Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm: Şifacı

@merve_liviana

Sanki bir rüyada yaşıyormuş gibi geçti 24 yılım. Bir rüyanın içinde, bir masalın içinde, belki de gerçeğin önüne perde çekmiş gibi… Hani demiştim ya hayat beni hiç güneşli günlere uyandırmadı, hep bir fırtınadaydım diye. Aslında ben hep fırtınaya uyanmışım ama önüme devasa bir perde çekilmiş, üzerinde sıcacık bir güneş olan. Amcam çekmiş o perdeyi, kimi zaman ben gitmesin diye uğraşmışım. Her şeye rağmen sevmişim o sıcacık umudu. Ama şimdi ne fırtınamı gizleyecek bir güneşim var ne de bir tutam umudum…

Her şeyin sarpa sardığı bir hayatın içindeyim. İçimde bir yerlerde bilmediğim bir güç var ve ben bu yüzden tehlikedeyim. Peşimde belki on, belki de yüzlerce adam var. Beni istiyorlar ama neden? Düşünmemek için kendimi zorladıkça daha çok dalıyorum bu dipsiz kuyuya.

“Yine nereye daldın gittin?” Bir ses, belli belirsiz bir ses. “Ha? Yok bir yere dalmadım. Uykum var biraz, ondandır.” Çoktan yola çıkmıştık. Hayatımın gözlerimin önünde değişmesini seyrediyordum sadece. Arabaya bindiğimizden beri tek kelime etmemiştim. Bu sefer Atlas’ın şahsi arabasıyla yola çıkmıştık. Nereye gideceğimiz hakkında ufacık bir bilgim yoktu. Merak edecek bir his de yoktu içimde. Sadece gidiyordum, bir boşluğa, bir bilinmeze doğru gidiyordum.

Belki de savaşın ortasında bulacaktım kendimi, beynim vahşi bir savaşın esiriyken bedenimi de savaşın ortasında bulacaktım belki de.

Tekrardan hiç bir şey demeden başımı cama yaslayıp gözlerimi kapattım. Zihnimi esir alan bu düşüncelerden arınmanın tek yolu belki de uykuydu.

Bir kaç saat sonra sert bir darbeyle başımı cama vurdum, daha gözümü açmadan savrulduğumuzu ve cam kırıklarının yüzümü kestiğini hissettim. Gözümü sola korkarak çevirdiğimde Atlas’ın göğsünden akan kanı gördüm. Başını arkadaya yaslamış bir elinde kanla öylece duruyordu.

“Atlas? Atlas? Cevap ver bana ne olur cevap ver Atlas.” Ayağım sıkışmıştı. Biraz uğraştıktan sonra ayağımı olduğu yerden çıkarıp kapımı açtım. Sendeleyerek sürücü kapısına doğru ilerlediğimde arabanın önünden çıkan dumanı gördüm. Bir kaç dakika sonra bir kıvılcımla havaya uçacaktı araba.

Kapıyı açar açmaz Atlas’ın yüzünü iki elimin arasına aldım. “Ne olur aç gözlerini, seni de kaybedemem. Ne olur Atlas aç gözlerini. Yalvarırım.” Sessizlik, koca bir çığlık gibi yüzüme çarpıyordu sessizliği. Ölüyordu, ölüyor muydu? Bana el uzatan son kişiyi de kaybedemezdim. İri vücudunu, güçsüz bedenime rağmen kendime çekmeye çalıştım, başı omuzuma düştüğünde, üst bedenini kucakladığımda üzerimde yaklaşık 100 kilo olduğunu hissettim.

Alnından akan kanı gördüğümde gözümden bir damla yaş yanaklarından süzülüp boynundan aşağı aktı. Biraz daha asıldığımda ayakları koltuğun yanından sıyrılıp buz gibi asfalta dokundu. Arabadan olduğunca uzaklaştırmaya çalıştım. Otobandan ne bir araba geçiyordu ne de herhangi bir yardım alacağım kimse. Öylece ortada kendi canımla değil de onun canıyla savaşıyordum.

Arabadan uzaklaşmıştık. Sırtını yere koyup üniformasının düğmelerini yavaş yavaş açmaya başladım. Göğsünde bir delik vardı, bir de mermi. Üzerimdeki ceketi çıkarıp kanayan yarasına bastırdım ama nafile! Durmuyordu kanaması, ne yaparsam yapayım da durmayacaktı.

Arabadan çıkan kıvılcım tüm arabayı bir alev topuna çevirmişti. Telefonlar, iletişim araçları… Her şey yanıp kül oluyordu.

Atlasın hareketsiz bedenine sımsıkı sarıldım. Sıcak kanı üzerimdeki elbisenin altına geçmiş,bağrımı yakıyordu. Yarası tam kalbimin altındaydı. Nefes almıyor, hareket etmiyordu.

Öylesine geldiğimiz bu hayattan öylesine gidecektik. O da benden öylesine gidecekti, öyle mi olacaktı? Yalvardım o sırada, sadece yalvardım.

“Ey ölüm! Sana yalvarmaktan başka çarem kalmadı. Alma onun canını. Ondan başka kimsem kalmadı benim. Bizi cezalandırmak istiyorsan al benim canımı, razıyım. Ben sevdiğim insanların cesetlerine sarılmaktan çok yoruldum ölüm. Bırak bu kez nefesine, kalbine sarılayım. Ey ölüm! İzin ver, aşık olayım.”

Atlas’ın derin bir nefes almasıyla göğüs kafesi beni yukarı kaldırdı. Yaşıyordu, tabi yaşıyordu. Bırakamazdı. Göğsünden kalkıp başını dizime kaldırdım. Elimle yüzüne gelen bir kaç tutam saçı tuttum. Gözlerini az da olsa açmıştı.

“Kapatma gözlerini. Kapatma sakın. Yardım bulurum sana. Yardım ederim sana ben. Sen yeter ki uyuma.”

Elini kaldırıp göğsüne, yarasının üzerine götürüp gülümsedi. “Sana bir şey oldu mu?” Gözümden akan yaşları silip yüzüne eğildim. “Ben iyiyim, yardım çağırmamız gerek sadece senin için.”

Başımı bir sağa bir sola çevirdiğinde otobanda tek bir araç göremedim. Tam o sırada bir ses duydum, çan sesi. Hayvan çanıydı bu. Birden fazla çan sesiydi. Hayvan varsa çobanı da olurdu, belki yardım ederdi bize. Atlas ne yapacağımı o kadar iyi biliyordu ki daha ben tek kelime etmeden gözlerime baktı. “Git, 05********* numarayı ara. Babamın numarası.”

Giderken defalarca numarayı tekrar ettim. Boş bir arazinin ortasında onlarca keçi vardı ve köşede oturan on sekiz yaşlarında bir çocuk. Yanına koştum, elimi sallıyordum bir yandan. Çocuğun yanına gittiğimde çocuk ayağa kalktı ve başını yere eğip ayakkabımdaki kana kaşlarını çatıp baktı.

“Yardımına ihtiyacımız var. Bir numarayı aramak zorundayım. Bir mahsuru yoksa telefonunuzu kullanabilir miyim?”

Çocuk başını kaldırıp baştan aşağı süzdükten sonra bir kaç adım geriye gitti. “Arkadaşım, kaza yaptık yaralandı. Ulaşmam gereken biri var. Zarar vermem sana, korkmana gerek yok. Sadece acil telefon etmem gerek.”

Cebinden telefonu çıkarıp bana uzattı. Numarayı hızlıca girdikten sonra telefonun çalmasını bekledim. Bir kaç kez çaldıktan sonra telefon açıldı ve telefonun ahizesinden İlyas amcanın sesini duydum.

“Alo?”

Vuruldu mu diyecektim? Kaza yaptık mı diyecektim? Neredeydik? Nasıl konum verecektim? Tekrar sesi geldi. “Alo?”

“İlyas amca ben Derin. Biraz önce bir kaza geçirdik fakat öncesinde Atlas göğsünden vurulmuş. Kan kaybı var fakat yaşıyor. Ne olur yardım et. Araba yandı. Telefonlar da içindeydi. Bir başkasının telefonu bu. Ne olur İlyas amca yetiş.”

Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. Konuşurken dizlerimin üzerine çökmüştüm. Yerdeki taşlar, dikenler dizimi kesiyordu fakat içimdeki acı, dizimdeki acıyı hissetmemi engelliyordu. Bir kaç klavye sesinden sonra İlyas amcanın sesini duydum.

“Sende bir şey var mı?” Niye herkes beni soruyordu? “İlyas amca Atlas kan kaybediyor diyorum. Ben değil onda bir şey var. Bir şeyler yap.” Ve telefonun kapandığını duydum. Diz çöktüğüm yerden karşımdaki çocuğa bakıp telefonu ona uzattım. Fakat o telefonu almak için elini uzatmamıştı.

“Onu çok mu seviyorsun abla?” Uzattığı elini tutup ayağa kalktım. Dizimi çırparken çocuk bir ıslık çaldı ve daha ilkokul çağında bir kız koşarak yanımıza geldi.

“Ayşe ufak bir işim var, hemen gelicem ama. Sahip çık sürüye olur mu?” Kız başını sallayıp çocuğa sarıldı. Kardeşiydi sanırım. Çok güzel bir kızdı. Kumral örgü saçları, koyu kahve gözleri vardı. Kulağının arkasına bir çiçek takmış, masum bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Lina’yı o kadar anımsatıyordu ki şu an büyümüş olduğunu bilmesem kardeşim diye gider sarılırdım.

Boynumdaki inci kolyeyi ve saçımdaki lotuslu tokatı çıkarıp ona uzattım. “Bunlar sana daha çok yakışır.”

Gülümseyip elimdekileri aldıktan sonra yürümeye başladık. Araba harabeye dönmüştü, Atlas ise öylece yatıyordu. Yanına gittim tekrardan, çocuk da benimle beraber gelmişti. Sonrasında ise Atlas’ın kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Ardından kalkıp bana el sallayıp bizden uzaklaştı.

“Atlas, bir sorun mu var?” Başıyla dediklerimi onaylayıp yaklaşmam gerektiğini işaret etti. “Şifacısın Derin.” Durumu anlamaya çalışıyordum. “Başka bir gücün var mı bilmiyorum ama şifacısın.”

“Nereden biliyorsun? Nasıl yani? İyileştiriyor muyum ben? Çok iyi o zaman, yaralısın.” Telaşla elini yarasının üzerine bastırdı. “Bu gücünü bir daha sakın kullanmıyorsun, kim olursa olsun, ne olursa olsun.” Kanlı elini kesik yüzümde gezdirip gülümsedi. “Kurtardığın her can için senin ömründen saatler, günler hatta yıllar gidecek Derin. Sakın yapma bir daha.”

O an anladım ki Atlas tekrardan o şekilde hareketsiz yatsa ben tekrar onu iyileştirirdim. Ömrümden kaç yıl giderdi bilmem ama onu iyileştirirdim.

 

Loading...
0%