Yeni Üyelik
8.
Bölüm

🎭 7 YENİLDİYSEN BAYIL

@mavimsu_

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

Keyifli okumalar dilerim...

 

 

(🎭)

 

 

Bölüm Sözü

 

 

Uçurtmam gökyüzünde olabileceği en özgür hâlinde.

 

Kalbim senin elinde.

 

Olabileceği en mahkum hâlinde.

H. G. 

 

 

(🎭)

 

 

Gidecektim ben. Nereye gideceğimi, nasıl gideceğimi, şu anda nerede olduğumu bilmeden gidecektim buradan. Eğer birazcık da olsa şansım varsa hiçbirine çaktırmadan gitmeyi tercih ederdim. Özellikle de baş veliaht'ta çaktırmamayı tercih ederdim. Neticede kaçmak istediğim ev onun eviydi.

 

Hoş, yaklaşık olarak kaç m²'lik alanın kendi bölgesi olarak kayıtlarda geçtiğini bilmiyordum. Çok m² olması lazımdı tahminimce. Öyle çok olacaktı ki her yanda düzinelerce adamı olacaktı, veliaht için çalışan. İçinde bulunduğum duruma asıl şimdi mantıklı bir gözle bakacak olursak, zaten sevgili robot deyince alınan Robot Alice, yakalanmama neden olmasaydı daha kapıdan çıkar çıkmaz yakalanacağımı görmüş olurdum. Hadi yine iyisin Alice'cim, affettim gitti seni.

 

Daha fazla oyalanmanın ne bir faydası vardı ne de gereği. Bundan dolayıdır ki gizlendiğim büyük, gösterişli kolonun arkasından çıkarak salondaki koltuklara gelişi güzel yayılmış, yedi adamın yedisinin de görüş açısına girmeyi başarmıştım. Veliahtların hepsi buradaydı. Demiştim ben zaten sırf benim şansıma kalsa tam kadro gelirdi bunlar diye. Öyle de olmuştu. Ben benim şansımın...

 

''Aslına bakarsan oldukça rahat uyudum.'' Rahat olmaya çalışarak tek tek veliahtları incelemiştim. Onları incelerken bir yandan da ev robotuna cevap veriyordum.

 

"Öyleyse yine bekleriz efendim."

Dalga geçiyor olmalıydı. Yine gelmem mümkün değildi. Çok beklersiniz canım.

 

''Yok canım, ben almayayım. Allah seni inandırsın, şu hayatta bana hep rahat batmıştır.''Alice ile aramızda geçen diyaloga, veliahtların hepsinin kaşını çatarak seyirci olması da ayrı bir ironiydi. Onları değil de robotu takıyor olmam zorlarına gitmişti.

 

''Bakıyorum da son teknoloji harikam ile çok iyi anlaşmışsınız, Hera.'' Bunu söyleyen ikizlerden biriydi. Hangisi olduğu hakkında fikrim yoktu. Ya Batı'ydı ya da Doğu. Aman neyse, ne işte. Neticede ikisi de yöndü.

 

''Alice'i siz mi tasarladınız?'' Kansu, ikizlerin teknoloji üzerine devasa şirketlere sahip olduklarından bahsetmişti. Hatta çok zeki olduklarını da söylemeyi es geçmemişti. Fakat bu bilgilere sahip olan Hera Türkeş'ti. Hera Uysal'ın oldukça uzun müddet salağa yatması gerekiyordu.

 

''Ah evet, görmüş olduğun bu muhteşem robotu tasarlayan benim.''

İkizlerden ilk konuşan eli ile kendini işaret edip egosuna ego katarak bana baktığında, anında tepkimi ortaya koymuştum.

 

"Robot demeseniz alınıyor sonra." Yönlerden konuşan, ne demek istediğimi anlamamıştı. Hatta salondaki hiç kimse ne demek istediğimi anlamamıştı. Biri dışında. Arem. O ne demek istediğimi anlamış olacak ki sırıtmaya başlamıştı.

 

Gözlerimi diğerlerinin üstünde gezdirirken bana bakanlardan biriyle göz göze gelmiştim. Geldiğimden beri gözünü kırpmadan beni izleyen Mert, eliyle karşısındaki siyah berjeri göstererek, ''Ayakta kalma, otur lütfen,'' demişti. O kadar iyisin ki, sağol. Ben de zaten bu komutu bekliyormuş gibi benden istenileni yerine getirerek oturmuştum koltuğa. Mert'in tam da gösterdiği yere geçtiğimde aklımda dönen tek şey vardı: 7'sinin de gözü bendeyken açık vermemek.

 

Nedensizce bir şarkı söyleyesim gelmişti. Beynim için aslında bu stratejik hamleydi. Kendisi diken üstünde olduğum her an benden bağımsız olarak başka şeylere odaklanırdı. Böylece rahatlar ve gerginliği üzerimden atardım. Ben tek, siz hepiniz! Aynaya baktı mı hiçbiriniz? Takmıyorum, takmayacağım, kimsenin yanına bırakmayacağım.

 

Şarkının doğru olan tek kısmı, benim tek onların hepsinin ise beraber olduğu kısmıydı. Şayet aynaya bakacak olurlarsa mükemmelliğin vücut bulmuş hallerini görürlerdi. Ha! Onları takmadığım da söylenemezdi. Gerçekleri öğrenirlerse eğer, işte o zaman ben onların değil onlar benim yanıma hiçbir şeyi bırakmazdı. Şarkı seçimi deyince de ben yani...

 

''Dün öyle alelacele gidince tanışamamıştık. Tanışalım ister misin Hera?'' Mert'in sözlerinde ufak bir ilgi sezmiş olsam da takmamıştım.

 

''Sanırım tanışmaktan başka çarem kalmadı. Hatırladığım kadarıyla siz Mert'siniz. Dün söylemiştiniz zaten. Yanınızdaki kişi de Arem oluyor, onu da dün robottan öğrendim. Diğerlerinin ismini bilmiyorum ama.''

 

''Robot demeyelim, alınıyor sonra.''

Bakışlarım yönlerden konuşkan olana kaydığında sinsi gülüşüne sinsi gülüşümle karşılık vermiştim. Kabul ediyordum, bu iyiydi.

 

''Oğlum iki dakika susta tanışalım kızla.'' Yönlerden diğeri, ikizini sertçe uyarmıştı fakat hareketlerinden anladığım kadarıyla sanki o bu uyarıyı hep yapıyordu. Anlaşılan oydu ki yönlerden biri fazlasıyla konuşkandı.

 

Mert, ikizleri hiç takmadan konuşmaya devam etmişti. Mert'in herkes susarken bana açıklama yapan kişi olması Kansu'yu hatırlatmıştı. Karşı koltukta ikizlerin yanında oturup telefonuyla oynayan, adeta beni takmıyormuş gibi havalara girmiş, ayak ayak üstüne atmakla meşgul olan adamı göstermişti önce. Dövmelerinden tanıyordum onu: Hazar Orhon. ''Dövmeli olan Hazar. Şu birbirinin aynısı olan adamlar da Doğu ve Batı.''

 

''Hangisi Doğu? Hangisi Batı? Peki.'' Merak ettiğim her şeyi sormayı severdim. Bugün en çok bunu merak ediyordum.

 

''Açıkçası bunu ben de hep karıştırıyorum. Ama her zaman en çok konuşan Batı'dır.'' Mert'in söyledikleriyle başımı aşağı yukarı hareket ettirerek karşılık vermiştim.

 

"Ha! Sağ taraftaki Batı o zaman. "

Düşüncemi sesli şekilde dile getirdiğimde içerideki çoğu kişi gülmüştü.

 

''Çok mu konuşuyorum lan ben?'' diyerek yanındaki ikizine fikir danışmıştı Batı. Yönlerden Doğu olan da 'evet' deyince yirmi beş yaşındaki koca adam trip atarak 'hıhlamıştı' ikizine. Neymiş bundan sonra sesini yalvarsalar da duymayacaklarmış. Yersen tabii. Koskoca Dünya'yı yönetenlerden birinin susma grevine giren küçük adam olması çok vahim olan başka bir konu olarak belirmişti kafamda.

 

Mert ikizleri kendi hâlinde bırakarak sırasıyla tanıtmaya devam etmişti arkadaşlarını.

Sağ çaprazımda ki koltukta Erdem ve Evren oturuyordu. Geriye bir tek onlar kalmıştı. Bana daha yakın tarafta oturanı, yani Evren'i göstermişti eliyle.

 

''Bu da bizim taze damadımız Evren.''

 

Evren ile göz göze gelince, kendisi bana gülümsemişti. ''Memnun oldum Hera. Umarım düne kıyasla daha iyisindir.'' Dün kuşku dolu gözlerle bana bakan Evren'in dudaklarından dökülen sözler beni bayağı şaşırtmıştı. Ters psikolojimi yapıyordu acaba.

 

''Memnun oldum. Evet, bugün daha iyi sayılırım. En azından düne kıyasla.''

Hızlı hızlı konuşup kendimi sevimli göstermeye çalışıyordum. Eğer onu masum olduğuma inandırırsam bana bir daha kuşku dolu gözlerle bakmazdı.

 

''Tüm geceyi Arem'le ben de geçirsem ben de iyi olurdum herhalde.'' Herkes tekrar güldüğünde soğuk bakışlarım onda durmuştu. Yönlerden Batı ona çok konuşuyor etiketini vurduğum için aklınca bana laf sokmuştu. Ben laf sokması gereken en son kişiydim. Bunu öğrenmen gerekiyor aptal sarışın.

 

"Daha önce deneyimlemiş gibisin."

Soğuk soğuk gülümsediğimde Batı'nın bakışları benden Arem'e dönmüştü.

 

"En büyük sırrımıza ihanet ettim abi.

Affet. " Elini kalbine doğru götürmüş, üst üste kırptığı gözlerinin ardından Arem'e bakıyordu. Kesinlikle dalga geçiyordu. Her hâlinden belliydi alay ettiği. Kendimi tutamayıp güldüğümde, Arem yanındaki boşlukta duran yastığı tuttuğu gibi Batı'nın suratına fırlatmıştı. Kafasını hızla eğip, yastıktan kurtulan Batı, onu sıyıran yastığın ikizinin suratına isabet etmesine neden olmuştu. Şu hayatta her zaman Doğu gibi olmuşumdur. Olaylar benim etrafımda dönerdi, kimseye zararım olmazdı fakat günün sonunda giren de çıkan da hep bana olurdu.

 

Doğu, ikizi yüzünden suratına yediği darbeye ses etmemiş aksine kucağına düşen yastığı tutup, doğrudan Batı'nın ense köküne indirmeyi tercih etmişti.

 

" Hain kostok... "

Batı ve Doğu kendi aralarında didişmeye başladığında, duyduğum sesle bakışlarımı onlardan ayırmak zorunda kalmıştım.

 

"Neyse biz devam edelim."

Mert'e başımla onay verdiğimde konuşmaya kaldığı yerden devam etmişti.

 

Son kişiyi tanıtma işine girişmişti. O son kişi, dün gece de bugün de aralarında en tepkisiz yüz olan Erdem'den başkası değildi. "Son olarak, Evren'in yanında oturan kişi de Erdem oluyor." Erdem ile göz göze geldiğimizde ürpersem de konuşmak zorunda olduğumu bildiğimden kendisine selam vermiştim.

 

"Memnun oldum."O an onunla göz göze geldiğimizde hissettiklerimi tam olarak tarif etmek zordu, ama sanki içimde bir tehlike fırtınası kopuyordu. Erdem'in gözlerindeki keskin bakışlar, sanki içime doğru delip geçiyordu bedenimi ve bu da beni savunmasız hissettiriyordu. Yüreğim hızla çarparken, korku ve endişeyle dolup taşıyordum. Kafamda binlerce soru dönüp dururken, bir yandan da acaba ne düşünüyor diye kendi kendime soruyordum.

 

Erdem için ne diyeceğimi bilemiyordum. Onun için diyebileceğim tek şey benden haz etmediği gerçeğiydi. Bana karşı duyduğu tiksintiyi gözlerinden görebiliyordum.

 

''Bende seni tanıdığıma çok memnun oldum Hera Uysal.'' Vups. Uysal'ı niye öyle bastıra bastıra söyledin ki şimdi sen. Bir tırsmadım değil hani. Ona cevap vermek yerine sadece kafamı sallamıştım. Konuştukça açık verecekmiş gibi hissediyordum konuşmamak en doğru karardı. En çok senden memnun olmadım Erdem. Düşün Arem'den bile bir yerden sonra memnun olabilirim ama senden olmam. Öyle bir memnuniyetsizlik.

 

Herkesle tanışma merasimi bitmişti. Hazar hâlâ telefondaydı. Bir şey yapmıyordu telefonda, sadece ekranı izliyordu. Kafasını kaldırdığına şahit olamamıştım daha. Arem ve Mert gözlerini üzerimden bir an olsun çekmemişti. Erdem'den korktuğum için mümkün mertebe o tarafa bakmıyordum. Batı ve Doğu kendi aralarında bir şey tartışıyordu, hatta bayağı hararetli bir tartışma içindeydiler.

 

Öznesi bendim tartışmanın çünkü konuşmayı tam olarak duyamasam da adımı seçebilmiştim birkaç kez. Hatta bir yerden sonra konuşmaya Hazar da dahil olmuştu. Vay canına, o telefonunu mu bırakmıştı az önce? Benimle tanışmak adamın dikkatini çekmemişti, kafasını telefondan kaldırmamıştı bile. Şimdi benimle ilgili hangi konuyu konuşuyorlardı ki telefonunu kenara bırakıp konuya dalmıştı. Sarmıştı dört bir yanımı dalga dalga merak kasırgası.

 

''Siz üçünüz benim dedikodumu mu yapıyorsunuz?'' Onlara bakıp sertçe konuşmuştum. Kaşlarım çatıktı. Öfkeli olduğumu söylememe gerek yoktu.

 

''Evet.'' Üçünün de aynı anda başını kaldırması ve aynı anda cevap vermesi taktire şayan bir uyumdu.

 

"En azından dürüstler,'' demişti Mert onları şirin göstermeye çalışarak. Başarılı olmuş muydu Peki? Tabii ki hayır!

 

''Peki, konu ne? Özel değilse benim hakkımda konuştuğunuz şeyi öğrenebilir miyim?'' Yine imâlı bir ironi yapmıştım. Bugün de ama ironi yaptık be kızım.

 

''Aslında bir konu değil. Daha çok bir iddia.'' Bunu söyleyen, geldiğimden beri ilk kez sesini duyduğum şahıs, dövmeli telefon manyağı Hazar'dı.

 

''Üzerimden iddiaya mı girdiniz?''

 

Yine üçünden de aynı anda kısa ve öz bir cevap gelmişti: ''Evet.''

 

"En azından bayağı bayağı dürüstler,'' demişti yine Mert. Durumu kurtarma çabaları hiç yardımcı olmuyordu.

 

"İddaa'nın konusu ne peki?"

Üçü önce birbirlerine bakmıştı. Bakışları beni bulduğunda Hazar arkasına yaslanıp kollarını başının arkasında birleştirmişti. Fazlasıyla rahattı. Onun rahatlığı bana batıyordu.

 

"Kamer'de bir gece Hera..."

Sözlerinden hiçbir şey anlamamıştım. Sesi çok rahatsız edici oranda ürkütücü çıkmıştı. Güven vermiyordu. Hazar Orhon kesinlikle güven vermiyordu.

 

"O ne demek?"

Ona bakarak konuştuğumda gözlerimi gözlerinden çekmemek için kendimle direniyordum. Hazar bana kısa bir bakış atıp ikizlere dönmüştü. İkizler Hazar'ın tek bakışına kafa sallayıp ayağıya kalkmıştı. Aynı anda ikisinin de bana doğru geldiğini görünce sertçe yutkunmuştum. Bakışlarım Mert ve Arem'e dönmüştü. Yardım etse etse onlar ederdi. Oysa ikisi de etrafta görünmüyordu. Hangi ara gitmişti bunlar? Korku bedenimi ele geçirdiğinde acaba kim olduğumu anladılar mı? Diye düşünür olmuştum.

 

Doğu ve Batı tam olarak önümde durduğunda surat ifadelerinden hiçbir şey anlamıyordum. Öylece bakıyorlardı.

"Ne var?" Birbirlerine bakıp tekrar bana döndüklerinde bu kez boşluğa bakar gibi bakmak yerine gülümseyerek bakıyorlardı bana. Oturduğum tekli koltuğun sağ kolluk kısmına Doğu otururken, Batı sol kolluk kısmına oturmuştu. İkisinin ortasında tek başıma kaldığım için gerilmiştim.

 

"Eminim ki bu sabah uyandığında Kamer'e bir daha gelmeyeceğim demişsindir kendi kendine öyle değil mi Hera?"

Batı'nın sesini sol tarafımdan duyunca kafamı kaldırıp ona bakmıştım. Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Bakışlarında yine sinsilik vardı.

 

"Evet dedim. Nedir?"

İnkar etmenin lüzumu yoktu. Bir daha bu bölgeye gelmeyi kesinlikle istemiyordum ve gelmeyi asla düşünmüyordum.

 

"Oysa buranın çok gizli bir sırrı var."

Doğu kulağıma fısıldadığında, oturduğum yerden bedenime yüzlerce iğne batmış gibi hissettim. Bakışlarımı ikizi Batı'dan alıp ona çevirdiğimde, tıpkı onun bana fısıldadığı gibi ona bakıp fısıldayarak konuşmuştum.

 

"Gizliyse içinde tut kardeşim. Bana bulaştırma."

Doğu kahkaha attığında yüzünü yüzüme iyice eğmişti. Suratına şu an bir tane kafa atsam ne olurdu ki? Hani ne olurdu yani?

 

"Oysa sen çoktan bulaştın Hera..."

Gizemli gizemli konuşuyor olması sinirlerimi bozuyordu. Mavi gözlerine daha fazla tahammül edemeyeceğimi fark ettiğimde ayağa kalkmıştım. Ellerimi kavgaya gider gibi belimde birleştirdiğimde yönümü ikisine dönmüştüm.

 

"Yeter be! Ne bu böyle gizemli tavırlar? Derdiniz neyse anlatın işte."

İkisini azarladığımda böyle bir tepki beklemediklerinden bana, küçük çocuk gibi bakıyorlardı. Şaşırmışlardı. Batı elini ensesine götürüp, kafasının arkasını kaşıdığında alttan alttan bakış atmıştı.

 

"Ne kızıyorsun be?"

Kırılmış mıydı? Yoksa bana mı öyle gelmişti? Ses tonu fazla alıngandı.

 

"Ay yok! Kızmadım. Yani siz öyle birden gelince, yani bir de fısıldayınca, yani şey oldu, şey yani...Şey..."

Ne dediğimin ben bile farkında değildim. İkizler ayarlarımla oynamıştı resmen. Düşünebilen tarafım iptal olmuştu.

 

"Konuşmayı unuttu kız. Yazık lan!"

Biri taze damat Evren'e , Erdem ile benim dedikodumu daha sessiz yapması gerektiğini söyleyebilir miydi? Şayet sesi salonun içinde yankılanmıştı da.

 

"Neyse konuya girelim bari.

Kamer'de bir gece demek, burada bir geceliğine de olsa uyumuş olan herkesin hayatımıza girdiği anlamına gelir."

Doğu bana trip atarcasına açıklama yaptığında yerinden kalkmış ve tekrar Hazar'ın oturduğu yere gidip, oturmuştu.

 

"Kamer'de bir gece kaldıysan hayatımıza girmiş olursun. İddianın konusu da buydu. " Batı karşıma geçip sevimlice gülümsediğinde sözlerini anlamaya çalışıyordum. Onlara cevap verecek kadar anlam yükleyememiştim sözlerine. O da cevap veremeyeceğimi anladığında yanağımdan makas alıp, eski yerine geçmişti. Yanağıma dokunduğu yer alev almıştı. Veliahtların hangisinden korkacağımı şaşırıyordum. Bana sevimli gelen ikizler bile artık ürkütücüydü.

 

"Özetle bücür, İddaa'nın konusu şuydu:

Hayatımıza girecek misin? Yoksa gidecek misin?" Hazar elinde tuttuğu telefonun ekranını pür dikkat izlerken bana yönelik konuşmuştu.

 

İçimdeki derin boşluk onlar konuştukça beni paramparça ediyordu. Her an, kalbimdeki ağırlıkla boğuşuyordum ve umutsuzluk karanlığı bedenimi içine çekiyordu. Sussunlar istemiştim. Sadece sussunlar. Veliahtlar çok karmaşık birer şifre gibiydi. Hangisini çözmek için çaba sarf edeceğimi şaşırmıştım. Korkarım ki ben onları çözemeden, onlar beni çözebilirdi.

 

"Neden ayakta duruyorsun güzelim."

Mert'in sesini duyduğumda irkilmiştim.

Ona baktığımda onun bana değil de veliahtlara baktığını görmüştüm. Tekrar bana döndüğünde bakışlarında endişe vardı. Suratımın aldığı hâl onu korkutmuş olmalıydı.

 

"Bir şey mi dediler?"

Onların duyacağı şekilde sertçe konuşmuştu. 'Evet' dersem kavga çıkacak olmalıydı.

 

"Hayır, hayır ben sadece artık gitmek istiyorum." Ruhsuzca konuşmuştum.

Gözlerime baktı baktı ve sonra kafa salladı.

 

"Biliyorum, bana yabancısın ama bu son olsun. Benden ilk ve son kez bir şey gizlemiş ol. Tamam mı güzelim?"

Sesini duymak ağlamak istememe neden olmuştu. Ben ondan çok şey gizliyordum

Onu tanımıyordum. Kim olduğu umrumda olmamalıydı ya da ondan bir şey gizlemek canımı yakmamalıydı. Tuhaftı, onlara karşı içimde hissettiğim çekim çok tuhaftı. O çekim yüzünden arkalarından iş çeviriyor olmak canımı sıkıyordu.

 

"Size gelince, sonra konuşacağız."

Mert, sert sesi ve uyarı dolu bakışlarıyla arkadaşlarının üzerinde gözlerini tek tek gezdirmişti. Benden zerre haz etmeyen veliahtların ne dediğini dinlemediğimden sözlerini anlamamıştım. Hepsinin sesi homurdanmışa benziyordu.

 

"Hadi gidelim."

Mert'e kafa sallayıp harekete geçecektim ki baş veliahtın sesi ikimizi de olduğumuz yerde durdurmuştu.

 

"Saat kaç oldu hâlâ hiçbir şey yemedi. Önce yesin sonra götür."

Mert'in arkasından gelen sesin sahibini görebilmek istemiştim. Kafamı yana yatırmıştım. Gümüş tepsi vardı elinde.

Bize doğru geliyordu. Yaklaştı yaklaştı ve tepsiyi ellerime tutuşturup konuştu.

 

"Hepsi bitecek".

Nerden nefes alıyorduk biz?

Adam benim midemi benden daha çok düşünüyordu. O hatırlatmasa acıktığımın farkında bile olmazdım.

Bana tost yapmıştı. Yanında da meyvesuyu vardı. Tesadüfün de böylesi.

Ben de zaten hiçbir zaman kahvaltı yapmazdım. Günün ilk öğününü okulda ne zaman acıkırsam tıpkı şu an önümdeki gibi karışık tost ve portakal suyu ile yapardım. Yoksa,

yok canım ne yediğime kadar araştırmamıştır. Daha dün bir bugün iki.

 

Arem yerine oturmak için yanımızdan ayrıldığında, Mert ile göz göze gelmiştim.

Gülümsemişti."Önce karnını doyur, sonra gideriz olur mu?" Kafamı yavaş yavaş aşağı yukarı sallamıştım. Mert'e eski yerine yani, Arem'in yanına geçtiğinde, ayakta daha fazla duracak gücüm kalmamıştı. Bende yerime geçip oturmayı tercih etmiştim.

 

Elime tostumu alıp koca bir ısırık atmıştım ona. Önce tadım kontrolünden geçmişti tost ağzımda. Sonra dilimin damağımın ve midemin bana verdiği yetkiye dayanarak ben bu tosta kelimenin tam anlamıyla bayılmıştım.

Bu adamın yaptığı tost şimdiye kadar yediğim tüm tostlara on basardı.

Tostumdan aldığım gözlerimi ağzım dolu doluyken Arem'e çevirmiştim. Baş parmağımı havaya kaldırıp başarılı iş yaptığını göstermek adına olumlu işareti vermiştim. Hareketime karşılık olarak gülüp göz kırpmıştı.

 

Tostumu çok kısa sürede bitirmiş olmam ne kadar acıkmış olduğumun kanıtıydı.

Yemek yerken onların kendi arasında geçen konuya asla dahil olmamıştım.

Mümkün oldukça hiçbiriyle göz teması kurmamış sadece yemeğim ile bakışmıştım.

 

Onlar aralarında konuşurken, uzun zamandır duymadığım o ses, aniden içeride yankılanmıştı. Robot denmeye gelmeyen robot Alice'in sesiydi. "Hoş geldiniz Hanımefendi Elena ve Hanımefendi Lara." Salonun giriş kısmında topuklu ayakkabı sesi yankılandığında ben de herkesle beraber bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirmiştim.

 

Elena, Arem'in kız kardeşi ve aynı zamanda veliahtlardan Evren'in müstakbel eşiydi. Lara ise Kansu'nun anlattıklarından hatırladığım kadarıyla taze damat Evren'in kız kardeşiydi. Bu kız için Kansu, en az bir veliaht kadar işin içinde yer alıyor demişti. Salona, iki kadının giriş yapmasıyla tüm gözler onlara dönmüştü.

 

Kızların gözü ise içeri geldikleri ilk andan itibaren bana çevrilmişti. Elena ve Lara Arem'e öyle bir bakış atmıştı ki, iyi ki baş veliahtın yerinde değilim demiştim. İki kadına açıklama borçlusun gibi, veliaht. Neticede ev senin evin. Benim burada ne işimin olduğunu birazdan soracaklardır sana.

 

"Şu kızın burada ne işi var?" Konuşan Lara'dı. Bir kere de yanıl, be kızım. Karakterimize yanılmış olmak tersti.

 

"Az önce şu boyama kitabı bana 'şu' diye mi hitap etti, yoksa bana mı öyle geldi?"

Kendi kendime mırıldanmak yerine yüksek sesle konuştuğumu, Doğu ve Batının kahkahasını duyduktan sonra fark etmiştim.

 

Lara'nın iki kilo yüz makyajına karşı olan göndermem içerdekileri bıyık altından baya bir güldürmüştü. Doğu ve Batı'yı ise kahkaya boğmuştu. Makyaj yapılırdı, ben de yapardım. Fakat Lara bunu fazlasıyla abartmıştı. Batı, "Bu iyiydi bak" diyerek beni taktir etmişti. Bende 'eyvallah' diyerek baş selamı vermiştim ona.

Fazla yüz göz olmayacaktım hiçbiriyle.

Taktir etti ise ne olmuştu yani, hemen yumuşayacak mıydım?

 

Elena yanıma doğru gelmişti. Onun yanıma geldiğini görünce yerimden kalkmıştım . Elimdeki boş tepsiyi kalktığım yere koymuştum. Benim doğrulmamla Elena'nın bana sımsıkı sarılması bir olmuştu. "Ben daha öyle sarılmadım," demişti Mert.

 

"Sen niye öyle sarılacakmışsın?" diye karşılık vermişti Arem de ona. Yiyin birbirinizi de kurtulayım sizden.

 

Elena bir yandan sarılırken bir yandan da konuşmaya başlamıştı. "Dün öyle apar topar çekip gidince senin için çok korktum." Şahsen, dün öyle çekip giden sen olsaydın, ben senin için korkmazdım. Neden mi? Çünkü tanımadığım biri için neden korkayım değil mi? Daha dün bir bugün iki. Az yağ mı çeksen?

 

"Merak etme, kardeşin Arem bana çok iyi baktı. Yediğimi, içtiğimi eksik etmiyor sağ olsun."

 

Benim amacım sadece Elena'yı gülümsetmeye çalışmaktı. Tabii muşmula surat Erdem lafı ağzıma tıkmasaydı. "Elena ve Arem'in kardeş olduğunu nereden biliyorsun? Sana böyle bir şey söylediğimizi hatırlamıyorum." Ahh, inanmıyorum, çok büyük açık vermiştim. Ne yapacağım ben? Salak ha bu çocuk. Ben ayaklı yalan makinesiydim, kaşınmayın dedikçe kaşı diyorlardı resmen.

 

"Sanırım yakalandım. Artık itiraf etmem gerekiyor. Ben aslında ajanım. Aranıza ise sizin sonunuzu getirmem için gönderildim." Önce donmuşlardı, hatta kitlenip kalmışlardı. Sonrasında gülmeye başladı birkaç tanesi.

 

"Duydun mu, ikizim? Ajanmış. Bir de sonumuzu getirecekmiş."

 

"Duydum ikizim, çok matrah bu kız çok." Yönler arasında gülerken geçen diyologa şahit olunca omuz silkmiştim. Ee ben itiraf ettim siz inanmadınız. Benden çıktı daha. Gerisi beni zerre alakadar etmezdi.

 

"Nerden bileceğim ya? Dün abim söylemişti, ordan biliyorum." Cevabımı Erdem'in gözlerine bakarak söylemiştim. Ailemden kime çekmiştim, bilmem ama çok isabetli yalan atıyordum. Üstün oyunculuğum ile öyle bir yalan sallamıştım ki muşmula surat bile yemişti bunu. Gözlerinden anlaşılıyordu.

 

"Neden geldiniz Lara? Gece mekanda toplanacaktık zaten. Acil durumu var?" Konuşan veliahtımdan başkası değildi. Ben de iyice sahiplenmiştim çocuğu. veliahtım falan, ben hayırdır ya.

 

" Maalesef acil durum var." Lara'nın yüzünden durumun ciddiyetini hemen anlayabiliyordum.

 

"Acil olan ne?"

 

Lara bana dönmüştü. Sanırım ben varken konuşmasının ne kadar doğru olduğunu sorguluyordu. Arem'e kayan gözlerim Lara'ya başı ile sorun yok komutunu verdiğini görmüştü. Evet, sanırım burdan edindiğim bilgiyi Kansu'ya ötmem gerekiyordu. Tabii Kansu'nun da üstlerine iletmesi lazımdı bunu. Kulaklarını dört aç ve iyi dinle Hera.

 

Lara, Arem'den aldığı komutun ardından istemeye istemeye konuşmaya karar vermişti.

"Dün gece on askerimiz terör örgütleri tarafından düzenlenen bir operasyon sonucu rehin alındı. Kendilerine yaklaşık olarak on iki saatir ulaşılamamakta. Olay sadece bu kadar değil. Bu öğlen kod adının 'Baykuş' olduğunu söyleyen bir adam bizim mekana gelmiş. Size ulaşmaya çalışsalar da hiçbirinize ulaşamamış bizimkiler. Gördüğüm kadarıyla hepiniz küçük bir kızla meşgulsünüz."

Sen gel konuş, konuş, konuş sözün sonunu tut bana sok. Taktir etmiştim. Yapacak bir şey yoktu.

 

"Adam nerde?" Lara'yı takmak yerine sözlerini takan Arem, konuyu bir kez daha olması gereken yere getirmişti.

 

"Adamlara usb vermiş. Hemen ardından kimsenin ona yaklaşmasına fırsat vermeden intihar etmiş. Belinden çıkardığı silahla kafasına sıkarak." Kafasına sıktığı detayını oldukça rahat şekilde söylemişti. Onun rahatlığı beni diken diken etmişti. İçeride herkes bizim sülalemiz rahat tarzında duruyordu. Tanrı aşkına! Benim bu psikopatların arasında ne işim vardı?

 

Lara elindeki siyah belleği Arem'e uzatmıştı. "Son sözleri 'bu belleği eğer kaçırılanların yaşamasını istiyorsanız baş veliahta verin' olmuş. İçinde ne olduğunu bilmiyorum. Belleği aldığım gibi buraya geldim."

 

"Kaçırılan on asker kim peki? İsim listesi eline geçti mi?" Soruyu kız kardeşine abisi taze damat Evren sormuştu. Lara kafasını sallamıştı abisine. Cebinden çıkardığı telefon ile listedeki isimleri okumaya başlamıştı tek tek.

 

- On başı Sinan Dönmez

- Üsteğmen Hakan Yılmaz

- On başı Zehra Çavuş

- Yüzbaşı Ali Alkan

- Yüzbaşı Mehmet Ali Engin

- Üsteğmen Ayşenaz Kılıç

- Astsubay Doğukan Demir

- Astsubay Kerim Almaz

- Binbaşı Yavuz Yücel

- Binbaşı Atilla Tuğrul Türkeş

 

Son isim...Öyle birinin ismiydi ki, ayaklarım olduğu yerde sendelemişti.

Herkesi sayacaktın hatta tüm Dünya'yı sayacaktın. Ama sonuncuyu saymayacaktın. Son isim olmaz! Atilla olmaz! Tuğrul olmaz! Türkeş olmaz! Babam olmaz...

 

Kalbim bir an duracak gibi atarken, boğazımda bir yumru oluştu, ben orada nefes almakta zorlandım. Korku, acı ve çaresizlik dalgaları içime çöktü, beni adeta yere serdi. Babamın kaçırıldığını öğrenmek ama aniden öğrenmek yıkım getirmişti. Gözlerim dolup taştığında, aklımdan geçen tek şey babamın güvenliğiydi.

 

Dayanabilirim sanmıştım meğer dayanamazmışım. Yer ayağımın altından kayıp gitmişti. Başım dönmüş gözlerim kararmıştı. Birinin bana doğru atıldığını fark etmiştim. Çok geçti!

 

Eğer yenildiysen o zaman bayılacaktın...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

Loading...
0%