@merve_liviana
|
Az önce bir umutla girdiğim bu kapıdan farklı duygularla çıkacaktı. Umudumu, hüzünümü, gözyaşlarımı ve hayallerimi ardımda bırakıp kaçmaktı tek düşüncem. Zaten hayatın bana sunduğu tek şans da buydu. Önümde tek bir yol… Camlarla dolu bu yolun devamı nasıldı? Sonunda mutlu olacak mıydım? Bilmiyordum. Ama tek şansım yürümekti. Geçmişte kaldıkça cam kırıklarına dönüşüp sevdiklerimin ayaklarının altına serilecektim, onlara zarar verecektim, belki de en nefret ettiğim kişiliğe bürünecektim. Oysa ben kapının kolunu çoktan kavramıştım. Yeni adımlara kendimi hazırlamıştım. Kapıyı yavaşça açtım ve tam karşıma baktım. Kendimden emin ve sert bir şekilde bir adım artığımda kulağımı tırmalayan tek ses koridorda topuklu ayakkabımın çıkardığı sert ve tiz sesti. Etrafımdaki onlarca rütbeli asker ve görevlilerin sustuğunu hissettim, tüm gözler üzerimdeydi. Gözlerimi biraz kısıp sert bir adım daha attığımda karşımdaki büyük pencereye dokundu gözlerim. Güneş cama çarpıp gözlerime kadar geliyordu. Bir adım daha attım, sonbahar gelmişti, uzun çınar ağacının dalından aşağı süzülen bir yaprak gördüm. Bir kuş misali gökyüzünde süzülüyordu. Oysa bir ölümdü, bir sondu. Biz onun kuş gibi süzüldüğünü söylerken o kendi sonuna hazırlanıyordu. Bir adım daha attığımda benimle beraber bir adım daha hissettim. Başımı çevirip baktığımda Atlas’ı gördüm. Bir büyük adımla yanıma geldi ve ben daha konuşamaya fırsat bulmadan elini havaya kaldırdı. “Buradan çıkana kadar tek bir soru dahi sormak yok. Araca binelim dilediğini sor Derin. Anlaştık?” Başımla onu onaylayıp yürümeye başladık. Karşımda beni buraya getiren minibüs vardı, kapının önünde ise bir kaç koruma. Kapı açıldı, tam adım atacakken solumda belirecek eli bekledim. Niye bekliyordum bilmiyorum ama sanki tekrar elini uzatacaktı, tekrar elini tutup arabaya binecektim. Oysa ben tek başıma bindim. Atlas ise karşıma oturdu. Başını iki elinin arasına alıp yere baktı. Araba hareket ettiğinde ise büyük bir öfkeyle başını kaldırıp bana yaklaştı. “Bir daha ben kendi ayaklarımın üstünde dururum oyununu oynama bana. Boşuna uğraşıyormuşum gibi hissettiriyorsun.” Atlas’ın gözlerindeki o öfkeyi gördüm. Daha önce kimse bana bu denli öfkeyle bakmamıştı, bu duyguya alışık değildim. Korku muydu? Endişe mi? Onun bakışları beni korkutmuştu. Başımı geri çektiğimde gözlerimin dolduğunu hissettim. O sırada vücudumdaki titremeyi hissettim. Bir kaç ay önce yaşadığım o iğrenç olayı hatırlamıştım. Ağustosun ortalarındaydık ve ben hayatımda ilk kez tek başıma bir partiye katılmıştım. Üniversiteden bir arkadaşımın doğum günü partisiydi. En sevdiğim elbisemi giyip anahtarlıktan arabanın anahtarlarını aldım ve son kez aynadan kendime baktım. O sırada arkada Adnan amcamı gördüm. Yanıma geldi ve saçımdan öptü. “Yine de içim hiç rahat değil Derin. Gitmesen mi acaba?” Elini sıkıca tutup sarıldım. “Telefonum hep açık olacak. İstediğin her an arayabilirsin. İçin rahat olsun.” Yarım saat içinde partinin olduğu mekana gittim ve herkes gibi bende eğlenmeye başladım. Bir kaç hocamızda oradaydı. Bir kaç saat boyunca şarkılar çaldı, yiyecekler içecekler servis edildi ve bir pastayla salonun ortasına arkadaşımın etrafına toplandık. Hemen yan masamızda ise Harun hoca oturuyordu. O kadar içmişti ki başını kaldıramıyordu bile. Ben ayağa kalkıp ortaya doğru giderken kolumdan tutup onu dışarı çıkartmamı istedi. Koluna girip dışarı doğru yürümeye başladık fakat arabanın kapısını açtığında beni arabaya bindirip kapımı kilitledi. Ardından hızlıca yanıma geçip iğrenç kokusuyla yaklaştı. O kadar iğrenç kokuyordu ki bayılacaktım. Ben direnmeye başladıkça yaklaştı. Bir ara tokat attığımda gözleri öfkeyle bana baktı ve üzerimdeki elbiseyi çıkarmak istedi. Tam o sırada kapının kilidini açıp dışarı çıktım. Kapıyı sertçe kapatıp salona girdim, çantamı alıp arabama koştum. Bana dokunmuştu, üstelik deli gibi direnmeme rağmen iğrenç elleriyle bana dokunmuştu. Bir süre arabada oturduktan sonra kendimi topladım ve eve gittim. Adnan amcam zaten hastaydı, ona bundan söz edersem eminim daha da kötüleşirdi. Sustum ve içime gömdüm, bir daha hatırlamamak üzere gömdüm. Fakat şu an Atlas’ın bir bakışı bana o olayı hatırlatmıştı. Gözlerime ve kendime hakim olamıyordum. Vücudum titrerken gözlerimden yaşlar akmaya başladı, Atlas geriye bir adım atıp yüzüme şaşkınlıkla baktı. Gözlerimi ondan ayıramıyordum. “Kapıyı aç.” Diyebildiğim tek şey buydu. Hayır dercesine başını sallıyordu, bir yandan da kendini suçluyordu. Araba çoktan hareket etmişti bile. Elim kapının koluna gittiğinde Atlas ayağa kalkıp beni tuttu, yanıma oturup beni sakinleştirmeye çalıştı fakat ben hâlâ deli gibi ağlıyordum. “Derin özür dilerim ben aptallık yaptım, Derin özür dilerim.” Ellerimi onun ellerinin arasından çekip uzaklaştım ve bir kedi yavrusu gibi köşeye doğru sıkıştım. “Derin neden benden korkuyormuş gibi kaçıyorsun. Sana yemin ederim asla sana zarar vermem. Kendi canımı veririm sana dokunanı öldürmek için. Ne olur benden kaçma.” Gözyaşlarım sakinleşmişti, elimle gözyaşlarımı silip çantamdan toka çıkarıp karışmış saçlarımı topladım. Zira çok daralmıştım. Penceredeki perdeyi çekip camı açtım ve çantamdan bir de ıslak mendil çıkarıp yüzümdeki dağınık makyajı temizledim. Atlas ise buzdolabından bir şişe su çıkarıp kapağını açtı ve bana uzattı. Sudan bir yudum alıp kapağını kapattım. “Ben, ben özür dilerim, seninle alakalı bir durum değildi. Bir anda gözümde bir şey canlandı sadece. Seninle alakalı değil, özür dilerim.” Elimdeki şileyi alıp yanıma oturdu. Şişeyi arkasına bırakıp ellerini elime doğru götürdüğü an vazgeçip ellerini yumruk yaptı ve kucağına bıraktı. “Anlat ne oldu? Ne canlandı gözünde? Ne seni bu denli korkuttu? Anlat, ben sadece bunu istiyorum.” Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım ve yaşadığım olayı tek çırpıda anlattım. Ne sözümü kesti ne de tek bir yorum yaptı. Sorduğu tek şey adı soyadıydı. “Unuttum sanmıştım fakat bir anda öfkeyle bakınca o an aklıma geldi. Özür dilerim tepkilerim için.” Başımı kucağımdaki ellerime çevirmiştim. Göz göze gelmek için yere diz çöküp gözlerime baktı. “Asıl ben öyle baktığım için özür dilerim. Ben düşünemedim, sadece biraz öfkelenmiştim.” Başımı kaldırıp gülümsediğimde o da gülümsedi. Yaklaşık beş dakika hiç konuşmadan ilerledik. Araç durduğunda yavaşça kapı açıldı ve tam karşımda evimi gördüm. En mutlu olduğum anları o evde yaşadım, en büyük hüzünlerimi de. 5 yaşımda bir anneye, 6 yaşımda ise bir kardeşe sahip oldum. 10 yaşımda ise ikisini de kaybettim. O ev benim ruhumdu, o ev benim hayatımdı. O ev bana her defasında Adnan amcamı anlatıyordu. Hazır mıydım tekrar onun anılarıyla yüzleşmeye, bilmiyordum. Tam kapının önüne geldiğimizde Atlas bana baktı. “Sana arabada bir anahtar vermiştim, birde kağıt. O anahtar evinin anahtarı, kağıt da amcandan bir mektup. Bu eve gelmek isteyeceğini biliyordu, belki de son bir veda bu ev senin için.” Çantamdan anahtarı alıp kapıyı açtığımda o günü anımsadım. Başımda bir dönme oluştu, 13 cm topukların üzerinde durmak zaten zorken bir de baş dönmesiyle uğraşıyordum. O sırada bir el belimi sardı. Her şeye rağmen hep kendi ayaklarımın üzerinde dururdum fakat o an ne ayaklarımın üzerinde duracak halim vardı ne de ruhumun gücü kalmıştı. Kendimi bıraktım kollarına, destek alarak yürüdüm. Yatak odama girdim, valizime bir kaç parça kıyafet yerleştirdim ve yatağımın başındaki çekmeceye gittim. Orada, çekmecenin altında kırmızı bir kutu vardı. Elim titreyerek onu aldım, üstündeki beyaz şeritin bir ucundan tutup açtığımda ellerim kutunun üzerinde duraksadı. Yere diz çöküp kutuyu önüme çektim, kutunun kapağını kaldırdım ve içindeki onca şeyi bir kenara atıp minik bir kutuyu çıkarttım. Üniversiteye ilk başladığımda Adnan amcam bana bir kolye almıştı. Normal, basit bir kolye değildi. Gözlerimi Atlas’a çevirdim. “Işığı kapatır mısın?” Sorgular gibi yüzüme baktığında tekrar ettim ve ışığı kapattı. Kolyenin üzerindeki tuşa dokunduğumda kolyeden çıkan ışığı duvara doğru çevirdim. Bomboş, cansız duvarda Adnan amcamla benim fotoğrafım vardı. Kolyeyi olduğu yere sabitleyip ayağa kalkmaya çalıştığımda Atlas gelip elimden tuttu. Ayağa kalkar kalkmaz ayakkabılarımı çıkarıp duvara doğru yürüdüm. Her adımımda gözyaşlarım hızlanıyordu. Son adımımda ellerimi duvara, amcamın yüzüne yerleştirdim. Diğer elimi de sol yanağına koyup yüzüne dikkatle baktım. Ben daha 15 yaşımdayken, beraber gittiğimiz bir fuarda, elimizde pamuk şekerlerle çektiğimiz bir fotoğraftı. Atış yapılan bir bölüm vardı, üzerinde ise kocaman bir ayıcık. Gözlerimi ondan ayıramıyorum, Adnan amcam bunu farketmişti. Beraber atış yapmıştık o ayıcık için. Sonucunda ise yerimde zıplayarak ayıcığımla bir fotoğraf çektim. Bu fotoğraf o fotoğraftı. Bir elimde pamuk şeker diğer elimde ayıcık. Adnan amcam bana sarılıyordu. Resme bir daha baktım, bu sefer kendime baktım. Ellerimi oradaki mutlu Derin’in saçlarına götürdüm. Tam o sırada fotoğrafta bir şey fark ettim. Biri vardı arkamda, biraz uzağımda. Yüzünde bir bıçak yarası. Arkamı dönüp Atlas’a baktım, sonra tekrar fotoğrafa. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip arkamı döndüm. “Bu sensin.” Sadece yüzüme bakakalmıştı. Bir cevap vermiyor hatta gözlerini durmadan kaçırıyordu. |
0% |