Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm: Karargâh

@merve_liviana

Bazen yıkılırız, yerlere düşeriz, dizlerimiz kanar ama sonrasında karşımızda biri belirir ve elimizden tutup bizi ayağa kaldırır. Sonrasında yaralarımızı sarar, iyileştirir ve bizi bir başımıza bırakır. Ben ilk 10 yaşımdayken yıkıldım. 12 Ocak gecesinde amcamı ilk kanlar içinde gördüğümde yıkıldım. Lina benden uzaklaşırken yıkıldım. İlyas amca beni ambulansa götürdüğünde acının kalbimde olduğunu fark ettim. Her yerim kan içindeydi ama benim içindeki yarayı sadece biri görebilmişti. İlyas amcanın oğlu beni iyileştirmişti sanki. Keşke tekrar gelseydi, tekrar oyunlar oynasaydık, tekrar gülümseyebilseydim. Keşke o çocuk şimdi yanımda olsaydı. Keşke ben tekrardan çocuk olsaydım.

Vücudum titriyor, gözlerimden delicesine yaşlar akıyordu. Yalnızlığıma ağlıyordum, her adımımda tek başıma olmama ağlıyordum, Adnan amcama ağlıyordum, bize ağlıyordum. O da beni bırakmak ister miydi acaba? Artık düşünmekten kafayı yiyecektim. Derin bir nefes alıp gözlerimi açtığımda karşımda onu gördüm. Üniformalı o adamı. Arkası dönüktü, yüzündeki maskesini çıkartmıştı sanırım. İki elini de yumruk yapmış, omuzlarını dikleştirmişti. Onu izlemeye başladım. Bir süre öylece kaldı. Omuzları dik, elleri sımsıkı kapalı ve yüzü kapıya dönük. Sonrasında ise ellerini açtı, omuzlarını düşürüp hızlıca bana döndü. Yüzünde kocaman bir bıçak izi vardı. Alnının solundan başlayıp sağ çenesine kadar inen, burnunun üstüne de sinmiş bir bıçak lekesi vardı. Koyu kahve saçları, ela gözleri, kemikli bir yüzü vardı. Başını yere eğip gözünün üstünden bana baktı. “Derin açık açık konuşmak istiyorum. Amcana ne oldu?” Yüzüne şaşkınlıkla baktım. “Ne olduysa anlattım zaten. Daha neyi sorguluyorsun?” Elini karışık saçlarına götürdü, parmaklarını saçlarının arasından geçirip bir nefes verdi. “Derin öncesinde, biri gelip gitti mi? Sen daha evden gitmeden biri geldi mi, son zamanlarda konuştuğu kişiler kimdi? Hali tavrı nasıldı? Onlara verdin ifadeni ama bana ifadeni şimdi benim istediğim gibi vermek zorundasın.” 24 yaşıma kadar kimse bana emrivaki yapmamıştı. Tabi şaşıracaktım, ne olduğunu anlamıyordum zira.
“Tüm bunları sana söylememin bir nedeni var mı? Biraz önce anlattıklarımdan fazlasını neden bilmek istiyorsun?” Yavaş adımlarla yaklaşıyordu. Yaklaştıkça yüzündeki yara daha da belirginleşiyordu. Bir adım daha attı, yatakta doğruldum. Bir adım daha, boynundaki mum dövmesini gördüm. Bir adım daha attığında ise nefesini hissettim, bir adım daha attıktan sonra aniden durdu ve başını sağa sola çevirdi. Ardından hızlıca iki adım atıp ellerini arkada birleştirdi. Yatağımın hemen yanındaydı. “Konuşmak zorundasın, intikam almak için konuşmak zorundasın.” Şu an resmen beynim durmuştu. Ne algılayabiliyordum ne de düşünebiliyordum. “İntikam, peki niye benim intikamımı sen alıyorsun?”Başını bana doğru iyice eğdiğinde aramızda bir kaç karış vardı. “Çünkü bu intikam benim de intikamım Derin. Eğer Adnan amcaya ne olduğunu öğrenirsem…” Yüzündeki yara izi dikkatimi çok fazla dağıtıyordu. “Adnan amcamla senin alakan ne?” Duraksadım, gözlerimi kısıp yüzüne tekrar baktım. “Ona sen mi zarar verdin? Onu benden sen mi aldın?”

Gözlerim dolmuştu ama o bunu fırsat bilip daha da yaklaştı. “Binbaşı Atlas Gökay Çelik. Suçlamalarınızı şimdilik görmezden geliyorum.” Sağ elini uzattı. Benim dikkatimi çeken ise elinin üzerindeki yılan dövmesiydi. Hiç kıpırdamadan öylece yüzüne baktım. “Biraz dinlenmek istiyorum. Birde hemşire.” Geriye doğru adımlar attı ve kapıyı açtı. Tam çıkarken arkasını döndü. “Bu arada elimi sıkmaman ayıp oldu. Üzüldüm.” Ufak bir gülümsemesi vardı yüzünde, hem kaba hem kibar biriydi. En önemlisi o kimdi? Binbaşı Atlas Gökay Çelik kimdi? Atlas Gökay Çelik kimdi? Nasıl tanıdık gelebilirdi bu isim.

O sırada kapım çaldı, boğazımı temizleyip gelmesini istedim. İçeri hemşire girdi, serumumu çıkartıp odadan çıktı. Bir kaç dakika sonra ise tekrar gelip önüme bir kaç kağıt bıraktı. “Taburcu işlemleriniz hazır Derin hanım. Kağıtları doldurduktan sonra çıkış yapabilirsiniz.” Daha kadın konuşmasını bitirmeden kağıtlara uzandım ve kalem istedim. İmzalayıp kadına geri verdim. Arkasını dönüp çıktığında ben çoktan ayaklanmıştım.

“Çok güzel, mini bir elbise ve topuklu ayakkabıyla eve gidicem ha?” Sinirlenip çantamı yatağa fırlattım. Ardından ayakkabılarımı ayağıma geçirip ayakta durmaya çalıştım. Onca sakinleştiricinin ardından bu 13 cm sivri topuklarla ayakta durmak cidden çok zordu. Boyumu hep kısa buluyordum. Adnan amcam hep tatlı olduğumu söylerdi. Boyum 1.60’dı ve ben asla tahammül edemezdim. Sürekli topuklu giyerdim ama şu an işkence gibi geliyordu. Dik durmaya çalıştım, her şeye rağmen bu odadan omuzlarım dik çıkmalıydım. Bir adım attım, bir adım daha ve bir adım daha. Kapının kolunu kavradım ve derin bir nefes aldım, ardından kapıyı açıp dışarıya bir adım attım. Kapının önünde bir kaç polis, hemşireler ve o vardı. Binbaşı Atlas Gökay Çelik. Gözlerimi ondan ayırdım ve bir adım daha attığımda başımın döndüğünü hissettim. Umursamadan ilerlemeye çalışıyordum. Bir adım daha attığımda belimde bir el hissettim. O el belime dokunduktan sonra istemsizce omuzlarımı düşürdüm ve arkamı döndüm. İçimden yalvarmıştım. “Allah’ım n’olur Adnan amcam arkamda olsun.” Fakat arkamı döndüğümde gördüğüm tek şey bir asker künyesiydi. Başımı yukarı kaldırdığımda ise bir çift ela gözle göz göze geldim. Boğazımı temizleyip elini belimden çektim. “Gerek yok ben giderim.” Elimin içiyle durmasını işaret ettim. Hala arkamdan yürüyordu. Bir kaç adım sonrasında ise arkamı dönüp ela gözleriyle tekrar buluştum. “Taksiyle gideceğim. Peşimden gelmene gerek yok.” Ufak bir gülümseme belirdi yüzünde ve başını omuzuna yasladı. “Taksiye kadar eşlik etmek isterim.” Etrafındaki kalabalığı hatırlamış olacak ki boğazını temizleyip başını dikleştirdi, ellerini arkada bağlayıp etrafına bakındı. “Derin hanım görevimi aksatmaktan hiç hoşlanmam. Buraya bir görev icabı geldiysem tamamlamadan da geri dönmem. Devam edelim.” Bir adım atıp yaklaştım. Fısıldarcasına konuşuyordum. “Görevin beni taksiye götürmekse gidelim.” Burnundan, gülümser gibi bir nefes verdi ve başıyla onayladı.

Arkamı dönüp ilerliyordum. Tüm hastane resmen ayakkabımın sesiyle inliyordu. İstediğimde buydu zaten. Dikkat çekmeyi seven bir karakterim vardı. Belki de bir prenses gibi büyütüldüğüm içindi bu özelliğim. Hastanenin kapısına yaklaştığımda yavaşladım ve bir anda arkamı döndüm. Aynı anda o da duraksadı. “Bir gölge gibi takip etmek görevinize dahil mi Binbaşım?” Gülümsüyordu. “Dahil Derin hanım. Sizin gölgeniz olmak benim görevim. İtirazınız var sanırım?” Gözlerimi kısıp başımı iyice kaldırdım, gözlerine anca bu şekilde ulaşabiliyordum. “İtirazım var elbette. Tanımadığım birinin beni durmadan takip etmesi beni daha da tedirgin eder. Ayrıca beni neden takip etme gereğindesin? Bunları bilmek sence de hakkım değil mi?” Eliyle ileriyi gösterdi ve bir adım attım. Yanımda yürümeye başlamıştı. “Daha önce hiç tanışmadığımıza emin misin? Bir yerde karşılaşmış olabiliriz belki.” Şaşkınlıkla yüzüne bakmıştım. “Tanışıyor muyuz?” Başını bana çevirip dikkatle yüzümü inceledi. “Belki tanışıyoruz. Ayrıca tanışmıyor olsak dahi tanışırız. Öyle ki senin tanımadığın birinin peşinde olması gerçekten beni de rahatsız eder.” Kapının önüne çıktığımızda siyah bir VIP araç kapının önünde bekliyordu. Arabanın kapısı otomatik açılmıştı. Tam ayağımı basamağa kaldırırken yanıma bir el uzandı. Onun eliydi. Dövmesinden tanımıştım. “Bu topuklularla çıkman zor olur.” Elini tutup çıkmıştım. Koltuğun birine oturup ayağımı diğerinin üzerine attım ve çantamı kucağıma aldım. Tam karşımda ise Binbaşı Atlas Gökay Çelik vardı. Gözlerimi sürekli ondan kaçırmaya çalışıyordum, o ise gözlerini benden hiç ayırmıyordu. Çok sürmedi kapı kapandı ve hareket ettik.

Arkamı dönüp ilerliyordum. Tüm hastane resmen ayakkabımın sesiyle inliyordu. İstediğimde buydu zaten. Dikkat çekmeyi seven bir karakterim vardı. Belki de bir prenses gibi büyütüldüğüm içindi bu özelliğim. Hastanenin kapısına yaklaştığımda yavaşladım ve bir anda arkamı döndüm. Aynı anda o da duraksadı. “Bir gölge gibi takip etmek görevinize dahil mi Binbaşım?” Gülümsüyordu. “Dahil Derin hanım. Sizin gölgeniz olmak benim görevim. İtirazınız var sanırım?” Gözlerimi kısıp başımı iyice kaldırdım, gözlerine anca bu şekilde ulaşabiliyordum. “İtirazım var elbette. Tanımadığım birinin beni durmadan takip etmesi beni daha da tedirgin eder. Ayrıca beni neden takip etme gereğindesin? Bunları bilmek sence de hakkım değil mi?” Eliyle ileriyi gösterdi ve bir adım attım.

Yanımda yürümeye başlamıştı. “Daha önce hiç tanışmadığımıza emin misin? Bir yerde karşılaşmış olabiliriz belki.” Şaşkınlıkla yüzüne bakmıştım. “Tanışıyor muyuz?” Başını bana çevirip dikkatle yüzümü inceledi. “Belki tanışıyoruz. Ayrıca tanışmıyor olsak dahi tanışırız. Öyle ki senin tanımadığın birinin peşinde olması gerçekten beni de rahatsız eder.” Kapının önüne çıktığımızda siyah bir VIP araç kapının önünde bekliyordu. Arabanın kapısı otomatik açılmıştı. Tam ayağımı basamağa kaldırırken yanıma bir el uzandı. Onun eliydi. Dövmesinden tanımıştım. “Bu topuklularla çıkman zor olur.” Elini tutup çıkmıştım. Koltuğun birine oturup ayağımı diğerinin üzerine attım ve çantamı kucağıma aldım. Tam karşımda ise Binbaşı Atlas Gökay Çelik vardı. Gözlerimi sürekli ondan kaçırmaya çalışıyordum, o ise gözlerini benden hiç ayırmıyordu. Çok sürmedi kapı kapandı ve hareket ettik.

“Ayakkabıların gerçekten çok rahatsız gözüküyorlar. Kendine zarar vermeye bayılıyorsun sanırım.” O sırada gözlerimi ayağıma çevirip gülümsedim. “Evet can yakıcılar biraz.” Onun gözleri de ayağıma kaymıştı. “Gideceğimiz yere yaklaşık yarım saat var. Rahat etmek istersen çıkartabilirsin.” Gözlerimi kısıp gözlerine baktım. “Gerek yok. Ben rahatım. Hem rahat edip etmemem benim kararım. Ben sana üstündeki forma rahat mı diye soruyor muyum?” Karşımda sadece gülüyordu. “Sinirlenince yüzün nasıl da değişiyor öyle. Hem üniformam gerçekten çok rahat. Denemek ister misin?” Tekrardan gülüyordu. Bu sefer daha sesli gülüyordu oysa. “Dalga mı geçiyorsun sen benimle?”

Bir anda ciddileşti ve eliyle durmamı işaret etti. Araba fazlasıyla hızlanmıştı. Camdaki perdeyi ucundan araladığında ise belindeki silahı hızlıca eline aldı. Elim tam perdeye gidecekken arkası dönük bir şekilde bağırdı. “Derin, sakın! O perde açılmayacak.” Ne oluyordu? Ben daha ne olduğunu anlamadan bir silah sesi duydum. Şoför ve arkayı ayıran aradaki bölme indiğinde şoförün yanındaki asker arkasını dönüp bize baktı. “Binbaşım, aynı araba. Ama bu kez kalabalıklar. Ne yapmamızı istersiniz?” Gözlerim ondaydı. Gözlerine bakıyordum. Tam o anda gözlerini sıkıca kapattı ve bir kaç saniye sonra hızlıca açtı. Aracı korumalarını emredip arayı kapattı. Ayağa kalkıp koltuğu kaldırdı. Altındaki kutudan bir anahtar çıkarıp bana uzattı, ardından da bir kağıt verdi.

Elini bir daha kutunun içine uzattığında dikkatle onu izliyordum. Bu kez elinde bir silah vardı ve bana uzatıyordu. Gözlerimi kocaman açıp bir silaha bir ona baktım. “Ben, ben yapamam. Yapamam. Alamam.” Ellerim titriyordu. “Derin umarım kullanmak zorunda kalmazsın ama almak zorundasın. Sen bana emanetsin. Almak zorundasın.” Ne? Ben ona mı emanettim. Nasıl ona emanettim? Derin takıldığın nokta bu mu? Karşında bir binbaşı var ve sana bir silah uzatıyor. Elim titreye titreye silahı elime aldım ve başımı tekrar ona çevirdim. “Ya kullanmak zorunda kalırsam?” Yüzüme doğru eğilip gözlerime baktı. “Hepimiz intikam için yaşarız Derin. Sen de Adnan amcanın intikamı için yaşa.” İçimi bir cesaret kaplamıştı ama gözlerimi onun gözlerinden ayırdığım an kaybolmuştu bu cesaret.

Elimde buz gibi bir silah vardı. Çok ağırdı. Maneviyatı çok ağırdı. Hayatım boyunca insanları kurtarmaktı hayalim, doktor olup onları kurtarmaktı hayalim. Tıpkı Adnan amcam gibi. Şimdi ise elimde bir silahla bekliyordum. Bir kaç el silah sesi duyduktan sonra sesler kesildi ve aradaki bölme tekrar açıldı. Biraz önceki asker tekrar konuşmaya başladı. “Binbaşım arabaları atlattık. Rotayı değiştirmemizi ister misiniz?” Silahını beline tekrar yerleştirip cevap verdi. “Karargâha gidiyoruz.”

Önce elimdeki silaha sonra da yanıma bıraktığım anahtar ve kağıda baktım. Elim titriyordu, bir cinayet makinasını elimde taşımaktan kendi adıma utanıyordum. Başımı kaldırdığımda Atlas’ın başını omuzuna yatırıp, gözleri kısık bir şekilde beni izlediğini gördüm. “Neden bu silah ben, ben anlamıyorum. Kimden kaçıyoruz? Kimden koruyorsun beni? Ben sana neden emanetim? En önemlisi de beni sana kim emanet etti? Bunları öğrenmek zorundaymışım gibi hissediyorum.” Ellerim daha da çok titremeye başladı, o ise yaklaşıp elimdeki silahı aldı ve yanına bıraktı, yanıma gelip bana döndü. Benim ise gözlerim hâlâ karşı koltuktaydı. Sağ elini yavaşça havaya kaldırdı, ben başımı çevirdiğimde ise elini tekrar indirdi. Binlerce kişi emrinde değilmiş gibi bakıyordu, sanki binlerce kişiye hükmetmiyormuş gibi bakıyordu. Gözlerinin içinde hüzün vardı, hemde öyle derin bir hüzündü ki ben bile hissedebiliyordum. “Derin bazı şeylerin izahı yoktur, açıklayamazsın, belki de kelimeler yetersizdir bunun için. Ben sana ne diyebilirim ki şimdi? Nasıl anlatayım kendimi sana? Bilmen gereken hee şeyi ben sana tek tek anlatacağım zaten. Emin ol bunu kimse değil ben yaparım. Ama bana zaman ver, lütfen.” Gözlerini ellerimle buluşturdu. “Adnan amca senin hep iyiliğini istedi. Eğer şimdi yanında olsaydı seni tekrar bana emanet ederdi, ben de seni korurdum. Gölgen olurdum. Seni senden bile korurdum.”
Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Yüzündeki o sert ifadenin aksine gözlerinde bir çocuk vardı. O çocuk bana öylesine merhametle bakıyordu ki uzun zamandır o çocuğa aittim sanki. “Ama koskoca binbaşı neden beni korusun? Güvenlikler, özel eğitim almış korumalar yerine neden sen? Asıl merak ettiğim konu bu.” Ellerini kucağında yumruk yapıp gözlerime doğru eğildi. “Binbaşı olarak yanında değilim. Ben sadece“ Tam o sırada araba durdu ve kapı açıldı. Kapının önünde elinde büyük silahları olan iki asker belirdi. Önden Atlas indi ve elini bana uzattı. “Buraya bir sonraki gelişinde spor ayakkabı tercih etmeni tavsiye ederim Derin hanım.” Gülerek elini tutup aşağı indim.

Hızlı ve düzenli bir yürüyüşü vardı. Hemen yanında yürümek oldukça zordu, özellikle topuklu ayakkabılarımla daha zordu. Bir kaç adım attıktan sonra yanına yaklaşık 40 yaşında biri geldi. Eliyle asker selamı verip durdu. “Binbaşım, Albay İlyas Çelik sizi odasında bekliyor.” Atlas başıyla işaret verip yürümeye devam etti. Ben ise duyduğum isim karşısında şaşkınlıkla ona bakıyordum. “İlyas Çelik mi? Amcamın arkadaşı-“ İleriye bakarak yürümeye devam ediyordu. “Evet Derin. Babam Adnan amcanın arkadaşı. İlyas Çelik benim babam. Ama şu an bunları konuşmak için yanlış zaman. Elbette konuşacak çok şeyimiz var. Zamanını bekle.” Başını biraz çevirip yandan bir bakış attı ve ufak bir tebessüm verdi. Yukarı çıkarken düşünmeye o kadar çok vaktim yoktu ama aklıma ilk gelen şey 10 yaşımdayken beni yalnız bırakmayan o çocuktu. O çocuk Atlas olmalıydı. Ah Derin. Tabi Atlas’tı o çocuk. O sırada dönüp Atlas’a baktım, elimi havaya kaldırıp tam konuşmak için heyecanla nefes aldığım anda vazgeçtim ve elimi geri indirdim. Hiç bir şeyi fark etmemişti, en azından ben öyle sanıyordum. “Evet Derin, o çocukta benim.” Bu kez bana bakıp gülümsemişti. “Ama sen bunu düşündüğümü nasıl bildin?” Öylesine utanmıştım ki yüzümdeki sıcaklığı çok rahat hissedebiliyordum. “Sanırım sesli düşündün.” Sesli gülmeye başlamıştı. Ona eşlik etmeyi çok isterdim fakat gözlerimi yüzündeki gamzesine odaklamıştım.

Bir kaç dakika sonra bir odanın önünde durmuştuk. Atlas bir adım daha atıp omuzunun üstünden bana baktı. Tedirgindim. 10 yaşımdaki gibi, kapısını açınca Adnan amcam karşımda olacak mıydı? Boğazımı temizleyip bir adım attım, Atlas’ın yanına geçtim ve kapının açılmasını sabırsızlıkla bekledim. Heyecanlıydım çünkü gözlerim hala Adnan amcamı arıyordu. Nefes alışverişim değişmişti. Atlas da farketmişti bunu. Kulağıma eğilmiş minik bir nefes almıştı. “Doğruyu söyle yanımda olmak mı heyecanlandırdı seni, yoksa babamla tanışmak mı? Eğer babamla tanışmaksa normal biri, ama eğer yanımda olmaksa seni bu denli heyecanlandıran sebebini bana da açıklarsın sanırım birazdan.” Kıvrımlı dudağıyla derin bir gülümseme bırakmıştı. Ben ise kaşlarımı çatıp gülümsemiştim.

Çok geçmeden kapı açıldı ve önden Atlas girdi, ardından büyük bir adımla odaya girdim. Umduğumun aksine oda çok sakindi. Boştu sanki. Yaklaşık 5 silahlı adam vardı, hepsi askerdi. Bilgisayarın başında bir kadın ve Albay İlyas Çelik. Ama oda çok boştu. Benim gözlerim Adnan amcamı arıyordu. Ben etrafıma bakınırken İlyas amca yanıma geldi. Elini omuzuma koyup diğer eliyle yüzümü okşadı. “Ah güzel kızım benim, güzel Derin’im, Adnan’ın emaneti Derin’im.” O an sanki karşımda Adnan amcam vardı, sanki yüzümü okşayan oydu. Dayanamadım ve başımı göğsüne yasladım. Gözlerimden yaşlar aktığı sırada Atlas’ın sesini duydum. “Boşaltın derhal odayı.”

Gözlerimi sımsıkı kapatıp sadece Adnan amcamı düşündüm. Şu an sanki ona sarılıyordum, saçımda gezen eller onundu sanki. Oysa gerçekler canımı fazlasıyla yakıyordu. Başımı kaldırıp yaşlı gözlerimle İlyas amcaya baktım. “Adnan amcam gibi kokuyorsun, onun gibi sarılıyorsun, hatta kalbin bile onun gibi atıyor. Sen o musun?” Gözlerinin içine bakarken sessizce ağlıyordum. İlyas amca saçımdan öpüp yüzümü ellerinin arasına aldı. “Sen kimi istersen ben o olurum Derin. Yeter ki sen iste.” Onunda gözlerinden bir kaç damla yaş akmıştı. Gözlerim birden Atlas’a kaydı. Yüzünü cama dönmüş, başı yere bakıyordu. Gözlerim ellerine kaydı, avuçlarını sımsıkı kapatmıştı, titrediğini hissedebiliyordum.

Başımı İlyas amcanın göğsünden kaldırıp elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim ve başımı dik tutmaya çalıştım. “Her şey için teşekkür ederim İlyas amca. 10 yaşımdayken de teselliyi sizde buldum, şimdi de teselli sizin kollarınız oldu. Her şey için teşekkür ederim. İzninizle.” Geriye doğru bir adım attığım an Atlas hızlıca döndü. “Nereye?” Gözleri kızarmıştı, burnu da. Bir kaç hızlı adımla yanıma geldi. “Böyle bir durumda nereye?” Gözlerime eğilip gözlerini kıstı. “Canına kastın mı var Derin? Hiç mi canını önemsemiyorsun?” Öyle yakındı ve öyle sinirliydi ki farketmeden geriye bir adım attım. “Evime gitmek istiyorum. Anılarıma dönmek istiyorum. Bunu çok görmezsiniz heralde?” Gözlerim İlyas amcaya döndüğünde onun Atlas’a baktığını gördüm. “Anılarını buraya getirelim o halde. Orası olmaz Derin, canını emniyet altına almak isteyen insanlara da sen bunu çok görme. Gideriz ne istersen alırız oradan ama orada kalmana izin veremem. Anlaştık mı?” Çok kolay sinirlenmezdim ama benim, Derin Çakır’ın özgürlüğünü kısıtlamak… Buna tahammülüm yoktu. Geriye bir adım daha attım, arkamı dönüp kapıya doğru yürüdüm. O sırada İlyas amcanın sesini duydum. “Peki ben istesem burada kalır mısın Derin? Adnan gibi istesem, kalır mıydın?” Başımı çevirerek omzumun üstünden arkama baktım, ikisiyle de göz göze gelmemiştim ama Atlas’ın gözlerinin hala öfkeyle baktığına emindim. “Anılarımı isteseydim, çok mu haddimi aşardım?” Gözümden akan yaşları gülümsemek için kıvrılan dudaklarım karşıladı bu kez. Arkamı dönüp İlyas amcayla göz göze geldik. “En doğal hakkını istemiş olursun. Ne demek haddini aşmak Derin. Sen benim de kızımsın. Tabi isteklerini yerine getiricem.” Arkamı döndüğümde ise Atlas’ın yüzündeki öfkenin silindiğini fark ettim.

Loading...
0%