Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GİRİŞ

@mealonia

HARESE: MAHZEN

 

Dirt Poor Robins, But Never a Key

 

 

 

Geçmiş değil, şimdi. Şuan. Şu dakika. En. Nefret. Ettiğim. An. Eğer hatırlayabilseydim.

Bazı masallar anlatılırdı bizlere küçükken. Bazen de anlatılmak istenilenler sığdırılırdı o masallara. Kaç yalan sığdırılırdı o masallara, kaç imkânsız ulaşılana bilinir gibi gösterilirdi?

Tik tak, tik tak... Geliyor masal vakti.

Anlatılmak istenilenlerin içi boş çuvala doldurulup bekletildiği zaman, vakti dolardı işte o anlamların. Kelimeye anlamı kazandıran o dakika, o saniye değil miydi? Yıllar sonra çuvaldan çıkarılıp söylendiğinde anlamını yitirmez miydi?

Sakla samanı, gelir zamanı. Saklardın samanı da, gelir miydi ki zamanı?

Etrafa bakıyorum. Çok kalabalık, çok fazla ses var. Zihnim bulanık, önümü görmemi engelliyor. Hayır, hayır. Gerçekleri görmemi engelliyor. Birisi konuşuyor, sesi net değil duyamıyorum. Zihnimde geçmişim oynuyor, çıkamıyorum o gerçeklikten. Kusmak istiyorum, genzimi yakan bir sıvı var ama olmuyor.

Dayım geliyor, eline silahı alıyor ve anneme doğrultuyor. Hayır, hayır. Bu geçmiş zaman değildi. Bu tam olarak karşımdaki görüntüydü. Kahverengi eski dolabın kapağı benim görünmemi engellerken, onlar ise tam karşımdaydı. Fark ediyorum görmemi engelleyen sadece zihnimin bulanıklığı değil, gözyaşlarımdı.

Dayımın elindeki siyah silaha baktım. Tutuşu acemice geldi gözüme. Sanki silah çok ağırdı ve taşıyamıyordu. Sahi, ağır mıydı silahlar?

Annem ağlıyordu. Yıkılmış görünüyordu. Önünde abim vardı. Kalkan olmuştu ona. Öfkeli gözüküyordu. "Annemden uzak dur!" diye bağırdı öfkeyle. "O senin karşısına çıkıp silah doğrultacağın kadın değil!"

Ortalık cehennem yeri gibiydi. Etraftaki öfke ve nefret, cehennem ateşi gibiydi.

Bakışlarım dayıma kaydığında yüzündeki öfkeli gülümsemeyi gördüm. "Senin bu anan," diye bağırdı öfkeyle. Hani komşular? Hani polis? Neden gelip kurtarmıyorlar bizi?

"Orospu oldu senin bu anan!" diye bağırdı. Sesi sanki ateşe atılan közdü. Harladı yangını.

"Bak oğlum göremiyorsunuz siz. Adınıza leke sürer bu kadın. Bırak geberteyim!" dedi sonda tekrar yükselerek. Bir adım attı abime. İrkildim. Dengemi kaybeder gibi oldum ama sonrasında abimin sözlerini hatırladım ve zorda olsa sabit kalabildim.

"Ne lekesi dayı?" dedi abim. Sesi öfkenin kuşattığı o kılıçtı. Sanki sesi ele alınabilse, sağ bırakmayacaktı kimseyi. "Benim annem ne orospu, ne de başka bir şey! Benim annem ne adımıza leke sürer, ne de sürdürtür! Senin sandığın kadar kolay değil o işler! Hadi biri sürsün adımıza leke!" dayımın üstüne yürüdüğünde korkup sindim olduğum yere.

Çıksam ne yapabilirdim. Hiçbir şey. On üç yaşındaydım ben. Kim ciddiye alırdı beni. İter, kakardı herkes. Ne yapabilirim, ne yapabilirim, yaş on üç. Hiçbir şey yapamadım.

Dayımın silahı yükseldi. Abimin omzunun üstünden annemi buldu. Hedef annem. Saat 22.05.

Abim öfkeyle itti dayımı. Bu öylesine güçlü bir itişti ki, dayım sendeledi. Koltuğa çarptı, bir eli koltuğa tutundu ama bırakmadı o silahı. "Piç..." diye öfkeyle dişlerinin arasından konuştuğunu duydum dayımın. Abim öfkelendi. Dayımın üstüne yürü ve yumruğunu sertçe geçirdi ona. Ağzım aralanırken yüzüm buruştu. Elim dolaba tutunduğunda anneme baktım. Karnını tutarak kalktı düştüğü yerden. Kandı beyaz teni. Bu sefer tenini renklendiren allık değil, kandı.

"Oğlum bırak." dedi annem zar zor. Eli acıyla karnını tutuyordu. Dayımın attığı tekmeler yürümesini engelliyordu. "Değmez oğlum." dedi annem acıyla bu sefer. "Başın belaya girecek." dediğinde sesi zar zor çıkıyordu.

"Senin bu anan var ya, sizden habersiz bir ton şey çeviriyor! Parasını oraya burada yatırıyor! Sizin geleceğinizle oynuyor!" diye bağırdı. Göğsü hızlıca inip kalkıyordu dayımın. Annemin zıttı olan mavi gözleri öfkeyle kızarmıştı.

"Ne saçmaladı-" demesine kalmadı abimin. Silah tekrar kalktı. Ama bu sefer tetiğe basıldı. Çıkan gür ses heba etti kulakları. Çıkan kargaşa durdu, her yer sessizliğe kurban gitti. Yere düşen bir beden sesi duyduğumda o an çığlık bile atamadığımı fark ettim. Sıkıca kapadığım gözlerimi titreyerek açtığımda yere düşen bedeni gördüm.

Abim, abim, abim. O an ağzımdan gür bir çığlık koptu. Açıkgözleri sanki dolabın aralık kapağından bana bakmak istermişçesine bana dönüktü. Kahvenin en koyu rengine sahip hareleri dik bir şekilde bana bakarken, alnının sol tarafındaki kanlı delikten akan kırmızı sıvı halıyı boyadı. Elim hızlıca itti dolabın kapağını. Dolap kapağı sertçe itilmesinden dolayı ses çıkarırken gıcırdadı.

"Hadi ama abicim." dedi abim şefkatle yüzümü tutarken. "Korktuğunu biliyorum." dediği an, arkadan bir bağırış yükseldi. İrkilip geri çektim bedenimi. Abim öfkeyle gözünü yumduğunda başını çevirip arkaya baktı.

Ardından bana tekrar döndü. "Sen burada saklan. Biliyorsun saklambacı. Hatırla kuralları."

"Ebe gelene kadar çıkmak yok." dedi.

"Ebe gelene kadar çıkmak yok." dedim onunla aynı anda.

"Korktuğunda," dedi ve yutkundu. "Hangi şarkıyı söyleyeceğini biliyorsun." dedi.

"Bir küçücük aslancık varmış, kırlarda ko-ko-koşar oynarmış. Abisi onu çok çok severmiş..."

"Abi..." dedim ellerim ona dokunmaya korkarken. Abi hayır, hayır. Korkarım ben mezarlıktan. Bilirsin bunu. Yapma bunu bana...

"Siktir!" dediğini duydum dayımın. Abimin açıkgözleri bana bakarken gözlerimdeki yaşlar yanağımı ıslattı. Bir yaş yanağımdan düşüp onu bulduğunda irkilmedi. Oysaki o ıslak ıslak öpülmeyi bile sevmezdi ki.

"Abi, abi... ABİ!" diye bağırdım gür sesimle. Ellerim bedenini dokunamıyordu. Korkuyordum. Çok korkuyordum hem de. "Anne bir şey yap!" diye bağırdım korkudan titrerken. Gözüm dayıma kaydığında yere çöktüğünü gördüm.

"Bir küçü-cük..." dedim hıçkırarak. "Abi kalk." dedim bana bakan kahverengi gözlerine. "Abi n'olursun kalk... Çok korkuyorum..." kısık sesim havada asılı kaldı. Abim kalkmadı.

"Hapse giremem." diye kısık sesle konuştuğunu duydum dayımın kendi kendine. "Hapse giremem." dedi tekrar. Şoka girmiş gibiydi. Oysaki buraya bu evden bir ceset ile ayrılmak için gelmemiş miydi?

Annem zorlukla yutkundu. Gözyaşları çenesinden akıp, beyaz gömleğini ıslatıyordu artık. Bir anda ne olduğunu anlamadan uzandı ve dayımın elinde savunmasız bir şekilde duran silahı aldı.

Ayağa kalktığında dizleri titriyordu. Sanki o an tüm dünyanın yükü onun omuzlarındaydı. Silahı dayıma doğrulttuğunda irkildim. Hayır, dayım değil, abimin katili. O silahın tekrar patlamasından korktum.

"Hapse giremez misin?" dedi annem alayla. Yanaklarından yaşlar akıyordu. Eli karnını tutarken, diğer eli silahı tutuyordu. "Benim oğlumu öldürdün! Yaşatmam seni artık!" diye bağırdı ve silah ateşlendi. Nefesim kesildi. Kan kokusu burnumdan sızıp zihnimde yer edindi. Abimin katili sendeledi ve koltuğa düştü. Bedeni birkaç saniye içinde gevşerken, ona baktım titreyerek. Kandan delik bu sefer onun kalbinin üzerindeydi. Akan kan, mavi ekoseli gömleği kırmızıya boyarken etrafta kan kokusu artmıştı.

Annem o gün abimin kanını yerde bırakmadı ama benim ne olacağımı da kimse umursamadı. Bunu üçüncü silah sesinden sonra öğrendim. Annemin cansız bedeni abimin başucuna düşerken tekrar çığlığım duyuldu. O gece saat 23.01 sularında evden dört ceset çıkarıldı. Sadece biri gömülmedi.

Ve o gece öğrendim ki, silahlar ağırdı.

 

🕯

 

 

Dipnot: Kitap yetişkin içerik kategorisindedir. İçerisinde olumsuz örnek barındıran sahneler yer alacaktır. Bu uyarıyı göz önüne alarak kitaba başlayınız.

 

Yayın tarihi: 12.03.2023

Loading...
0%