@merve_liviana
|
Herkes hayatında renk ister. Ben kendi rengimi seçtiğimde 10 yaşımdaydım. Üzerime bulanan kanın rengi benim rengim olmuştu. Sevdiğim herkesin kanını üzerimde taşıdım ben. Şimdi ise kendi kanımla mücadele ediyordum. Paltomu göğsüme bastırmaktan başka yapabildiğim hiç bir şey yoktu. Hareket dahi edemiyordum. Sesim çıkmıyordu. Yardım gelmiyordu. Sanırım ölüyordum. Doğduğum gün ölüyordum. Kulaklarımda güçlü bir çınlama yükseldi ve sonrasında kocaman bir hiçlik. Doğduğum yere tekrar dönmüştüm resmen. Olaydan 3 ay önce Son sınavımdı. Eğer bu sınavımı da geçersem üniversiteden mezun oluyordum. En büyük hayalimi gerçekleştiriyordum. Adnan amcamın en büyük hayalini gerçekleştiriyordum. O hep benim kendisi gibi başarılı bir doktor olmamı isterdi. Benim hayallerimi de Adnan amcam süslendirmişti. Son kez derin bir nefes alıp kağıdıma baktım. Son 1 haftadır uyumadan bu sınava çalışıyordum ve sanırım şu an o çalışmaların mükâfatını alıyordum. Sorularımı cevaplayıp eve gittim ve mutfağa, Adnan amcama yardıma yetiştim hemen. “Güzel kızım. Sınavın nasıl geçti? Mezun muyuz?” Hızlıca kollarına attım kendimi. Çocukluğumdan beri neye çok sevindiysem mutluluğumu Adnan amcamın kollarında buldum. “Oluyoruz Adnan amca, mezun oluyoruz.” Sıkıca sarılıp saçımdan öpmüştü. Ellerini önlüğüne silip yüzümü ellerinin arasına aldı. “Bir kutlamaya var mısın Derin?” Çocukluğumdan beri kutlamalara hep yerimde sekerek cevap verirdim. Yine aynısını yaptım ve koşarak odama çıktım. Çantamı yatağımın üstüne bıraktım ve aynadan kendime baktım. Gözlerimin içinde biri vardı ve benimle gurur duyuyordu. Dışarıda çok kasvetli bir hava vardı ve ben havanın aksine bugün prenses gibi hissediyordum. Çünkü Adnan amcam beni kutlamaya götürüyordu. Hızlıca en güzel elbisemi giyip saçımı yaptım. Renkli bir makyaj ve sivri bir topuklu ayakkabı ile kırmızı çantamı alıp odamdan çıktığımda karşımda Adnan amcamı gördüm. Bu sahne bana 5 yaşındaki Derin’i hatırlattı. Firuze ablayla ilk tanışmaya gittiğimde de aynaya dönmüş kravatını düzeltiyordu. Ama o zaman başımda kocaman bir prenses tacı vardı. Ve Adnan amcam çok gençti. Şimdi ise 50’li yaşlarını bitirmek üzereydi. Gözlerinin yanındaki kırışıklıklar, ellerinde ki lekelenmeler bunu fazlasıyla belli ediyordu. Ayrıca Adnan amcam hastaydı. Benden sakladığını düşünüyordu ama Adnan amcam kanserdi. Kolon kanseriyle savaşıyordu. Üzülmemem için bu durumu hiç bana anlatmadı ama ben dosyasında kendi sonuçlarını gördükten sonra o sonuçları profesöre gösterdim ve bu hastalıkla yüzleştim. Daha doğrusu yüzleşmeye cesaretim yoktu ve bunu içime gömdüm. Öylece merdivenin üst basamağından Adnan amcamı izlerken bana baktı. “Bir eksiğimiz var Derin. Yanıma gelsene kızım.” Hızlıca yanına inip sarıldım. Aynadan bana uzun uzun baktı. “Gün geçtikçe daha da güzelleşiyorsun Derin. Ben bile sana bakmaya kıyamıyorum artık. Eğer bir gün bana bir şey olursa-“ Hemen sözünü kestim. “Öyle bir şey olmayacak Adnan amca. Sen beni bırakmazsın. Bende seni bırakmam. Hem bunları konuşup vakit kaybediyoruz. Hadi kutlama vakti geldi de geçiyor.” Arabadan indikten sonra Adnan amcam arkadan bir kutu çıkartıp bana uzattı. “İstediğin kadar büyü Derin, sen hep benim prensesim olacaksın. Şu an karşımda hala o 5 yaşındaki, pileli etekli Derin var.” Kutuyu açtığımda inanamadım. Küçükken durmadan taktığım o prenses tacından vardı. Ama bu seferki daha büyük, daha ihtişamlıydı. “Ben, ben şu an çok mutlu oldum.” Adnan amca karşımda bana gülümsüyordu. Yavaşça tacımı başıma geçirdikten sonra Adnan amcam koluna girmemi istedi. Koluna girdim ve içeriye doğru yöneldik. Gerçek bir prenses gibi hissediyordum. Prenses ve Amcası. Hayır. Prenses ve Babası. Yine hayır. Derin ve Adnan. Biz hep bu şekilde anıldık. Ötesini ne kadar istesem de yapamadım. Masaya geçtik ve yemeğimizi yedik, sohbetimizi edip eve döndük. Herkese göre normal bir şey olan bu etkinlikler benim Adnan amcamla geçirebildiğim kısıtlı vakitlerdendi. Bir kaç gün sonra olan mezuniyetin hayalini kurarak gözümü kapattım. Her gece o günün hayaliyle uyudum ve bir gün gözlerimi o güne açtım. Kırmızı mini elbisem, kırmızı siyah topuklu ayakkabım ve Adnan amcamın aldığı ışıltılı tacım. Hızlıca hazırlanıp heyecanla evden çıktım. Bir kaç adım attıktan sonra çantamı ve ev anahtarımı unuttuğumu fark ettim. Zaten Adnan amcam gelecekti anahtara gerek yoktu. Ama çantamı almam gerekiyordu. Yukarı çıktım ve anahtarımı da çantama atıp evden çıktım. Kepleri atacağımız yer evimize yakındı ve arabayla gitmek istemiyordum. Biraz yürümek istiyordum. Belki de prenses olarak yürüdüğüm son anın tadını çıkarmak istiyordum. Bu mezuniyet töreni Adnan amcamın en büyük hayaliydi. Benden sonra çıkaktı. Çiçek alıp yanıma gelecekti. O baloya büyük bir heyecanla girdim. Öyle samimi bir arkadaşım olmadığı için köşedeki sandalyenin birine oturup Adnan amcamı bekledim. Bir saat çoktan geçmişti. Oysa Adnan amca hiç bir yere geç kalmazdı. Bekledim. Bir umut bekledim. Sadece gelmesini bekledim. Bir köşeye oturdum kepimi ellerimin arasına alıp bekledim. Diplomalar dağıtıldı konuşma yapmam gerekiyordu belki de ama bekledim. Amcam gelirse eğer gurur duyardı benimle. Ama gelmedi. Köşede otururken bir anda gözüme yaşlar doldu. Her şeyi onun için yaptığımı kendime defalarca söyledim. “Amca, ben senin için kazandım. Neden yoksun? Bak en büyük hayalindi kep atmam. Yoksun.” Ama yoktu. Ne telefonlarımı açıyordu, ne de mesajlarıma bakıyordu. Herkes dağılmıştı. Salon bomboş kalmıştı. Ağlayarak eve doğru yürüyordum. Her adımım boşa çıkacak gibiydi. İçimde kötü bir his, durmayan gözyaşları ve geriye doğru giden ayaklarım. Sanki o gün o eve gitmemeliydim. İç sesim bana bir oyun oynuyordu. Gitme, kal burada. İçindeki o berbat hissi dinle. Ama ben, Derin, Adnan Karaca’nın biricik kızı Derin. İç sesimi dinlemedim ve evin kapısının önüne geldim. Zile bastığımda kapıyı kimse açmadı. Anahtarımı çıkardım ve kapıyı yavaşça açtım. Sanırım hayat anahtarımı almamı bu yüzden istemişti. Ev çok karanlıktı. Bir adım atıp ışığı açtığımda elim öylece havada kaldı. Kapı ardına kadar açık, önünde bir kız hemde donmuş halde ve önünde kanlar içinde yatan canından çok sevdiği belki de tek varlığı amcası, yanında ise yardımcı Zeynep hanım. Böyle bir manzara kanımı dondurmuştu. Şaşkınlık içinde yavaş adımlarla amcamın yanına gittiğimde gözümden bir damla yaş süzüldü. Dizlerim titremeye başlamıştı. Adnan amcamın yanına diz çöküp yerde kanlar içinde yatan bedenine baktığımda dudaklarımdan acı bir haykırış koptu, yaşlar ise o haykırışı takip etti. Sarıldım, ağladım, öptüm, kokladım. Kan kokuyordu. Adnan amcam kan kokuyordu. Adnan amcamın yüzünü ellerimin arasına alıp yüzüne baktım. Sanki son bakışımdı. “Yalvarırım uyan Adnan amca. Yalvarırım. Baba uyan. Baba! Nefes alamıyorum. Uyan! Yalvarırım.” Sesimi duyan yan binalardaki komşularımız hızlıca yanıma gelmişlerdi. Kimi polisi, kimi ambulansı arıyor, kimi bana su getiriyordu. En son hatırladığım şey ise çığlıklarımdı. “Baba bırakma beni! Uyan!” Ve sonrası yine yok. Aradan ne kadar süre geçti bilmiyordum ama bildiğim tek şey kolumdaki acıydı. Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. Bir hemşire serumumu çıkartıyordu. Aniden irkildiğimde omuzlarımdan tutup beni geriye doğru yatırdı. Sorularıma asla yanıt vermedi ve hızlıca çıktı. Tek başımaydım. Korkularıma rağmen beni tek başıma bırakmışlardı. Hani demiştim ya herkesin bir rengi vardır diye. Benim rengim kırmızıydı. Bu sefer amcamın kanını elbisemde taşıyordum. Hemde ikinci kez. Ne yapılacağını bilmiyordum. Adnan amcam yaşıyor muydu? Onu da bilmiyordum. Tek bildiğim yalnız kaldığımdı. Yaşadığım sürece bu dünyada tek başıma kalacağımdı. Belki bir ailem olsun diye direndikçe dibe çökmeyi göze alıyordum sanki. Tam mutlu oldum derken hayat tekrar bir darbe vurup bana yeni yollar çizmem gerektiğini söylüyordu. Ama benim ne yeni yol çizecek gücüm vardı ne de kadere boğun eğecek cesaretim. Öylece ortada kalmıştım. Yatakta doğrulup dizlerimi karnıma çektim, başımı dizlerime gömüp ağlamaya başladım. Adnan amcama ağlıyordum. Kendime ağlıyordum. Yalnızlığıma ağlıyordum. Kaç dakika ağladım bilmiyorum ama bir ara kapı çaldı ve içeri polis ve asker üniformalı bir kaç kişi girdi. Ah birde yargılanacak mıydım? Gözümden akan yaşlar durmuyordu. O an gözlerimin önüne Adnan amcam geldi. Ama ben 10 yaşımdaydım ve amcam yerde kanlar içinde yatıyordu, tıpkı bugün ki gibi. Dudaklarımdan tiz bir inilti çıktı ve gözlerimden yavaşça akan yaşlar… Bilincim tekrar yerine gelmişti. Sakinleştirici iğne yapmışlardı. Sabah çoktan olmuştu bile. Saatlerdir uyutuluyordum. Güneş olduğu gibi yüzüme vuruyordu. Elimle gözümün önünü perdelediğimde bir hareketlenme oldu, perdenin kapanma sesini duydum ve tekrar hareketlenme, sandalyenin çekilme sesi ve sesler son buldu. Gözlerimin kamaşması yeni geçmiş, etrafımı şimdi net bir şekilde görüyordum. Sesin geldiği yöne başımı çevirdiğimde biri vardı yanımda. Üzerinde asker üniforması vardı. Elinde sıkıca beresini tutuyordu. Yüzünün neredeyse tamamı kapalıydı. Yüzünde gözlerine kadar kapalı bir maske vardı. Bu maskeleri biliyordum, İlyas amcada da vardı. Adnan amcamın arkadaşında, Albay İlyas Çelik’te de o maskelerden vardı. Gözlerim tekrar doldu fakat karşımdaki kişi buna izin vermeden sertçe ayağa kalktı. “Derin hanım, polis arkadaşlarımı çağırmam gerekiyor. Tutanak için sorgulanmanız şart. Beraberinde bende sorguya dahil olmak mecburiyetindeyim. Eğer sizin için de sakıncası yoksa.” Beresini başına geçirmesini izledim. Yavaşça beresini takıp ellerini önünde bağladı. “Adnan amcam hakkında bilgi almak istiyorum. Tek bir kelime bile yeterli. Hayatta mı yoksa-“ Gür bir sesle boğazını temizleyip başını omzuna yatırdı. “Adnan amcan hakkında maalesef ki ben bilgi veremem. Polis arkadaşlarımı çağırıyorum, iyi görünüyorsun.” Cidden iyi mi görünüyordum. Nasıl iyi görünebilirdim ki? Etrafıma bakınıp telefonumu aradım fakat yoktu. Belki de bir kaç saniye içinde de polisler odayı doldurmuştu zaten. En önde polis üniformalı bir kadın elindeki dosyadan bir şeyler okuyordu, hemen yanında bir sivil kamera kaydını başlatmış beni çekiyordu, arkasındaki bir kaç polis bir şeyler fısıldıyordu ve en öndeki adam -yüksek rütbeli olduğu her halinden belliydi- beni izliyordu. Ben ise gözlerimi biraz önceki asker üniformalı adama çevirmiştim. O kadar polisin içinde ne işi vardı merak ediyordum. “Derin hanım? Kendinizde misiniz?” Hepsi bana bakıyordu. Başımı onaylarcasına salladım. “Gördüğünüz her şeyi anlatmanızı istiyorum.” Yerde kanlar içinde yatan kişiyi öyle kolay anlatabilecek miydim? “Ben, benim mezuniyet törenim vardı. Ben oradaydım. Ama o gelmedi. Bekledim saatlerce.” Gözlerim dolmuştu. Ama polislerin umurunda bile değildi. Sorguya devam etmemi istiyorlardı. “Kim gelmedi Derin. İsim verebilir misin?” İsim verebilir miydim? Adnan amca mı demeliydim baba mı? “Adnan amcam. Adnan Karaca. Geleceğini söylemişti ama gelmeyince tedirgin oldum. Bende eve gittim.” Ellerim titremeye başlamıştı. “Kapıyı açtım ve..” Sanki ciğerlerimde nefes kalmamıştı, sesim öylesine tiz çıkmıştı ki sanki fısıldıyordum. “..ve o yerde yatıyordu. Adnan amcam yerde yatıyordu. Yanında, yanında da Zeynep hanım.” Vücudum titremeye başlamıştı. Üşüyor muydum? “Derin, Zeynep hanım kim? Biraz ondan bahseder misin?” Gözlerim, yatağımın tam karşısındaki asker üniformalı o adama tekrar takıldı. Gözlerimi ayırmadan konuşuyordum. “O yemeklerimizi yapardı, evi temizlerdi. Adnan amcam ise oğlunu tedavi ediyordu.” Bana soru soran polis boğazını temizlediğinde ona kaydı gözlerim. “Hizmetliniz miydi yani?” Hayır. Bunu demiş olamazdı. Nasıl da küçümserdi Zeynep hanımı. “Zeynep hanım bunu dediğini duysaydı çok üzülürdü. Biz ona hep bir abla gözüyle baktık. Hizmetli değildi. Sadece bize yardım ediyordu. Hem, hem o çok temiz kalpli biriydi. Hatta bana annelik bile yapardı. Adnan amcam da babalık yapardı bana. Keşke babam olsaydı. Babam olsaydı. Babam? Babam nerede? Adnan amcam nerede? O? O yaşıyor mu?” Sesim titremeye başlamıştı. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Vücudum daha şiddetli titriyordu bu sefer. Gözyaşlarım hızlanmıştı, ağzımdan tiz bir çığlık sesi çıktığında sadece gözlerini gördüğüm o adam odadaki polisleri çıkartıp hemşire çağırdı. Ve son hatırladığım yine o adamın gözleriydi. |
0% |