Yeni Üyelik
10.
Bölüm

🎭 9 SAHTE KAÇIŞ

@mavimsu_

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

(🎭)

 

 

Bölüm Sözü

 

 

Tik tak tik tak zaman doluyor. Tik tak tik tak zaman durmuyor. Tik tak tik tak zaman karşında. Hayır, hayır dur! Tik tak tik tak!

 

İşte şimdi,

 

zamanla karşı karşıya.

H. G. 

 

 

(🎭)

 

Kafamda birçok soru vardı: Babamın hâlâ hayatta olup olmadığı gibi. Benim bu işin sonunda hayatta olup olamayacağım gibi. Ölen birinin yerine geçmenin neden bu kadar kötü hissettirdiği gibi. Sanki bunları düşünmek yeterince can sıkıcı değilmiş gibi, bir de geçen gün veliahtla beraber uyuduğumuzda neden hayatımın en güzel uykusunu onun kollarının arasında geçirdiğim sorusu dönüyordu kafamın içinde. Düşünceler alemine daldığım o sürenin içerisindeyken aynadaki yansımamla göz göze gelmiştim.

 

Üzerimde siyah mini boyutlarda gece elbisesi vardı. Şu teşkilatakilerin kapalı elbiselerle derdi neyse, donuyordum her seferinde. Baştan aşağı siyahtım. Ruhum yasta olunca bedenim siyah giyinmek isterdi. Saçlarım siyahtı. Elbisem siyah. Ayakkabılarım siyahtı. Kaderim siyah. Siyahtı ve siyahtım. Her anlamda.

 

Üzerimde farklılık nâm-ına olan tek renk dudağımdaki kırmızı rujumdu. Babam, teröristler tarafından kaçırılmış olsa da, kızının partilemesi lazımmış. Öyle demişlerdi bana. Veliahtların mekanına gidecektim. Hera Türkeş'in kesinlikle tanımadığı ama Hera Uysal'ın yakinen tanıdığı, hatta öz ve öz ağabeyi olan Kansu'yla birlikte gidecektim. O ve onun arkadaşları bu uğurda yanımda yer alacaklardı.

 

Yuvarlak masa şövalyelerinin genç kesim üyesi olan çok bilmiş Almina ve somurtkan Atlas Bey'lerle beraber doğum günü kutlamaya gidiyordum.

Bugün çok bilmişin doğum günüydü. Bana söylenilen bu yöndeydi. Ağabeyimden dolayı beni severmiş Almina. Beni de çağırmıştı doğduğu şu lanet güne. Ben böyle yalan ömrümde görmemiştim.

 

Kansu'yla ne zamana kadar yaşamam gerektiğini bilmediğim, koca evdeki odalardan birinde hazırlanıyordum. Kansu'dan öğrendiğim kadarıyla Atlas ve Almina gerçekte de sevgililerdi.

Teşkilatakiler plan üzerinde yine sevgili olmalarında bir sakınca olmadığını düşündüğü için, Almina doğum gününü sevgilisi, yakın arkadaşı ve yakın arkadaşının kız kardeşi ile sade şekilde o meşhur mekanda kutlama yaparak geçirecekti.

 

Planımız özetle şuydu: Veliahtların mekanda olacağı bilgisi elimizde mevcuttu. Oraya gittiğimizde ben onların neden orada olduğunu anlayamayacaktım. Buna rağmen kendimi onların gözüne sokacaktım. İlerleyen saatlerde beni kaçıracaklardı.

 

Kaçırma olayı, tamamen gerçek olacaktı. Mekan yüksek güvenlik çemberi altındaydı. Öyle ki mekana giriş yapan herkesin isim ve soy isminden bütün özel bilgilerine ulaşabilecek ekipmanlar, güvenlik kameralarını saniyesi saniyesine takip eden adamların elinde mevcuttu.

 

Olası bir olayda anında müdahale olduğu için kaçırılma işlemi çok zor olacaktı. Aksaklık olmaması adına plana sadık kalmam gerekiyordu. Mekan içindeyken kaçırılmam mümkün değildi. Veliahtların güvenlik ağı gerçekten çok güçlüydü. Kalenin içten fetih edilebilmesi söz konusu dahi olamazdı.

 

Kaçırılma kalenin dışında olacaktı. Kalenin içi gibi dışı da yüksek donanımda güvenlik tedbirlerine maruz bırakılmıştı. Yine de dışındayken planımızda aksilik çıkmazsa kaçırılma ihtimalim daha yüksekti.

Bunun için önce mekanın içine girip bir güzel eğlenmemiz, sonra tam evlere dağılacakken mekanın önünde saldırıya uğramam ve de kaçırılmam gerekiyordu. Olay tam mekanın önünde gerçekleştiği için bilginin veliahtıma ulaşması uzun zaman almazdı.

 

Bizim mekandan çıkma saatimiz tam 00:00'da olacaktı. O sırada beni kaçıracak şahıs içeri giriş yapmak için arabasından iniyor gibi görünecekti. Kapının dışına çıktığımızda sözde abim ve arkadaşlarıyla valenin arabayı getirmesini beklerken telefonuma arama gelecekti. Ben de aramayı açtıktan sonra biraz ileri giderek sözde, abimin yanından ayrılacaktım. Konuşa konuşa gittiğim yer beni kaçıracak olan adamın yakınları olacaktı.

 

Derken birden o silahını çekip kafama dayacak, ben ise çığlık atıp tüm dikkatleri üstümüze çekecektim. Daha sonra adam korumalara; yaklaşırsanız kız ölür! Sloganını söyleyecek ve beni arabaya bindirip gaza basacaktı. Kulağa oldukça manyakça geliyor olsa da bütün plan bundan ibaretti.

 

Daha fazla düşünmeden deri ceketimi üzerime geçirip odadan çıkmıştım. Oldukça normal ilerleyen yaşantım varken bir anda aksiyon çukurunda debelenir hâle gelmiştim. Boğulacaktım. Nefesim ne zaman kesilecekti bilmiyordum. Ya da nefesimi kim kesecekti? Kendi sonumu düşüne düşüne ilerliyordum evin içinde.

 

Beraber partileyeceğim insanların nur cemalini görmeyi başaracak kadar yakınlarına geldiğimde, olduğum yerde durmuştum. Kansu ve Atlas gayet hoş ve sportif tarzda giyinmişti. Doğum günü kızı Almina'ya döndüğümde onun da oldukça hoş, dantelli, kırmızı crop ve ceket kombini yapmış olduğunu görmüştüm. Suratsız falandı ama güzel kızdı. Hakkını yememek lazımdı.

 

Benim geldiğimi görünce Kansu, oturduğu yerden kalkarak yanıma doğru gelmişti. Gün içerisinde genelde ben okulda o da veliahtlara çizdiğimiz aile imajının getirdiği Uysal şirketinin başında olduğu için sadece geceleri karşılaşıyorduk.

 

Onda bile konuştuğumuz tek şey plan! Planlar! Ve daha çok plandı. Bir ara sormuştum ona; yalandan şirket yönetmek kolay mı zor mu? diye 'Oldukça zor' demişti. Beter olurdu inşallah.

 

Diğerleri de oturdukları yerden peşi sıra kalkmıştı. Konuşmadan da anlaşabildiğimiz için beraber dış kapıya doğru ilerlemiştik.

 

"Planı tekrar gözden geçirelim mi Hera?" Artık 100. kez duyduğum bu sorunun ben de yarattığı mide bulantısı yüzünden kusacaktım.

 

"Kansu, iki gündür bunun üzerine konuşuyoruz. Her şey ezberimde. Ama sen bir kez daha plan dersen kusacağım artık."

 

Gülmüştü. Bu çocukta ağzımı ne zaman açsam gülüyordu.

 

"Tamam haklısın sanırım bu kadar plan yeterli. Bu gece gerçekten eğlenmene bak. Neticede planın içinde eğlenmeyeceksiniz diye bir şey yok." O sustuğunda artık gülen taraf ben olmuştum.

 

"Tabii canım gecenin sonunda kafama silah dayanıp kaçırılacağımı bilsem de eğlenmek zor olmaz benim için." Cevap vermemişti bana. Kafasını iki yana sallayıp gülmüştü her zaman yaptığı gibi.

 

Konuşmadan, sessiz sessiz yürüyerek arabanın olduğu yere doğru gelmiştik. Tek araba gitme kararı almıştı erkekler. Atlas şoför koltuğundaydı. Yanındada Kansu yer alıyordu. Durum böyleyken Almina ve bana da arka koltukta seyahat etmek düşüyordu. İkimiz de birbirimizden pek fazla haz etmediğimiz için en uçlarda oturuyorduk. Konuşmayı kesinlikle reddediyordum. Pencereden geçip giden yolu izlemeyi tercih ediyordum. Beni bu eylemi devam ettirmekten alıkoyan şey, Atlas'ın sesini duymuş olmamdı.

 

"Almina! Hera ile iyi anlaşıyorsunuz o yüzden orada kavga edip birbirinize laf sokmayın. Unutma onu kardeşin gibi görüyorsun." Almina, Atlas'a sadece kafasını sallayarak cevap vermişti. Çok merak ediyordum benim anımda mal mı yazıyordu acaba? Atlas'ın kurduğu cümleler tamamen "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" mevzusundan ibaretti.

 

Neticede Almina eğitimli biriydi. Sevgilisinin ona ne yapacağını söylemesine gerek olduğunu sanmıyordum. Adam resmen cümlenin öznesine beni yerleştirmeden cümlesini bana yerleştirmişti.

Çok kaba saba bir tip olmasa, ben de ona bir şey yerleştirirdim de açıkçası yürek yememiştim. Araç seyir hâlindeyken aklım sadece babamdaydı. Birilerine laf sokmakla uğraşamazdım.

 

Annemi özlemiştir kesin o şimdi. Buna emindim. Ben, bu dünyada babamı özlediğim günleri görmeyi yaşamak istemiyordum. Annemi özlediği için gitsin istemiyordum. Kafamda sadece babam vardı. Onu düşünerek geçip giden zaman çok hızlıydı. Kendimi birdenbire varış noktasında bulmuştum. Daha kendimi bulamamışken kendimi burada bulmuştum.

 

İstanbul'un en gözde semtlerinden birindeydik. Kocaman mekanın önünde durduğumuzda inmiştik araçtan hepimiz. Burası tahmin ettiğimden daha büyüktü. Yıllardır bu şehirde yaşıyordum peki neden burayı hiç görmemiştim ya da duymamıştım? Cevabı bana iç sesim vermişti. "Kızım sen fakirsin senin çevren de fakir. Duysan sanki gelebilecektin buraya."

 

Oh! Kendi kendime ayar vermiştim ya, rahatlamıştım. Arabadan topluca inmiştik. Kocaman harflerle mekanın girişinde 'KAMER' yazıyordu. Anlaşılan o ki mekan dedikleri bu yer, veliahtıma aitti. Hani 'Arem Barkın SoyKAMER' olan veliahtıma. Günler sonra onu tekrar göreceğim gelmişti aklıma.

 

Basmıştı beni heyecan dalgası yine ve yeniden. Karnımda uçuşan kelebekler derhal geberip gidiyorsunuz. Sizinle mi uğraşacağım ben? Atlas, aracı valeye teslim etmişti. Biz de o sırada giriş kapısına ulaşabilmek için merdivenleri tırmanıyorduk. Kapının önünde iki grup personel tipi insan vardı.

 

Birinci grup, güvenliği sağlayan kaslı ve devasa gövdeli takım elbiseli tiplerdi. İkinci grup, kırmızı beyaz takım elbiseli müşteri memnuniyetini sağlayan tiplerdi. Kapıdan bu tiplere tip tip bakarak giriş yapmıştım.

Büyük ve ihtişamlı olan koridorun devamını görmek için koridorun başında kimlik kontrolünden geçmemiz gerekiyordu. Kansu, kimlik kontrolü için kapıda bekleyen adamların her türlü devletten olma vatandaşların siciline ulaşabildiklerini söylemişti.

 

Veliahtlar gerçekten kelimenin tam anlamıyla eli kollu uzun insanlardı.

Sahte kimliğim bizzat devletim tarafından kayıtlara orijinal olarak geçtiğinden herhangi bir sıkıntı yaşamamıştım girişte. Hepimizin tahmin edip ortak fikirde buluştuğu tek konu vardı; o da, Arem'in adamlarının peşimde olduğu ve beni nereye gidersem gideyim takip edip bilgilerimi Arem'e ulaştırdıklarıydı.

 

Sözde eğitimli yanımdaki şu adamlar bile veliahtın adamları kadar işinde iyi olmadığı için henüz hiç kimse beni takipte olan bir adama rastlamamıştı. Zaten onlar ancak bana artistlik yapsındı.

 

Veliahtları geçmiştim, onların adamları bile işinde bu kadar iyiyken onlardan korkmamak elde değildi. Maalesef bana işin ceremesini çekmek kalıyordu. Özellikle de dışarıdayken çok rahatsız oluyordum.

Veliahtların etrafımda olmadığı zamanda adamları etrafımda oluyordu. Ben de Hera Türkeş değil, Hera Uysal olmak, tüm gün boyunca onun gibi davranmak zorunda kalıyordum.Tüm zorluğa rağmen burada olduğum bilgisi Arem'e çoktan ulaşmıştır diyebiliyordum. Her şey böylece daha da zorlaşıyordu.

 

Yürüye yürüye sonunda eğlence alanına gelmiştik. Zemin kat dövüş içindi. İlk kat eğlence için. Son katın kullanım amacı bilinmiyor...Almina'nın tüm sözleri beynimin içinde yankılanıyordu. Gözlerim etrafta turlamaya başlamıştı. İçerisi devasaydı. Çok büyük oranda kalabalık vardı. İçeriden tahmin ettiğimin aksine ne alkol ne sigara ne de ter kokusu geliyordu. Aksine içerisi çok güzel, bahar havasına sahipti. Zenginin eğlencesi bile daha güzel oluyordu. Fakirliğin gözü kör olsundu.

 

Alanda küçük adımlarla ilerlerken âniden koluma biri girince irkilmiştim. Kafamı bunu yapan kişiyi görmek için soluma çevirdiğimde bir de ne göreyim? Aman Ya Rabbi! Almina koluma girmiş gülümsüyordu bana. Tövbe estağfurullah! Sanırım son olarak güneşin tersten doğması kalmıştı.

 

"Ya Heroş, bu gece çok eğleneceğiz değil mi?" 32 diş gülümseyerek konuşmuştu. Gözlerim şaşkınlıktan daha ne kadar açılabilirdi? Düşüncesi bile korkunçtu.

 

"Af buyur, ne roş dedin?" Sözlerinden anlam çıkaramadığımdan ona sorabileceğim en mantıklı soruyu sormuştum. Karşılık olarak sesini daha fazla yükselterek o iğrenç lakabı gıcık sesi eşliğinde tekrarlamıştı.

 

"Çok eğleneceğiz diyorum, Heroş." Bugün bir yerlere kusmak istemiyordum. Beni buna zorlamayı acilen bırakmaları gerekiyordu.

 

"Ha öyle mi yapacağız, Alvoş?" Birinin sana yapmasını istemediğin şeyi başkasına asla yapmamalısın. Yaşı kaç, başı kaç olmuş kızın, bundan haberinin olmaması içler acısıydı. Alvoş'u duyunca beti benzi atmıştı resmen. Bir şey olmuştu kıza. Bu kadar mı hoşuna gitmemişti? Ee, bu kadar hoşuma gitmemişti, ona saysındı.

 

"Ben sana, abla diyeceksin bana, demedim mi?" Deyip kahkaha atmıştı. Aslında bu uyarıydı. Sakın bir daha bana onu deme uyarısı.

 

"Hah! işte tam olarak böyle oldum bende Heroş'u duyunca. Hem sence abla der miyim ben sana?" Kulağına doğru öfkeyle fısıldamıştım. Ne olur ne olmaz, kimse görmesin diye. Etrafımız ağız okuyanlarla doluydu. Boru mu bu?

 

"Benim tepemin tasını atırma! Ne dediysem onu yap." Almina da benim gibi kulağıma fısıldayarak, öfkesini kustuğunda kaşlarım çatılmıştı. O ise komik bir şey söylemiş gibi kahkahayı koyu vermişti. Oyunculuğuna tüküreyim, beceriksiz.

 

"Seni tepenin tasında boğarım, Alvoş! Uğraşma benimle, işine dön." İğrenircesine bakış atmıştım ona.

 

Eğitimliydi diye meydan okumamazlık yapmayacaktım. Neticede Atilla beyler yıllarca boşuna eğitmemişti beni. Almina, bana sinirli gözlerle bakmaya başlamıştı. Hatta koluma girdiği eliyle kolumu sıkıyordu da diyebilirdim.

 

"Kız Alvoş! Senin rengin atı sanki. Hayırdır, iyi misin?" Zaten sinirli birini daha da sinir etmek mi? İşte bu konuda üstüme tanımazdım. Almina derin nefes alıp vermişti. Gözlerini nefes alırken uzun süre kapalı tutmuştu. Sanırım sakinleşmeye çalışıyordu. Tekrar gözlerini açtığında küçük bir kahkaha daha patlatmıştı. Herkes gülsün, sen gülme şirret cadı. Kulağım kanamıştı resmen.

 

"Ay Allah senin iyliğini versin. Çok gülüyorum sana." Gözlerimi pörtlete pörtlete ona baktığımdan emindim. Bipolar mıdır nedir? İki saniyede şekil, şukul, karakter hepsini baştan aşağı komple değiştirmişti. Az önceye kadar harbi olan kızın, şimdi Barbie olması çok tuhaftı. Helal olsundu ama ben de az değildim. Ayak uydurmak zor olmazdı.

 

"Kızlar loca bu taraftan." Bizi peşi sıra yönlendirmek isteyen Kansu'nun sesi kavgamızın durulmasına sebep olmuştu. Şirret cadının doğum günü için loca tutmuştu devlet. Vergilerinin nereye gittiğini bilseydi halk ne yapardı acaba?

 

Almina cadısıyla kol kola erkekleri takip ediyorduk. Kolum bile girdiği koldan rahatsızdı. Dile gelseydi, felç kalayım ama o şirret cadının kolunu almayayım derdi.

 

"Aaa, Hera değil mi o?" Bu ses...

 

"Evet lan o." Sağ tarafımdan gelen tanıdık iki erkek sesi Yarabbi, Bismillah dedirtmişti tekrardan. Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde benimle beraber şirret cadı da durmak zorunda kalmıştı. İkizler Doğu ve Batı bize doğru geliyorlardı. "Aaa, siz de mi burdaydınız? Aman ne güzel." İkizleri henüz tam olarak tanımadığım için hangisi Doğu, hangisi Batı kestirememiştim. İçlerinden biri beni, Almina'nın kollarından ayırıp sarılınca dedim ki, şirret cadı yerine ikizleri tercih ederdim.

 

İkizlerden biri sarılırken diğeri uzak durmuştu. Uzak duran ikizi benden ayrılır ayrılmaz konuşmuştu: "Ne yapıyorsun burada Hera?" İkizler veliahtlar içinde gözüme en tuhaf gelenlerdi. Sağları ve solları belli olmuyordu. İlk karşılaşmamızda beni fazlasıyla korkutmuşlardı. İkizler tuhaftı. Çok tuhaflardı.

 

"Sinir stres atmaya geldim."

Onlara bakıp burun kıvırdığımda birbirlerine bakıp gülümsemişlerdi.

 

"Bu güzel hanımefendi kim? Arkadaşın mı?" Hızlı ve çapkın jön. Hayır! Hayır! Hızlı ve çapkın yön.

 

"Ah ben Hera'nın ablasıyım. Siz kimsiniz?" Diyerek gülümsemişti onlara şirret cadı.

 

"Ne zamandan beri ablam var benim?" Keşke bana da söylenseydi. Haberim olsa daha hazırlıklı davranabilirdim en azından. Plan içinde kimse Almina'nın ablam olduğunu söylememişti. Kendi kendine bir şeyler uyduran insanlardan nefret ederdim.

 

"Kabulenemiyor bir türlü. Çok şey yapmayın." Almina elini havada sallayarak ikizlerin beni takmaması gerektiğini söylediğinde, havada tuttuğu elini kırmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

"Senin birinin ablası olmam kabullenecek bir durum değil, kusura bakmayı ver artık."

Ağzımda gevelediğim lafı herkes duymuştu. Onları görmek istemiyordum. Bakışlarım etraftaki dans eden insanların üzerinde geziniyordu.

 

"Beni sevdiğini biliyorum bebeğim."

Biliyor musun? Gerçekten...

 

Bu kadının attığı yalanı siyasetçiler atmıyordu, Azizim. Yapacak bir şey yoktu. Onu sevdiğimin neresinden çıkarmıştı? Sorgulamamak lazımdı. Öfkelenmemek için derin derin nefes alıp veriyordum. Ona attığım bakışı gördüğünde tekrar konuşmuştu.

 

"Ben sevgilimin yanına gidiyorum. Sen de çok oyalanmadan gel, tamam mı ablacığım?" Ablacığım dediği kısmı bastıra bastıra söylemişti. Onunla akrabalık bağım olacağına ölürdüm daha iyiydi. Sabır Allah'ım, sabır.

 

"Bu kız bildiğin kazanda yarasa kaynatıyor. Bakın çok ciddiyim, orta çağda olsa yakarlardı bunu." Almina gidince sırıtarak bana bakan yönlere doğru konuşmuştum. Daha fazla dayanamamış olacaklardı ki ikisi de baya gülmüştü son dediğime. Kahkaha sesleri ürkütücüydü.

 

"Sen var ya çok fenasın." Birbirinin aynısı olanlardan biri sırıtarak konuşmuştu.

 

"Eyvallah canım."

Elimi kalbimin üstüne koyup baş selamı vermiştim. Bu şeref hepimizindi.

 

"Madem sevmiyorsun ne diye kol kola geliyorsun buraya. " Birbirinin aynısı olanlardan biri, ötekinin aksine elleri cebinde tek kaşını kaldırarak bakıyordu bana. Beni sorguluyordu.

 

"Benim onu sevmiyor olmam, onun benim hayranım olmadığı anlamına gelmez. " Onun sorgulayan gözlerine bakarak sözlerimi sarf ettiğimde, en son ters bir bakış atıp, göz kırpmıştım. Hareketim onun ukalaca gülmesine neden olmuştu.

 

"Eminim öyledir Hera. Eminim öyledir."

Kafasını ağır çekimde salladığında, aslında bana zerre kadar inanmadığını göstermişti.

 

"Emin olmaya devam et, çünkü öyle Batı."

 

"Adım Doğu..."

İkisini karıştırdığımı zannediyordu. Oysa benim amacım ortalığı karıştırmaktı.

 

"Öyle mi? Mert boş konuşanın daima Batı olduğunu söylemişti geçen. Karıştırdım desene."

Doğu'nun eli cebinde olan kolunun üstüne elimi koymuş ve düşmanca okşamıştım orayı. Ağzı ona giren laf sebebiyle aralık kalmıştı. Koluna üst üste iki kez hafifçe vurduktan sonra yanlarından çekip gidecekken Batı'nın sesini duymuştum.

 

"Oğlum sadece adımızı karıştırarak, ikimize aynı lafı nasıl soktu lan o?"

 

Sorgulamayı bırakman gerek Batı. Hera Türkeş ve laflarına alışman gerek. Sonrası kendiliğinden gelecek emin ol. Artık ben değil siz emin olun.

 

Sözde abim, sözde ablam ve sözde eniştemin yanına doğru yol almıştım. Canım ailem, nasılda özlemişim sizi...Gözlerim yürüdükçe etrafta geziniyordu. Mekan oldukça büyük bir yerdi. Özellikle arka taraflar fazlasıyla genişti. Her locanın büyüklüğü ayrıydı ancak ihtişamı aynıydı. Ses yalıtımı oldukça iyiydi. Özellikle locaların olduğu bölümlere geldiğimde sesin şiddetinin giderek azaldığını anlıyabiliyordum.

 

Benim en sevdiğim özellik, locaların etrafının cam bir duvar ile çepeçevre sarılmış olmasıydı. Yani içerideki dışarıyı çok iyi görebiliyordu ancak dışarıdaki içeriyi göremiyordu. Ayrıca her locanın cam kapısının dışında olan ve istenildiği zaman içecek servisi yapan, sadece o locadakilerle ilgilenen ikişer garsonu vardı. Gerçekten de burası muazzam ötesi bir yerdi.

 

Bize ait olan cam locadan içeri girdiğimde, üçünün de gözleri bana dönmüştü. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Diğer ikisi bana öküzün trene baktığı gibi bakarken Kansu tebessüm etmişti. Onun tebessümüne diğer ikisinin baktığı gibi bakmıştım. Hiçbiriyle muhatap olmadan en köşe tarafa gidip, kafamı koltuğun arkasına yaslamıştım. Başım çatlayacak kadar çok ağrıyordu. Aklımda dönüp duran tek bir isim vardı.

Attila Tuğrul Türkeş...

 

Benim gelmemle beraber herkes susmuştu. Zaten dışardan bakınca kimse görmediği için mutlu aile pozu kesemezdim daha fazla. Saat gece yarısına gelinceye kadar beklemem gerekiyordu. Sonra kaçırılacaktım, oldukça sıradan bir gece geçirecektim. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Belki yarım saat, belki bir saat, belki daha az, belki daha fazla. Düşünürken saatin bir önemi olmuyordu. Cam kapı tıklatılmıştı. İçerideki cadı, dışardakine gir komutunu verince içeri Elena gelmişti.

 

Gözü hepimizin üzerinde tek tek dolaşmıştı ancak sanki Kansu'nun üzerinde daha çok oyalanmıştı. Belki de bana öyle gelmişti. Veliahtın kız kardeşini karşımda görünce ayağı kalkıp yengelik görevimi yaparak görümceme kocaman sarılmıştım.

 

"AA Elena sen de mi burdaydın?"

 

"Evet canım, Doğu ve Batı'dan öğrendim burada olduğunu hemen yanına geleyim dedim bende." Doğu ve Batı kim bilir benden nasıl bahsetmişti onlara? Yedikleri lafı hazmedememiş olmalılardı.

 

"Çok iyi yapmışsın canım. Gel, seni bizimkiler ile tanıştırayım. Abimi zaten tanıyorsun. Bunlarda abimin yakın arkadaşları Atlas ve Alvoş."

 

Alvoş'u söylerken özellikle daha fazla sinir etmek için Almina'ya göz kırpmıştım. Er ya da geç son sözü ben söylerdim. Ablacağım mevzusunu unutmamıştım daha.

 

Elena sarmaş dolaş oturan çiftimizle tanışınca tekrar bana dönmüştü.

 

"Aslına bakarsan, bizim çocuklar seni yanlarına çağırıyorlar. Ben seni götürmek için gelmiştim. Gelmek ister misin? Lütfen gel." Elena, sözlerini ard arda sıralayınca planda böyle bir şey olmadığı için Kansu'ya bakmıştım. O da bana gidebilirsin anlamında kafasını sallayıp gülümseyince lanet gelsin, senin gini abiye deyip durmuştum içimden. Kız, beni erkek dolu bir ortama götürmek istiyor, bir şey desene. Hoş, izin vermeseydi sen kim oluyorsun da bana karışıyorsun diye yine olay çıkarırdım ama neyse.

 

Elena ile beraber locadan çıkmış konuşa konuşa ilerliyorduk. Tam "sizinkiler nerde?" diye soracakken, büyük bir kapının önünde durduğumuzu fark etmiştim. Kapının yanında avuç içi okuyucu vardı. Artık alışmıştım bu sistemleri görmeye. Allah kimseyi düştüğüm duruma düşürmesindi. Elena avcunu tarayıcıya okutup onay ışığını alınca kapı açılmıştı. Karşımıza asansör çıkınca mantığım konuşmuştu. Son katta yani giriş izninin sadece veliahtlara ve onların izin verdiklerinde ait olan, o katta doğru gidiyorduk. Vay canına, ben gerçekten ayrıcalıklıydım.

 

Kimsenin giremediği Kamer'lere ait her yere bizzat Kamer'ler tarafından getiriliyordum. Elena'ya sanki buranın gizli tutulan bir yer olduğunu bilmiyormuş gibi rol kesiyor, veliaht Evren ile nişanlılıklarının nasıl gittiğini pür dikkat dinliyordum. Ya da pür dikkat dinliyormuş gibi yapıyordum.

 

Asansör açılınca bembeyaz bir koridora çıkmıştık, her yer sade ve şık süslemeler ile donatılmıştı. Benim en çok sevdiğim şey ise duvardaki eşsiz tablolardı. Elena ile yine bir kapının önünde durunca bu kez kapının şifresini girmişti.

16-6-15-12-22-1

 

Kapı açılmıştı. Önden Elena, arkasından da ben içeri girmiştim. İçerdekilere göz gezdirince gördüklerimi beynim, tanıdıklarımız ve tanımadıklarımız olarak ikiye ayırmıştı.

 

Tanıdıklarım:

- Veliahtım Arem

- Yönler Doğu ve Batı

- Elena'nın nişanlısı veliaht Evren

- Nefretlik Erdem

- İyi abi Mert

- Dövmeli telefon manyağı Hazar'dı.

 

Tanımadıklarım ise üç kişiden oluşuyordu: 1 erkek 2 kızdı. Daha çok benimle yaşıt görünüyorlardı. Elena kimsenin konuşmasına fırsat vermeden olayı kendi eksenine almıştı.

 

"Hera'cım, içerideki çoğu kişiyi zaten tanıyorsun. Sadece bu üç afacanı benim nişanıma bile katılmak yerine, Dünya'yı gezmeyi tercih ettikleri için ilk kez gördün." Ben gösterdiği çocuklara gülümseyerek baktığımda onlar bana gülümseyerek karşılık vermişti. Biri hariç. Elena, eliyle dövmeli telefon manyağının yanında oturup telefonu ile oynayan kızı göstermişti. Kız, telefondan kafasını kaldırmadığından bana gülümsemeyen tek kişiydi.

 

"Bu bizim asabi kızımız Hazan. Aynı zamanda Hazar'ın kız kardeşi oluyor." Saçlarını baştan aşağı maviye boyatmıştı Hazan. Bir kaşına ise çizik atmıştı. Oldukça gotik bir tarzı vardı. Ayrıca fazlasıyla güzeldi. Hazan telefondan kafasını kaldırıp bana kısa bir bakış atıp tekrar telefonuna dönmüştü. Allah'ın selamı da yoktu bunlarda. Gençlik harbiden nereye gidiyordu? Abi, kardeş biri beni onlara ilk kez tanıtığında aynı tepkiyi vermişlerdi. Bak bu koymuştu işte. Bir telefon edememiştim.

 

Elena fazla Hazan'da oyalanmadan diğer kıza geçiş yapmıştı.

 

"Bu da bizim balımız, böceğimiz Asya. Erdem'in kız kardeşi."

Asya gerçekten tatlı ve minyon bir kızdı. Yuvarlak bir yüzü, küçük burnu ve ağzı ile çok sevimliydi. Elena konuşmasını bitirir bitirmez Asya yerinden kalkıp yanıma gelmişti. Ben tanışmak için ona ellimi uzatacakken o birden bana sarılmıştı.

 

"Dikkat et de eve gidince abin kızmasın sana." Abisinin benden kanının son damlasına kadar nefret ettiğinden haberi yoktu herhalde. Eğer öyleyse abisinin nefretinden kız kardeşine bahsetmek benim boynumun borcuydu.

 

"Zaten kızsın diye sarıldım. Onunla uğraşmak çok eğlenceli." İtirafı karşısında şaşırsam da dürüstlüğü gülmeme neden olmuştu. O da gülerek benden ayrılıp yerine geçmişti.

 

Elena'ya kalan son kişiyi tanıtması için baktığımda, göz göze geldiğimiz an kızıl kadın yeniden konuşmuştu.

 

"Görmüş olduğun bu yakışıklı çocukta Görkem Ateş Soykamer. Yani Arem ve benim küçük kardeşimiz." Kamer kardeşlerin en küçüğü ha! Görkem yüz olarak Arem'e daha çok benziyordu. Siyah saç, kumral ten. Sadece veliahtın gözleri yeşil bir orman gibiyken Görkem'in ki gridi.

 

Görkem bana göz kırpıp, "Abimin neden inatla Elena'dan seni buraya getirmesini istediğini şimdi anladım. Sen gerçekten büyüleyici derecede güzelsin, Hera." Arem bana sabitlediği gözlerini öyle bir hızla kardeşine çevirdi ki Görkem, elini teslim olurcasına havaya kaldırmıştı. Paylaşılamayan kadın olmak güzel aslında. Melisa şanslıydı. Burada paylaşılamayan kişi ben olsam da aslında paylaşılamayan oydu...

 

Baktım ki ortam kızışıyor, daha fazla kızıştırmasam olmaz demiştim. Görkem'e hitaben "Hâlen daha kibar erkeklerin var olduğunu bilmek çok güzel. " Deyip otuziki diş gülümsemiştim. Tabii, bu sefer o bakışlarının hedefine beni almıştı, veliahtım. O nasıl bakış öyle, sanırsın üç çocukla ortada bırakmıştım kendisini.

 

Elena ile boş yerlerden birine geçip oturmuştuk. Daha doğrusu Elena nişanlısının onun için ayırdığı yere yani, Evren'in yanına oturmuştu. Bende kocaman odada, kocaman koltukta, tek başına oturan veliahtımın yanında oturmak zorunda kalmıştım. Başka boş yer yoktu diye oraya oturmuştum. Sen de burayı benim için boş tutmadıysan ne olayım, veliaht? Arem'e en uzak yer, koltukta neresiyse orayı mesken almıştım.

 

Herkesin gözü benim üstümdeydi. "Ee, Hera, daha daha nasılsın?" İkizler gerçekten olmuyordu. Herkes susarken konuşan ilk kimse ona karşı daima tetikte olmak gerekirdi. İkisi bana bir şey amaçlıyorcasına bakıyordu. Kesinlikle bir şey amaçlıyor olmalılardı.

 

"İyiyim beyler sizi sormalı, görüşmeyeli nasıl oldunuz?"

Sesimde yer edinen imâlı tonun nedenini kimse anlamamış olsa da onlar iyi anlamıştı.

 

"Dürüst olmak gerekirse, seni her gördüğümüz de tuhaf oluyoruz Hera."

Kaşlarım istemsizce çatıldığında, gözlerim onların alaycı bakışlarına tahammül edemeyip stres atmak için başka yerlere kaymıştı. Gözlerimin hedefine Mert girmişti.

İkizlere tıpkı benim baktığım şekilde bakıyordu. Sorgularcasına...

 

"Neden, neden tuhaf oluyorsunuz?"

İkizlere yönelik konuştuğumda yönlerden biri yaslandığı yerden bedenini dikleştirmişti. Otururken bedenini öne doğru eğdi, ellerini dizlerinin üzerine koydu ve birleştirdi. Kambur bir pozisyonda, başı hafifçe aşağıya bakıyordu. Gözleri ise doğrudan bana sabitlenmişti.

 

"Sana hiç mi tuhaf gelmiyor bu durum?"

Neyden bahsettiğini anlayamamıştım. Ortam mı gerilmişti? Yoksa ben mi gergindim?

 

"Doğu!"

Arem'in sert ve uyarı niteliğinde olan sesi cevabı vermişti. Gerilen sadece ben değildim. Arem sayesinde konuşanın Doğu olduğunu anlamıştım. Yönleri birbiriyle sürekli karıştırıyordum. Burada bulunan yüzlerin hepsine yabancıydım.

 

"Efendim abi?"

Doğu pozisyonunu değiştirip, arkasına doğru yaslanmıştı. Arem ile aralarında geçen sefer Erdem ile gerçekleşen bakışmanın aynısı geçmeye başladığında bu kez araya girmiştim. Girmem gerektiğini hissettiğim için yapmıştım.

 

"Lütfen bırak! Ne demek istediğini merak ediyorum."

Aramızda çok fazla mesafe yoktu Arem ile. Ona karşı konuştuğumun farkındaydı. Bakışlarım doğrudan onun üstündeydi. Arem, gözlerime derin derin baktığında ondan önce başka biri konuşmuştu.

 

"Ne diye merak ediyorsun güzelim? Boş boş konuşuyor işte."

Sesin geldiği yöne baktığımda Mert'in Doğu'ya öfkeyle bakıp, bana yönelik konuştuğuna şahit olmuştum.

 

"Bence gayet yerinde konuştu ama siz ikiniz ona karşı fazla merhamet gösterdiğiniz için yine ve yeniden karşı çıkmaya başladınız."

Başka biri atılmıştı olaya. Ben de zaten Erdem nasıl olur da uzun süre bana sataşmadan durmuştu, diye merak eder olmuştum.

 

"İsterseniz daha açık konuşun. Böylece bende öznesi olduğum konu hakkında yorum yapabilirim."

Doğu ve Erdem'e bakıp sertçe konuşmuştum. İkisinin de gözleri bana döndüğünde bakışlarımı onlardan alıp sırasıyla önce Arem'e sonra Mert'e çevirmiştim.

 

"Ayrıca korumaya ihtiyacım falan yok. İsteyen istediğini söyler, karşılığını alır."

Hissediyordum geliyordu. Konuşan kişi Hera değildi, Hera Uysal hiç değildi.

Konuşan kişi: TÜRKEŞ'Tİ...

Şayet Türkeş varsa Hera vardı...

 

Arem ve Mert birbirlerine bakıp bana döndüklerinde sâdece bir kez kafa sallamışlardı. En azından itiraz etmemişlerdi.

"Ne yani her şey serbest mi?"

Doğu sırıtıp öne doğru tekrar eğildiğinde Mert araya girmişti.

 

"Sınırları zorlamadan Doğu, sınırları zorlamadan. Duydun mu beni?"

Doğu, Mert'e kafa salladığında hazırlıklı olmak adına derin derin nefes almıştım.

 

"Sadece ikizler ve ben miyiz?"

Erdem, Hazar ve Evren'e bakmıştı.

 

"Nişanlımdan uzak durun."

Elena, Evren'in göğsüne başını koyarak Erdem'i uyarmıştı. Evren, nişanlısının kızıl saçlarını okşayarak başının üstüne öpücük kondurmuştu. Erdem'e döndüğünde,

 

"Kızılım ne derse o!" Demişti.

 

"Hanımcılık kazanacak değil mi abla?"

Görkem ablasına gülüp göz kırptığında Elena, Evren'e daha çok sokulmuştu.

Hanımcılık kazanır mıydı? Bilinmez ama Elena'nın kazandığı kesindi.

 

"Evren'i başlamadan kaybettik. Sen ne diyorsun Hazar?"

Dövmeli ve telefon manyağı olan o adam kafasını telefon ekranından sadece beş saniye kaldırıp, Erdem'e bakmıştı.

 

"Beni hiç alakadar etmez."

Cevabı kısa ve özdü. Bacak bacak üstüne atıp, telefon ekranı ile bakışmaya devam etmişti.

 

"Abi, konu ne?"

Asya'nın sesini duyunca ona dönmüştüm. Asya, Erdem'e sormuştu sorusunu.

 

"Konu ne mi? Söyleyeyim abicim."

Erdem'in, Asya üzerinde olan gözleri bana döndüğünde, bakışlarımı tüm soğukluğuyla Erdem'e dikmiştim.

 

"Konu: Hera ve onun neredeyse tıpatıp benzediği arkadaşımız. Yani Melisa..."

Yutkunmak istiyordum ama boğazım kurumuştu. Konu hazırlıklı olmam gereken bir yerden gelmiş olsa da hazırlıksız yakalanmıştım.

 

"Konu benim kız kardeşim falan olamaz.

Kalk Hera gidiyoruz."

Mert yerinden kalktığında, onun ayaklandığını gören Erdem'de ayaklanmıştı. İki adam karşı karşıya gelince neredeyse içerideki herkes ayaklanmıştı.

Ben, Arem ve Hazar hariç herkes.

 

"Farkında mı değilsin lan? Kız senin kardeşinin aynısı oğlum aynısı."

Erdem, Mert'e doğru atıldığında Evren araya girip durdurmuştu. İkizler ise Mert'i tutuyordu.

 

"Sanane lan aynısı ise! Sen niye dert ettin kendine?"

Mert ikizlerin arasından çıkmak istese de ikizler fırsat vermiyordu.

 

"Sen kim olduğumuzu unuttun galiba. Birimizi sikerlerse hepimizi sikmişler demektir. Seni beni yok bu işin."

Oldukça felsefik bir bakış açısıydı. Medeniyet için bir dakikalık saygı duruşu.

 

"İkiniz de hemen oturun yerinize."

Sert bir ses... Baş veliaht'a ait olan o ses.

Herkesin gözü ona dönmüştü. Sesi bile saf güçtü. Öyle ki tek sözüyle Erdem'de Mert'e susup kalmıştı. Şaşırmıştım. Arem'in veliahtların lideri olarak üzerlerinde ki etkisi oldukça büyüktü.

 

"Eğer Hera duymak istediğini söylediyse o zaman duyacak Mert. Onu korumamızı istemiyor, kararlarına saygı duy!"

Arem'in, Mert'e yönelik sert ikazı gülümsememe neden olmuştu. Bana ve kararlarıma saygı duyduğu için mutlu olmuştum fakat aynı zamanda kararlarıma başkalarının da saygı duymasını istemesi içimde adını koyamadığım hislerin var olmasını sağlamıştı.

 

"Sana gelince, onun üzülmesini istemiyorum Erdem." Arem'in gözleri, Mert'en, Erdem'e kaydığında orman gözlerin yeniden karanlık ile örtüldüğüne an ve an şahit olmuştum. Arem arkasına yaslanarak herkesi yerine de oturtmuştu herkesi kendine de getirmişti. Onun öncülüğünde taraflar sakinleşip , eski yerlerine geri oturmuşlardı.

 

"İyi kuralına uygun oynarız biz de..."

Erdem bana göz kırpıp yerine oturduğunda, buradan kalkıp ağzıyla burnunun yerini değiştirmek istemiştim.

Puşt işte ne olacak?

 

"Konuya ben giriş yapsam daha iyi anlaşacağız."

Batı konuştuğunda ona doğru dönmüştüm. Kafamı tamam anlamında sallamıştım. Birinin başlaması gerekti. Haklıydı.

 

"Melisa bizim ailemizden biriydi. O yok ve artık sen varsın dememizi beklemiyorsun değil mi?"

Batı'nın gözlerinin içine tüm sakinliğimle bakmıştım. Öne doğru biraz eğildikten sonra karşılık vermiştim.

 

"Birinin yerine koyulamayacak kadar kendime has biriyim ilk önce burada anlaşalım." Hepsinin gözünün içine tek tek baktıktan sonra tekrar konuşmuştum.

 

"Neden etrafınızda dolanan benmişim gibi davranıyorsunuz. Belki de ben sizin değil siz benim etrafımda dolaşıyorsunuzdur."

 

"Biz senin etrafında dolaşsak sana böyle mi davra-"

Sözümü kesen Erdem'in sözünü orta yerden kesmiştim.

 

"Bundan bahsediyorum işte. Belki de Şüphelenmeyeyim diye böyle davranıyorsunuzdur."

 

Onlarla olan hikayem, birçok kişi tarafından duyulursa karmaşık olarak adlandırılacaktı. Oyun içinde oyun var denilecekti. Şayet doğruydu, oyun içinde oyun vardı ama tüm oyunlar karşılıklıydı. Onlar oynardı da Hera hiç eksik kalır mıydı? Eh Hera'nın da kendine has stili

vardı. Zamanı geldiğinde ortaya çıkacak türden stildi...

 

"Kendini çok önemsiyorsun..."

Erdem'e soğukça tebessüm etmiştim.

 

Elimi odanın etrafında tam tur atıp, bulunduğumuz atmosferin neresi olduğunu ona hatırlatmıştım. Burası Kamer'in en üst katıydı.

 

"Eğer önemseyen ben olsaydım burada işim olmazdı."

Arem hemen yanımda olduğu için gülüşünün sesini duyabilmiştim. Nasıl güldüğünü görmeyi deli gibi istesem de ona bakmamıştım. Gözlerim Mert'e kaydığında onun da güldüğünü görmüştüm. Bahsettiğim şey tam olarak buydu. Önemseyen ben değildim. Önemseyen onlardı. Hâliyle gülen de onlardı.

 

"Vay be! Bacak kadar boyu yok ama hepinize racon kesti. Taktir ettim."

Odanın içinde Hazar'ın eğlenen sesi yankılandığında ona doğru bakmıştım. Telefona bakarak konuşmuştu. Her ne yapıyor olursa olsun kullaklarının dikkati hep bizdeydi. Zaten ben hep taktir edilen kişiydim. Başarı böyle bir şey Hazar.

 

İkizler ve Erdem homurdanmaya başladığında arkama yaslanıp bakmıştım onlara. Saat gece yarısı olsa da kaçırılsaydık artık.

 

Uzun zamandır buradaydım fakat içeriye ilk kez göz gezdirmeyi akıl etmiştim.

Oturma odasının içinde, gri ve beyaz renklerinin zarif uyumu gözüme ilk çarpan şey olmuştu. Geniş koltuklar, yumuşak gri kumaşlarıyla fazlasıyla rahat ve şıktı. Tam ortada duran cam sehpa üzerindeki şamdan, odanın her köşesine huzur ve zarafet yayıyordu. Yer, beyaz fayanstı. Duvar ünitesi baştan başa tablolarla doluydu.

 

Veliahtlara ağzının payını verdiğim için sohbet uzamadan olduğu yerde kesilmişti. Böylece gecenin ilerleyen saatlerinde gerginlik gitmiş ve eski atmosfer geri gelmişti. İki grup şeklinde taraflar arasında farklı konular ele alınarak sohbet başlatılmıştı.

 

Mert de arada bizim sohbetimize katılıyor, arada Erdem, Doğu ve Batı ile karşılıklı pes atıyordu. Birbirlerine bağırığ çağırıp sonra tekrar yan yana geliyolardı. İlginçti. Elena ve Evren'e kayan gözlerim kendi hâllerinde aşk yaşadıklarını görünce rahatsız etmemek için tekrar önlerine dönmüştü.

 

Ben ise bugün tanıştığım diğer iki genç ile sohbet ediyordum. Görkem 23, Hazan benimle yaşıt, yani 22, Asya ise 20 yaşındaydı. Görkem ve Hazan Amerika'daki işletme okumuş, geçen sene mezun olmuş, bu yıl güzel sanatlar öğrencisi Asya'yı da alarak Dünya turuna çıkma kararı almış, iki gün önce seyahatlerini bitirip Türkiye'ye geri dönmüşlerdi. Odanın içinde eşsiz olduğunu düşündüğüm neredeyse tüm o tablolar, Asya'nın eseriydi.

 

Onların dünya turuna çıktıkları tarihte ben deli gibi anayasa çalışalışıyordum. Hayat herkes için adil değildi. Bir yerden sonra Hazan telefonunu bırakıp bizim sohbetimize dahil olmuştu. Abisi Hazar ise telefondan tek bir saniye çıkmıyordu. Bunada ya böbreğin ya telefonun deseler, böbreğini verir telefonunu vermezdi herhalde.

 

Arem ise genellikle beni izliyordu. Arada sohbete katılıp soru soruyordu. Sorduğu tüm soruların muhatabı bendim. Hayatım ile ilgili merak ettiği şeyleri cevapladığımda beni sanki çok önemli bir şey anlatıyormuşum gibi pür dikkat dinliyordu.

 

Durum böyleyken zaman su olup, akıp geçmişti. Telefonumun çalan sesiyle kendime gelmiştim. Arayanın sözde abim olduğunu tahmin etmemek mümkün değildi. Kafamı kaldırıp, deri montumun cebinden telefonumu çıkardım. Tahmin ettiğim gibi ekranda "Kansu" yazıyordu.

 

"Efendim..................

Tamam, geliyorum."

 

Gideceğimi anlayan, özellikle de yeni tanıştığım çocuklar ve ne diyeyse Arem, bir hâyli mutsuz olmuştu bu durumdan. Biraz sonra daha da mutsuz olacaklarını bilseler, nasıl olurlardı acaba? Elena, seni ben getirdim, ben götüreceğim. Deyince, bende dahil kimse itiraz edememişti ona. Herkesle vedalaştım sayılırdı. En azından hak eden herkesle vedalaşmıştım.

 

Elena ile geldiğimiz yerleri tekrar inince, beni aldığı locanın önüne gelmiştik. Elena, içerdekilere iyi geceler dilemiş ardından bana kocaman sarılıp, ailesinin yanına geri dönmüştü. Bana da sözde ailemle beraber günün sonuna büyük bir imza atmak kalmıştı. Ne olur ne olmaz, son dakikaya kadar kimse kimse ile diyolog kurmuyordu ancak hepimiz yapmamız gereken şeyin farkındaydık. Beraber çıkışa kadar gitmiştik. Saat tam olarak gece yarısıydı.

 

Kapının önünde valenin aracımızı geri getirmesini bekliyorduk. Tam o sırada benim için geldiğini bildiğim arabanın az ileride park hâlinde olduğunu görmüştüm. Korumaların hepsi son derece işine odaklıydı. Olası bir durumu fark etmemeleri mümkün değildi. O yüzden çok dikkatli olmalıydık çok. Planda olduğu gibi telefonum çalmaya başladı. İlk kez birinin beni arıyor oluşundan nefret etmiştim.

 

Telefonu açıp kulağıma götürdüm. Ardından sözde abime, iki dakika konuşup, geliyorum, diyerek siyah arabaya doğru ilerledim. Hattın ucundaki kişi, yakın arkadaşım Afra'ydı. Ondan beni tam olarak gece yarısı olduğunda aramasını istemiştim. Son zamanlarda ona o kadar çok yalan söylemiştim ki, kendimi tanıyamıyordum. Hattın diğer ucunda birinin olması önemliydi, çünkü veliahtlar kolaylıkla kiminle ne konuştuğuma ulaşabilirdi.

 

Afra beni sorgulamazdı. Afra beni bilirdi. Afra bizi bilirdi. Kim olduğumuzu bildiği için tuhaf hareketlerimi yadırgamak yerine oynamaya başlamıştı. Gününün nasıl geçtiğini anlatması bile oyunun parçasıydı.

 

"Selam söyle bizimkilere. Uzun zamandır görüşemedik."

Afra ile olan konuşmamızın sonuna gelmiştik.

 

"Merak etme tatlım, sen gelemesen de biz sana geleceğiz. Öyle söylediler."

Kafamı aşağı yukarı sallamıştım. İyi haberdi bu. En azından yalnız olmadığıma emindim.

 

Düşünceler arasında gidip gelirken kafama aniden silah dayanmış, çığlığım tüm herkesin dikkatini olduğum yere çekmişti. Sözde abim beni kurtarmak için harekete geçtiğinde Almina ve Atlas "Silahı var görmüyor musun?" Diye onun önüne geçmişti. Verin oradan şunlara Altın Portakal, Oscar ne varsa hepsini.

 

Korumalardan birinin telefonu ile birine haber verdiğini görmüştüm göz ucuyla. Adamın kolu boynuma dolanmıştı. Nefes almakta zorlanıyordum. Üzgünüm, ama veliaht, sen bana yetişene kadar ben çoktan gitmiş olacağım. Kafama silah dayayan adam korumalara hitaben, "Kızın yaşamasını istiyorsanız veliahtınıza söyleyin, istediğimiz her şeyi tek tek yapacak." Diye kükremişti. Ne diye bağırıyorsa gecenin bir saati? Millet rahatsız olacaktı onun yüzünden.

 

Tam onu uyaracak ve yaptığının yanlış olduğunu söyleyecektim ki canım acımıştı. Canım tam başımın olduğu yerden acımıştı. Hikayenin bundan sonrası bende yok, çünkü silahın kabzası ile başıma vurmuştu şerefsiz adam. Kimse bana kafama yiyeceğim darbeden bahsetmemişti. Sonrası mı? Sonrası karanlık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

Loading...
0%