Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BİR VE SIFIR ÇARPANI

@mealonia

 

instagram: catchmonalisa

twitter: vitavemors

diğer sosyal medya hesaplarıma profilimdeki linktree'den ulaşabilirsiniz

 

 

Bölümler düzenli gelmeye bilir. Yani yazdıkça atarım. Kendimi illa o gün bölüm atmak için zorlamak istemiyorum. Çünkü öyle olduğunda bölüm gelişi güzel oluyor. Bölümler yazıldıkça atılacaktır.

 

 

Ayrıca not olarak şunu ekleyeyim: Baş karakterimizin adı Gracie (Greysi) ve ileri ki bölümlerde lakap olarak Grace (Greys) dendiğinde bu kim demeyin, aynı kişiler^^

 

 

 

🫀

 

 

Bir küçücük aslancık varmış. Kırlarda ko-ko-koşar oynarmış. Abisi onu çok çok severmiş...

Etraf sessizdi. Hatta öylesine sessizdi ki zihnimdeki gürültüyü duyar gibiydim. Yüzüm buruşur gibi olurken, sızlayan bileklerim bana yardımcı olmadı. Saçlarımı çekiştirip zihnimi susturmak istedim, kafama vurup zihnimde derin bir sükûnet oluşturmak istedim.

Bazen bir kapsül verilirdi size. Kapsül küçüktü, işlevsiz gibiydi. Fakat bilakis, öyle değildi. O kapsül bir hayata bedel olabilirdi. Kana sızıp tüm iliklerinize kadar sizi zehirleyebilirdi. Ve bunu öylesine sinsice yapardı ki anlamazdınız bile. Ya da tam tersiydi. O kapsül size bir hayatta sunabilirdi. Damarlarınıza sızıp sizi tekrar yeşerte de bilirdi.

Kapsüle sığdırılan bir hayat, artık hayatından çıkarmıştır bazı şeyleri. Belki de o kapsül çıkartmıştır bir şeyleri. Belki de zehirli olandı benimkisi. Kopuk kopuk anlardan birisini artık tamamen yok etmişti belki de. Hayatımın hangi anından itibaren ne olduğuna dair bir bilgim yoktu. Hatırladığım ilk an burada gözlerimi açtığım andı. Geçmişim bir pusa bile sahip değildi. Ne beyaza yakındı ne de griydi. Simsiyahtı.

Buraya kendi isteğim ile mi gelmiştim yoksa getirilmiş miydim herhangi bir fikrim yoktu. Eğer, eğer buraya kendim geldiysem, cehenneme kendim yürümüşüm demekti.

Ve eğer bana buraya geldiğimde adımı, yaşımı söylemeseler bunun hakkında da bir fikre sahip olacağımı da sanmıyordum.

Ad-Soy ad: Lizgi Gracie Aksoy.

Yaş: 22

Uyluk: Türk

Ellerimi çıkartmaya çalıştım. Çaresizce kıpırdandığımda ağzımdan halsiz bir inleme döküldü.

Gücünü topla.

Çek.

Olmadı bir kez daha dene.

Çek. Tekrar.

Sabret.

Olmuyor. Tüm gücünle.

Tekrar. Tekrar. Tekrar.

Sabret.

Olmadı.

"Çıkar-çıkarın artık beni..." dedim güçsüz ses tonumla. Dudaklarım kurumuş ve çatlamıştı. Kabuklaşan dudağımı yediğim için dudaklarım yara olmuştu ve konuştuğumda acımıştı. Boğazım artık susuzluktan kurumuştu ve konuşmaya çalıştığımda canımı acıtıyordu. Ayak bileğim acıyordu. Pranganın sardığı o kısımda ki yer, renklenmişti. Ağzımdan gür bir çığlık kaçtı. Beni duymaları için atabildiğim en gür çığlığı attım. Burası böyleydi. Sesini çıkardığında seni ezerlerdi, hoş; çıkarmadığında da ezerlerdi.

Buraya yaklaşan adım seslerini duydum. Bedenim istemsizce gerildi. Uzun siyah saçlarım yerde sürünürken başımı dikleştirdim. Kapıdaki kilidin açıldığını duyduğumda, kapı sertçe aralandı. Hemşire kapıda durduğunda, "Ne çığlık atıyorsun?" dedi asabi bir tavırla. Burada o kadar çok hemşire vardı ki, artık isimlerini ezberlemeyi bırakmıştım. Artık hepsi gözüme aynı kişiymiş gibi geliyordu bazen. "Günüm doldu." dedim halsiz bir tavırla. "Beni burada fazladan tutuyorsunuz. Bunu yönetime mi söylemem gerek? Oysaki kurallar da katıdırlar diye hatırlıyorum?" dedim sorarcasına.

Karşımdaki kadın tehditkâr ses tonumla sert bir nefes verdi. Kendilerine karşı gelinmesi, onlar için küçük düşürücü bir durummuş gibi. Doktorların verdiği cezaları bazen kendi istekleriyle uzatmaya çalışırlardı. Akıllarınca kendi egolarını tatmin ederlerdi. Buna sesini çıkaran gününde çıkarken, buna sesini çıkaramayanlar hemşirelerin egosunu tatmin ederdi.

"Çok biliyorsun sen." dedi hemşire yanıma adımlarken. "Unutmuşuz işte." dedi bir çuvalın içinden yalan seçip çıkararak. "Hı-hım." dedim alayla. "Öyledir."

Hemşire, ona ciddiye almamam ile elini sertçe sırtıma atıp düğümü çözdü. Kollarıma sıkıca sarılmış olan kumaş gevşerken, daha fazla dayanamayarak üstümden attığımda uyuşmuş kollarımı gevşettim. Ayak bileğimde ki prangayı da çözdü bu sırada. Beyaz kumaş yere düşerken yere tutundum ayağa kalkmak için. Yaklaşık üç gündür buradaydım ve artık bacaklarım uyuşmuştu. Ayağa kalktığımda sendeledim. Kapıya yürüdüğümde hemşire arkamdan adımlamaya başladı. Hücreden çıktığımda derin bir nefes verdim. Bitmişti. Şimdilik.

"Yeni psikiyatr geldi." dedi hemşire arkamdan yürürken. Boğuk, kasvetli koridordan geçerken, her geçtiğimiz duvar metrekaresinde ki hücreleri de es geçiyordum aynı zamanda. Hemşire konuşmaya devam etti. "Bu seferde bezdirme doktoru." dedi bilmiş bir tavırla. "Ben bir şey yapmıyorum." dedim sadece.

Hemşire alayla güldü. Asansör geldiğinde kapısını açıp içeri girdim. Kadın arkamdan adımlayarak girdiğine kapıyı kapattı. Gözlerim katlarda gezindikten sonra kendi odamın katın da durdu. Üçüncü kata bastığımda asansör hareket etmeye başladı. Mahzen katından ayrıldığımızda rahatladığımı hissettim. "Amacın ne? İnfaz edilmek mi?" diye sordu hemşire. Sesi küçümseyiciydi.

"Bilmem." dedim onu sinir etmek için. "Ama senin ki öyle belli ki."

Aldığı cevapla sustuğunda sinirli bir nefes verdiğini işittim. Bu doktorun kaçıncı kez değiştiğini bilmek biraz sinir bozucuydu. 21. kez. Açıkçası doktorların buradaki psikolojiye dayanamadığını düşünmekteydim. Bu koridorlar, etraftaki ilaç kokusu -ki bazen kan kokardı-, hasta çığlıkları ve daha fazlası.

Asansör üçüncü katta durduğunda açılan kapıyla inmek için hareketlendim. İnerken hemşireden bana laf atmasını beklemiştim. Fakat beklediğim olmadı. Benimle daha fazla uğraşmadı ve inmemle başka bir tuşa basarak yukarı doğru çıktı. Koridorda yürürken önünden geçtiğim odaya baktım. Bazı hastaların aksine psikiyatrım bu katta ki odadaydı. Açıkçası, hayatımı sorgulayan biriyle aynı katta kalmaktan pek haz ettiğim söylenemezdi.

Odanın kapısı açıktı. İçeride hemşireler vardı. Büyük ihtimalle odayı yeni gelen doktora göre düzenliyorlardı. Üstün kötü bir bakış atarak odanın önünden geçip gittiğimde başımı tekrar önüme çevirdim. Koridoru döndükten sonra beşinci odanın kapısını açıp içeri girdiğimde hızlıca kapadım. Koridorda yankılanan kapıyı çarpma sesini işitir gibi oldum.

Gözlerimi araladığımda beyaz oda tekrar ve tekrar karşımdaydı. Artık beyaz renginden tiksinir olmuştum. Sahi, en sevdiğim renk neydi benim? Hangi renkler vardı ki? Saçlarım siyahtı, gözlerim tam olarak seçemediğim bir renge sahipti, tenimde bana inat beyazdı. Bedenim bu iki renkle kuşatılmış gibiydi.

Odanın içinde yürüdüm. Camın önüne geldiğimde dışarı baktım. Uzun, gri duvara bakıyordu odam. Diğer odaların hangi yöne baktıkları hakkında bir fikre sahip değildim ve umursadığım da söylenemezdi.

Camların önündeki asma kilide baktım. Bunun dışında bir de tel vardı. Sahi, yaşamamızı bu kadar çok istiyorlar mıydı ki?

Arkamı döndüm ve yatağa baktım bu sefer. En son çıktığımda dağınıktı bu yatak. Yaka paça dışarı çıkartılmıştım ve şuan yatağın örtüsü o ana zıt bir şekilde derli topluydu. Büyük ihtimal ile örtüsünü değiştirmişlerdi.

Başımı çevirip saate baktım. O an zihnimin içinde saatin sesi yankılandı. Tik. Tak. Tik. Tak.

Saat tam üçü bulduğunda bir anda tüm binada aynı anda zil sesi yankılandı. Odaların açılan kapılarını duyar gibi oldum. Merdivenden inişlerini, koşuşturmaları, ilk sıra için yarışlarını...

Olduğum yerde hareketlendim ve ağır adımlarla odanın içindeki diğer kapıya yöneldim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde üstümdeki giysileri çıkarmaya başladım. Bileğim yürüdükçe acıyordu. Belki de kontrol edilmesi gerekti ama biliyordum ki müdahale etmeyeceklerdi. Kendi kendine iyileşecekti yara.

Kendi kendine iyileşirdi yara.

Üstümdeki her şeyi çıkardığımda duşa kabine doğru adımladım. Kapısını açıp içeri girdiğimde suyu açtım ve ılığa ayarladım. Başımdan aşağı akmaya başlayan su bana hiçbir şey hissettirmedi. Öylesine alışılmıştı ki, artık su benim için tüm anlamlarını yitirmişti. Kuruyan dudaklarıma aktı ilk önce su. Çatlamış dudaklarımı ıslattı. Sonrasında yavaşça bedenimden aşağı süzülüp kesik bileğime ulaştı. Su, yaraya değmesi ile acıttı. Acısa da yüzüm buruşmadı.

Alışılan acı artık yüz buruşturmazdı. Kabullenilirdi. Zorla ya da zorla.

Acele etmeden yıkadım bedenimi. Ben yıkandıkça su kirlendi, bedenim temizlendi. Ama ruhum arınmadı kirden. Aynı kaldı o.

Banyodan çıktığımda beyaz dolabın karşına geçtim. İç çamaşırlarımı giyip, beli lastikli paçaları bol bir eşofman altı giyindim. Aynı eşofman gibi siyah renge sahip kalın bir kazak alıp onu da giyindim. Uzun, dizlerimin altına gelen yün hırkayı da üstüme geçirdim. Belki de etraf sıcaktı ama ben üşüyordum. İçim üşüyordu.

Dolabın üst rafındaki siyah Cap şapkayı alarak yatağın üstüne attım. Saçlarımı kurutup bağladım. Şapkayı yataktan alıp başıma taktığımda yüzümü örtsün istedim. Yüzümü bilmedikleri için değildi bu. Biliyorlardı yüzümü. Beni anlamaya, duygularımı okumaya çalışmasınlar diyeydi. Kimsenin benimle empati kurmasını istemiyordum. Hayır, aslında, kimse beni anlamaya çalışmazdı. Yüzüme bakıp da laf etmesinler diyeydi. Yüzüme bakıp da 'Torpilci.' demesinler diyeydi. Açıkçası bu en hafif tabirlerden biriydi bana denilen. Hem de en hafif.

Havluları kaldırdıktan sonra odadan çıkıp kapısını kapattım. Koridorda yürümeye başladığımda odaların önünden geçerken başımı çevirip bakmadım o kapılara. Merdivenlere ulaştığımda alt kata indim. Şapkayı biraz daha indirdim yemekhaneye yaklaşırken. Yemekhanenin koridorunda yürürken gerilmeye başlayan bedenimi hissettim. Çift kapılı yemekhane kapısına ulaştığımda elimle itip açtım kapıları.

Beklemeden yemek tabaklarının olduğu kısma ilerleyip tabağımı aldım. Sıraya girdiğimde önümde birkaç kişi vardı. Fazla uzun sürmedi. Sıra bana geldiğinde yemeklerin tabağıma konmasını bekledim.

Bugünün öğünleri tabağa konduğunda bir tanede elma alarak çıktım sıradan. Gözlerim üstün körü bir şekilde etrafta gezindi. Tek kişilik boş yeri gördüğümde oraya ulaşmak için yürümeye başladım. Adımlarım sıktı. Sanki arkamdan kovalayanlar vardı.

Masaya ulaştığımda beklemeden oturup yemeğimi yemeğe başladım. O dakikadan itibaren tek odağım yemekti. Kimseyle göz göze gelmedim, iletişime geçmedim, temasta bulunmadım. Bunların hiçbirini de yapmak istemedim.

Yemeğim kısa süre içerisinde bittiğinde tabağımı alarak ayağa kalktım.

"Kimler varmış burada? Bakalım, bakalım. Hop İsyancı Güzeli!"

Duyduğum yüksek ses ile adımlarım duraksar gibi oldum. Sanki o ana kadar benimle zerre ilgilenmeyen herkesin tek ilgisi bendim. Sanki bir tiyatro oyunu oynanmaya başlanmıştı. "Kendini de saklarmış aman aman." dedi aynı ses.

Umursamadan geçip gitmek istedim oradan. Orada daha fazla kalmamak, o insanlarla daha fazla muhatap olmamak.

Kolumdan tutulduğunda adımım havada kaldı. Hızlıca çektim kolumu elinden. Yüzüne bakmadım bunu yapanın. Onu umursamadan arkamı dönmüştüm ki bir anda başımdaki şapkanın çekildiğini hissettim. Saçım dağılırken, birkaç tutam dışarı çıkar gibi oldu.

Dişlerimi birbirine bastırdım. Buraya gelirken gerilen bedenim öfkeyle doldu bu sefer.

Arkamı döndüğümde benimle, onu tanımadığım halde uğraşan kişiyi gördüm. "Siktir git." dedim sertçe. Elindeki şapkayı sertçe çekip aldım. Hayır, sakinim, sinirli değilim. Hiç olmadım. Karşımdaki kendini bilmez bana doğru bir adım attığında geri adım atıp arkamı dönmek için hareketlendim.

"Nereye böyle? Kime kur yaptın da çıktın oradan? Hava sana güzel. O kadar isyan çıkardın birkaç gün sonra hemen çıkarılıyorsun hücreden. Biz yapsak kaç ay burnumuzdan getirirler, yediğimizi kusarız. Hangi torpille yaptın bunu? Bana da verirsin ar-"" birbirine bastırdığım dişlerimin ağrımaya başladığını hissettim. Çenem ağrımaya başlarken, ellerim sıkıca elimdeki tabağı kavramıştı.

"Rahat bırak kızı Ozan." yemekhanenin içinde bir ses yankılandığında başımı çevirip bakmadım sesin sahibine. Gözlerimi ayırmadım karşımdaki zihniyetten yoksun kişiden. Sözü kesildiğinde dişlerini birbirlerine bastırdığını gördüm.

Karşımdaki kişi alayla güldü. "Ne o Barkın? Yoksa senin de mi yatağın-" elimdeki yemek tabağını hızlıca yüzüne savurdum. Metal tabağın kenarı yüzünü çizdiğinde inleyerek geri çekildi. Eli yanağını tutarken tabağı tutan ellerim daha sıkı kavradı. Ozan denilen çocuktan acı dolu bir inilti duydum. O an daha çok acıçekmesini istedim. Hayır, bunuistemiyorsun, istememelisin. Bu isteği çıkar içinden. Çıkarmalısın. "Hak ettin puşt." dedi aynı ses. Sonra sanki ayağa kalkmış ve geri sandalyesine yerleşiyormuş gibi bir ses çıktı. Bu sefer başımı çevirip sese baktığımda, sesin sahibi ile göz göze geldim.

Yanağında bir yara izi vardı. Esmer denilebilirdi. İri biriydi ve masanın üstündeki kollarından anladığım kadarıyla dövmelere sahipti. Yüzündeki ifade soğuktu. Fazla soğuk. Oradan konuşacağına gelsene puşt.

"Demek ki doğru." dedi sapkın bir ifadeyle.

"Kes sesini." dedim öfkeyle. "Yoksa inan bunu ben yapmaktan çekinmem. Yaparım, bilirsin..." evet yapardım, daha önce yapmıştım. Tekrar yapmaktan gocunmazdım.

Sözlerimden sonra duraksar gibi oldu. Karşımdaki dengesiz sessizleştiğinde yürümeye başladım. Elimdeki tabağı sertçe kirli diğer tabakların yanına bıraktığımda, yemekhanenin kapısından çıkarken başıma şapkayı geri geçirdim. Burası tabiri caizse kurtlar sofrasıydı. Kimse kimseye güvenmezdi. Bunu için herhangi bir sebep bile yoktu.

Kimse kimseyle kolay kolay konuşmazdı. Kimse arkadaş edinmezdi. Topluluklar olurdu ama onlar kendi içlerinde bile birbirlerine bıçak çekerlerdi. Onlar kendi içlerindekilere bile güvenmezdi. İçlerinden biri bir düğüm atılmaya kalksa gizlice o ipi keserlerdi.

Tekrar üst kata adımlamaya başladığım zaman adımlarım seriydi. Buraya inerken sakin olan adımlarım, yukarı çıkarken aynı sessizliği göstermemişti. Binanın karanlık koridorları beni sık sık korkuturdu. Belirsizdi, anlamsızdı. Sanki her an her şey olabilirdi ve bunun üstü hemen örtülebilirdi. Sanki değil, öyleydi. Bu koridor kaç çığlığa sessiz kaldı kim bilir? Bu koridorun kaç kez silindi zemini, kaç kez arındırıldı kandan? Kaç kez onarıldı duvarları yumruktan?

Odama geldiğimde kapısını açıp içeri girdim. Bu beyaz oda, bu binadaki tek kişisel alanımdı. Doktorların odası bile mahremiyetten yoksundu. Buradaki herkes, her şeyden yoksundu. İnsanlıktan, vicdandan, merhametten, kalpten... Derin nefesler alıp verdim. Az önce yaşadığım sözlü tacizi aklımdan silmeye çalıştım. Ellerim saçlarıma gitti. Saçlarımın üstünden ellerimi kafama bastırdığımda yavaşça yere çöktüm.

Sakinsin evet sakinsin. Sana hiçbir şey yapamazlar, bir daha olmaz, olamaz.

Gözlerimi açıp karşı duvara baktığım derin nefesler aldım tekrar. Kalp ritimlerimin yavaş yavaş normale döndüğünü hissettim. Birkaç dakika sonra tamamen sakinleştiğimde omuzlarım düştü. Gözlerim saate kaydığında günü hatırlamaya çalıştım. Çarşamba. Evet, bugün çarşambaydı. Yutkundum zorlukla. Zihnim karıncalanır gibi oldu. Gözlerim saatten ayrılmadı. Her geçen dakikada iliklerime kadar irkildim. Damarımdan akan kan hızlandı.

Buraya yaklaşan adım seslerini duyduğumda ayağa kalktım hızlıca. Kapının arkasına geçip, sırtımı duvara verdiğimde kapının ötesindeki adımlarımı duydum. Kapı bir anda açıldığında bedenim tetikte durdu. "Gracie?" dedi Hilal Doktor içeri girerek. Peşinden hemşirelerde girdiği an kapıyı kendime yavaşça çekip alan oluşturmamla dışarıya koşmam bir oldu. "Kaçıyor!" diye bağırdı Hilal Doktor. "Yakalayın!"

Kalbim hızlıca çarpmaya başlarken hızlıca merdivenleri inerek alt kata geldim. Bir alt kata daha indiğimde yangın merdivenlerine doğru koşmaya başladım. Merdivenleri hızlıca inerken bir anda olduğum katın yangın merdivenlerine çıkan kapısını açıldı. Yüreğim ağzıma gelirken atik davranarak merdivenleri inmeye devam ettim. Artık böbreğim ağrımaya başlamıştı.

"Dur!" diye bağırdı hemşire. "Her türlü yakalanacaksın zaten!"

Bir anda alt merdivenlerden gelen hemşireyi görmemle olduğum merdivenin kapısını açarak dışarı çıktım. Kendimi odaların olduğu katta bulduğumda bir an nereye gideceğimi şaşırdım. Sonrasında bir anda kolumdan tutulmam ile koluma sertçe batırılan iğneyi hissettim. Bedenim gerginlikten kaskatı kesildiği için batırılan iğne canımı daha çok yaktı. Midem bulanırken gözlerimin önünde siyah noktalar belirdi. "Demiştim." dedi hemşire. "Yakalanacaksın."

🫀

Ellerim bağlıydı. Bunu gözlerimi açmasam bile hissediyordum. Başımın etrafına geçirilmiş bir alet vardı. Başımdaki bu aygıt, sanki geçmişime el atıyor ve onu bir kez daha karanlık bir perdeye mahkûm ediyordu. Geçmişim yeterince karanlıkta değilmiş gibi, sanki bir çukur daha açılıp; o çukurun içine bininci kez gömüyordu.

"Nabız stabil. Kan değerleri düşük. Gözaltlarında ki morarma artmış durumda. Bedeni giderek zayıflıyor. Kemikleri belirgin bir halde. Sağlıklı kelimesinin yanından bile geçemez."

İlk önce kulağa boğuk gelen o ses, giderek netleştiğinde aslında aynadaki halimi anlattığını anladım. "Ne yapmamı bekliyorsun Aysun Hemşire?" ince sese sertçe karşılık veren kişi hiç şüphesiz Hilal Doktordan başkası değildi. "Vitaminlerini alması gerek. Hastalığı için kullandığı ilaçları bitmek üzere." kısa bir sessizlik oldu. "Kimsenin kan değerleri ile ilgilenmiyorum. Buraya sağlıklı bir hayata sahip olmak için getirilmediler. Sağlıklı hayatlara sahip oldurtmak için getirildiler."

"Yalnız Hilal Hanım-"

"Bu konu hakkında daha fazla söz sahibi değilsin."

Uzaklaşan adım seslerini duyduğumda gözlerimi yavaşça araladım. Bedenimde derin bir sızı vardı. Tüm kemiklerimde kol gezen bir ağrı ve buna ek olarak derin bir halsizlik içerisindeydim. Sanki üstüme karabasanlar çökmüştü ve kıpırdayamıyordum. Yutkundum güçlükle. Boğazım kurumuştu. "Uyandın, sonunda." hemşirenin sesini duyduğumda başımı ona çevirmedim.

Bana doğru attığı adımları duydum. "Normale bu işlemde bu kadar uyulmaz ama senin hastalığın seni kış uykusuna yatırdı resmen." dedi kinaye ile. Dediklerini umursamadım. Ellerini uzattı ve başımdaki aygıtı çıkardı. "Her seferinde kaçıp duruyorsun ama kendini yine burada buluyorsun. Bu çaresizce direnişin sadece bizi uğraştırmaktan başka bir şey değil." diye devam etti sözlerine.

"Ne dememi bekliyorsun? Özür mü dileyeyim?" pürüzlü sesim dudaklarımın arasında yankı bulduğunda boğazım acıdı. Çok mu bağırmıştım da boğazım bu kadar acıyordu? Hiçbir şey, yaşadığım hiçbir şeyi hatırlamıyordum. "Hayır" dedi tekdüze bir ses tonuyla. "Sadece kaçma. Onlar isterlerse tüm hastane giriş çıkışlarını kapattırırlar ve seni bu aygıta istedikleri kadar sokarlar."

"İyi." dedim umursamaz bir ses tonuyla. "Artık gitmek istiyorum."

Bundan sonrasında hemşire bir şey demedi. Beni yataktan kaldırdığında tekerlekli bir sandalyeye oturdu. Başım, her hareketimden sonra derin bir sızı ile zonkluyordu. Başımı çevirip de tıbbı aletlerin olduğu o masaya bakmadım. İçim kaldıramazdı o görüntüyü. Hemşire arkama geçerek arabayı sürmeye başladığında asansöre doğru ilerledi. Hücrenin üst katındaki bu alan, sadece ama sadece bu işlem için ayrılmıştı. İZSG. Buranın adı tam olarak böyleydi. İnsan zihin sorunları giderme alanı.

Asansör kata geldiğinde kapıları iki yana açıldı. Gözlerimi yere indirerek asansörün içindeki aynadan kaçındım. Asansöre sürüklenen arabaya ile kapılar geri kapandı ve odamın olduğu kata çıktı. Kapılar açıldı, asansörden inildi. Koridordan geçerken gözlerimi açık tutmak, başımı dik tutmak benim için hiç olmadığı kadar zordu. Midem öylesine dolu hissettiriyordu ki, sanki yemekhanede ki tüm her şeyi ben yemiştim. Bu kusma isteği uyandırıyordu.

Odama geldiğimde hemşire kapıyı açıp beni içeri soktu. Yatağıma yatmamı sağladığında, "Yarın yeni ilaçların gelecek." diye bilgilendirdi beni. Dik dik gözlerine baktığımda derin bir nefes verdi. "Yarın cuma." dedi. "Yeni psikiyatrın ile ilk görüşmeni gerçekleştireceksin. Bu sefer de susarsan ne olacağını çok iyi biliyorsun. Yönetimin sabrı kalmadı. Geçmişinden bahsetmek bu kadar zor olmamalı Gracie."

Sözlerine karşı alayla gülmek istedim. Fakat buna rağmen dudaklarım iyi yana kıvrılmadı. Gözlerim bile alayla parlamadı. "İyi susmaya devam et." dedi hemşire. "Sen infaz edilirken de herkes susacak zaten." son kez bakışlarını üzerimde gezdirdi. Odadan çıkıp kapıyı kapattığı zaman gözlerimi yumdum sıkıca. Parmaklarım çarşafı sıkarken yatakta yan döndüm.

Gözlerim beyaz duvarı bulurken yutkundum. Her ne inkâr etsem de tedirgindim. Hayır, ölmekten korktuğum için değildi bu. Ölüm değildi beni korkutan, aksine nasıl öleceğimi düşünmekti beni korkutan. Burada hiçbir şeye sahip değildim. Değer verdiğim kimse yoktu. Geçmişim bulanıktı ve tek hatırladığım bir abim olduğuydu. Sahi, abim geçmişimde hangi yere sahipti? Yaşamak için herhangi bir sebebe sahip değildim. Ancak yaşama sebebi olanlar yaşamayı isterlerdi. Ne sevdiğim arkadaşlarım vardı, ne de ben ölürsem arkamda bırakacağım biri.

Gözlerim saate kaydığında akşam beşe doğru geldiğini gördüm. Bundan saatler sonra bu odadan çıkacak ve yeni psikiyatrın odasına gidecektim. Benimle geçmişimi anlatmam konusunda iddialaşacak, ısrar edecekti. En fazla iki hafta müddet veriyordum yeni doktora. Fazlası değil. Sadece iki hafta, iki seans.

Sonrasında ise o gidecekti ve bende infaz edilecektim.

🫀

Odanın kapısı tıklatıldığında yutkundum. Yaşam için son iki hafta mıydı? Hayır, öyle değildi. Hayır, evet öyleydi.

Kapı açıldığında daha önce hiç görmediğim bir hemşire içeri girdi. "Merhaba." dediğinde başımı kaldırıp ona baktım. Birkaç adım ötemdeydi. Gözleri ürkekti. Benden korkuyor muydu? O kadar korkunç bir durumda mıydım? "Lütfen bana zorluk çıkarma." dedi ve yavaşça yanıma yaklaştı. Elini nazikçe koluma koyduğunda kalkmam için yardım etti.

Yürümeme yardım ettiğinde, kemiklerimin düne oranla küçük de olsa ağrısının azaldığını hissettim. Bileğimdeki kesikte artık o kadar acıtmıyordu. En azından artık başımı korkunç derece de ağrıtan, kafamı bedenimden söküp atma isteği bedenimde dolaşmıyordu. Odadan çıktığımızda beni psikiyatrın odasına doğru yürütmeye başladı.

Yavaş yavaş yaklaştığımız odaya baktığımda, geçen kapısı açık olan odanın kapısı bu sefer kapalıydı. Odanın önünde durduğumuzda isim yazan plakete baktığımda aklımda birkaç hafta sonra o ismin yerine başka bir ismin yazılacağı canlandı.

Efdal Kıraslan.

Kapı tıklatıldığında içeriden 'Gir.' komutu duyuldu. Başımı çevirip yanımda dikilen hemşireye baktım. "Eğer," dedim odaya girmeden önce. "Burada bu kadar kibar olursan seni yerler."

Elim kapı kulpuna uzandığında, hemşirenin afalladığını hissettim. Kulpu çevirip açtığımda odaya girdim. Ardımdan kapattığım kapı ile gözlerim beyaz bir oda beklerken, karşılaştığı kahve tonlarındaki oda ile şaşkınlığa maruz kaldı. Gözlerim duvarlardaki asılı tablolarda gezinmeden, masasında oturmuş dosya inceleyen adama baktı. "Orada dikilmek eminim ki çok sıkıcıdır." dedi bir anda.

Konuşmadan masanın karşısındaki krem deri koltuğa adımladım. Koltuğa oturduğumda ellerimi kucağıma bırakarak ayaklarımı hafifçe önce uzattım ve tabanlarımı zemine bastırarak ayaklarımı havaya diktim. Karşımda oturan kumral adam buraya ait değil gibiydi. Üstündeki beyaz gömlek, beyaz önlük ve kolundaki siyah deri kayışlı saati ile gerçekten de buraya ait değildi. Başını kaldırıp bana baktığında karşılaştığım açık kahve gözler bana yabancıydı.

"Merhaba." dedi sakin sesiyle. Arkasına yaslandığında, "Ben Efdal." diyerek kendini tanıttı. "Bundan sonraki psikiyatrınım." dedi küçük bir tebessümle. Gözlerinde tuhaf bir ikilem vardı. Sanki umursamazdı ama ilgiyle parlayan gözleri vardı. İfadesiz gözlerle onu izlemeyi sürdürdüğümde, "Bugün seninle seanslara başlamayacağım." dediğinde, o zaman bir hafta daha eklendi diye düşündüm. Fazladan bir hafta daha.

"Bana kendini tanıt lütfen." dediğinde bakışlarım önündeki dosyaya kaydı. "Eminim ki doktor, önünüzdeki dosyada benim bile unuttuğum bilgileri okumuşsunuzdur."

Doktor dosyanın kapağını kapattı. "Unuttum bile." dediğinde onun bu haline kaşlarımı kaldırıp alaylı bir bakış atmak istedim. "Adım Gracie." dedim bunun yerine. Başını salladığında devam etmemi istediğini anladım. Devam etmek istedim. Gerçekten kendim hakkında bir şeyler söylemek istedim fakat bunu yapamadım. Kendim hakkımda bir şeyler bilmiyordum.

Sustuğumu gördüğünde, "Ne kadar süredir buradasın Gracie?" diye sordu.

"Uzun bir zamandır. Oldukça uzun bir zamandır." diye yanıtladım onu. Başını salladığında gözleri üzerimde gezindi. Bu dediğim ile elindeki kalemi oynatmayı bıraktı ve önündeki siyah kapaklı defteri açıp bir şeyler yazdı. Siyah kalemin üstüne beyaz yazılar vardı. Büyük ihtimalle ismi yazılıydı.

"Herhangi bir hastalığa sahip misin?" diye sordu bu sefer. İlk önce cevap vermedim ve sustum. "Çok soruyorsun doktor." dedim bu soruya cevap vermek istemeyerek. "Şuan sorudan kaçtın. Üstelik bu daha üçüncü sorum." dedi gözlerini gözlerime dikerek. Açık kahve gözleri, harelerimle buluştuğunda dişlerimi birbirine bastırdım. "Epilepsi." dedim kısaca.

Duraksar gibi oldu. Ardından defterine yine bir şeyler yazdı. Bu sefer ne yazdığını biliyordum. Epilepsi hastası. "Kısa süre içinde hastalığın baş gösterdi mi?" diye sorduğunda başımı yana çevirip etrafa baktım. "Buraya, burayı bilerek mi geldiniz doktor?" diye sordum kaşlarımı hafifçe çatarak. Başımı çevirip tekrar ona baktım. "Çünkü hastalığımın burada baş göstermeme gibi bir lüksü yok."

Dediklerimle elindeki kalemi tekrar çevirmeye başladı. Bakışlarım eline kaydı. Her kalemi parmakları arasında oynatışında, elinde beliren kemikler beyaz teninde şekil buluyordu. "Peki, Gracie," dedi gözlerini deftere indirerek. "Sen burayı nasıl tanımlarsın?"

"Harese'yi mi?"

"Evet, Harese'yi."

Birkaç dakika sustum. Aslında daha önce bunu birkaç kez düşünmüştüm. Burayı tanımlamak zordu. Ciddi anlamda bir kara delik gibiydi. İçine çektiği an geri dönüşü yoktu. Burası sanki bir zihin oyunuydu. "Bataklık." dedim daha fazla düşünmeden. Kaşlarını kaldırıp defterdeki bakışlarını bana çevirdi. "Neden peki?" diye sordu bu sefer. Hafifçe gülümsedim. Bu eğlenceli bir gülüş değildi. "Bunu da siz keşfedin doktor. İnanın bana, iki hafta sonra buradan kaçmaya çalışırken ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız."

Dediklerimden sonra kaşları hafifçe çatıldı. "Neden gitmem için müddet veriyorsun?" diye sordu bu sefer. "Bunu da zamanı geldiğinde anlarsınız doktor." dediğimde derin bir nefes verdi. "Ucu kapalı cevaplar veriyorsun." dedi bu durumdan hoşlanmadığını belli ederek. "Kendini gizlemen için burada değilsin."

"Söylesene doktor, kendimi sana açtığımda bir şey değişecek mi? Daha iyi hissedecek miyim? Bana ne gibi bir yardımın dokunabilir?"

Kaşları daha çok çatıldı. "Sana yardım etmek için buradayım Gracie. Sana, senin kendi sorunlarını çözdürmek için yardım etmiyorum. Sorunlarını beraber çözmemiz için yardım ediyorum. İkisi arasında büyük bir fark var." dediğinde derin bir nefes verdim. "Sorun geçmişten gelir doktor." dedim ciddiyetle. "Geçmişini bilmediğin bir hayatta sorunlarını bilemezsin."

Parmaklarında gezdirdiği kalemi durdu. "Ne?" dedi şaşkınlık içerisinde. Sanki olabilecek tüm olasılıkları düşünmüştü ama bunu atlamıştı. Verdiğim cevabı asla ama asla beklemiyordu. "Sen geçmişini hatırlamıyor musun?" dediğinde herhangi bir tepki vermedim.

Başımı iki yana salladım. "Herkes geçmişimi anlatmamı istiyor doktor. Bilmediğim bir şeyi nasıl anlatabilirim? Bence sizde çok çabalamayın. En fazla iki hafta sonra buradan topuklayacaksınız." bu dediklerim doktorun sinirini bozmuş olmalı ki güldü. "Buradan gitmeyeceğim." dedi kararlı bir ses tonuyla. Az önce dediklerimi rafa kaldırmış gibi görünüyordu. "Ve bizde seninle sorunlarını çözeceğiz." dedikleri ile samimiyetsiz bir tebessüm ettim. "Göreceğiz doktor." dedim gözlerine bakarken. Bu dediklerine o kadar inanmıyordum ki...

"Söyleyeyim sizi bu iyi niyetle fazla barındırmazlar burada." dediğimde sesim alaylıydı. Elindeki kalemi tekrar oynatmaya başladı. "Benden önce kaç doktorun oldu?" diye sordu gözlerime bakarken.

"Siz yirmi ikincisiniz. Yirmi bir tane doktorum değişti ve doktor, anlatmama rağmen bir şey yapmadılar. Bu yüzden bende artık anlatmayı bıraktım. Ben anlamaları için çok çırpındım ama onlar anlamak için çabalamadılar. Sen konuşunca anlamayanlar susunca neden sustuğunu sorgularlar doktor. Onlara da söyledim. Hiçbir çaba göstermedenkarşıma geçtiler ve benden hatırlamamı istediler."

Ve doktorartık sizinle tam tamına yaşım kadar doktor görmüştüm.

Deftere bir şeyler yazdığında kolundaki saate baktı. "Bugünlük bu kadar yeter Gracie." dedi gözlerini bana çevirirken. "Haftaya kadar senden zihnini dinlendirmeni istiyorum. Çünkü artık geçmişini düşünmeye başlayacaksın. Bu seni çok yoracak. Zihin, hatırlamak istemediği şeyleri siler. İlk işimiz sana geçmişini hatırlatmak."

"İstemiyorum." dedim düz bir ifadeyle. "Geçmişimi hatırlamak istemiyorum."

"Eğer geçmişini hatırlamazsan sana yardımcı olamam. Sen değil miydin diyen, bilmediğim bir şeyi nasıl anlatabilirim? O zaman bizde ilk önce zihnine geçmişi hatırlatacağız." dediğinde sesi kararlıydı. İçime umut taneleri düşmedi. Bu aklıma dahi gelmedi.

"Peki." dedim geçiştirircesine.

Doktor, sanki bu halimi fark etmiş gibi derin bir nefes aldı. "Peki, öyleyse çıkabilirsin Gracie."

Ayağa kalktığımda odadan çıkmak için hareketlendim. Kapının yanına vardığımda ardıma dönüp doktora baktım tekrar. Onunla göz göze geldiğimde karşılaştığım açık kahve hareleri ile, benim renksizliğime tezat renkleri gördüm. "Uyanık olun doktor." dedim onu uyararak. "Ben sizin yerinizde olsam kimseye çok güvenmezdim. Biz değil ama siz doktorlar, yeri daha rahat doldurulabilecek kişilersiniz."

Dışarı çıktığımda kapıyı ardımdan kapattım. Koridorda yürümeye başladığımda kollarımı göğsümde bağladım. Odaya tam gireceğim sırada duyduğum çığlık sesi ile başım çığlığın geldiği tarafa döndü. Çığlık bir kez daha duyulduğunda geldiğim tarafa doğru yürümeye başladım. Psikiyatr odasının az ilerisinde durduğumda elinde bir bıçak ile duran kadını gördüm.

Yerde yatan bir ceset vardı. Akan kan, beyaz zemini renklendirmişti. Kadının eli titriyordu. Üstündeki beyaz giysiler de, zemin gibi kan ile renklenmişti. Kadın ile gözlerimiz buluştuğunda buraya doğru sedye ile koşarak gelen hemşireleri gördüm. Arkamdaki kapı açıldığında dönüp bakmadım. Hemşireler yerdeki bedeni koltuk altlarından ve ayaklarından tutarak getirdikleri sedyeye yatırdılar. Onları bu halde görenler, o herifi tedavi içim ameliyathaneye götüreceklerini düşünürdü. Bu, büyük bir yanılgı olurdu.

Sedye önümüzden geçerek giderken, başka bir hemşire kadının elinden bıçağı aldı ve onu kolundan tutarak götürmeye başladı.

Kadın götürülürken hemen peşine başka bir hemşire buraya geldi ve yerdeki kanı paspas ile temizledi. Paspası kovada temizleyip tekrar yeri sildiğinde hemen geri gitti.

Bugünde koridorların kan koktuğu günlerden biriydi.

Arkamı dönüp açık kapıya baktığımda, doktorun dehşet dolu gözlerle olan biteni izlediğini gördüm. "O kadar şaşırdığınızı belli etmeyin doktor. Burası Harese, buranın alışılmışı bu."

Doktor gözlerini bana çevirdiğinde yutkundu. "Bu," dedi sayıklamayı andıran sesiyle. "bu yasa dışı." dediğinde gülümsedim. Soğuk bir gülümseyişti bu. "Aksine," dedim. "buranın kanunu bu." dedim ve doktora baktım baştan aşağı. "Bizi iyileştirmeye diye geldiniz ama buradan çıktıktan sonra iyileştirilmesi gereken siz olacakmış gibi gözüküyorsunuz." dedim ve kıkırdadım.

Doktor bu sefer dehşet içinde bana baktı.

"Size şöyle söyleyeyim doktor," dedim kollarımı göğsümde bağlarken.

"Ya bir çarpanı olacaksınız doktor. Varlığınız ile yokluğunuz bir olacak. Buraya gelişiniz hiçbir şeyi değiştirmeyecek." sonrasında ciddiyetle ekledim. "Ya da sıfır çarpanı olacaksınız. Öyle bir uyanış olacak ki sizin ki, buranın kuralları baştan yazılacak. Her şeyi yok edeceksiniz, burayı yok edeceksiniz doktor."

"Bu ne kadardır süredir... böyle?" dedi duraksayarak. Sesi hâlâ az önce yaşadıklarının etkisini atabilmiş değildi. "Şunu söyleyeyim, ben geldiğimde de böyleydi." kaşları havaya kalktı. Eli saçlarına gitti ve saçlarını karıştırdı.

"Ama şunu da ekleyeyim doktor. Burası Harese. Buradan çıkış yok."

 

 

Loading...
0%