Yeni Üyelik
5.
Bölüm

🎭 4 ZEHİR ZEMBEREK

@mavimsu_

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

(🎭)

 

 

 

Bölüm Sözü

 

 

 

O bir baktı ben bin dağıldım.

 

 

O bir dağıttı,ben bir kez bile bakamadım...

 

 

 

 

H. G.

 

 

 

(🎭)

 

Ne de güzel gözlerin var öyle senin. Orman gibiler. Bol yeşillikli orman ama aynı zamanda karanlık bir orman. Hatta ormanın rengini tek almamış gözlerin, derinliğini de alıp kendinde yer edindirmiş. Çok derin bakışların var, gözlerime taarruza geçen. Yapma bunu lütfen, bakma bana öyle, içimi yakıyor yeşil gözlerin. Yanarım...Yanarım...

 

O yeşil ormana benzeyen gözlerine bakmak, sanki içimde bir şeylerin parçalanmasına neden olmuştu. Derinliklerinde kayboluyor gibiydim, sanki onun gözlerinde bir maceraya çıkmıştım.

 

İçimde göz göze geldikçe karmaşık duygular uyanmaya başladı. Heyecan, merak, belki biraz da korku... Ama en önemlisi, ona karşı bir çekim hissediyordum. Adını koyamadığım bir hisle dolmuştum ve onun gözlerinde kaybolmuş gibi hissediyordum. Oysa ömrü hayatımda onunla ilk kez bu gece göz göze gelmiştim. Daha önce gördüğüm hiçbir gözde hissetmeyip bu gözlerde hissettiğim duygunun adı neydi?

 

Ben karşımda duran uzun boylu adamın kim olduğuyla ilgilenmiyordum. Belki kötü birisidir. Hoş, zaten yaptığı işler iyi insanların yapacağı türden işler değildi. Orman gözler, kötü birisiydi.

 

Mesele bu değil, asıl mesele kötülerin de sevme ihtimalinin olmasıydı. Onlar da aşık olurdu. Benimki aşka saygı, Arem. Bana bu ülkenin geleceği söz konusu olan dediler. Ben bunun için aşkı ayaklar altına alacağım. Ben bunun için sevmiş olmanı umursamayacağım. Ben seni yıkacağım, ben seni çok acıtacağım. Ben aşka olan saygımı çiğniyorum. Eğer bir gün gerçekleri öğrenirsen, sen de beni çiğne. Sana söz, ses dahi etmeyeceğim.

 

Şayet siz beni değil, asıl ben sizi kandırıyorum...

 

"Ah, sadece çok acil bir konuşma yapmam gerekiyordu. Havanın bu denli soğuk olduğunu akıl edemedim."

Akıl edemediğin daha çok şey var Hera. Keşke sâdece hava durumuyla sınırlı kalsaydık.

 

"Konuşman bitti sanırım." Ne dediğini duymuştum lakin beynim sözlerini algılayamıyordu. Öylece boş boş bakıyordum gözlerine. Onun gözleri boş değildi. Onun gözleri güzeldi.

 

"Efendim."

Kaşlarımı çatmış bakışlarımı olması gerekenden daha dikleştirerek ona yönlendirmiştim. Kafasıyla elimde tuttuğum telefonu işaret etmişti. 'Vay canına Hera, sen ne zaman bu kadar ahmak oldun?' Ne demek istediğini şimdi anlamış gibi kafamı aşağı yukarı sallamıştım.

 

''Evet, bitti, kısa ve öz bir konuşma oldu. Zaten ben de içeri geçiyordum,'' Bir an önce bu bakışlardan kurtulmam gerekiyordu. Onu ve yeşil gözlerini umursamadan yanından geçip gitmek adına ayaklarıma komut vermiştim.

 

İlk adımımı atmıştım ki bir anda harekete geçip önümü kesmişti. Beklediğim bir hareket değildi. Beklenmedik her şey bedenimim kasılmasına neden olurdu. Gerilmiştim. İyi olmuştu. Botoks dünyanın parasıydı. Bedavaya gerilmek güzel şeydi.

 

Kendi kendime telkinler veriyordum: 'Sakin ol Hera! Kim olduğunu bilmiyor, ama sen biliyormuş gibi davranıyorsun. Böyle davranmayı kes! Kendi topuğumuza sıkacağız senin yüzünden.' Kafamı bakışlarımı sabitlediğim göğsünden kaldırmıştım. Uzundu. Topuklularla ancak omzuna denk geliyordum. Bakışlarımı gözlerine çıkarmıştım. Bu bakışlar, kendinden emin egoist Hera'nın bakışlarıydı. Sanırım etkili olmuş olacak ki o da tek kaşını kaldırarak bakışlarıma karşılık vermişti.

 

Hadi gel, ilk gözünü kırpan yanar! Oyunu oynayalım seninle, ister misin? Ben bir bakayım, sen zaten bende onu gördüğün an yanarsın.

 

"Adın ne?" Sesinin tonu o kadar sakin ve etkileyiciydi ki, dikkatimi anında üzerine çekti. Yumuşak ve sıcak bir tonu vardı, adeta bir serenat gibiydi. Her sözüyle beni büyüleyip, heyecanlandırabilirdi.

 

Dikkatimi sesine değil de sorduğu soruya vermem gerektiğini biliyordum. Zor da olsa başarabilirdim bunu. Sorduğu soruyu dikkate aldığımda şaşırmıştım. Beni şaşırtan adımı sorması değildi. Aksine üslubuydu, beni bu denli hayrete sokan. Ben ona 'siz' diye hitap ederken, o bana sanki kırk yıllık tanıdığıymışım gibi 'sen' diye hitap ediyordu. Ukalaca gülüp göz devirmiştim ona. Ah, bayılıyordum şu mimik olaylarına. Bir de becerebilseydim, çok daha güzel olacaktı.

 

''Tanımadığım birine neden adımı söyleyeyim ki?'' Fazlasıyla mantıklı konuşmuştum. Mantık ve ben bir arada pek sık görünmezdik. Medya hemen yalan yanlış haberler yapardı. 'Beraberler' başlıkları atılırdı. Oysa gerçek hayatta mantık benim yüzüme bile bakmazdı.

 

"Eğer istersem adını öğrenmem bir dakikamı alır, hatta belki onu bile almaz." Göz mü kırpmıştı o? Evet, kesinlikle göz kırpmıştı.

 

Aman ne güzel! Karşımda en az benim kadar egoist biri duruyordu. Eğer bu oyunsa, o zaman kaybettiniz bayım. Çünkü Hera kaybetmez.

 

Birbirimizin gözlerinde ne arıyorduk, bende bilmiyordum. Ne o ne de ben alamıyorduk kendimizi karşımızdakinin gözlerinden. Ben onun gözlerini sevmiştim. O ise benim gözlerimde ne bulmuştu bir türlü anlayamamıştım. Oysa, o kızla benzemediğimiz nadir yerlerden biriydi gözlerimiz. Karşımda duran adam beni gördüğü ilk andan bu yana tuhaf bir şekilde sadece gözlerimi mesken tutmuştu.

 

''O zaman hiç durmayın ve bir an önce başkasından öğrenmeye bakın adımı. Çünkü benim size söylemeye hiç niyetim yok.''

Terslemiştim onu. Ben az önce mafyayı terslemiştim. Sabah yürek yememiştim diye hatırlıyordum. Yemek demişken ben bu gün hiçbir şey yememiştim. Sanırım açtım. Ecelime susamamış, acıkmıştım.

 

Ben onu tersleyince o da beni tersler sanıyordum. En azından böyle olmasını ümit ediyordum. Gülümsemişti. Evet onun bana verdiği karşılık terslemek değil gülümsemek olmuştu. Canım sen hayırdır ya daha demin şaşkınlıktan bardak kırıyordun.

 

Çok güzel gözleri olan bir adamın sesi de çok güzel olabilirdi ama gülüşü de çok güzelse kaçıp gitmek lazımdı. Kusurlar iyi olurdu. Kusursuzlar kötü...

Veliahtın kendisi, tanrının sanat eseri gibiydi. Kusursuz olan her şey onda vardı. Bir bakışı bile iç çektirtecek türdendi vesselam.

 

"Ben adını senin sesinden duymak istiyorum."

Sesimden adımı duymak istiyordun öyle mi? Tuhaftı veliaht. Çok tuhaftı. Tuhaf olan şeyler dikkat çekerdi. Dikkatimi çekiyorsun veliaht.

 

Sadece dili değil bakışları bile ısrar ediyordu ismimi duymak için. Bir gün öyle bir an gelecek bugün duymak için ısrar ettiğin o ismi duymak dahi istemeyeceksin. Ne diye? Bu bitmek bilmez ısrarın anlamam ki.

 

''İsmimi söylersem içeri geçmeme izin verecek misiniz artık?''

Sıkıyorsa izin verme! Bak o zaman ne yapıyorum sana. Sahi ya, ne yapıyordum ben sana da böyle duruyorsun karşımda.

 

Pes ediyordum. Sana karşı daha fazla diklenesim yok. Bir an önce bitmeli bu gece şayet daha yatağıma geçip sabaha kadar uyuyamayacağım...

 

''Söylersen evet, hava soğuk üşütmeni istemiyorum.''

Ellerini ceplerini koymuştu. Göz temasını kesmek istemediğinden hafifçe üzerime doğru eğilmişti. Ben ona altan bakıyordum o bana üsten bakıyordu. Omuz silkip 'üşütmeni istemiyorum' dediğinde şaşkınlık duygusuna yeniden esir olmuştum. Ah be veliaht! Vah be veliaht! Bırak da ölümüm senin değil, şansım varsa bir soğuk algınlığının elinden olsun orman gözlü veliaht.

 

''Hera! Adım Hera.''

Adımı ona ilk söylediğinde ne yaptı diye sorarlarsa baktı diyeceğim, sadece baktı. O bir baktı, ben bin dağıldım diyeceğim. İşin gücün yoksa bin parçanı topla Hera diyerek kızacağım sonra kendime.

 

"Hoş geldin Hera."

Kaşlarım yine çatmıştı benden izinsiz kendilerini. Adını söyleyince bir insan nereye hoş gelebilirdi ki? Kafamda deli saçması sorular...

 

"Nereye ?"

Ağzımdan bugün mantık damlıyordu. Yine mantıklı konuşmuştum. Kısa, öz ve mantıklı bir soruyu sorup geceye imzamı atmıştım.

 

''Hayatıma... Biraz geç kaldın ama olsun."

Yanışlmıştım. Geceye imzayı sözleriyle o atmıştı.

 

An itibarıyla ben sana çok şey söylemek istiyordum. Ama yüzüm yok tek kelime etmeye. O yüzden böyle alelacele geçip gidiyorum yanından. Tuhaf davranışımın kusuruna bakma olur mu? Çünkü bu sana yapacaklarımın en küçüğü sayılırdı. Hızlı adımlarım beni tekrar büyük ve ihtişamlı salona ulaştırmıştı. İnsanlar hâlâ olayın etkisinde gibiydi. Onlara açık vermemem gerekirdi. Onların bana attığı tuhaf bakışlara bende aynı bakışlarla karşılık veriyordum. Kansu hâlen daha bıraktığım yerde duruyordu. Diğer bütün salon halkı gibi Arem'in peşimden geldiğinin o da farkındaydı.

 

Kendi kendime direktif veriyordum. Hadi kızım Hera yapabilirsin. Tüm gözler sen de... Onlara olması gerekeni ver. Kansu'nun yanına oldukça sinirli görünmeyi hedefleyerek gitmeye başladığımda, üzerimde yoğun bakışlar hissediyordum. İleride ki kızlı erkekli kalabalık ekip, geldiğimden beri gözünü üstümdem çekmeyen o ekipti. Hissettiğim bakışlar onlara aitti. Kendilerine bakmayı şimdilik pas geçiyordum. Bakarsam oynayamam, oynayamazsam kazanamam ve ben kaybetmeyi hiç sevmem.

 

Hızlı adımlarım beni sevgili abim Kansu'nun yanına ulaştırımıştı. Etrafımızda birçok göz ve bize odaklandığını bildiğim kulaklar vardı. Bunların faydasını görmemiz lazımdı. Çoğunluğun bizi duyacağını bildiğim hâlde yine de daha fazla kesime hitap edebilmek için ses tonumu daha da yükselterek konuşmuştum.

 

"Aklımı kaçıracağım şimdi! Buradaki insanlar neden bana böyle bakıyor?" Gözlerim sözde ağabeyim de olabilirdi ama yüzüm veliahtlara doğru dönüktü. Onların oldukça zorlu eğitimler aldıklarını söylemişlerdi. Eminim ki hepsi dudak okumayı iyi biliyordu. Zaten gözlerini üzerimde hissediyordum hepsinin. Bahse varım ki ne dediğimi görmüştüler. Kansu ne yapmayı hedeflediğimi çabuk anlamıştı. Bana ayak uydurması da çok kısa zaman dilimi içerisinde gerçekleşmişti.

 

"Ben de anlamış değilim. Eğer rahatsız oluyorsan hemen gidebiliriz."

 

Gerçekten mi? Bunu duymak o kadar iyi gelmişti ki bir an önce bitsin istiyordum bu gece. Daha fazla rol yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Hem kaldı ki biz zaten amacımıza da ulaşmıştık. Artık hayatımın geri kalanında bu gece ki yüzleri birçok kez görecek olmanın verdiği farkındalık vardı üstümde. Bir ağırlık, çok ağırlık. Çokça ağırlıktı.

"Evet lütfen gidelim."

 

Kansu bana önce bakmış sonrasında ise, birkaç kişiyle konuşup geleceğini benim de bu sırada müstakbel gelin ve damat çiftine tebrikte bulunmamın uygun olacağını söylemişti. Sen ciddi olamazsın. Gelinle damadın bulunduğu yerde benim hayati tehlikem vardı. İsyan ettiğim durumu maalesef ki Kansu'ya anlatamamıştım. Şayet kendisi son sözlerinin ardından çoktan gözden kaybolmuştu.

 

Etrafımda olan bitenleri görmek için bir anda bir heves doluşmuştu içime. Kafamı sabitlediğim boşluktan kaldırıp salonda gezdiriyordum hemen. Melisa'nın annesi olduğunu düşündüğüm kadın, babası olduğunu bildiğim adam tarafından nişan töreninden erken ayrılarak götürülmüş gibiydi. Bu benim de işime gelirdi. Anne sonuçta o. Üzülmemesi lazım. Üzülecekse de ben görmeyeyim. Sonra aklıma kendi annem geliyordu. Hani şu üzüldüğüne bile şahit olamayacak kadar çabucak hayatımdan çıkıp gitmiş olan annem.

 

Tüm cesaretimle doğrudan onların olduğu tarafa bakmıştım. Altı veliahtı da yüz olarak biliyordum. Ancak yanlarında birkaç kız ve erkek daha vardı. Onların kim olduğunu bilmiyordum. Sanırım Arem'den ötürü oldukça kalabalık bir aileye gelin gidecektim. Ben ve kendi kendime yaptığım inanılmaz güzel olan şakalarım daha ne kadar hayatta kalacaktık kim bilir?

 

Müstakbel gelin adayı Elena Soykamer hemen ileride, kalabalık grubun arasında sevgili nişanlısı Evren Korkmaz'ın yanında duruyordu. Tabii bana da bu çifte 'tebrik ederim ve aynı zamanda kusura bakmayın, bir anda tüm ilgiyi üzerinizden aldım' demek düşüyordu. Bir an önce bitsin çektiğim eziyet diyordum. O yüzden kokteyl masasının üzerine gelişi güzel konumlandırdığım çantamı elime alıp telefonumu içine yerleştiriyordum.

 

Tam bu esnada biri geçiyordu yanımdan. Arem Barkın. Koskoca salon da hatta koskocaman alanda geçecek o kadar yer varken nasıl yaptı bilinmez ama kolunun koluma sürtünmesine neden olacak kadar yakınımdan geçerek çekip gitmeyi tercih ediyordu. Onu izliyordum. Çok sakin görünüyordu. Kendinden emin adımlarla arkadaşlarının yanına doğru ilerlemişti.

 

Mert kesiyor hemen önünü ve aynen şöyle diyordu ona. "Adı ne?" Asker kızıydık. Biz de ağız okumak gibi şeyleri bilirdik doğal olarak. Onun arkası dönük olduğu için ne cevap verdiğini görmem mümkün değildi. Yine de adımı söylediğini tahmin etmekte zor değildi.

 

Mert, veliaht Mert, Melisa'nın ağabeyi olan Mert, bana çeviriyordu gözlerini. Gülümsüyordu. Hem de kocaman gülümsüyordu. Şaşırıyorum bu duruma. Kafamı çeviriyordum hemen. Görmek istemiyordum o mutluluğunu. Boğazında yutamayacağı yumru olmaya gelmiştim ben, gülümsesin diye değil. Mutlu olsun diye hiç değil.

 

Çantamı elime alıyordum. Umarım oyunu batıracak bir şey yapmam diye kendi kendime telkin veriyordum. Sonra başlıyordum yürümeye onlara doğru. Şu an için göz hapsine aldığım kişi Elena idi. Zavalı kızın ona doğru geldiğimi fark ettiği an eli ayağı birbirine girmişti. Bir şey olmuştu kıza. Hatta Evren'in kulağına doğru konuştuktan sonra kendini dizginlediğine şahit olmuştum. Yüksek ihtimalle sakin olması gerektiğini söylemişti nişanlısı.

 

Bugün ayaklarıma fazla yüklenmiştim. Devamlı hızlı olsunlar istemiştim. Gece de keşke ayaklarımdan biraz feyz alsa, hemencecik bitmek için hızlansaydı. Kısa süre sonra Elena ve Evren çiftinin önüne gelmiş bulunmaktaydım. Ayaklarıma bu hızlarından dolayı teşekkürü borç biliyordum. Hepsinin gözü benim üzerimdeydi. Hepsi dediğimde şu muhteşem altılıydı işte. Gerisini zaten tanımıyordum. Hoş muhteşem altılıyı da pek tanıdığım söylenemezdi. Elimi selamlaşmak için önce Elena'ya sonra Evren'e uzatmıştım. Kendilerini tebrik edip tanışmıştım.

 

Hatta işi biraz abartıp, Elena'ya çok güzel olduğu hakkında birkaç iltifata bile bulunmuştum. Elena da bana aynı şekilde iltifat ederek karşılık vermişti. Sohbetin ilerleyen kısmında bana Kansu'nun neyi olduğumu da sormuştu. Şu durumda sevgilisiyim diyip Kansu ile Arem'in düellosunu izlemek tabii hâliyle stres atmak vardı ama, maalesef oyunu bozamazdım.

 

"Kız kardeşiyim."

 

"Aa öyle mi? Uysal'ların bir kızı olduğunu bilmiyordum. Kansu'yu daha önce birçok kez gördüm ama seni gördüğümü hatırlamıyorum." Vay be Kansu! demek ki yıllardır onlara kendini Kansu Uysal olarak yutturdun. Sana da helal olsun.

 

"Ben öyle pek davetlere katılmam. buraya da abimi tek başına bırakmamak için geldim zaten." O an daha önce duymadığım bir erkek sesi işitmişti kulaklarım. Çok değil en fazla beş adım ilerimde olan biri konuşmuştu.

 

"Abisi çok şanslı."

Kimin konuştuğunu merak ettiğimden bakışlarımı sesin geldiği yöne doğru çevirmiştim. Mert Aksel ile yeniden göz göze geldiğimde bana gülümsemişti. Ona ve gülümseyişine bakmak istemediğimden bakışlarımı tekrar Elena'ya çevirmiştim. Melisa, abi konusundan çok şanslı olmalıydı. Oysa Mert şanslı olan kişinin Kansu olduğunu düşünüyordu.

 

"Bakıyorum da kardeşimle tanışmışsınız." Kansu'nun bu sözleri üzerine yine Mert'in sesini duymuştuk.

 

"Gözlerini kaçırmayı bırakırsa neden olmasın?"

İkizlerden Doğu'mu? Yoksa Batı'mı? İkiz olmalarından ötürü hangisi olduğunu anlayamasam da, biri elini Mert'in omzuna koyarak kulağına bir şeyler söylemişti. Böylece Mert, bana doğru gelecekken olduğu yerde durmak zorunda kalmıştı. Gözlerimi tekrar nişanlı çifte çevirecekken Arem'i görmüştüm. Gözleri Kansu'nun elini koyduğu belimdeydi. Anlaşılan oydu ki veliaht'ın tuhaflığı yine üzerindeydi.

 

Elena, Kansu'ya benim çok tatlı olduğumu neden daha önce onları tanıştırmadığımı falan sormuştu. En azından ben, gözlerimi Arem'den çektikten sonra sohbetin sadece o kısmına dikkat kesilebilmiştim. Tatlım neyini anlamadın? Henüz daha o zamanlarda senin ailenin sonunu getirmem için çok erkendi. Ancak gelebildik. Azcık hâlden anlayın siz de canım, böyle olmaz ki.

 

Kansu beyler de sevgili Elena hanımlara benim pek insan içine çıkmayı sevmediğimi, kalabalığa gelemediğimi anlatmaya çalışıyordu. Halbuki gerçek Hera her zaman sosyal biri olmuştur. Az yalan atsaydın bari abicim.

 

Yalan! Yalan! Yalan! Ve yalan!

 

Daha fazla oyun oynamaya hâlim kalmamıştı yalanlardan. Ruhum emiliyordu bugün insan kalabalığının içinde. Kansu sanki bunu hissetmiş olacak ki müstakbel çifte gitmemiz gerektiğini söylemişti. Elena hemen karşı çıkmıştı. Bu kız da sanki kırk yıllık kankasıymışım gibi davranıyordu bana.

 

"Aaa, lütfen biraz daha kalın... Daha gitmeniz için çok erken. Hem Hera ile daha çok sohbet etmek istiyorum ben. Çok sempatik ve muhabbeti saran bir kızmış kardeşin." Ne tatlı kadın ama. Teşekkür ederim, sen çok iyi kalpli bir insansın. Bana hiç kimse böyle sahip çıkmadı yaaa...

 

Sanırım daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum. O yüzden lafı tak diye ortaya atıyordum. Hiç uğraşamam sizinle. Asıl siz uğraşacaksınız benimle der gibiydim.

 

"Gidiyoruz çünkü ortam beni fazlasıyla rahatsız etti. Geldiğim andan beri nedenini anlamadığım bir şekilde tüm gözler üzerimde. Hatta konusu açılmışken siz bile beni gördüğünüzde baya bir şaşırdınız. Bunun nedeni ne acaba çok merak ediyorum?"

 

Herkes suspus olmuştu. Kimseden ses çıkmıyordu. Elena ağzını birkaç kez açıp kapamıştı. Ne demesi gerektiğini bilmiyor olacak ki sonunda susmaya karar vermişti. Herkes sessiz sedasız ne diyeceğini bilmezcesine bana bakarken, birinin bana doğru geldiğini görmüştüm. Gelen kişi Mert Aksel'di.

 

Tam karşımda durmuştu. Önümde durduğu için ona bakmak zorunda kalmıştım. Yakışıklı çocuktu. Kirli sakalı esmer güzeliydi.

"Melisa Aksel. O benim kız kardeşimdi."

 

Onu anlamamış gibi yapmıştım. Hatta bir ara ne ayaksın kardeşim? Bakışımı bile atmıştım. Acaba oyuncu mu olsaydım? Gayet bu iş için doğmuştum ben. Çok geçmeden devam etmişti Mert konuşmasına.

 

"Bundan dokuz yıl önce kaybettik onu. Öldü benim güzelim."

Aniden ve beklemediğim anda konuya hızla giriş yaptığımızda sertçe yutkunmuştum. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan konuşabildiğim kadarıyla konuşmuştum.

 

"Başınız sağ olsun ama konun benimle ilgisini hâlâ anlamış değilim."

At yalanı sevsinler inananı be Hera. Öyle değil mi Hera? Gerçekten anlamış değil misin Hera?

 

Mert cebinden telefonunu çıkarmıştı. Ekran üzerinde biraz oyalandıktan sonra telefonunu bana uzatmıştı. Onun uzattığı telefon ekranına baktığımda gördüğüm yüzler gözlerimin istemsizce sulanmasına neden olmuştu. Abi ve kız kardeş...

Telefon ekranında Mert'in yıllar önceye ait olduğu yüzünden anlaşılan fotoğrafı vardı. Yeşillik dolu alanda gülümseyerek kadraja bakıyor, omuzlarında güzeli daha doğrusu kardeşi Melisa'yı taşıyordu. Bana ikizim gibi benzeyen Melisa'yı.

 

İkisi de çok mutlu görünüyordu. Zaten Mert, Melisa'dan öyle çok büyük değildi. Bana anlattıklarına göre aralarında bir yıldan fazla iki yıldan ise az bir süre varmış. Ancak benim ve Mert'in arasında beş yıl vardı. Melisa öldüğünde on yedi yaşındaydı, ben ise şu an yirmi iki yaşındaydım. Maalesef ki Melisa'nın yirmi ikinci yaşını görmek hiçbirine nasip olmamıştı. Yine de Melisa'nın on yedi yaşının bile Hera'nın yirmi ikinci yaşına çok benzediğini görebiliyordum.

 

Mert'in bana gösterdiği fotoğrafa olması gerektiği gibi şaşırmam gerekiyordu. Yapamıyordum. Şaşırmak bir yana dursun, tepki bile veremiyordum. Ben ölen birinin yerini almak istemiyordum. Onun ağabeyini, onun sevgilisini, onun ailesini sırf benziyoruz diye almak istemiyordum. Ben onun öldüğü için elinden alınan her şeyini yaşadığım için kendime ait kılmak zorunda değildim.

 

Sanırım bu denli istemediğim için kimseyi umursamadan önüme çıkanları ise ite kaka, her koşmak için öne yeltenen bacak hareketim de bir damla göz yaşımı ise akıtarak salondan çekip gitmiştim. Oyun benim için burada bitmişti. Ben Melisa Aksel değildim. Ben Hera Uysal'da değildim. Ben Hera Türkeş'tim...

 

Bu hayat bana zehirdi zemberekti ama ben kimsenin panzehiri olmayacaktım... Hera Türkeş kimseye tedavi olmayacaktı...

 

 

 

(🎭)

 

VE KESTİKKKK

 

Bölüm hakkında ki düşünceleri alalım.

 

Bölüm sorusu : Hera'nın başına gelen bu benzerlik durumu sizin başınıza gelseydi ne yapardınız?

 

Yani Hera'nın yerinde olsaydınız tepkiniz ve davranışınız ne olurdu?

 

Mavimsulandınız 💋💋💋

 

 

Loading...
0%