Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. GEÇMİŞİN FOTOĞRAFI

@mealonia

 

2. GEÇMİŞİN FOTOĞRAFI

 

Lp, Forever for Now

Nessa Barrett, keep me afraid

 

 

 

 

 

 

Bir gün başlayacak çanlar çalmaya. Bakacaksın etrafa, ne için olduğunu sorgulayacaksın ama sadece o gün bulabileceksin. Belki de sona geldiğinde.

 

 

 

 

 

 

 

 

Güneş ışığı Mihrişah'ın yüzüne vururken o, bunu asla umursamadan uykusuna devam ediyordu. Oldum olası benimle uyumayı çok severdi. Belki de onun yanında bana bir şey olmayacağını biliyordur ya da kendini daha güvende hissediyordu.

Doğrultmuş olduğum bedenimi yatağa geri bırakıp elimi kahve saçlarına koydum. Saçlarını okşamaya başladığımda bir kez daha şükrettim bana benzediği için, ondan bir kırıntı bile taşımadığı için. Çekik gözleri babama benziyordu. Kahve saçları ve gözleri bendendi. Yüzümde küçük bir gülümseme olurken, Mihrişah mırıldanarak yüzünü güneşten aksi tarafa, bana döndürerek başını gerdanıma yaklaştırdı.

Bacağını bana doğru atarak beni tekmelediğinde yüzüm alışkanlıkla buruştu.

Alnına bir buse bırakıp ince örtüyü beline kadar örttüm. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp terliklerimi giydiğimde sessizce odadan çıktım. Odamın karşısında yer alan banyoya girdiğimde suyu açarak elimi yüzümü yıkadım.

Saat on ikiye yaklaşıyordu. Mihrişah kendini huzurlu hissettiği için hiç uyumadığı kadar uyumuştu bugün. Onu uyandırmak istemediğim için banyonun kapısını sessizce kapatıp mutfağa doğru adımladım. Mutfağa girdiğimde ocağın altını yakarak çay suyunu kaynamaya bıraktım.

Pencereye doğru adımladım usulca. Çoktan uyanmış ve ondan kaçtığımızın farkına varmıştı. Adamlarını büyük bir sorguya çekiyordu belki de şuan.

Camı açmadan dışarıya baktığımda sokağın sessiz olduğunu gördüm. Çocuklar büyük ihtimalle öğleden sonra dışarıya çıkacaktı. Mahalleli buraya geldiğimi öğrenmiş olmalıydı. Tepkilerini içten içe merak etmiyor değildim fakat bir tarafım dışarıya adım atmak istemiyordu.

Fakat bugün dışarıya çıkıp mücevherleri satmam lazımdı. İlk önce alyansı satacaktım. Bana zorla taktığı, çıkardığımda ise bana yapmadığını bırakmadığı alyansı. İlk önce onu kaldıracaktım ortadan.

"Anne..." bana seslenen uyku mahmuru sesi duymamla gözlerimi dışarıdan alıp ona çevirdim. Gülümseyerek ona yaklaştım. "Günaydın bebeğim." dedim boyuna eğilirken. Yanağından öptüğümde huysuzca mırıldandı.

"Hadi elini yüzünü yıka, kahvaltı hazırlayayım bende." dediğimde başını salladı. "Pankek yapar mısın annecim?" dediğinde başımı salladım. "Tabiki bebeğim, hadi." diyerek onu döndürdüm ve acıtmayacak şekilde kalçasına vurdum. Kıkırdayıp mutfaktan çıktığında, buzdolabının kapağını açıp dün aldığım kahvaltılıkları çıkardım.

Pankek için gerekli malzemeleri de çıkardığımda ilk önce pankek harcını hazırladım. Harcı bir kenara bırakıp alt dolaptan tavayı çıkardım. Hafifçe tavayı yağlayıp ocağın altını açtım. Bu sırada Mihrişah mutfağa girdi ve buzdolabıyla, duvarın arasına konulmuş dar alandan tabureyi çıkardı.

Katlanmış tabureyi bana uzattığında elinden alıp açtım. Ocağın bağına koyduğumda sabırsızlıkla harcı tavaya dökmemi bekliyordu.

Bir iki dakika sonra kepçeyi alarak harca batırdım ve yeterli miktarda tavaya yaydım. Birkaç tane daha yaptıktan sonra kâseyi kenara bırakarak kahvaltılıkları tabaklara koymaya başladım.

"Anne, anne! Yandı yandı!" dedi Mihrişah heyecanla. Bu onun dilinde pişti demekti. Pankekin üstü pişip küçük yuvarlaklar oluşmaya başlayınca böyle söylerdi hep.

Çayın altı kaynadığında demliğe az miktarda çok koydum.

Pankeklerin hepsini yaptıktan sonra mutfaktaki küçük masaya yerleştirdim kahvaltılıkları. Mihrişah iki tane çatalı çekmeceden alıp sandalyeye oturduğunda, ince belli bardağa çayı döktüm. Çaydanlığı ocağa geri koyup, buzdolabına yöneldim. Meyve suyunu çıkarıp bardağa döktüm ve kutuyu dolaba geri yerleştirdim.

Kahvaltımızı ettikten sonra Mihrişah odaya geçip oyuncaklarıyla oynarken acele etmeden masayı toparladım. Ocağın altını kapatıp odaya geçtiğimde gardıroba doğru ilerledim. Dolabın kabaklarını açtığımda, kapağında gördüğüm fotoğraf duraksamamı sağladı. Dün nasıl görmemiştim bu fotoğrafı?

Gülümseyen yüzü, kalbime acı olarak döndü. Geçmişin güzelliği artık bir şey ifade etmiyordu.

Elim fotoğrafı oradan çekip almak için kalktı ama sonrasında parmaklarım avucumun içine kapandı. Aklım, onu oradan çekip al, diye bağırırken, kalbim, kıyacak mısın o fotoğrafa, bir fotoğrafı yırttığında geçmişten bir anı silinecek mi? diyordu.

Bedenim kalbime uydu, elim gitmedi fotoğrafa, yüreğim kıyamadı ona.

Zorlukla gözlerimi fotoğraftan çekip kıyafetlerime baktım. Mavi bir mom jeani elime aldım. Üstüne giymek için beyaz, kare yaka, kolları balon olan büstiyeri aldım. Üstümdeki pijamaları çıkarıp elime aldıklarımı giyindim. Dolabın diğer kısmını açarak Mihrişah için bebek mavisi, eteği hafif kabarık olan elbiseyi çıkardım.

"Bebeğim." diye seslendim ona, elime beyaz kol çantasını alırken.

"Hadi giy bunu. Dışarı çıkacağız." dediğimde ayağa kalktı hızlıca. Yanıma geldiğinde elimdeki mavi elbiseyi aldı. Elbiseye baktığında beğenmiş olacak ki itiraz etmeden yatağa doğru adımladı. Üstündeki şortu ve askılı pijamayı çıkardığında yanına vardım. Yatağın üstüne koymuş oldu elbiseyi ona giydirmek için eteğini topladığımda kollarını elbisenin kollarından geçirdi.

Başından geçen elbiseyi aşağı indirdiğimde kollarının kısa ve hafif balon kol olduğunu gördüm.

"Gel bebeğim saçlarını yapalım." dediğimde itiraz etmeden makyaj masasının önündeki sandalyeye oturdu. Düz kalın telli saçlarını canını acıtmadan taradım. İnce lastikleri toka kutusundan aldım. Saçlarının ön tutamlarını alıp iki yandan bağladım. Kâküllerini elimle düzelttim.

Saçlarının arkası açıktı. Umarım rahatsız olmak diye düşünerek kendi saçımdaki mandal tokayı çıkararak taradım. Saçlarımı enseden bağladığımda, kendi kâküllerimi de düzettim.

Mihrişah heyecanla eline aldığı pelüş filiyle beni beklerken gözleri camdaydı. Parfümümü de üstüme sıkıp eşyalarımı kol çantasına yerleştirdim. "Hadi bebeğim." dediğimde başını salladı. Ayaklarına baktığımda çıplak olduğunu gördüm.

Odadan çıkmadan çekmeceden onun için beyaz çorapları aldım. Odadan çıktığımda portmantonun kapaklarını açtım. İkimizin de beyaz sporlarını aldığımda kapıyı araladığımda, ilk önce çorapları giydirdikten sonra, ayakkabılarını da giydirdim peşi sıra.

Kendi ayakkabılarımı da giydikten sonra kapıyı kapatarak kilitledim.

Dışarı çıktığımızda güneş gözlerimi alırken gözlerim kısıldı. Saat ikiye gelmeye başlamıştı ve güneş kendini iyice belli ediyordu. Mihrişah'ın elinden tutup yürümeye başladığımda mahallenin tanıdık yüzlerini görmemek için sadece önüme bakıyordum.

Bana bakıp şaşıran yüzleri her gördüğümde, arkamdan benim hakkımda konuşuyorlardı. Sonra kızıma bakıyorlardı. Bu sefer ikimiz hakkında konuşmaya başlıyorlardı.

Tüm bunları arkada bırakarak sokaktan çıktığımızda, "Anne nereye gidiyoruz?" diye sordu Mihrişah tüm merakıyla. "Ufak bir işimiz var bebeğim. İstersen sonra parka geçeriz." dediğimde hızlıca başını salladı.

"Evet, anne lütfen lütfen!" dediğinde haline gülümsedim.

Kuyumcunun önüne geldiğimizde derin bir nefes aldım. İçeri baktığımda birkaç kadın vardı. Merdivenleri çıktığımızda içeriden bizi gören kuyumcu zile bastı ve kapı açıldı. Kapıyı ittiğimde içerisinin ferah olduğunu hissettiğim bedenim rahatladı.

Boş siyah deri koltukları göstererek, "Annecim geç sen otur şöyle." dediğimde başını sallayarak koltuklara ilerledi. Oyuncağını bırakmadan koltuğun iki yanından destek alarak koltuğa oturdu. Yaşıtlarına göre boyu biraz kısaydı. Tek temennim ileride boyunun uzamasıydı.

Tezgâha ilerlediğimde çantamdan alyansı ve tek taşı çıkardım.

"Buyur abla." diyen adama baktım. "Ben bunları satmak istiyorum." dediğimde başını salladı ve cam tezgâha bıraktığım yüzükleri aldı. Tartıya koydu ve daha sonra hesap makinesinde bir şeyler yaptı.

"On iki bin iki yüz elli veririm abla." dediğinde başımı salladım. Altınların ayarı yüksekti fakat birkaç senelik olduğu için meblağ bu kadardı. Adam uzaklaşıp parayı getirdiğinde bir kesenin içine koydu. Parayı aldığımda çantama yerleştirdim. "Kolay gelsin." diyerek uzaklaştım oradan. Elimi Mihrişah'a uzattım. Koltuktan kayarak kendini attı ve yanıma gelerek elimi tuttu.

Kuyumcudan çıktığımızda küçükken babamın beni götürdüğü parka doğru adımladım. Mihrişah sanki durgunluğumu hissetmiş gibi sessizdi. Sadece elimi tutuyor ve gözlerini etrafta gezdiriyordu.

Kuyumcuya çokta uzak olmayan parka geldiğimizde pek kimsenin olmadığını gördüm. Güneşten dolayı ancak üç kadın ve onların çocukları vardı. Mihrişah beni salıncağa doğru ilerletti. Sarı renkli salıncağın korumasını kaldırıp onu havaya kaldırdım ve oturmasını sağladım.

Elleri zincirleri tutarken oyuncağını korumalık ile kendi arasında sıkıştırmıştı. Salıncağın arkasına geçerek onu sallamaya başladığımda ara ara kıkırdıyordu. Rüzgârın saçlarını uçuşturması hoşuna gidiyordu.

Gözlerim parktaki banka kaydığında nefeslerim sıklaştı, aklım bana oyunlar oynadı. Geçmiş yine önüme serildiğinde gözlerimi yumdum sıkıca. Oradaydık, sırtım göğsüne yaslanmıştı ve geleceğimiz hakkında konuşuyorduk. Hemşire olmak istediğimi söylüyordum ona. O ise büyük bir inançla bunu başarabileceğimi söylüyordu. O askerlik okuyordu zaten. Tatil vermişlerdi de o yüzden soluğu burada almıştı. Künyesini benim alacağımı söylediğimde gülüp şakağıma bir öpücük bırakıyordu.

Islanan yanağımı koluma sildim.

"Anne." diye seslendi Mihrişah. Daldığım yerden gözlerimi alıp ona baktım. "Efendim Mihrişah?" diye sorduğumda, "Sıkıldım gidelim." diye sızlandı. Normalde bu saatler onun uyku saatleriydi fakat bugün zaten oldukça geç uyanmıştı.

Salıncağı durdurup onu indirdiğimde parktan çıktık. Gölgeden yürüyerek eve doğru ilerlemeye başladığımızda duyulan çalgı selleri ile adımlarım yavaşlıyordu. Bige'nin 'Abim en geç iki güne gelecek görevden.' deyişi çınladı kulağımda. Gelmiş miydi? Onun için miydi bu çalgı çengi?

"Anne neden durduk?" diye sordu Mihrişah elimi çekerek. Ona baktığımda yutkundum. "Bir şey düşündüm de kızım. O yüzden, hadi." dediğimde tekrar yürümeye başladık. Her eve yaklaşmamızda içimde bir duygu belirmeye başlıyordu. Çözemedim bu duyguyu, çözmek istemedim. Korktum o duygudan.

Sokağın başına geldiğimizde davul sesleri azalmıştı. Sokağın ucundan bile gözüken kalabalığın içinde o vardı. Her görevden dönüşünde onu böyle mi karşılıyorlardı? Sokağa girdiğimizde eğilip Mihrişah'ı kucağıma aldım. Yüzünü boynuma gömüp başımı eğdim. Beni görmesini, fark etmesini istemedim.

Ne konuşacaktık ki biz onunla? Konuşacak neyimiz kalmıştı? Bizim sayfamız yedi sene önce kapanmıştı. On sekizimde yoktu, on dokuzumda yoktu. Yirmimde, yirmi birimde yoktu. Elimi çantama atıp anahtarı çıkardım içinden. Eve yaklaştığımızda kalabalığın eve girdiğini gördüm. Onların evinin kapısı kapandı. Adımlarımı hızlandırarak evin bahçesine girdim ve adımlarımı duraksatmadan anahtarı deliğe sokmaya çalıştım. Acele ettiğim için birkaç zorlayıştan sonra anahtar deliğe girdiğinde, anahtarı çevirerek kapıyı açtım. Aralanan kapıyla birlikte Mihrişah'ı kucağımdan indirerek onların evine baktım.

O an camdan bana bakan Bige ile göz göze geldik. Acelemi, telaşımı görmüştü. Gözleri büyük bir hüzne ev sahipliği yapıyordu. Önüme döndüm ve eve girerek kapıyı kapattım. Sırtım kapıya yaslanırken elim alnımı buldu. Kalbim çok hızlı atıyordu. Gözlerimi açtığımda Mihrişah'ı ara holde göremedim.

Kapıdan doğrulup salona baktım. Mihrişah'ı orada göremeyince odama girecekken, bir anda kendisi çıktı oradan. Heyecanla baktı bana. "Anne." dedi yerinde duramayan tavırlarıyla. "Efendim Mihrişah?" dediğimde kafasını çevirip odaya baktı ve sonrasında hızlıca bana döndü.

"Bende dışarı çıkabilir miyim?" diye sorduğunda ağzım hayır demek için açıldı. Mihrişah sanki alacağı cevabı biliyormuş gibi bana yaklaştı. Elini bacağıma koydu. "Beni de çağırdılar anne." dedi gözlerindeki sevinçle. "Bende gideyim n'olursun!" dediğinde omuzlarım çöktü.

"Mihrişah-" dediğimde lafımı kesti "Annecim lütfen."

Gözlerinde almak istemedim o heyecanı. "Peki." dedim kabullenmişlikle. Küçük bir sevinç çığlığı attığında kapının girişinde duran ayakkabılarını aldım. Hızlıca yanıma yaklaşıp giydirmem için ayaklarını uzattığında ayakkabıları giydirip bağcıklarını bağladım.

Kapıyı açmadan önce kollarından tuttum. "Fazla koşmak yok, buradan uzaklaşmak yok. Gölgede duracaksın." dediğimde başını salladı. "Susadığında kapıyı tıklat bebeğim." dediğimde tekrar başını salladı. Bana eğilip yanağıma dudaklarını bastırdığında gülümsedim.

Kapıyı açtığımda dışarı çıkacakken bir anda durdu. "Filim!" dedi gözlerini irileştirerek.

"Bebeğim arkadaşların olacak ya zaten." dediğimde başını iki yana salladı. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Odaya dönerek file baktığımda, yatağın üstünde gördüm. Yatağa yaklaşıp fili aldıktan sonra geri döndüm ara hole. Filini ona uzattığım da elimden alıp koluna sıkıştırdı.

Yavaşça merdivenleri indiğinde koşarak oyun oynayan çocukların yanına vardı. Küçük sarışın bir kız çocuğuyla konuştuktan sonra onlarla birlikte oynamaya başladı. Kapıyı kapatıp salona geçtim. Pencerenin önüne geldiğimde tülün ardından gözlerim Mihrişah'ı buldu. Çocuklar çember olmuştu ve aralarında ebe belirleyeceklerdi sanırım.

Bir erkek çocuğunu gösterdi, sayan kızın eli. Erkek çocuğu sızlansa da bir evin duvarına yaslanarak saymaya başladı. Çocuklar etrafta koşuşturduğunda, gözlerim kızımı buldu.

İlk önce afalladı. Diğer çocuklar kaçarken o nereye kaçacağını bilemedi. Bir çocuk yaklaştı ona. Yedi yaşında olmalıydı sanırım. Mihrişah'ın elinden tutup bir şeyeler söyledikten sonra birlikte ortadan kayboldular. Yüzümde oluşan gülümsemeyle saymayı bitirmiş çocuğa baktım.

Gözleri etrafta gezindikten sonra eli saçlarına gitti ve kafasını kaşıdı. Bu sevimli hali beni gülümsetirken olduğu yerden çok uzaklaşmadan etrafa baktı. Kendime hâkim olamayıp perdeyi aralayarak pencereyi açtım ve kollarımı mermere yaslayıp onları daha net izlemeye başladım.

Çocuğun gözleri beni bulduğunda 'Neredeler?' diye ağzını oynattı. Bilmiyorum dercesine dudak büzdüğümde bana yüzünü buruşturdu. Ağzım şaşkınlıkla aralandığında o, nihayet olduğu yerden uzaklaşıp arkadaşlarını aramaya başladı.

O çok uzaklaşmadan sarışın kız çocuğu gelip duvara elini bastırdı ve "Sobe!" diye bağırdı. Bana yüzünü buruşturan çocuk hızlıca arkasını döndüğünde elleri belini bulmuştu. Sarışın kız olduğu yerde sevinç dansı yaptığında, oğlan sinirlenerek aramaya başladı arkadaşlarını.

Gözden kaybolduktan saniyeler sonra koşarak olduğu yere geldiğinde "Sobe! Ece Sobe!" diye bağırdı. Esmer kız kollarını göğsünde bağdaştırarak oyun alanına gelirken küskünce kaldırama oturdu.

Çocuk bazen sobelerken, bazen sobelendi. Gözlerim etrafta Mihrişah'ı aradı. Kaşlarım çatılırken bir anda bir arabanın arkasında gözüktüler. Nereden çıktıklarını anlayamazken ebe çocuk uzaklaştığında koşmaya başladılar. O an fark ettiğim Mihrişah'ın elindeki papatya oldu.

Yerimden doğrulurken onlar duvara ellerini bastırıp, "Sobe!" diye bağırdılar. Nefes nefese durduklarında ebe çocuk herkese dil çıkardı. Küskünce yere çöktüğünde Kollarını birbirine bağladı. "Oynayayamıyoyum işte!" diye bağırdı. Mihrişah çocuğa yaklaşıp elindeki çiçeği ona uzattı.

"Üzülme al, bak papatya." dediğinde çocuk bir Mihrişah'a bir de elindeki çiçeğe baktı. Çocuk çekinerek çiçeği aldığında sessizce bir şeyler mırıldandı. Mihrişah'la beraber saklanan çocuk hızlıca onların yanına gitti. "Ama ben onu sana vermiştim." dedi şaşkınca.

Mihrişah mahcup bir ifadeyle ona baktı. "Ama üzülmüştü." dediğinde ellerini arkasında birleştirmişti. Kaşlarım çatılırken çocuk omuzlarını düşürdü. Ardından kaşlarını çatarak Bige'lerin evine doğru yürümeye başladı.

Kapıyı sertçe çaldığında kapı Bige tarafından açıldı. O çocukla bir şeyler konuştuktan sonra, çocuk ondan sıyrılarak içeri girdi. Bige ne yaşadığını şaşırarak başını kaldırdığında benimle göz göze geldi. Yüz ifadesi değişirken, benim yüzümdeki gülümseme soldu.

Gözlerini kaçırarak kapıyı kapattığında gözlerim evlerinin penceresine kaydı. O an perdesi çekili olan, camı aralık olan pencereden onu gördüm. Kalbimin durduğunu hissettim. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Biriyle bir şeyler konuşuyordu.

Kalbimin ikiye yarıldığını hissettim. Mutlu diye geçirdim içimden. O an dişlerimi birbirine batırdım. Pencereyi kapatıp perdeyi çektiğimde hızlıca odama doğru yürüdüm.

Gülümsemesi gözlerimin önünden gitmezken, odaya girdiğim gibi çalışma masasına doğru ilerledim. Fotoğrafların asılı olduğu demirden çekip aldım onunla olan fotoğraflarımızı. Sonra dolaba doğru ilerledim. Kapağını açtığım gibi sabah almaya kıyamadığım fotoğrafı oradan çekip almam saliselerimi aldı. Kalbimde acımadı bu sefer. Susup kenara çekildi.

Birkaç saat önce o fotoğrafı oradan almaya kıyamazken, şimdi acımasızca söküp almıştım fotoğrafları. Sanki kalbimden söküp atmak ister gibiydim. Onu kalbimden atmak, her şeyi unutmak ister gibiydim.

Ne ara mutfağa geçip, çekmeceden çakmağı alıp fotoğrafları yakmaya başladım hatırlamıyorum. Yanan geçmişin izleri kül olurken, içimde o fotoğraflara ait olan anılar sızladı. Fotoğrafları lavabonun içine attığımda ellerimi sertçe tezgâha vurdum. Göğsüm hızlıca inip kalkıyordu.

Yere çöktüğümde bedenim az önceki duygu selinin ağırlığını taşır gibi durgunlaşmıştı.

Mutfağın açık penceresinden duyduğum çığlık sesiyle birlikte yüreğim ağzıma gelirken doğruldum hızlıca. "Mihrişah." diye sayıkladım o an. Mutfaktan çıkıp ara hole vardığımda hızlıca kapıyı araladım. Kapıyı açtığımda telaşlı gözlerim etrafta gezindi.

O an kaldırımda oturmuş ağlayan Mihrişah'ı görmemle nasıl yanına vardım bilmiyorum.

Yanına vardığımda ellerim küçük bedenini kontrol etti. Hasar tespiti bittikten sonra hıçkırarak ağlayan kızıma baktım. Küçük yüzünü avuçladığımda "Bebeğim ne oldu?" diye sordum endişeyle. Bana cevap vermeyip içli içli ağlarken, gözlerim etrafımıza dizilmiş çocuklara kaydı.

"Neden ağlıyor?" diye sordum yüreğim sıkışırken. Az önce oyun oynarken ebe olan çocuk yanımıza yaklaştı. "Oyuyuncağını aydılar. Yıytıldı." dediğinde öfkeyle sarışın kıza baktı.

Omuzlarım çökerken ağlamaktan kızarmış suratına baktım. "Bebeğim." dedim şefkatli ses tonumla. "Anne." dedi iç çekişlerinin arasında. "Onu, onu sen almıştın." dediğinde bana sarıldı ve başını sakladı.

Ebe çocuk uzaklaştı ve sonra koşarak yanımıza geldi. Elinde tuttuğu kafası hafif sökülmüş olan fili bana uzattığında fili elinden aldım. "Bebeğim ağlama dikeriz." dediğimde bana cevap vermedi. Ağlayışı iç çekişlerine dönmeye başladığında bana oyuncağı uzatan çocuk "Özüy dilerim." dedi.

"Sen neden özür diliyorsun ki?" diye sorduğumda omuz silkti. Elini cebine atarak Mihrişah'ın ona vermiş olduğu papatyayı, ağlayan kızıma uzattı. "Al." dediğinde Mihrişah başını hafifçe boynumda çıkarıp çocuğa baktı. "Ama onu, onu sana ben verdim." dedi hıçkırıklarının arasında.

"Ama üzüydün." dedi. Mihrişah bana baktı. Ona tebessüm ettiğimde papatyayı çocuktan aldı ve başını omzuma yasladı.

"Teşekkür ederim." diye mırıldandı. Çocuk bunu duymuş olmalı ki gülümsedi.

"Ne oldu burada?" diyen sese baktığımda Bige'nin hızlı adımlarla buraya geldiğini gördüm. "Çığlık sesi duydum." dedi endişeli sesiyle. Göğsü hızlıca inip kalkıyordu. Panik olmuş gibiydi.

Ona cevap vermedim. Mihrişah'ı kucağıma aldığımda ona papatya veren çocuğun saçlarını okşadım. "Adın ne senin?" diye sorduğumda, utanarak bakışlarını kaçırdı. "Han." dediğinde kaşlarım havaya kalktı. "Hm, ne kadar güzel adın varmış senin." dediğimde utanarak gülümsedi.

"Teşekkür ederiz küçük bey." dediğimde "Yica edeyim." dedi. Mihrişah ile aynı yaşta olmalılardı ya da bir yaş büyüktü. Konuşmasında sıkıntı vardı. Dudağım kıvrılırken ona el salladım.

Arkamı dönüp gidecekken, "Asena... Asena!" diye bağırdı o ses. İlk önce sayıklar gibi çıkan sesi sonradan bağırışa döndü. Adımım havada kaldı. Gülümseyen yüzüm soldu. Buraya doğru atılan adımları hissettiğimde hızlıca ona baktım. Bakmamla eve doğru koşmaya başladım.

Bahçeye girip kapısını kapattığım gibi tekrar koştum. Kapattığım kapı onu yavaşlattı. Evin açık kapısından girdiğim gibi kapıyı kapattım ve saniye farkıyla kaçtım ondan. Ondan, söyleyeceklerinden, en çokta hissettireceği duygulardan kaçtım. Aklım onu affetmekten korkarken, yüreğim onun için çırpınıyordu.

Bu savaşı aklım kazanmak zorundaydı.

Boğazımdaki yumru çok tazeydi, canımı acıtıyordu. Kapıya vuruyordu tüm gücüyle. "Asena!" diye bağırdı acıyla haykırarak. Sesindeki acı sindi içime, acıttı canımı. Ona öfkeli olan tarafım ise haz aldı bağırışından.

"Anne bu adam kim? Yoksa babam gibi mi?" diye sordu Mihrişah korkarak. "Hayır, hayır." dedim hızlıca. "Şimdi odaya git bebeğim Üstünü değiş. Oyuncaklarınla oyna üstünü giyindikten sonra da." dediğimde başını salladı.

Eğilerek onu yere bıraktım. Koşarak odaya gittiğinde derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.

Seni bıraktı, seni aramadı. Seni görebileceğin en kötü kalbin elinde unuttu. Bugün döndü ve utanmadan gülümseyebiliyor. Senin gülümsemeni çaldılar, senin kahkahalarını çaldılar. En son ne zaman içten güldün Asena? En son ne zaman gülümseme yüzünde asılı kaldı? Senin okul yıllarını çaldılar. Kimse gelip kurtaramadı seni o delikten. Babamdan sonra kahramanım sensin, derdin ona. Kahramanın gelip kurtardı mı seni? Cevap yedi tane koca bir hayır. Şimdi geçmişini, yedi yılı unutup onun için ağlayacak mısın?

Aklım baskın oldu. Nefretim, öfkem tüm saflığıyla damarlarımda dolaşmaya başladığında hiddetle vurulan kapıyı açtım.

Eli havada kaldı. Mahalleli gürültüden pencerelere çıkmıştı, sokaklara dökülmüştü.

"Ne var?" dedim öfkeyle. "Ne var Beyzade?"

Göğsü hiddetle inip kalkıyordu. Bakışları yüzümde asılı kaldı. "Asena..." diye mırıldandı. Sanki gerçek oluşuma inanamıyordu.

Bige hızlıca abisinin yanına geldi, elini çekingen bir şekilde abisinin koluna yerleştirdi. "Abi, sonra konuşursunuz. Herkes size bakıyor." diye mırıldandı sessizce.

"Sen, sen nasıl..?" dedi şaşkınlığın sesine vurduğu sözlerle. Bakışlarımı kardeşinden çekip hızlıca ona baktım. "Ne demek sen nasıl?" dedim nefretle. Bunu anladı. Ona olan nefretimi anladı. Ona olan sevgimi en ücra köşeye fırlattığımı anladı.

"Ben aradım seni. Bulamadım," dediğinde sesi titremişti. Koskoca adamın sesi titremişti. "Ben... Sen... Neredeydin..?" dedi duraksayarak.

Çenemi dikleştirdim. Parmağım havaya kalktı ve ona doğru uzandı. "Bir daha, bir daha kapıma dayanıp magandalık yapıp kızımı korkutursan seni pişman ederim Beyzade!" dediğimde duraksadı.

Sanki yüzüne tükürmüşüm gibi afalladı.

Kaşları çatılır gibi oldu ve en sonunda çatıldı. Ağzı açılıp kapandı, iki kelimeyi bir araya getiremedi.

"Kızım mı?" diye fısıldadı.

Ona okkalı bir tokat atmışım gibi sarsıldı. O an, o saniye gözlerindeki parlaklığı gördüm, harelerine yaşlar doldu. Kızarmış gözlerine, yaşlar düştü. Kalbim ona acıyacak gibi olurken, aklım kalbimi durdurdu.

"Evine git Beyzade." dediğimde başını iki yana salladı. "Senden nasıl giderim?" dediğinde, ağzım ona nefretimi kusmak için açıldı fakat sonrasında hızlıca geri kapandı. Dişlerimi birbirine bastırdım. "Bunca sene hiç evsiz kalmış gibi durmuyorsun. Demek ki insanlar evsiz de yapabiliyormuş."

Sözlerimin onda nasıl bir etki bıraktığına bakmadan arkamı dönüp eve girdim. Kapıyı sertçe kapattığımda, Gözlerim karşımdakipencereyi bulurken gözpınarlarım sızladı. Boğazım acıdı. Hıçkıra hıçkıraağlamak istedim. Titrek nefesler alıp verirken mutfağa yöneldim. Dolaptan malzemeleri çıkararak yemek yapmaya başladığımda istemsizce dolap kapaklarını sertçe çarpıyor, sebzeleri sanki ona saplarmış gibi kesiyordum.

Bıçak parmağımı hafifçe kestiğinde gözlerimi sıkıca kapatıp hızlıca suya tuttum. Bir de bayılmamla uğraşamazdım. Parmağımı suya tutarken gözlerim pencereye kaydı. Kalabalık yavaş yavaş dağılıyordu.

Suyu kapatıp parmağıma baktığımda kesiğin derin olmadığını, sadece hafif bir kesik olduğunu gördüm. Derin bir nefes alıp bu sefer daha sakin olmaya çalışarak patlıcanı kesmeye devam ettim. Kabakları ve biberleri de kestikten sonra, kızartma tavasına az miktarda yağ döküp ocağın altını açtım.

Yağın ısınmasını beklerken mutfaktan çıkıp odaya gittim. "Mihrişah." diye seslendiğimde yuvarlak halının üstünde arabalarla oynayan Mihrişah bana döndü.

Üstünü değiştirmiş, sabah çıkarmış olduğu pijamaları geri giymişti. Yatağın üstüne bırakmış olduğu elbisesini aldım. Odadan çıkmadan önce ona döndüm. "Patlıcan, kabak, biber kızartacağım. Seviyorsun sen." dediğimde gülümsedi. Ardından kaşları çatıldı. "Anne o adam kimdi?" diye sorduğunda elimdeki elbiseyi sıktım. Ona gerçeği söyleyecek halim yoktu. Hoş, anlatsam da anlayacak yaşta değildi.

"Yabancı kızım. Ve biliyorsun ki senin yabancı insanlarla konuşman yasak." dediğimde başını salladı. "O sana bağırdı." dediğinde sesi üzgün çıkmıştı. Üzüntünün ardınasaklanmış olan korku da vardı. Kızımıkorkutmuştu. Daha çok öfkelendim. Hafifçe gülümsedim kızım. "Alıştık biz, unuttun mu?" dediğimde dört yaşında bir çocukla yaptığım konuşmadan utandım.

"Neyse," diye geçiştirdim. "Yemek hazır olduğunda çağırırım seni." dedim ve banyoya ilerledim. Kirli sepetine elbiseyi atıp banyodan çıktım.

Mutfağa döndüğümde elime bir patlıcan aldım. Yağa atıp durumu kontrol ettiğimde patlıcanın kızardığını gördüm. Patlıcanları yağa atıp geniş bir tabak çıkarıp kâğıt havluyu tabağın içine yerleştirdim.

Gözlerim onun evine çevrildi.

Bu savaşı kazanan belki ben olmayacaktım fakat onun da kazanmasına izin vermeyecektim. Bunca yılın acısını bir ayda unutmayacaktım.

 

🕯️

 

 

Loading...
0%