 

"Bugünleri de gördüm ya, mutluyum, gururluyum. İçlerinden geç çirkin cadı. Ben seni tutuyorum." İçlerinden geçecektim buna hiç şüphen olmasın puşt. Buna kimsenin şüphesi olmasın.

 

"Artık konuşun lan, bak valla bana geliyorlar. Kafamın içindeki sese uyarsam ilk kızıl kafanın beyni dağılır. Tabii dağılacak bir beyne sahip olduğunu sanmıyorum ama." Evren Korkmaz, korkmuş olacak ki, hemen sevgilisinin önüne geçmişti. Soyadından utan cibiliyetsiz.

 

"Anlatın lan artık." Bir kez daha gür sesimle haykırmıştım.

 

"Anlatacak bir şey yok tanrıça." Arem'e dönmüştü gözlerim. Yine niye bu kadar rahattı kim bilir?

 

"Bana tanrıça diyip durma lan! Yemin ederim seni Kronos'a akşam yemeği yaparım. Sonra gider Zeus'u bulur, beni aldatsın diye nikah basarım ona. Bak yemin ederim yaparım, görürsün." En sevmediğin özelliğin ne diye sorarlarsa, herhangi bir duyguyu çok yüksek, yani uçlarda yaşadığım zaman saçmalıyor olmamdı derdim.

 

Veliahtların, gülmemek için kendilerini sıktıklarını görünce sinirden küplere binmemiştim. O küpler bana binmişti. Öyle bir sinir.

 

"Bücür sen şimdi Eros'u falan da tanıyorsundur. Ona söyle de bizim de şu aşk hayatımıza bir el atsın." Hazar'ın Lara'ya bakarak kurduğu sözler ile dedim ki: Allah'ım beni yok et yok!

 

"Sana bir şey diyeyim mi? Hazar'cım. Ben Eros'tan o oku aşk hayatın için değil, götüne sokması için ricada bulunurum ancak."

 

Artık kimse kendini gülmemek için tutmamıştı. Yine fena geçirmiştim. "Demek laf bana değil de başkasına girince bu kadar keyifli oluyormuş ha!" Erdem, ben senin dert ettiğin yeri en ince detayına kadar cima edeyim.

 

"Bakın, ben bu kıza insan gibi davrandıkça bu içimden geçiyor. Valla sinir kat sayım artıyor benim." Sinir kat sayısı artıyormuş. Aman çok korktum. Hatta o kadar çok korktum ki şimdi seni, sinir kat sayılarını artırmak yerine Allah katına göndereceğim.

 

Bu kadar eğlence yetmişti. Biraz ciddi olmak gerekiyordu. Arem ile karşılıklı bakışmanın ardından konuşmayı tekrar devir almıştım. Silahı tutmaktan kolum ağırmıştı.

 

"Adım Hera ama soyadım Uysal değil, Türkeş. Aranıza devlet tarafından ajan olarak gönderildim. Sizi yok etme gibi bir amaçları yok. Her ne halt yiyorsanız onu öğrenmek için beni yıllarca eğittiler. Ayrıca ben ne için eğitildiğimi bile bilmiyordum."Gözlerim tekrar Arem'e dönmüştü. "Üstelik başınızda ki bu yalancı herif, her şeyi en başından beri biliyordu."

 

Gözlerimi tek tek üzerlerinde gezdirmiştim. Ne görmeyi amaçlıyordum, bilmiyordum. Bildiğim tek şey bunu görmeyi amaçlamadığımdı. Siktir!!!! Ama bu nasıl olurdu?

 

Hiçbirinin yüzünde şaşırma duygusu yoktu. Hayır, sadece şaşırmış gibi yapmışlardı. Normal biri inanırdı buna. Ancak hiç kimse beni bu palavraya inandıramazdı. Bu da mı yalandı Arem? Bu da mı? Sizin benimle derdiniz ne be!

 

"Lan siz zaten biliyorsunuz ki. Siz zaten her şeyi biliyorsunuz ki." Artık şaşırma sırası onlardaydı. Gerçekten sonuna kadar şaşırmıştı hepsi. Sanırım üstün oyunculuklarına rağmen beni kandıramamış olmalarına yönelik, şaşırmaya ev sahipliği yapıyorlardı. Silahımı Arem'e doğrultup konuşmuştum.

 

"Bana yalan söyledin. Seni adi şerefsiz bana nasıl yalan söylersin." Sinirden gözlerim dolu dolu olmuştu. Tetiğe basmıştım. Tetiğe basmıştım lakin hiçbir sonuç alamamıştım çünkü lanet olasıca tetik kitlenmişti. Basılmıyordu, taş gibiydi.

 

"Küçük bir bilgilendirme, biz silah tüccarıyız." Doğu'nun sesi yüzünden öfkeli gözlerim onu bulmuştu.

 

"Küçük bilgilendirmeden hiçbir şey anlamadım aptal herif. Daha büyük bir bilgilendirme talep ediyorum."

 

Doğu şerefsizi hay hay dercesine kolunu kaldırıp, diğer elinin işaret parmağı ile kolundaki saati gözüme gözüme sokmuştu. Anladık, tamam, zenginsin. Havan kime oğlum? "Bu saat, bizim üretimimiz olan herhangi bir silahın kod numarası girildiği zaman kilitlenmesine yarıyor." Şimdi anlamıştım. Demek silah bu yüzden ateş almamıştı. Şerefsiz herifler onu çoktan kilitlemişlerdi. Koduğumun kodlarına gelesiceler sizi.

 

Silahı yere fırlatmıştım. Kolum ağırmıştı anam. "Sen az önce beni öldürmek mi istedin tanrıça" Aa! Arem hatırlatmasa silahın kitlendiğini bilmediğim için gerçekten onu öldürmek istediğimi fark etmeyecektim. Aferin kız bana.

 

"Seni öldürmek istemedim. Sadece Dünya üzerinden bir yalancı pisliğin silinmesine yardımcı olmaya çalışıyordum." Yutkunmuştu. Sanırım incinmişti. Zerre umurumda değilsin artık veliaht.

 

"Hera,bak! Nasıl ki sen bizim her hareketimizi bizler bunun eğitimini almış olsak da saniyesinde anlıyorsan, biz de senin yalan söylediğini sen bunun eğitimini almış olsan da anlayabiliyoruz." Evren korkağı haklıydı. Çok pis, kısır döngünün içine girmiştik. Herkes eğitimli olduğu için birinin alanı diğerinin alanını deşifre ediyordu. Bu da bizi çıkılmaz bir yola sokuyordu.

 

"Birimizin diğerinden daha iyi olduğu o gün gelmeyene kadar sakın karşıma çıkmayın. Burdan gideceğiz, geriye kalan beş askeri kurtaracağız ve ben siktir olup gideceğim ve siz," Elimle her birini tek tek işaret etmiştim. " Hayatımın herhangi bir yerinde karşıma çıkarsanız belanızı sikerim." Sinir vücudumu esir almadığı sürece küfür kullanmazdım. Kullanıyorsam kafam attığındandır.

 

"Nerenle dememek için kendimi çok zor tutuyorum bücür." Hazar'ın alaycı suratına alayla bakmıştım.

 

"Ebenle dememek için, kendimi zor tutmam Hazar." Yüzü yine öfkeden kasıldığında, iki elini suratına götürüp yüzünü avuçlamıştı. Kendi aleminde sinir krizi geçiriyordu.

 

"Böyle bir şey olmayacak. Seni bırakmam." Arem'i parçalarına ayırma düşüncesi sakın çıkma aklımdan.

 

"Sen mi engel olacaksın bana?"

Onu kesinlikle kâle almıyordum

 

"Ben değil, baban olacak." İşte şimdi dikkatimi çektin veliaht.

 

"Ne demek istiyorsun, açık konuş Pinokyo?" Sesim, yüzüm ve her hareketim ona nefret kusuyordu.

 

"Eğer yanına gelmeme karşı koyarsan, bu hayattaki tek dayanağın olan babanı ölmüş bil."

 

Şok olmuştum. Bunu yapamazdı. Ben daha benden ne istediğini bilmeden bir de onun asıl yüzüyle karşılaşmıştım. O bana hep Arem olmuştu. Ama şimdi karşımda gördüğüm bu adam herkesin korkulu rüyası olan o adamdı. KAMER'di.

 

"Bunu yapamazsın..." Bana gülümsemişti.

O kadar soğuktu ki gülüşü, içimin buzlandığını hissetmiştim.

 

"Eğer seni benden uzaklaştıracaksa, kıyameti bile Dünya'ya getirebilirim, tanrıça."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

Loading...
0%