13. Bölüm

13. Bölüm: Ölümün Eşiğinde

Mervenur Habacı
merve_liviana

Bir rus klasiğinde okumuştum: Aşktan kaçılmaz, aşkı bulamazsın da. Ancak o seni bulursa bu illete yakalanırsın. Sonu diye sorarsan cevap veriyim. Ya ölümdür ya ilelebet mutluluk. Kaçamazsın, ancak ve ancak ölürsen aşkın toprakla bir olur ve mezarının üstünü renklendirir.

Şimdi çok daha iyi anladım aşkın tanımını. Bedenin yalvarırken zihninin karşı çıkma tezatıymış aşk.

Aşk yok olup, yeniden doğmakmış. Bir olmakmış bir kalpte. Bir olmakmış bir bedende. Ve gerekirse aynı bedende kül olup solmakmış. Ölüme göğüs germek değil, ölüme kucak açmakmış aşk. Sonuçları bir kenara bırakıp anı yaşamakmış.

Benim iki gündür gösterdiğim bu cesaretin sebebiymiş aşk. Ne kadar kabul etmek istemesem bile biliyordum artık gerçeği: Ben Atlas’a aşık oluyordum. O da bana aşık mıydı acaba? Saçmalama Derin. Ne aşkından söz ediyorsun? Benden tam 7 yaş büyük ve bir vazife uğruna yanımda. İyice paranoyaklaştığımın farkına varmaya başladım. Yatağıma geçip arkamdaki kitaplığa göz gezdirip bir kitap aradım fakat ne okuyacağımı bilmiyordum. Öylece bakıyordum sadece. Shakerpeare’ın Romeo ve Juliet kitabına parmağım takıldı. Elime alıp okumaya başladım. Daha ilk sayfalarda gözüme bir cümle takılmıştı.

“Ah bu aşk, gözleri bağlıyken bile nasıl görür gönlümüze giden yolları!” Tam o saniyede kitabı elimden bırakıp başımı yastığa yeniden koydum. Gözüm bir gökyüzü arıyordu, alışkanlıktan dolayı olmalı. Başımı yana çevirip gözlerimi kıstığımda farketmeden içim geçmiş.

Amcamın ölümü benim için bir sıfır noktasıydı, çok pis yeri boylamıştım. Öyle sert düşmüştüm ki bir daha düşemeyecek kadar yerin dibine girmiştim. Oysa hemen yanıma bir merdiven kurmuş Atlas, çukurun derinliğini önemsemeden üstten elini uzatmış. Ve ben, Derin Çakır, o merdivenleri tek tek çıkıyorum. Göğe yükseliyorum. Bir kez daha düşersem bu kez sağ kurtulamam onu da çok iyi biliyorum fakat o merdivenleri tek tek tırmanmaktan başka da bir yol yok. Ya çıkıp anın tadını çıkaracağım ya da bu dipsiz çukurda varlığım unutulup gidecek.

Gözlerimi kapımın önünden gelen bir sesle açtım. Dora’nın sesiydi muhtemelen. Aşırı neşeli, aşırı pozitif bir çocuktu. Yatağımdan kalkıp perdemi sonuna kadar açıp güneş ışıklarının içeri girmesine izin verdim. Sabahlığımı üzerime alıp kapıyı açtım. Kapının önünde Dora vardı. “Aa, uyandın. Günaydın Derin. Kahvaltı yapalım mı beraber? Sen ben ve abim.” Dizimin üzerine çöküp Dora ile aynı boya geldim. “Günaydın Dora, yapalım kahvaltımızı, hemen üzerimi giyip gelsem olur mu?” Başıyla beni onayladıktan sonra merdivenlerden yavaş yavaş inemeye başladı.

Dolapları kurcalayıp bir kaç parça bir şey çıkarttım ve hızlıca üzerime geçirdim. Saçlarımı tarayıp aşağı inmeye başladım. Merdivenlerden inerken sıcak kahvenin kokusu tüm evi sarmıştı. Her şeyden öte bir aile sıcaklığı vardı bu evde. Büyük salona girdiğimde İlyas amca koltukta telefonla konuşuyordu. Başımla selam verip mutfağa doğru yöneldim. Atlas elinde bir tabakla masaya yaklaşıyordu.

“Günaydın Doktor, geç uyumuşsun sanırım. Gözlerin birazcık, ufacık şişmiş gibi. Neyse ki ilacın bende, efsane bir omlet yaptım. Kardeşimin en sevdiğinden, bulutlu yumurta. Hadi gel soğutmadan.”

Ellerimi gözlerimde gezdirip yüzümü buruşturdum. O kadar berbat mı görünüyordum? “Bulutlu yumurta mı? İlk kez duyuyorum. Eminim lezzetlidir.” Dora elimden tutup beni sandalyenin birine oturtup hemen yanıma oturdu. “Yumurtanın içine süt katınca bulut gibi oluyor. Çok gizli bir sırmış, abim öyle diyor. Sakın kimseye söyleme olur mu?”

Yumurtalarımız tabaklarımıza gelince çatalla ufak bir koparıp ağzıma götürdüm. “Gerçekten lezzetliymiş, ilk kez bulutlu yumurta yedim. Bu kadar gizli bir tarifi büyük şeflerden saklamayı unutma Dora.” Sıcacık masamızda kahvaltımızı yapmaya çoktan başlamıştık. O kadar mutlu hissediyordum ki şaşırmaya başlamıştım artık. En şaşırdığım ise bir ailenin parçası olduğumu hissetmeye başlamıştım.

Öyle ki hayat bana çoktan tuzağını kurmuş, uygun anı kolluyormuş. Dışarıdan gelen silah sesleriyle birlikte hepimiz birden irkilmiştik. Salonda oturan İlyas amcanın korlu dolu çığlığını duymamla tüylerimin diken diken olması bir olmuştu. “Derin saklan!”

Yanımda korkudan ağlayan Dora’yı kucağıma basıp merdivenlerden yukarı koşmaya başladım. Koridora bir kaç saniye göz gezdirip durdum. Doranın odası apaçık ortadaydı. Benim odam ise arayacakları ilk yer olurdu. İlyas amcanın kapısını zorladım fakat kilitliydi. Tuvalet ve ya banyo zaten olmazdı. Geriye tek bir seçenek kalıyordu: Atlas’ın odası. Atlas’ın kapısına yaklaştığımızda Dora başını kaldırıp bana baktı. “Abim bizi öldürecek.” Bu şerefsiz itlerin elinde ölmektense Atlas’ın öldürmesini tercih ederdim.

Tereddüt etmeden hızlıca kapıyı açıp içeri girer girmez kilitledim. Nereye saklanacağımızı keşfetmek için gözümü odaya çevirir çevirmez büyük bir şokla bedenim titremeye başlamıştı. Duvarlar yüzlerce fotoğrafla kaplıydı. Yanlarında ise küçük kağıtlar vardı. Bunların hepsi benim fotoğraflarımdı. Kimi gizli çekim, kimi kendi çektiklerimdi. Gözüme ilk çarpan ise masanın üzerinde duran zarftı. Üzerinde kırmızı tükenmez kalem ile altı bir kaç kez çizilmiş ‘Derin’ yazısı apaçık gözümün önündeydi.

Zarfı elime alıp arkasını çevirdiğim sırada Dora’nın sesini işittim. “Derin buraya saklanalım mı?” İşaret parmağıyla yatağın altını işaret ediyordu. Yatağının üzerindeki siyah örtüsü yere kadar uzanıp yatağın altındaki boşluğu kapatıyordu. Eğilip alnına bir öpücük kondurdum. “Aferin sana Dora. Çok akıllıca. Hadi hemen gir.” Yatak örtüsünü kaldırıp Dora’nın yatağın altına girmesini bekledim. Hiç oyalanmadan anında bende girdim ve örtüyü ardımdan düzelttim. Dora’nın korkudan titremeleri giderek artıyordu. Elini tutup başına bir öpücük kondurdum. “Korkma sakın Dora. Bak ben yanındayım. Birinin sana zarar vermesine kesinlikle izin vermem. Prensesler korkmazlar Dora, ben korkmuyorum.”

Elbette korkuyordum fakat korkmamam lazımdı. Korkarsam kaybederdim. Dora elimi daha sıkı tutup dolu gözleriyle bana gülümsedi. “Sen de abim gibi kahraman mısın? Tıpkı onun gibi konuştun.” Kendi canını bile zor koruyabilen birinden kahraman olur muydu? Silah sesleri daha da yakınımıza gelmişti. Ardından bir camın kırılma sesiyle beraber iki el silah sesi duydum. Bu seslerle birlikte ikimiz de başımızı yere gömdük. Bir kaç saniye sonra merdivenlerden gelen ayak seslerini işittim. Hemen Dora’nın kulağına eğilip hiç kıpırdamadan fısıldadım. “Don-Çözül oynuyoruz Dora ve şimdi Don!” Küçük bir çocuğu hareketsiz durdurmanın tek yolu buydu sanırım.

Tahmin ettiğim gibi ilk benim odamdan ses geldi. Kapıyı açmışlar ve bir şeyleri yıkmaya başlamışlardı. O seslerle birlikte daha çok geriliyordum. Koridordaki her kapı tek tek kırılmaya başlanmıştı. Korkunun hiç bir faydası olmayacaktı ve ben gözümü kapatıp derin bir nefes alıp sakinlemeye çalıştım. İçime çektiğim soğuk ve titrek nefesimi dışarıya verirken kapıyı tek seferde kırıp içeriye girdiler. Örtü ve zemin arasında oluşan küçük açıklıktan dışarıya göz attım. Siyah deri ayakkabılı biri odada yavaş yavaş adımlıyordu.

“Küçük kız, bizi çok uğraştırdın ama artık yolun sonuna geldik. Ben senin yerinde olsaydım -ki asla senin kadar aptal olmazdım- şu an saklandığım o pire deliğinden çıkardım. Yoksa bizim çocuklar odada ne var ne yok paramparça edecekler. Buna o yanında sakladığın kız da dahil. Senin akıllı bir kız olduğuna inanıyorum Derin.”

Kısa bir sessizliğin ardından bir anda etrafımızdaki sesler artmıştı. Dora sessizce ağlamaya başlamıştı ama içindeki zehri patlatması an meselesiydi. Yanımıza düşen abajur ve kırılan camın yüzüme sıçramasının ardından kesilen derimden akan kanlar yere damlamaya başlamıştı. Dora’nın vücudu daha çok titremeye başlamıştı; korktuğum ise başıma gelmişti sonunda. Sessiz ağlamaları kaybolmuş yerine hıçkırıklarla ağlamak gelmişti. Etrafımızdaki sesler anında kesilip kısa bir sessizlik oluştu. Ardından bir el yatak örtüsünü tutup çekti. Bitmişti, ne kendimi ne de Dora’yı koruyabilmiştim.

Ben böyleydim işte. Ne zaman bir belaya girsem yanımda kim varsa onları da peşimde götürüyordum. Bir bela mıknatısıydım adeta. Korkmanın ve çocuk gibi saklanmanın zamanı değildi şimdi. Dora’nın başından sıkıca öpüp yatağın altından çıktım. Güçsüz bedenime doldurabildiğim kadar enerji doldurdum. Dora yatağın altından çıkıp yanıma gelene kadar bekledim ve tüm gücümü yumruğuma doğru serbest bırakıp karşımdaki bok yüzlü uzun ve kilolu adama sertçe vurdum. Adam arkasındaki masaya olduğu gibi yapışmıştı. Tek kelime etmeden Dora’nın elini sıkıca tutup merdivenlere doğru koştum.

Merdivenlerin ağzına geldiğimizde Dora’yı kucağıma alıp hızlıca merdivenleri atlatıp tam karşımdaki arka bahçeye açılan kapıya doğru var gücümle koşmaya başladım. Uzağa doğru koşuyordum nereye gittiğimi bilmeden. Tek bir derdim vardı: Uzaklaşmak. Arkamda sesler duymaya başlamıştım. Başımı çevirip baktığımda iki adam peşimden delicesine koşturuyordu. Bahçenin telleri arasındaki boşluktan önce Dora’yı geçirip sonra kendim çıktım ve toprak yola sert bir adım atıp Dora’yı tekrar kucağıma aldım.

Yorulamazdım şu an, yorulursam ölürdük. Tek bir dileğim vardı; bir mucize istiyordum. Bizi kurtaracak bir mucizeye ihtiyacım vardı. Tam o an karşımda bir araba kornaya basmaya başladı. Başımı o yöne doğru çevirdiğimde karargâh da bizi karşılayan askeri fark ettim. Tek bir kelime etmeden arabaya binip kapımı sertçe kapattım. Araba saniyeler içinde yüksek bir hızda hareket edip çalılıkların içine karıştık.

 

Bölüm : 02.02.2025 01:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...