Yeni Üyelik
23.
Bölüm

🎭 22 ÇIKARLAR VE SAVAŞLAR

@mavimsu_

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

(🎭)

 

 

Bölüm Sözü

 

Riyakar değilim!

 

Hedefe giden yol istikrardan

 

geçer...

 

H.G.

 

(🎭)

 

Tehdit nedir? Neden yapılır? Tehdit edilince ne yapmak gerekir?

 

Tehdit, bir kimseye yönelik saldırı gerçekleştireceğinden bahsetmek olduğundan, hürriyete karşı bir suç demektir. Yine aynı zamanda tehdit, hayata, bilgiye, her türlü faaliyete, çevreye veya mülkiyete zarar verme potansiyeline sahip ve tehlike oluşturacağını işaret eden doğal veya insan yapımı olay, birey, tüzel varlık veya eylem demektir.

 

Yasal açıklama sona erdi...

Hera usulü açıklama aktif hâle geldi...

 

Tehdit; karşınızda bulunan şahsın, şahsiyetini, sizden daha üstün görmesidir. Yani; bir kimse sizi tehdit etmişse, elinde sizden üstün olduğunu sanmasını sağlayacak bir kozu vardır. Ekstra bir bilgi olarak söylemek istiyordum ki hayatta daima, zaafı olan zafiyet gösterirdi. O yüzden bir insanın zaafı varsa...Olmasındı...

 

Peki neden tehdit ediliriz? Basit. Karşınızda bulunan şahıs, size ihtiyacı olduğunu düşünüyorsa ve siz bu ihtiyacı umursamıyorsanız, sizi tehdit ederek istediğini yapmanızı sağlamak ister.

 

Gelelim şimdi zurnanın zırt dediği yere. Tehdit ediliyorsanız ne yapmanız gerekir? Kozlarınız yok mu? Ancak karşı tarafta size yönelik çok fazla koz mu var? Üstüne üstlük zaafınızı mı kullandılar? Yapmanız gereken şey çok basit. Dört kelime. "Ne istiyorsan, onu yap!"

 

Herkesin gözleri olağanca bir şaşkınlıkla açılmıştı. Bunu söylememi kimse beklemiyordu. Valla, ben de günün birinde Arem tarafından tehdit edilmeyi beklemiyordum. Hayat sürprizlerle doluysa demek ki. Arem kaşlarını çatmış, demek istediğim şeyi doğru anlayıp anlamadığını tartıyor olmalıydı. Anlamadıysanız sizin için tane tane cümle kurmak şart olmuştu benim için. Ah ben ve benim ponçik kalbim. Resmen, yeri geldiğinde salak insanlara derdimi salakça anlatmaktan hiç çekinmiyordum.

 

"Diyorum ki öldür Arem. Babamı öldür. Hatta gel beni de öldür. Bak olmayan sikimin olmayan ucuna bile takarsam seni, ne olsun?" Veliahtlar genel olarak çok küfür kullanmazdı. Biri damarlarına basmadığı sürece. Her biri ayrı ayrı damarıma basıyordu ve ben buna tepki gösteriyorum diye suçlu ilan ediliyordum. Gözlerinden çıkardığım sonuç bundan ibaretti.

 

"Yine kendinden çok emin konuşuyorsun tanrıça." Gözleri gözlerimi delip geçmeye devam ediyordu. "Kırılmanı istemiyorum." Sen, beni kırmak istemiyor olabilirsin, veliaht ama ben senin içinden geçmek, parçalamak, yok etmek istiyorum. Onu ne yapacağız?

 

"Kırmak mı? Sen beni gerçekten kırabileceğini mi sanıyorsun?" Arem'e öfkeliydim. Kendimi dizginleyemiyordum. Dilime hakim olamıyordum.

 

"Ah bak, sevgili Melisa'cığınız için işler nasıl yürüyordu zerre bilmiyorum ama benim hakkımda size küçük bir bilgi vereyim. Ben, benim için gram önem arz etmeyen birinin sözlerine kırılmam."

 

Hayat çok değişik bir güzergah belirlemişti. Arem'in, çok değil yarım saat önce, sevgili kardeşi ve onun yakın arkadaşının saçma sapan oyunu yüzünden kırıldığını görünce; dayanamayıp sonuna kadar savunmuştum onu. Şimdi ise Melisa'nın adını özellikle vurgulamıştım. Gerçekten onun canını yakmak istiyordum. Sanırım başarılı olmuştum da. Gözlerindeki buzdan duvarın, sözlerim üzerine yıkıldığına ayan beyan şahitlik etmiştim. Amacıma ulaşmıştım, ulaşmasına ancak ilk kez başarı beni mutlu etmemişti.

 

"Güzelim, gerçekten bizi çok yanlış anladın. Yapma böyle! Anlatmamıza izin ver. Yemin ederim sana zarar verme niyetinde değiliz."

 

Bu saatten sonra ne niyetinde olduğunuz umrumda bile değil, Mert. Siz bana topluca yalan söylediniz. Beni kandırdınız. Ulan, ben sizi kandırdığımı sandığım için, size yalan söylemek zorunda olduğum için kendi kendimi yedim durdum. Siz ise zaten her şeyin farkındaymışsınız. Umarım, ben kendimi yerken, siz bu hâlimden zevk almışsınızdır.

 

"Ne anlatacaksınız? Seni böyle kandırdık, böyle oynadık falan mı diyeceksiniz? İyi eğlendiniz mi? Bari bunları yaparken."

Hepsine karşı kinim vardı. Tam olarak neden kin tutmuştum bilgim yoktu. Beni kandırmış olmaları yüzünden mi? Yoksa beni kandıracak kadar sevmemiş olmaları yüzünden mi?

 

"Teknik olarak seni kandırdığımız o dönem içerisinde, senin de bizi kandırmak için geldiğini varsayarsak sadece durumu eşitlemiş olduk. Bu kadar abartmasan mı?"

 

"Teknik olarak buradan yanına uçarsam ağzınla burnunu dağıtmak yerine sadece eşitleyebilirim. İster misin? Aptal sarışın." Yönlere çok pis gıcık olmuştum. Hele ki Batı'ya. Ağzını her açtığında elimin tersiyle bir tane yapıştırasım geliyordu.

 

Batı, elini teslim olur gibi havaya kaldırıp susma hakkını kullanmıştı. Sevgili ağzı ve kıymetli burnu için oldukça yerinde bir karar olmuştu. "Bir dakika ne? Bu kız gerçekten sizin aranıza bir ajan olarak gönderildi ve siz hâlâ ona karşı bu kadar yumuşak mı davranıyorsunuz? Tanrı aşkına, sizin derdiniz ne?"

 

Yumuşak davranmak mı? Ciddi olamazdı. Sarı şekerin gerçekten beyni de şekerlenmiş olmalıydı. Aksi hâde bu cümleyi kuran bir insanın, bir beyni olduğuna beni kimse inandıramazdı. "Yumuşak davranıyorlar öyle mi? Lan, az önce babamı öldürmekle tehdit etti beni. Ne yumuşağı, ne iyisi alo."

 

Lara bana cevap veremeden, onu savunmak için bir başkası devreye girmişti. "Daha önce hiç yaşamadık mı sanıyorsun, sen tüm bunları?" Eski görümcemin ne demek istediğini pek anlamamıştım. Ancak yine de eski görümcem olduğu için gelirsem oraya ağzını cart diye ortadan ikiye ayırırım bakışlarımı yollamayı ihmal etmemiştim.

 

"Ne yaşamıştınız mesela? Çok merak ettim bak. Hadi anlat, kızıl." Ağzımı yaya yaya konuşarak sarf ettiğim sözler daha çok onu dalgaya aldığımın belirtileriydi. Bugün hepinize düşmanım. Yarın olduğunda savaşalım.

 

"Erdem anlatsa daha iyi olur. Neticede senin yeni kankan o. Hem hikayenin baş karakteri de oydu, biliyor musun?" Tabii ki biliyorum. Ben de oradaydım çünkü. Te Allah'ım, yarrabim ya. Bunların düşük IQ seviyeleriyle muhabbet etmek zorunda olmayı dahi aklıma resmen hakaret sayıyordum.

 

Gözüm, şerefsiz sürüsü içindeki bir adet puştu bulmak için fıldır fıldır etrafını tarıyordu. Sonunda puştu yerde bulmayı beklerken, bir sandalyede oturmuş, burnunun üstüne buz torbası tutarken görmüştüm. Lan, buzu ne ara aldın? "Anlat bakalım, yarı şerefsiz puşt. Senin olayın ne?"

 

"Yarı şerefsiz ne lan, çirkin cadı." Her şeyi açıklamaktan ben bıkmıştım ancak bunlar, beni anlamamaktan bıkmamışlardı.

 

"Yarı şerefsiz buradakilerin aksine az da olsa bir vicdanın olmasından ötürü hak ettiğin lakap." Son derece rahat tavrım onu gülümsetmişti.

 

"Ben yarı şerefsizsem, diğerleri tam şerefsiz o zaman öyle mi?" Tek kaşını kaldırarak soru sormuştu. Bakışları alaycıydı. Aslında beni kullanarak kardeşlerini sinir etmeye çalışıyordu.

 

"Ben olsam, öyle demezdim."

 

"Ya ne derdin çirkin cadı?" Gülümseyen kişi artık ben olmuştum.

 

"Bunlar için şerefsizin sözlükteki tanımını derdim. TDK, şerefsiz kelimesini bunlardan esinlenerek oluşturmuş derdim. Şerefsizlik bir vücut sahibi olsaydı, bürüneceği kılık bunlara ait olurdu derdim. Bunlar köşeyi dönerken şerefsizlikleri onlardan önce dönüyor derdim. Hatta en çok da şey derdim…"

 

"Anladık, tamam, en şerefsiz biziz. Şerefsiz oğlu şerefsiziz lan biz." Hazar olacak o mendebur suratlı adamın lafımı böldüğünü görmek sinirlerime hiç iyi gelmemişti. Allah'tan son derece görgülü bir insandım da kendisine haddini görgü kuralları çerçevesinde bildirecektim.

 

"Ha, işte tam olarak bundan bahsediyordum. Şerefsizin şerefsiz olduğunu bilmesi gibi bir şey yok. Öyle değil mi lan, şerefsiz?" Hazar olacak o şerefsiz eliyle yüzünü sıvazlayarak sabır çekmeye başlamıştı. Bunu gören de sabrını sınadığımı falan sanardı.

 

"Ee, sendeyiz puşt, anlat bakalım."

 

Erdem olacak yarı puşt, yarı şerefsiz olan o varlık, burnun üzerine tuttuğu buza rağmen konuşmaya başlamıştı. "Sene... İşte geçen sene. Benim hayatımda bir kadın vardı." Lafını kesmiş gibi oldum puşt ama kusura bakmayı ver artık. Kendimi tutamadım, ne yapayım? Bu ortamda bile sen beni güldürdün ya, Allah'ta seni süründürsün inşallah.

 

"Hiç güleceğim yoktu, vallaha. Senin yanında biri vardı ve o kişi benim hemcinsimdi ha!" Kaşlarını çatmıştı. Buz olan elini havaya kaldırarak konuşmuştu.

 

"Niye bu kadar şaşırdın? Ben sevemez miyim?" Kalbinin kırılmış olma ihtimalini göz önünde bulundurmuş olsam da, o ihtimalle ilgilenmiyordum.

 

"Yav, yok sende seversin. Neticede puştlarında bir kalbi vardır ama dünya üzerinde hangi hemcinsimin puşt sevecek kadar düşük kriterleri olduğunu merak ettim doğrusu." Son derece alaycıydım.

 

Olay anında, diken üstünde ve de başın tehlikedeyse eğer; kurtulamıyorsan dalga geç! Dalga geç ki, dalga seni almasın...

 

"Çok gıcık, çok lanet bir kadınsın çirkin cadı." Alay ettiğimi anladığında kırılmayı bırakmıştı.

 

"Ağlayacaksan oynamayalım istersen puştcuğum."

 

"Susarsan, derdimi anlatacağım burada."

İsyan edişi yüzünden sesi daha gür çıkmıştı.

 

"Ay, iyi tamam be. Al sustum." Elimle ağzıma fermuar işareti çekmiştim. Yine de söz vermemiştim şayet, her an tekrar gülmekten ölebilirdim.

 

"Kız ile tesadüf eseri bir kafede tanıştık. Adı Deniz'di, uzun kahve saçları, yemyeşil gözleri vardı. O kadar güzeldi, o kadar güzeldi ki…"

 

"Ay, içimi baydın. Daha kısa anlatamaz mısın?" Aniden araya girdiğimde öfkeli gözleri beni bulmuştu.

 

"Heves kırıyorsun." Lafını bölmüş olmam onu rahatsız etmişti.

 

"Canımı sıkıyorsun." Açıkçası, uzun uzadıya Erdem gibi bir mahlukat ile beraber olan kadının ancak ve ancak zekasal problemleri olacağını bildiğim için, fiziksel özelliklerinin güzelliğini dinleyemezdim. Beynin yoksa güzel olsan kaç yazar?

 

"İyi tamam, dinle kısa kesiyorum." Kısacası 'ne halin varsa gör,' diyordu.

"Benim tesadüf eseri karşıma çıktı sandığım kız, meğerse BND'ye çalışan eğitimli bir Alman ajanıymış. Ah, onu ölsem unutamayacağım." Eminim unutmazsın puşt.

 

"Ne kadar süre birlikte oldunuz ki?"

Meraklı sesimi duyunca gözleri tekrar beni bulmuştu.

 

"24 saat."

 

"Ödemeyi aldın inşallah."

 

İkizlerden Doğu olacak hayırsız, bir bardak suyu ağzına götürecekken birden bire bütün suyu püskürtüvermişti. Ardından anıra anıra gülmüştü. Gerçekten anıra anıra gülmüştü. Ben ömrümde böyle gülüş şekli görmemiştim. Sanırsınız hipopotamlar çiftleşiyor, öyle bir gülüş.

 

"Sen gerçekten duygusuz bir kadınsın, çirkin cadı." Ne demiştim ben şimdi sanki? Resmen üzerime oynuyordu şerefsiz ordusu.

 

"Duyar kasma da anlatmaya devam et. Ne oldu sonra kıza?"

 

"Öldü." Bir kadını öyle ya da böyle öldürdüm veya öldürttüm dersen bugün bir cinayet işleyeceğim demektir. Kurbanımın bir puşt olması ise bana ayrı bir zevk verirdi. "Nasıl öldü?" Buz gibi çıkan sesim Erdem'in kaşlarını çatmasına neden olmuştu?

 

"Onu ben öldürmedim. Sadece birlikte olduk. Gündüz o hâlâ yatakta uyurken baş ucuna beni kandıramayacağı ile ilgili bir not bırakmıştım. Sonra bir daha görmedim." Omuz silkmişti. Yüzünde yalana dair bir iz bulamamıştım. Yine de o bir veliahtı. Veliahtlara güven olmazdı

 

"Onu kim öldürdü?"

 

"BND tarafından öldürüldü."

 

"Hani onlara çalışıyordu kız?"

 

"Evet, onlara çalışıyordu. Zaten bu yüzden öldürdüler onu. Açığa çıktığı için." Saçma sapan işler. Ne demek birini açığa çıktı deyip öldürmek. Bende açığa çıkmıştım ne yani beni de mi öldüreceklerdi? Bir dakika, bende açığa çıkmıştım.

 

"Bende açığa çıktım ama Allah'tan Alman değil de Türk ajanıyım. Yoksa ayvayı yemiştim." Kendi kendimi teselli etmek istemiştim.

 

"Bakın nasılda rahat rahat söylüyor vallaha bu kız normal değil." Sen sanki çok normalsin, korkusuz korkak Evren Korkmaz.

 

"İşte tam olarak işler öyle yürümüyor Hera'cım." Ay yoksa beni de mi öldürecek aptal sarışın. "Nasıl yürüyormuş işler Batı'cım? "

 

Batı'dan bir cevap beklerken sevmediğim ot olan Arem, burnumun dibinde bitmişti. Git lan şurdan, ota alerjim var benim. "Sana her şeyi benim anlatmamı ister misin?"

 

"Sesini bırak, yüzünü görmeye tahammülüm yok. Sence ister miyim?" Bir kez daha kırılmıştı. Onun bu denli kolay kırılan bir adam olduğunu sanmıyordum. Onu inciten, sözlerin benim ağzımdan çıkıyor oluşuydu. Asıl ilginç olan şey ise benim onun kırıldığını anlayabiliyor olmamdı. Çünkü sadece bakıyordu. Hiçbir mimik barındırmayan yüzün ve gözlerin kırıldığını ben bakarak görmüyordum. Ben hissederek görüyordum. Ne zamandan beri bu adamı hisseder olmuştum ben?

 

''Lütfen böyle yapma... " Sessi acı çeker gibi çıkmamıştı. Sessi gerçekten acı çektiği için böyle çıkmıştı.

 

"Arem, yapma! Kıza bir yalvarmadığın kalmıştı, onu da yaptın tam oldu. Benim duygusuz kardeşime ne oldu da bu hâle geldi?" Drama queen, kızıl kafa, konuşmasa kendimi daha iyi hissedebilirdim.

 

Sırf Elena hanıma inat olsun diye Arem'e kafamı sallamıştım. Ne demek istediğimi anlayan adam, bana elini uzatmıştı. O kadar da değil, veliaht. O kadar uzun boylu değil.

 

"Artık tutamam ben o eli." Gözlerini sımsıkı kapatıp kafasını yukarı kaldırmış, derin bir nefesi içine çekmişti. Bana uzattığı elini ise yavaş yavaş indirmişti. Tekrar göz göze geldiğimizde kafasını aşağı yukarı sallamıştı. Beni anlıyordu.

 

"Şimdilik tutma. Nasıl olsa ben ne yapar eder yine tutmanı sağlarım." Arkasını dönüp merdivenlere doğru yürüdüğünde onu takip etmem gerektiğini biliyordum.

İçerideki yığınla yalancının suratına bakmayı reddedip, peşinden merdivenlere ilerlemiştim.

 

Üst kattaki odalardan birine gelmiştik. Burası çalışma odası tarzında bir odaydı. Arem önden ilerleyerek büyük piyano kesim ahşaptan bir çalışma masasının önünde durmuştu. Onu takip edip yanına kadar ilerlediğimde dönen tekerlekli sandalyeye oturmam için kafasıyla işaret etmişti. Benden istediğini yapıp sandalyeye oturmuştum.

 

İki kolunu etrafımda geçirerek kafasını sağ omzumdan aşağı doğru eğmişti. O an farkına varmıştım bende önümde duran bir adet bilgisayarın varlığını. Fazlasıyla yakın bir temasın içinde olduğum adam, uğraştığı bilgisayardan birkaç dosya bulup önüme sermişti.

 

Her bir dosyada farklı bir istihbarat kuruluşunun ismi yer alıyordu. Daha doğrusu farklı bir istihbaratın adı yer alıyordu. Toplam 18 istihbarat vardı:

 

1. Mossad - İsrail istihbarat servisi.

2. MSS - Çin istihbarat servisi.

3. NSA - ABD istihbarat servisi.

4. CIA - ABD istihbarat servisi.

5. MOIS - İran istihbarat servisi.

6. FSB - Rusya istihbarat servisi.

7. MI6 (SIS) - İngiltere istihbarat servisi.

8. GRU - Rusya istihbarat servisi.

9. RAW - Hindistan istihbarat servisi.

10. ISI - Pakistan istihbarat servisi.

11. BND - Almanya istihbarat servisi.

12. ASIS - Avustralya istihbarat servisi.

13. DGSE - Fransa istihbarat servisi.

14. CSIS - Kanada istihbarat servisi.

15. SVRRF - Japonya İstihbarat servisi.

16. BBC - Kuzey Kore istihbarat servisi.

17. MIC - Güney Kore istihbarat servisi.

18. MİT - Türkiye istihbarat servisi.

 

Engin tecrübelerim bana diyolardı ki, "Bak kızım Hera, biraz sonra yine yüksek çaplı bir beyin fırtınası içinde savrulacağız."

 

"Beni iyi dinle tanrıça." Kulağımın dibinden gelen sesi yüzünden irkilmiştim. Ona bakmak yerine ekrana bakmaya devam ettiğimde konuşmuştu.

"Bunlar Dünya İstihbaratı; ülke güvenliğinin sağlanması için karar mekanizmalarına gerekli bilginin toplanması, analiz ve tasnif edilmesi, raporlandırılması ve ilgili karar vericilere iletilmesi ile yükümlü olan çok amaçlı teşkilatların hepsidirler."

 

Arem'i soluksuz dinlemeye başlamıştım. Nefesimi tutmuş adeta devam etmesi için can atıyordum.

 

"Veliaht ve Ulu tanımı Dünya'nın neresine gidersen git, en küçük ülkeden en büyük ülkeye, en zayıf ülkeden en güçlü ülkeye kadar herkesin önlem aldığı bir yapılanmanın adı. Dünya bizden korkuyor. Ancak bu korku gerçekten olan bir şey. Mecaz bir anlatım burada söz konusu bile değil. Ülkeler bizden korktukça, bize karşı adamlar yetiştirir oldular. Olası bir saldırma durumumuz olursa diye ellerinde bize karşı koz bulundurmak istiyorlar." Kaşlarım çatılmıştı. Yüzümü istemsizce buruşturmuştum.

 

"Ben sizin bu ülkeler ile iş birliği içinde olduğunuzu sanıyordum. Neticede silah üretiyor ve onlara satıyorsunuz. Bir nevi yatırım ortaklığı içindesiniz. Bu durumda sizi neden bir tehdit olarak görüyorlar ki?" Sesimde bariz merak tohumları vardı. Bugün aklıma yatmayan her şeyi ona soracaktım.

 

"Bizi bir tehdit olarak görmüyorlar. Biz zaten onlar için her zaman en büyük tehditiz. Yani onlarla iş yapıyor olmamız günü geldiğinde, çıkarlarımız için onları gözden çıkarmayacağımız anlamına gelmiyor. Onlar da bunun farkında oldukları için bu gözden çıkarılma durumunu yaşamamak adına bize karşı güç toplamak istiyorlar."

 

Aklıma tonla soru akın etmeye başlamıştı. Mesela, daha önce hiçbir ülkeyi gözden çıkardıkları olmuş muydu?

 

"Daha önce bir ülkeye çıkarlarınız doğrultusunda zarar verdiniz mi?"

 

"Verdik." Tek seferde ve de keskince cevaplamıştı beni.

 

"Hangi ülkeye?"

 

"Rusya'ya." Gözlerim şokla açılmıştı. Kafamı hemen ona çevirmiştim. Bana çok yakın durduğunu geç fark etmiştim şayet çoktan burun buruna gelmiştik. Arem tebessüm edip, aramızdaki mesafeyi kendini çekerek açmıştı. Derin nefes alıp vermiştim. Mesafeler güzeldi.

 

"Bir dakika ne? Rusya şu anda Ukrayna ile savaş içerisinde." Bir ekrana bir Arem'e bakıp duruyordum. Aydınlanma yaşamak tam olarak böyle bir şey olmalıydı. "Aman Tanrım, bunu yapan siz miydiniz?" Arem kafasını aşağı yukarı sallamıştı. Korku ve endişe bütün bedenimi ele geçirmişti. Tanrı aşkına, bir grup adam Avrupa'ya en büyük güvenlik krizinin gelmesine neden olmakla kalmayıp bütün bir Dünya'yı kasıp kavuran ekonomik krizin temelini atan bir savaşı nasıl başlatabilirdi? Ellerinde tuttukları gücün boyutu aklımın bile alamayacağı kadar fazlaydı.

 

"Rusya hakkında kulağımıza bir takım duyumlar gelmeye başlamıştı. Aldığımız duyumlar, Rusya'nın, Yunanistan ile iş birliği hazırlığı yapması yönündeydi. Zaten Amerika tarafından şımartılan Yunanistan, arkasına Rusya'yı da alırsa, Rusların ittifakı olan Çin devleti de ona katılacaktı. Bu durumda Yunanistan'ın arkasında üçlü bir güç olması, ülkem için tehdit demekti. Bilirsin, işte Yunanistan genel olarak Türkiye'den pek haz etmez. Sanırım yüzmeyi hiçbir zaman sevmeyecekler."

 

Arem'in sona doğru yüzünün aldığı ifade tehlikeli bir gülüşü beraberinde getirmişti. "Tanrı aşkına, o zaman Rusya ve Yunanistan arasında bir savaş başlatsaydınız ya Arem. Ukrayna'nın ne günahı vardı?" Arem derin nefes alıp vermişti. İsyanımın buradan geleceğini tahmin etmiş olmalıydı.

 

"Böyle bir şey mümkün bile değildi tanrıça. Yunanistan bizim sevsekte sevmesekte komşumuz. Orada olacak olan bir savaş demek, ülkemin ağır bir ekonomik krizin içinde can çekişeceği demekle aynı şey. Hele ki turizm sektörünün kilitlenmesi, savaşın bize olan yakınlığı nedeniyle askerlerimizin güneydeki yerlerini bırakıp kuzeybatı'da toplanması ve orada sağladığımız istikrarlı gücün başı boş kalması, sence de kulağa oldukça kötü gelmiyor mu?"

Bana kafasıyla işaret verdiğinde onu haklı bulduğum için onaylamak zorunda kalmıştım. "Yani güzelim, ülkeme bu kötülüğü niye yapayım ben?"

 

Çok güç, fazla güç. Çok fazla güç. Bu adamların elindeki güç, Dünya için bir tehdit diye boşuna dememişti Kansu. Haklıydı. Adamlar, tehdidin de gücünde tam olarak kendileriydi.

 

"Peki, tamam haklısın, benim için de her zaman öncelik benim ülkemdir ancak, bir sorum var sana." Arem'le aramıza mesafe koysakta fazlasıyla yakındık. O bunu pek umursuyor gibi görünmüyordu. Ben ise rahat sayılmazdım. "Dinliyorum tanrıça."

 

"Sorum şu: Rusya, Veliaht ve Ulu kavramını bilmiyor mu ki size rağmen Yunanistan ile ittifak kurmak istedi?"

Arem gülümsemişti. Sorduğum soru hoşuna gitmişti.

 

"Oldukça güzel soru tanrıça. Cevap veriyorum o hâlde."

 

"Zahmet olacak sana da, ama cevap ver bakalım." Arem tekrar gülüp kafasını iki yana sallamıştı. Ben gerçekten ciddiyete tepki olarak doğmuş olmalıydım.

 

"Rusya, Veliaht ve Ulu yapılandırmasına karşı olan ve bu yapılandırmayı bitirmek için elinden geleni ardına koymayan üç büyük devletten biri. Diğer iki devleti tahmin et bakalım tanrıça." İzninle önce bir beyin fırtınası yapacağım veliaht. Gözümü ondan alıp, ekrana çevirmiştim. Rusya varsa ittifakı hayli hayli vardır diyor ve geriye kalan iki devletten birine Çin diyorum. Bu hikayede Yunanistan güçlü olamayacak kadar küçük bir ülke olduğu için de diğer ülkeye de Yunanistan'ın ittifakı Amerika diyerek tahmin yürütüyordum.

 

"Çin ve Amerika." Kafasını aşağı yukarı sallamıştı.

 

"Aynen öyle ." Biliyordum işte, yine çok zekiydim.

 

"Rusya, Çin ve Amerika bizi bitirmek için senelerdir ellerinden geleni yapmakta çekinmezler. Biz Türküz ve ülkemiz bizim için kendi yapılandırmamızın bile önündedir. Onlar da bunun bilincinde olarak Yunanistan'a korkma ve saldır komutu veriyorlar. Biz senin arkandayız. Rusya ve Çin dolaylı yollar olmasa asla Amerika ile iş birliği yapmaz. Aynı şekilde Amerika'da Rusya ve Çin için kılını kıpırdatmaz. Her üç ülkenin politikası bu konuda asla taviz vermez." Kafamı bir kez daha ona hak verdiğim için aşağı yukarı sallamıştım.

 

"Ancak dediğim gibi işin boyutu sadece dolaylı olmayan yolları kapsar. Yani eğer Yunanistan'ı bahane ederlerse birlik olabilirler. Yunanistan'a sen Türkiye'ye saldır ki biz de senden dolayı Türkiye savaşında sana destek çıkalım diye cesaret veriyorlardı."

 

"Buradaki amaçları neydi peki?" Merak ettiğim sorulardan birini sorarak lafını tekrar bölümüştüm. Kızmak yerine cevap vermişti.

 

"Bizi bitirmek."

 

"Bu nasıl olacaktı?" Yine sorumu hız kaybetmeden cevaplamıştı.

 

"Eğer her şey onların istediği gibi gitseydi, Kuzeybatı yönünde Yunanistan, Kuzey-kuzeydoğu yönünde Rusya ile savaşacaktık. Hele ki işin içine Amerika da girmiş olsaydı, bu bölgelerin savaşı, geç kıtaların da savaşı olacaktı." Tanrım, on dakika önce Rusya-Ukrayna Savaşı için kınadığım adamları şimdi ise anlından öpmek istiyordum. Helal olsun size veliahtlar.

 

"Bunlar olmaya başladığında biz ne yapmak zorunda kalırdık biliyor musun tanrıça?"

 

"İttifak arayışına mı girerdik?" Arem gözlerimin içine bakıp gülümsemişti. Daha ben ne olduğunu anlamadan başıma bir öpücük kondurmuştu. "Çok çabuk kavrıyorsun tanrıça. İnanılmaz bir zekan var." Arem'in ses tonu, büyülenmiş bir tonda kulaklarıma nüfuz etmişti. Ona hâlâ kızgın olduğumdan ses etmemiş, susmuştum.

 

Tekrar konuşmaya başlamadan önce Arem, eğildiği konumunu düzeltip yan dönmüştü. Kalçasını masaya yaslayan adam ile ben de dönen sandalyenin konumunu onu görebileceğim şekilde ayarlayarak iyice yerime yaslanmıştım.

 

"Kuzeybatı'daki Yunanistan sorununa karşılık yine Kuzeybatı'da yer alan Bulgaristan ile ittifak olurduk. Rusya içinse Gürcistan ve Ermenistan ile ittifak kurabilirdik."

 

"Ermenistan Türkleri sevmez ki?" Detaylar, detaylar ve daha çok detaylar.

 

"Ermenistan Türkleri sevmese de Veliaht ve Ulu yapılandırmasını sever." Cevaplar, cevaplar ve daha çok cevaplar.

 

"Aman Azerbaycan duymasın bu dediğini." Arem gülmüştü. Onunla beraber ben de gülmüştüm. Kısa zaman sonra ona güldüğümü fark edip gülüşümü hızla silmiştim. Kusura bakmasındı artık.

 

"Ermenistan bizim için bir Azerbaycan etmez ama ülkemizin olmasa da bizim ittifakımızdır. Merak etme, sorun çıkartırlarsa, sorun olacağımızı bilirler." Ee, size de bu yakışırdı zaten veliaht. Arem bir bana bir bilgisayar ekranına baktıktan sonra en son bende durmuştu.

 

"Nerede kalmıştık güzelim."

 

"Rusya için Ermenistan ve Gürcistan ile ittifaklı kurmuştuk en son." Arem kafasını hatırladım der gibi sallamıştı.

 

"Ermenistan ve Gürcistan yeterli olmayacağı için bir de Kuzey Kore ve Moğolistanı da arkamıza aldık mı? Onun da işi bitmişti." Çok basit bir şeyden bahsediyormuş gibi konuşan adama, birinin aslında olası bir dünya savaşı komple teorisini anlatığını söylemesi gerekliydi. Şayet veliaht çok rahattı.

 

"Peki ya Rusya'nın dostu Çin?"

 

"Aslına bakarsan, Kuzey Kore Çin içinde yeterli bir güç ama eğer istersen araya üç beş ülke daha katardık. Seni mi kıracağım?" Adamın romantizm seviyesi beni şoke etmişti. Sırf beni kırmamak için Dünya Savaşı başlattı deli.

 

"Amerika için İngiltere, Fransa, Almanya üçlüsünü devreye soktuk mu? Tamamdır. Bu savaşta en az zararı biz almış olurduk." Veliahtlar Türk olduğu için şükür etmeye en kısa zamanda ülkece başlamalıydık.

 

"İyi hoş diyorsun da, onlar bunu düşünmediler mi? De böyle bir işe kalkıştılar." Kollarımı önümde birleştirmiş ve merakla vereceği cevabı beklemiştim.

 

"Düşündüler. Zaten ondan kalkıştılar." Anladığım tek şey hiçbir şey anlamadığımdır.

 

"Nasıl yani?"

 

"Asıl amaçları bizi bitirmek. Zaten savaşın uzun yıllara yayılmayacağını bizim buna izin vermiyeceğimizi biliyorlardı. Dolayısıyla en fazla üç ay sürecek bir Dünya Savaşı çıkarmak istiyorlardı." Parmağımı nedensizce ilk okul çocukları gibi havaya kaldırmıştım. Ne yaptığımın farkına varınca hemen indirsem de, Arem'in diline düşmekten kurtulamamıştım. "Söz hakkı isteyen küçük bir kız çocuğu ha!" Off, yemin ederim dalgınlığıma gelmişti. Rezil olmuştum ya. Konuyu değiştirmek ve de utanç duygusunu üzerimden atmak için hemen söze girmiştim.

 

"Tahmini olarak böyle bir yola başvurmalarının sebebi hakkındaki düşüncemi belirtmek isterim."

 

"Tabii, dinliyorum." En azından beni utandırmaya devam etmemişti. Bu da bir şeydi.

 

"Kısa çaplı bir Dünya Savaşı onlar için kayıp olsa da, bu kayıp umurlarında olan bir şey değildi. Çünkü onlar savaş bittikten sonra bu savaşa girmiş olan gerek kendi müttefikleri gerek savaştıkları ülkelerin hepsi ile toplanıp, 'Bakın, biz bu kadar zarar almışken Veliaht ve Ulu yapılandırmasından dolayı Türkiye hiç zarar görmedi. Yapılandırmayı bitirmek için gelin birlik olup Türkiye'yi haritadan silelim' diyeceklerdi. Bu durumda bir anda sizin yapılandırmaya karşı olan sadece üç ülke varken, işin içine sizi destekleyenler de girecekti." Sözlerime devam ettikçe aydınlık beni kendine çağırmaya devam ediyordu. Önümde birleştirdiğim kollarımı açıp, öne doğru heyecanla atılmıştım. "Oha, bu gerçekten bizim sonumuz olurdu."

 

Arem, kafasını aşağı yukarı salamıştı. Doğru bir tahminde bulunduğum aşikardı.

 

"İşte bu olmasın diye Ukrayna'yı kurban ettik. Çünkü Amerika Ukrayna'dan dolayı Rusya ile birlik olmaz, aksine ona karşı olurdu." Savaşa karşı olan zihniyetim artık bahsi geçen savaş için herhangi bir inkar semptomu göstermemişti. Bir tarafta Ukrayna-Rusya savaşı varken, diğer tarafta önce III. Dünya Savaşı sonra haritadan silinmemiz yer almıştı. Aklı olan ikinciyi seçmezdi.

 

"Asıl konudan çok saptık. Bilmem farkında mısın? Bana hüküm ediyorsun. Sırf sen merak ettin diye kimsenin bilmediği bir olayı en ince detayına kadar anlattım." Bunun farkındaydım. En azından artık farkındaydım ve hayır, bunu kullanmaktan hiç çekinmeyecektim.

 

"Asıl konumuza dönelim o hâlde." Arem de beni onaylayınca tekrar eski konumuna geri dönmüştü. Benim oturduğum sandalyenin yönünü bilgisayara çevirmeyi de ihmal etmemişti. Tekrar iki yanımdan kollarını geçirerek bilgisayara uzanmıştı.

 

Önümdeki ekrana, Arem'in açtığı dosyalar ve belgeler sırasıyla geliyordu. Ancak ben okuduklarımdan tek kelime anlamıyordum. 'Hocam, Türkçe meali gelir mi bu dosyanın?' Gözlerine bakmak istediğimden kafamı ona doğru çevirdiğimde, Arem'in bir an için yine yakınımda olduğunu unutmuş olmamdan kaynaklı burun buruna ikinci kez gelmiştik. Fırsatçı veliaht bunu fırsat bilerek burnumun ucuna küçük bir öpücük kondurmuştu. Ömrü hayatımda bu adamın öptüğü kadar beni babam bile öpmemişti. Zaten babam öpmeyi de sevgi göstermeyi de sevmezdi...

 

"Bak şimdi güzelim. Biz veliahtlar olarak birçok yetki ve güce sahip olsak da, henüz tahtın asıl sahipleri biz değiliz. O yüzden çoğu zaman Uluların, yani Dünya üzerinde bize emir veren tek insanların kurduğu kanun ve kurallara bizler de uymak zorunda kalıyoruz. Gelelim asıl konumuza. Sana en başından gösterdiğim istihbarat servislerini hatırlıyor musun?"

 

Ekrandan gözlerimi ayırmadan konuşmuştum.

"Evet, hatırlıyorum. On sekizin, on sekizi de aklımda." Arem cevabımın üzerine onay mırıltısı çıkarmıştı.

 

"Ulular, istihbarat servisleri ile yıllar önce bir anlaşma gerçekleştirdi." Geliyordu gelmekte olan antin kuntin olaylar silsilesi.

 

"Anlaşmaya göre istihbaratlar istedikleri gibi adamlarını eğittip aramıza gönderebilirlerdi." Kaşlarım yeniden çatılmıştı. Yaptıkları çok saçmaydı. Siz ulusunuz, ulu. Kendinize gelin ve doğru dürüst anlaşmalar yapın.

 

"Bu nasıl anlaşma ya?" Sesim bile imâlıydı.

 

"Uluların bize ne kadar güvendiğini tahmin bile edemezsin tanrıça. Her birimiz onlar için farklı bir kapının anahtarıyız. Dünya üzerinde hiçbir eğitimin bize verdikleri eğitim ile boy ölçüşemeyeceğini biliyorlar. O yüzden istihbaratlarla böyle bir anlaşma yaptılar."

 

"Daha detaylı bir anlatım talep ediyorum." Yine kafasını sallamıştı. Böyle her istediğimi yapıyor olsa da ona karşı hâlâ güvensizdim.

 

"Tanrıça, ulular yani bizim liderlerimizin bu anlaşmayı yaparkenki asıl amacı şuydu: Siz adamlarınızı bizim varisleri kandırması ve aralarına sızması için gönderin ki bizim eğitimlerimiz hız kesmeden devam edebilsin." Arem sustuğunda onunla aynı anda nefes alıp vermiştim. "Yani bizler bu şekilde en iyi ajanlar tarafından sürekli normal hayatımızda, bazen kafede, bazen hastanede, bazen iş yerinde karşılaşabiliyoruz. Onları deşifre ettikçe daha da güçleniyoruz. Neticede sıradan insanlar değil, onlar alanlarında en iyileri." Mantıksız bulduğum her şey, detayına indikçe anlam buluyordu. Detaylar gerçekten önem arz ediyordu.

 

"Ayrıca ululara göre zaten deşifre edemezsek, onlar için artık varis biz değiliz demektir." Sesi en az kendisi kadar sertti.

 

" İşte şimdi işin bizi ilgilendiren kısmına geldik. Hazır mısın, tanrıça?" Ben sustukça o konuşmaya ve de soru sormaya devam ediyordu. Hayır, kesinlikle hazır değildim. Nedense duyacaklarımın, duymak istediğim türden şeyler olacağını pek sanmıyordum.

 

"Hazır sayılırım. Lütfen çok acıtma." Arem gözlerime baktı, baktı ve baktı. Benim göremediğim ne görmüştü de o gözlerini gözlerimden alamıyordu hiç anlamıyordum.

 

"Uluların, istihbaratlar ile yaptığı anlaşmanın devamı şu şekilde: En iyi adamlarınızı, en güvendiklerinizi göndermekte özgürsünüz. Tabii işin sonucunda varisler adamlarınızı deşifre ederse o zaman kendi adamınızı kendiniz öldüreceksiniz."

 

Arem'i şimdi çok daha iyi anlamıştım.

Özetle demek istedikleri şuydu; adamınıza çok mu güveniyorsunuz? Çok mu iyi eğittiniz? o zaman gönderin.

Fakat şunu da bilin ki günün sonunda kaybeden siz olursanız en iyi adamınızı da bizzat siz ortadan kaldıracaksınız.

 

"Eğer yapmazlarsa gönderilen ajanın eğitim aldığı teşkilatı tarihin tozlu sayfalarına gömmekten çekinmeyeceklerini de dile getirdi ulu'lar." Arem devam ettikçe susma hakkımı kullanmaya devam ediyorum. "Böylece ulu'lar, istihbaratları serbest bıraktı. Aynı şekilde istihbaratlarda sözlerini hep tuttular. Bizim deşifre ettiğimiz her ajanlarını kendi elleri ile infaz ettiler. " Arem çok konuştuğu için yine kısa süreliğine susup, nefeslenmişti.

 

"Günün birinde, içlerinden birinin gönderdiği ajanın, aramıza sızabileceği düşüncesinden hiç vazgeçmediler.

Hatta bu onlar arasında bir üstünlük savaşı hâline geldi. On sekiz teşkilattan kimin kazanacağı ya da kazanamayacağı belli olmasa da, biz sayelerinde tıpkı ulu'ların istediği gibi iyi birer eğitim aldık. Almaya da devam ediyoruz. "

 

Arem'in ne demek istediğini anlamıştım.

Bu on sekiz anlaşma yapılan teşkilat arasında Milli istihbarat teşkilatı da vardı. Ve onlar beni ajan olarak göndermişlerdi. Yani açığa çıktığımı öğrenirlerse beni öldürmeleri gerekecekti.

 

"Beni öldürecekler yani."

Ruhsuz bir şekilde çıkan sesimle, Arem'in bilgisayar ekranından karşıma tek tek yapılan sözleşmeleri çıkarıp, gösterdiği eli durmuştu. Kafasını hızla bana doğru çevirmişti. Kaşlarını çatmıştı.

Sandalyemin her iki kol kısmından tutup beni kendine doğru çevirmişti.

Karşımda eğilip yüzünü, yüzüme doğrudan sabitlemişti

 

"Tanrıça, bunu senden bir daha asla duymayacağım, tamam mı? Sence ben buna izin verir miyim? Sana hiçbir şey olmayacak. İzin vermem mümkün bile değil." Sesi güven veriyordu, oysa kendisi güveneceğim son kişi bile olmamalıydı.

 

"Neden bunu benden sakladınız peki?" İki elimi de iki eliyle sıkı sıkı tutan Arem ayağı kalkmıştı. El temasımızı kesmediği için bende onunla beraber ayağı kalkmak zorunda kalmıştım.

 

"Böyle olmasını ben istedim. Eğer bundan haberin olmasa, biz de hiçbir zaman sana haberimizin olduğunu söylemeyecektik. Karşındakiler özel eğitimli insanlar. Sana her şeyi anlatmış olsaydık, o zaman onlardan bunu saklaman gerekecekti çünkü gerçeği bilirlerse seni öldürmeleri lazım. Ve biz veliahtlar olarak, uluların kurduğu kuralları bozamıyoruz. Karşındakiler eğitimli insanlar oldukları için deşifre olduğunu ve bunu onlardan gizlemeye çalıştığını hemen anlayabilirlerdi ama eğer deşifre olduğunu sen bilmeseydin, o zaman çok daha rahat olacaktın ve onlarda sana inanacaklardı." Burukça tebessüm edip tekrar konuşmuştu. "Çünkü sen zaten onlara karşı dürüst olacaktın."

 

Kendimi berbat hissediyordum. Tüm amacı benim iyiliğim üzerine kurulmuş bir oyunu berbat etmiştim. "Ben her şeyi mahvettim, değil mi?"

 

Arem beni kendine doğru çekip sımsıkı sarılmıştı. O sarılmayana kadar buna ihtiyacım olduğunun farkında değildim.

 

"Çok zekisin güzelim. Çok fazla hem de. Önce beni çözdün. Hayatımda ilk kez böyle bir şeye şahit oldum ben de. İlk kez biri onu kandırdığımı fark etti. Seni tehlikeye atmamam lazımdı. Beni yakalamıştın ama henüz diğerlerini fark etmemiştin. Seni kandırmaya çalıştım ancak gel gör ki yine o parlak zekan devreye girdi ve sen bu kez diğerlerini de çözdün."

 

İlk kez zeki olduğum için kendimle gurur duymuyordum. Aksine, yüksek zekam yüzünden kendimi aptal gibi hissediyordum. "Peki şimdi ne yapacağız?"

 

"Önce kalan son beş askeri kurtaralım güzelim. Ne yapacağımıza Türkiye'ye gidince karar veririz."

 

Son beş asker. Son beş. Son beş. Son beşin içinde yer alan babam. Tüm bu olanlar. Beni bu oyuna bile bile gönderen babam. Babam! Benim babam beni bu oyuna bile bile göndermişti. Benim babam beni bile bile kurban edemezdi. Ben onun canıydım, kanıydım, kızıydım. Bunu bana yapamazdı.

 

"Babam beni buraya bile bile mi gönderdi yani?" Arem cevap vermek yerine susmuştu. Anlamıştım. Anladığıma yanmıştım. Baba, ah babam ah! Yaktın sen beni baba. Ben ise seni kurtarmaya geleceğim. Neden biliyor musun baba? Çünkü sen iyi bir baba olamadın ama ben iyi bir evlat olacağım. Bu saatten sonra iyiliğim senden dolayı sana dokunmazdı ama annemden dolayı sana dokunurdu. Annem böyle olsun isterdi çünkü.

 

 

Gelmiştik. Yine ve yeniden o lanet binanın önüne gelmiştik. Arem'in daha da ben bu eli tutmam dediğim elini sımsıkı tutuyordum. Sabahki atraksiyonumuz yüzünden öğleden sonra ancak gelebilmiştik. Muhtemelen yine saatlerce burada kalacaktık. Arem'in kızıl şeytan kardeşi ve onun sarı şeker beyinli arkadaşı daha erken bir şekilde Türkiye'ye geri dönmek üzere yola çıkmışlardı. Bir umut belki uçak havadan yere çakılırdı diye dua ediyordum.

 

Tüm hazırlıklar yapılmış, Arem zorla bana o iki kiloluk çelik yeleği bir kez daha giydirmişti. Oh işte şimdi kendimi daha güvende hissediyordum.

Bütün İtalyan personeli yine burada nöbet tutuyor olacaktı. Ambulanslar ve itfaiyeler hazırda bekliyor olacaktı.

 

Tekrar giriş kapısından içeri girmiştik. Önden geçen sefer olduğu gibi kalkan timi gitmişti. Veliahtların geriye kalan kısmı ile henüz konuşma gibi bir olayımız olmamıştı. Geçen sefer gittiğimiz istikametin tam tersi yönünde yol almıştık. Bu kez sol kanatla bir işimiz olmadığı için binanın sağ kanadından ilerleyecektik. Büyük koridorun bittiği yer, bizi geçen sefer olduğu gibi yine şifre ile açılan kapılardan birinin önüne getirmişti.

 

"Nerde kaldınız yahu! Bekle, bekle bende sevgili kurbanlarımda ağaç olduk." Konuştu yine görmediğim tipine sıçtığımın robot sesi.

 

"Çok konuşmada yine hangi götünden uydurduğun bilmeceni söyle bir an önce." Hazar için söylemek istediğim tek şey öküz olduğuydu. Çok asabi, çok ciddi bir adamdı. Bunu alacak olan kıza acıyordum. Garibim, inşallah tanıdığım biri olmazdı.

 

"Sevgili Hazar, bu kez kapıyı bilmece ile değil iksir ile açacaksınız." Yol yakınken geri dönsem kimse yokluğumu fark etmezdi bence. "İksir ne alaka lan." Allah'ın sevgili cezası Mert'en çok doğru bir noktaya basılan parmak.

 

"Kapının yanında bulunan bölmeyi açarsanız, anlatacağım."

 

Kapının yanında bulunan duvar içerisinde küçük, kare bir bölme vardı. Bu bölme, duvarın içinde bulunan bir çekmece görevi görüyor gibiydi. Demir kapaklı, demir kulplu bir çekmece. Nedense kutumda büyük hissediyorum Acun Bey.

 

Çekmece açılınca, daha doğrusu Hazar manyağı çekmeceyi bir hışımla açınca içinden bir kutu çıkmıştı. Kutuyu eline alan Allah'ın manyağı ise kapağını açmak yerine kutuyu ayran gibi sallamayı tercih etmişti. Aferin yüksek zeka, sallamaya devam et belki içinde bomba falan vardır da topluca geberir gideriz. Bu kadar sallamanın kafi olduğunu düşünen Allah'ın manyağı, kapağı açmakta gecikmemişti.

 

Cam. Cam şişeler. Uzun ince deney tüpleri, tamı tamına beş adetlerdi. Her birinin içinde farklı renk bir sıvı bulunuyordu.

 

"Gördüğünüz bu beş adet sıvıdan sadece bir tanesi kapının kilit kısmında bulunan bölmeden içeri dökülürse kilit sistemi devre dışı kalıyor. Tek bir cam şişenin içinde bulunan sıvıyı dökme hakkınız var. Soru basit. Sizce doğru sıvı hangisi?"

 

"Millet uzaya maymun gönderiyor, biz şunun elinde maymun olmaya devam edelim." Hazar söylenmeye başlamıştı.

 

"Ee hiçbir bilgi vermedi bu. Ben nerden bileceğim neye göre kime göre doğru sıvının hangisi olduğunu."

 

"O piti piti mi? Yapsak acaba."

Yönler yine zeka parıltısı saçıyordu.

 

"Aynen Doğu, sen o piti piti yap, çıkanı bölmeye dök, biz de yaklaşık bir 30-40 metre ötede olup olmadığına bakalım. Olursa geliriz. Olmazsa helvan fıstıklı olur, merak etme." Ona şirin şirin gülümsediğimde göz devirmişti.

 

"Bu kadar iyi kalpli olmak zor olmuyor mu, Hera'cım?" Sesi alay doluydu.

 

"Zorrr... Zooor... Neler çektiğimi bir ben bir Allah biliyor." Benim sesim daha çok alay doluydu.

 

"Konuya dönecek olursak, ne yapacağını bilen var mı?"

Soru mu bu şimdi? En best yalan makinası Yavuz komutan beni hayrete düşürmüştü. Birini kurban edecektik tabii ki. Ben de bir şekilde her sorunun cevabı puşta çıkıyordu. Nedenini ben de anlamış değildim. Ancak bu kez kurban olarak puştu vermek istemiyordum. Hâlen daha vicdanlı tarafına denk gelmenin şokunu yaşıyordum. Zaza'yı kurban verebilirdik.

 

"İçinde ne olduğunu bile bilmediğimiz kırmızı, mavi, mor, yeşil, sarı sıvıların yarısını doldurduğu şişeler ve tek bir sıvıyı seçme hakkımız var." Demişti Evren.

 

"Tek bir sıvıyı değil, tek bir şişeyi seçme hakkımız var kardeşim."

 

Arem konuşmuştu ama kimse neyi imâ ettiğini anlamamıştı. Arem'in cevap verdiği Evren Korkak Korkmaz'ın da bizden aşağı kalır bir yanı yoktu. Hepimiz Arem'e mal gibi bakıyorduk. Hadi bunlar mal ve mal gibi bakmaları gayet normal. Ya ben. Bana ne olmuştu ya. Resmen üzüm üzüme baka baka kararır, mal; malla takıla takıla mallaşır olmuştum.

 

"Çözdün değil mi?" Diye sormuştu Evren.

 

"Evet."

Acaba tahmini ne zaman engin bilgileri ile bizi de kutsardı Arem. Meraktayız. Çatlamaktayız.

 

"Neyi bekliyorsun, söylemek için o zaman kardeşim?"

Nadirde olsa bazen bende Erdem puştuna hak verebiliyordum işte.

 

"Hera'yı."

Ben ne alaka oğlum.

 

"Beni niye bekliyoruz?" Arem'e dönüp masum masum soru sormuştum.

 

"Zekanı bir kez daha görmek istiyorum. Bu sorunun cevabını bulmak senin için zor olmayacaktır, eminim."

Sen eminsin de bana hiç sormadın mı? Belki ben emin değilim kendimden.

 

"Oğlum bırak şu kızı da cevabı söyle. Hem, bücür ne anlar bu tür işlerden."

Hazar'a kıstığım gözlerimin gerisinden bakmıştım.

 

"Sırf sana inat olsun diye bile çözerim ben bunu." Gözlerimi herkesin üzerinde gezdirdikten sonra tekrar konuşmuştum. "Sessiz olun, yüksek zekamla hepinizi beşe katlamak için istişare yapacağız."

 

"Yemin ederim, cins bu kız, cins."

Benim cinsim bile senin cibiliyetini ezer geçerdi de dile getirip utanma diye susuyorum Hazar.

 

Öncelikle bütün bilgileri derleyip toplamamız, ona göre bir sonuca ulaşmamız lazım. Arem ne demişti? Tek bir sıvıyı değil, tek bir şişeyi. Bu aslında bizim anahtar cümlemiz olmalı. Tek bir sıvı ve tek bir şişe arasında nasıl bir bağ vardı? Ya da nasıl bir ayrım vardı, onu bulmalıydık. İşin bir de şişe boyutu var. Şişeyi ele alalım. Yarısına kadar dolu, uzun ince rengarenk sıvıların içinde saklandığı beş adet sıvı. Yarısına kadar dolu şekilde ama yarısına. Yarısına kadar dolu. Tek bir sıvıyı değil, tek bir şişeyi. Yarısına kadar dolu tek bir şişeyi tamamı dolu bir şişe hâline getirmek. Ah, buldum.

 

"Buldum lan buldum.."

 

"Ne demek buldun çirkin cadı, daha beş dakika dolmadı." Erdem'e ukalaca bakmış, âdeta gözlerimle dalga geçmiştim.

 

"Senle ben bir miyiz be? Sen beş saatte bile bulamazsın, ama bana iki dakika yetiyor demek ki." Sinirlenmek yerine gülmüştü.

 

"Hera Hanım, lütfen arz-ı endam edip bizi o engin bilgileriniz doğrultusunda aydınlatmayı lütuf edebilir misiniz?" Hazar'a dönüp tip tip bakmıştım. Derdi neydi ki sakin sakin konuşmuştu?

 

"Tamam Hazar'cım, bu kadar yalvarmana gerek yoktu. Anlatayım hemen." O sakin olduğunda onu daha çok kudurtasım geliyordu.

 

"Te Allah'ım yarrabim ya" Yine sakinleşmek için yüzünü sıvazladığına göre sinirlenmeye başlamıştı Allah'ın manyağı. En iyisi mi cevabı söyleyeyim de garibanların yüzü gülsündü.

 

"Karışım yapacağız."

 

"Af buyur, ne yapacağız ne yapacağız."

Arem bu çocuğun kafasına kafasına vurdu herhalde. Yoksa ben gayet anlaşılır bir şekilde anlatmıştım. Puştun anlamaması bana bir beyninin olmadığını göstermiş olmuştu işte, ne yapalım? Hem zaten bunu tahmin etmiştim. Süpriz olmamıştı benim için.

 

Elimi sımsıkı tutan Arem Barkın Soykamer Beyler ne demek istediğimi hemen anladığı için beni kendine doğru çekip başımın üstüne bir öpücük kondurmuştu. "Başaracağını biliyordum tanrıça." Vallahi ben bilmiyordum. Sayende ne kadar mükemmel olduğuma bir kez daha şahit oldum. Sağ ol, var ol, veliaht.

 

"Ben ne demek istediğini anladım galiba. Bütün sıvıları tek bir şişenin içinde toplayıp karıştıracağız. Böylelikle bölmeden aşağı hem tek bir şişe dolusu sıvı göndermiş olacağız hem de doğru sıvı hangisiyse diğer sıvılarla beraber o da döküleceği için kilit açılmış olacak."

 

Hâlâ zeki insanların olduğunu görmek ne güzel bir his. Sende sağ ol, var ol, Mert.

 

Mert, şişelerdeki tüm sıvıları vakit kaybetmeden tek bir şişede biriktirmişti. Bölmeden aşağı sıvıyı döktüğünde üç saniye süren bir süre zarfında sonra, kapının panelinden yeşil ışık yanmıştı. Hepimize helal olsun. Ama en çok bana helal olsun. Ben daha çok hak ediyordum.

 

Kapıdan sırasıyla cümbür cemaat içeri girmiştik. Diğer kanatta olanların aynısı burası için de geçerliydi. Yuvarlak bir alan ve bu alanın içinde bulunan beş farklı odaya açılan beş kapı. Tam yukarıda üst katlara çıkmanızı sağlayan dönen merdiven. Söylemek istediğim şey, bu manzarayı hiç özlemediğim ile alakalıdır.

 

Kapılar arasında içinden ses gelenin dâimâ doğru olduğunu bildiğimiz o kapının önünde durmuştuk. İçeride bizi neyin beklediğini zerre kadar merak etmiyordum. "Üsteğmen Ayşe Kılıç içeride sizi bekliyor. Ama elinizi çabuk tutsanız iyi olacak. Zavalının ayakları dondu donacak."

 

Demiştim ya, hiç merak etmiyorum diye vazgeçtim. Merak etmek şöyle bir dursun, çatladım burada.

 

En önde duran Evren Korkmaz kapıyı, hemen açıp içeri girmişti. Onun peşi sıra içeri girenler de bizdik. Gördüklerimden sonra dediğim tek şey "haydi buyurun efendim cenaze namazına" olmuştu.

 

Gözlerimin gördüklerinin izahı aynen şu şekilde olmalıydı: Demir parmaklıklar. Evet, içinde bulunduğumuz bu odanın karşı karşıya gelen iki duvarının arasına demir parmaklıklar konmuştu. Parmaklıkların arkasında yarım metrelik, nerden baksam yirmi kilodan fazla gibi duran kare bir buz kütlesi vardı. Buz kütlesinin üzerinde ise yalın ayak dengede durmaya çalışan bir kadın duruyordu.

 

Kadının boynuna başı tavana asılı bir ip geçirmişlerdi. Buz eriyince kadın tavana asılı kalacak gibi duruyordu. Elleri ve ağzı bağlı olan kadın için durum hiç de iç açıcı gibi görünmüyordu. Onu kurtarmamız mümkün değildi. Aramızda demir parmaklıklar vardı.

 

İşin tuhaf yanı ise kadını hemen yanında, golden retriever cinsi oldukça sevimli bir köpeğin oturuyor oluşuydu. Ay, ama ben seni yerim şeker şey. Ortam bunun için hiç sırası değil, Hera. Konuya geri dönelim. Nerde kalmıştık? Ha, tamam, hatırladım. Aman Tanrım, bu nasıl bir oyun böyle!!!

 

"Oyun oldukça basit. Sevimli köpeğim Şili'nin ağzında tuttuğu anahtarı size getirmesi için ikna edebilirseniz eğer, o zaman kapıyı açıp genç kadını içinde bulunduğu eziyetten kurtarabilirsiniz. Tabii Şili'yi ikna edebilirseniz."

 

"Senin bu hayvanlar ile alıp veremediğin ne lan? Tamam anladık, en hayvan sever sensin."

 

"En hayvan sever ben olmasam, sizinle ne diye uğraşayım, Hazar Bey. Hera Hanım, lütfen siz üzerinize alınmayın." Oha, füze atı adam. Gülmemem lazım diyordum kendi kendime. Fakat sonra birden gülmekten karnımı tuttuğum o kısmın içinde buluvermiştim kendimi. Ne çok güldüm ya.

 

"Az kaldı biliyorsun değil mi? İntikamını alacağım bu yaptıklarının." Hazar'ın sesinde farklı bir imâ vardı.

 

Zar zor durdurduğum gülüşüm ile kafamı testosteron hormonun cirit attığı ortama çeviriyordum. Bütün karşı cins adamlar baya sinirli görünüyordu. Herkes robot ses tarafından laf yemenin acısını yaşıyordu hâlâ. Biri dışında. Arem. Son derece sakin ve Dünya umrunda değilmişcesine duruyordu. Aynı ben ya.

 

"Konuşmayı kesin de kadını kurtarın." Veliahtlar liderleri tarafından emir almaktan gocunmayan bir ekipti. Arem'in konuşması üzerine herkes susmuş ve kafasını sevimli köpüş Şili'ye çevirmişti.

 

"Erdem sen halledersin hadi koçum."

Gözleri hızla beni bulmuştu.

 

"Beni niye attın ortaya çirkin cadı."

 

"Canım köpekle senden daha iyi kim anlaşabilir netice-"

 

"Sakın o cümlenin devamını getirme, çirkin cadı, kaldırabileceğimi sanmıyorum." İyi, tamam be. Sana da bir laf sokmaya gelmiyordu.

 

Gözüm ikizlere kaydığında, demir parmaklıkların dibine çömelmiş! köpeği değişik sesler ile çağırdıklarına şahit olmuştum. Hoşt diyordular. Pışt diyordular. Hatta bir ara ne alaka olduğunu bende anlamış sayılmasam da pisi pisi bile demişlerdi.

 

Sevgili Şili ise kimseyi takmıyordu. Ciddi anlamda söylüyordum, kimseyi takmıyor, sadece izliyordu. Herhalde hayvancağız, hangi tarafın insan, hangi tarafın hayvan olduğunu sorguluyordu. Hak veriyordum ona. Çoğu zaman bu ekibin içinde ben de aynı soruyu sorarken buluyordum kendimi.

 

"Yok oğlum, gelmiyor köpek. Ne yapacağız?" Aslında aklıma bir fikir geliyordu ama bu kadar testosteron içinde bunu söylemeye çekiniyordum. Belki başkası bulur diye düşünüyordum ben de. Gerçekten sıkıcı bir durum içersindeydim.

 

"Aklıma hiçbir şey gelmiyor, benim de nasıl ikna edeceğiz lan biz hayvanı?" Bu kadar zor değil ki cevap, Batı. Bulun artık işte.

 

"Batı haklı. Şekilden şekle girdim, bana mısın? Demedi hayvan." Ay, çatladım artık. Söylemek isteyip söyleyememek kadar kötü bir şey yoktu.

 

"Buz giderek eriyor. Kadın dengesini kaybederse en fazla beş dakika içinde ölecek." Askerlerden biri konuşunca ona hak vermiştim. Bulun artık cevabı. İçeride tek aklı başında olan ben olamazdım.

 

"Her türlü sesi çıkardım, yok oğlum, gelmiyor hayvan." Anlamıyorum. Neden burada durmuş, saçma sapan sesler çıkartıp sanki hayvanın sizi anlama gibi bir ihtimali varmış gibi davranıyorsunuz? Onun yerine cebinizde sözde son model akıllı o, bu, şu özellikleri olan telefonunuzu çıkartıp çiftleşmeye çağıran dişi köpek sesini de çıkartabilirsiniz. Karşınızda ki erkek bir köpek ya, bilin diye söyledim.

 

"Oha, kız haklı lan." Yine yüksek sesle konuştum ben değil mi? İyi bir psikolog bulmak şart olmuştu.

 

"Zeki kızsın, vesselam. Aferin lan, çirkin cadı." Normalde hiç böyle olmazdım ama olasım gelmişti. Kafamı devekuşu misali yere gömesim vardı. Ancak ben bir devekuşu olmadığım için kafamı Arem'in göğsüne gömüştüm.

 

Birdenbire ona sarılınca ne olduğunu anlamayan adam önce kasılmış, sonra sarılışıma karşılık vermişti. "Utandın mı sen, güzelim?" Beni utandıranlar utansın efendim. Kulağıma doğru fısıldayarak konuşan adama 'evet' demek gelmiyordu içimden.

 

"Ne utanacağım ya, sadece sarılasım geldi, sarıldım." Dilimde eşek arıları çiftleşsin emi. Utandığım için utanmadığımı savunayım derken şimdi de savunduğum şey yüzünden utanmıştım. Sarılasım geldi, sarıldım ne ya?

 

"Bir anlaşma yapalım mı, seninle, tanrıça?" Tırsıyorum ama bunu da kabullenemezdim şimdi.

 

"Ne anlaşmasıymış bu?"

 

"Sen sarılmak istediğin her zaman gel, sarılalım. Hiç gocunmam, hatta hoşuma bile gider. Bende seni öpesim geldiği her an öpeyim. Nasıl anlaşma ama! Bence gayet adil." Ben ömrümde böyle adil bir şey görmedim. Öyle adil, öyle adil ki, bu tıpkı biri altın tahta oturan, diğeri altın mikrofona konuşan, sözde iki din adamının Afrika'da yaşayan yoksul kesim için dua etmeleri kadar adil olmuştu.

 

"Olur öyle yapalım o zaman artık." İnkar edeceğimi falan sandıysa, benim hakkımda öğrenmesi gereken çok şey var demektir. Mesela Hera Türkeş her zaman ondan beklenilenin tam tersini yapan bir kafa yapısına sahiptir.

 

"Ciddi misin?" Öyle bir kerede söylersen adama inme iner işte. Kafamı yasladığım gövdesinden ayırmıştım.

 

"Evet, ciddiyim. Bu saatten sonra ben sana sarıldığım sürece senin de beni öpme hakkın var. Ee artık ben sana sarılır mıyım, orasını bilemeyiz." Ters köşe yapmayı dâimâ sevmişimdir.

 

"Senin o kurnaz aklınla ne yapacağım ben, bilmiyorum." Öpüp başına koyacaksın diye kaç kez daha söylemem gerekiyordu. Omuz silktiğimde yeniden konuşmuştu.

 

"Anlaşmayı falan unut. İstediğin zaman gel, sarıl, tanrıça."

 

"Hiçbir talebin olmayacak yani?"

 

"Olmayacak."

 

"Söz mü?"

 

"Söz, güzelim, söz..." Sözümüzü de aldığımıza göre rahat rahat sarılmaya devam edebilirdik, kaldığımız yerden. Kafamı tekrar göğsüne koyduğumda elleri belime sarılmak için gecikmemişlerdi.

 

Benim utana sıkıla verdiğim taktik işe yaramıştı. Erkek değiller mi? Kadın sesini duyunca köpek olsa bile uçarak geliyordu. Biz Arem'le atışa dururken kapı açılmış, Ayşe Hanım kurtarılmıştı. Askerlerden biri ona, ambulansa kadar eşlik edip geri gelmişti.

 

Hep beraber bir sonraki kurtaracağımız kişi için üst kata çıkmıştık. " Astsubay Doğukan Demir için şimdiden kolay gelsin size." Yine başlıyorduk işte.

 

Kapıyı açan Mert ile hep beraber içeri girmiştik. Aslına bakılırsa bu seferki o kadar da kötü değildi. Yani alt tarafı adamın kafasını giyotine koymuşlardı. Kafası gövdesinden ayrılacaktı. Dediğim gibi, bunlar çok normal şeyler, abartmayalım. Sanki nedir?

 

"Yeni oyunuma hoş geldiniz, arkadaşlar. Bu kez kurbanı kurtarmak hepinizin değil, sadece birinizin elinde. Arem Barkın Soykamer. Başrol sensin. Yapman gereken şey çok basit. Ya Hera Hanıma bilmediği gerçeği söylersin ya da söylemezsin ve adam ölür. Seçim senin. Baştan söyleyeyim, her iki türlü de Hera Hanımı kaybettin."

 

Arem ile göz göze gelmiştik. O an gözlerinde hiç görmek istemediğim bir duyguya şahitlik etmiştim: Korkuya. Arem Barkın Soykamer korkuyordu. Siktir! O gerçekten korkuyordu. Yine ne sakladın benden, sen veliaht...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

Loading...
0%