Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm: Yeni Hayat

@merve_liviana

Yeni bir başlangıç, yeni bir hayat nasıl olurda bu kadar yakınımda biterdi? Daha da kötüsü neden benim bundan haberim yoktu? Önümde tam üç ay vardı. Bugün 15 Ekim’di ve tam üç ay sonra ben yaşımı dolduruyordum.

Atlas’ın olaydan haberi vardı elbet, deyse bu şekilde yüzüme bakmazdı. “Neden bu ev olmaz şimdi anladın mı?” Gözlerimi elimdeki kağıttan ayırıp onun gözlerine baktım, gözlerinin içindeki o acıma duygusuna baktım. Gerçekten acınacak halde mi gözüküyordum? Elimdeki kağıdı düzgünce katlayıp ceketimin cebine koyup fermuarı kapattım. “Acıyormuşsun gibi bakıyorsun bana. Kanımın senden farklı olması acınacak bir durum mu?”

Kendi bedenimle 24 yaşımda tanışıyordum. Acaba içindeki güç neydi? Atlas’a yönelttiğim soruya kendim de gülmüştüm. Evet, acınacak haldeydim ve ya değildim ama ben farklıydım. “Derin, seninle iyi ilişkiler kurmak benim iyiliğime sanırım. Ne de olsa özel güçlerin-“ güçlü bir nefes vererek cümlesini böldüm. “Tamam, madem normal biri değilim, madem peşimde bie bela var, neden sen buradasın? Neden bu tehlikeyi bile bile yanımdasın?” Gözlerini kapatıp başını omuzuna yatırdığında saçları yanağımı okşuyordu. “Çünkü senin bana ihtiyacın var, benim de sana. Biz bir yapbozum kayıp iki parçasıyız. Eğer bana güvenirsen, adımlarıma basarsan beraber kazanırız Derin.”

Nasıl bir yapbozun iki parçasıyız? Onun da mı özel güçleri var? “Senin de mi özel güçlerin var?” Büyük bir kahkaha atmıştı. Ben ise hâlâ şaşkın bir şekilde yüzüne bakıyordum. “Ya niye gülüyorsun? Kayıp iki parça dedin, bana ihtiyacın var dedin, beraber kazanırız dedin. Nasıl bir cevap bekliyim ki bundan.” Tekrardan gülmeye başlamıştı. Kolunu omuzuma atıp parmaklarını saçlarımdan geçirdi.

“Benim de özel güçlerim var elbette. Senin saçının tek bir teline bile zarar gelmesini engelleyen bir gücüm var.” Elini omuzumdan ittirip hafifçe vurdum. “Dalga geçme!” Elimi tutup yaklaştı. “Dalga geçmiyorum.” Bu sefer aynı eliyle diğer bileğimi de kavradı ve iyice yaklaştı. “Gitmeye ne dersin?” Yüzüm kızarmıştı. “Nereye?” Şaşırırcasına cevap vermiştim, o ise karşımda pis pis sırıtıyordu. “Aklından geçen yere değil tabi, yeni evine gidiyoruz.”

Gözlerimi yüzünden ayırıp yere bakmaya başladım. “Haa, evet. Bende o şekilde düşünmüştüm. Yeni evime. Gidelim, yani gitmeliyiz, değil mi?” Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda hiç kıpırdamadan bana gülüyordu. “Tabi gidelim hanımefendi, gitmeliyiz, haklısın. Aklından geçen yer de yeni evindi zaten. Haklısın.” Tekrardan gülmeye başladığında aşırı utandığımı, kızardığımı hissettim. Tam kalkacağım sırada elimi farkettim. Hâlâ aynı şekilde bilelerimden kavramış o şekilde tutuyordu.

“Tamam kalkalım artık. İyice soğuk çıktı.” Ellerimi bırakmıştı ve ayağa kalkıp bana elini uzatıyordu. “Senin işin fazla soğuk değil gibi, biraz fazla kızardın sanki.” Elini tutup ayağa kalktığımda iri vücudunun önünden bir yılan gibi kıvrılarak geçtim ve içeri girdim. Hiç bir şey demeden bavula bir kaç şey atıp kapattım. Arkamı dönüp dizlerimin üstünde çekmecenin önünde durduğum sırada Atlas’ın gözleriyle karşılaştım.

“Hemen bir adım yanımda beklemek de görevine dahil mi Bay Yapboz Parçası?” Elini yatağımın başına yaslayıp başını yere doğru, yüzüme doğru eğip bana baktı. “Varlığım rahatsız ediyorsa hiç sorun yok, giderim.” Doğrulup yanımdan geçti ve kapının gıcırdadığını duydum. Tam olarak gitmesini engelleyen duygu neydi bilmiyorum fakat gitmesini istemiyordum. Hızlıca ayağa kalktım ve yüzümü Atlas’a döndüm. “Gitme!” Odamdan çıkmıştı, kapımın bir kaç adım ötesindeydi. Tekrar ettim. “Gitme Atlas.” Arkasını dönmeden öylece durdu. Hızlıca yanına yaklaştım ve önüne geçtim. “Ben rahatsız olmuyorum.” Bir adım daha atıp iyice yaklaştım. “Sadece seni tamamen tanımak istiyorum-“ Tam o sırada aşağıdaki kapının kırıldığını duyup olduğumuz yerde sıçradık.

Atlas kolumdan asılıp beni odaya geri götürdü. Gelmişti, peşimdeki büyük tehlike beni bulmuştu. “Öldürecekler bizi, Atlas duyuyor musun? Öldürecekler bizi. Ne yapıcaz? Köşeye sıkıştık.” Atlas belindeki silahlardan birini bana vermişti. “Biliyorum eline silah almaktan nefret ediyorsun, tecrübe ettim onu fakat şimdi bir oyunun ortasında olmadığının, çocuk gibi mızmızlanmanın da zamanı olmadığının farkına var ve kendine gel.“ Elime tutuşturduğu silahı düzgünce kavradım ve Atlas’ın komutunu bekledim. “Balkona çıkıyoruz.” Beni önüne alıp balkona çıkarttı. “Umarım yüksekten korkmuyorsundur.” Şaşkın bir ifadeyle gözlerine baktım. “3. Kat olduğunun farkındayım ama birazdan burada olacak tehlikede ölme şansımız daha yüksek.” Gözlerimi iyice açtığımda elimdeki silahı alıp beline yerleştirdi. “Ne demek bu? Atlamıyoruz değil mi? Ben yapamam.” Arkasını dönüp kontrol ettikten sonra havada kalan elimi kavradı. “Yapmak zorundasın, başka bir seçenek sunmuyorum sana. Eğer bu hayata alışma olayında zorlanırsan hayat sana acımaz.”

Gözlerine hem korkarcasına hem de kendimden emin bir şekilde bakıyordum. En son eğilip yerde duran topuklu ayakkabılarımı elime aldım ve başımla onayladım. Balkon korkuluklarımın önünde bir adımımın sığacağı kadar boşluk vardı. Korkuluklara tutunduğum sırada Atlas belimden kavrayıp beni korkulukların önündeki boşluğa bıraktı. Kendisi ise hızlıca, tek seferde yanıma geldi. Yere baktığım sırada korktuğumu hissettim ve anında Atlas’ın sağ elini kavradım. “Üç diyince atlıyoruz, elimi sıkıca tut ve korkma. Anlaştık mı?” Başımla onayladım ve elini daha sıkı tuttum.

“BİR!” Merdivenlerden birilerinin çıktığını duydum.

“İKİ!” Bir ses duydum, yabancı bir ses. “Kız burada.”

“ÜÇ!” Tuttuğum eli hiç bırakmadan kendimi Atlas’la beraber aşağı bıraktım.

Çimlerin üzerine kendimizi bırakmıştık, dışarıdan iki aptal gibi gözüktüğümüze emindim. İlk ayağa kalkan Atlas oldu. “Bir şeyin var mı?” Uzattığı elini tutup ayağa kalktım. “Olması gerekirdi ama yok, şaşkınım.” Yere düşen ayakkabılarımı ayağıma geçirip elbisemi düzelttim. “3. Kattan aşağı atlarken bile topuklu ayakkabılarını mı aldın Derin? Keşke spor ayakkabı tercih etseydin.” Evet doğru bir tercih değildi, sanırım haklıydı. “Balkonda elime ne geldiyse aldım işte, diğer ayakkabılarım aşağıda. Dur bir spor ayakkabı alıyım geliyim.” Arkamı döndüğümde kolumu kavrayıp sertçe yüzüme baktı. “Saçmalama istersen.” Parmaklarımı saçlarımdan geçirip düzelttim. “Burada beklemenin bir anlamı yok, gidelim.” Bir kez daha setçe yüzüme baktı. “Koşacaksın.” Başımla onaylayıp dediği yöne doğru koşmaya başladım.

Buraya geldiğimiz araba yaklaşık 20 metre ilerimizdeydi ama ben artık adım dahi atamıyordum. Başımı arkaya çevirdiğimde beş kişinin arkamızdan koltuğunu gördüm ve hızlanmaya çalıştım fakat şu an bedenim bunu reddedercesine bileğimi burkup yere kapaklandım. “Siktir!” Atlas arkasını dönüp hiç tereddüt etmeden beni kucağına alıp minibüse doğru koştu. Kapı açıktı. Atlas hızlıca içeri girmeye çalışırken başını sertçe kapının üstüne vurdu. Bir kaç küfür savurup hızlıca içeri girdiğimiz anda kapı ardımızdan kapanıp hızlıca hareket ettik.

Arabanın koltuğuna oturduğumda derin bir nefes verip gülmeye başladım. Atlas ise içindeki öfkeyi, daha doğrusu başının acısını saklayamıyordu. “Alnın kızarmış, bu kadar kahramanlık sana fazla geliyor. Dikkat et, kahramanımı kaybedemem.” Yüzündeki acı hâlâ silinmemişti. “Tamam, bir bakalım ne kadar kötü.” Yanına oturup alnını kapatan saçlarını elimle bir kenara çektim, başını çevirip kızarıklığa dikkatle baktım. “Buz var mı araçta?” Aradaki bölmeyi bir düğmeyle açıp sertçe komut verdi. Bir kaç saniye içinde önde oturan adam buzu uzatıp arayı tekrar kapattı.

“Korkma, daha ölmüyorsun. Hem emin ol buna izin vermem.” Buzu başına koyduğumda ufaktan geriye çekildiğinde gözlerine baktım. “Sen gel binlerce eğitimden geç, üstüne binbaşı ol ama bir darbede bu kadar sinirlenip buzdan kaç!” Gülümseyip gözlerime baktığında bende gülümsemiştim. “Sende tıpı bitirdikten sonra benim doktorum mu olmaya karar verdin yani?” Başımla onu onaylayıp biraz daha yaklaştım. “Memnun değil misin yoksa?” Elini dizime koyup gözlerime baktı. “Memnun olmasaydım burada olmazdım bile.” Boğazımı temizleyip biraz geri çekildiğimde eli boşlukta kaldı ve tekrar gözlerime baktı. “Buzu yanaklarına mı tutsak? Benim alnımdan daha çok kızardılar.” Başımı iki yana sallayıp buzu bıraktım ve tekrar karşı koltuğa oturdum.

Yaklaşık kırkbeş dakikalık yolun ardından bir eve geldik. Burası evden çok bir malikaneydi. Benim evim bile şehir dışında olmasına rağmen bu ev tamamen kırsalın içerisindeydi. Yakınındaki yerler geçtim, uzağında bile tek bir bina yoktu. Tamamen bir hiçliğin ortasında; onlarca araba, yüzlerce koruma, onlarca koruma köpeği ve devasa bir malikane duruyordu.

Arabadan indikten sonra bizi bir kaç koruma karşıladı. Biri yanıma yaklaşıp çantamı istediğinde Atlas eliyle beni arkasına aldı. “Yanımda getirdiğim misafirimin üzerini aramak da ne oluyor? Bu nasıl bir saygısızlık?” Atlas’ın arkasından yürüyüp malikanenin kapısının önüne geldiğimizde bir kişi kapıyı açtı, içeri göz attığımda dışarısı gibi evde de onlarca hizmetli ve koruma vardı. İçeri doğru ilerlediğimizde bir kaç kişinin bir yerde toplandığını gördüm ve Atlas’tan bir ses. “Misafirimiz varrr!” Sesi çok çocukça, çok sevinçle çıkmıştı. “Abim geldii.” Ve o kalabalığın içinden bir çocuk sesi. Kalabalığı ikiye ayıran beş yaşlarında bir kızdı.

“Yine geç kaldın. Biz oyuna başladık bile. Abi bu kız kim? Yoksa yeni oyun arkadaşı mı getirdin bana?” Atlas gülüp kızın önünde diz çöktü. “Biraz bizde kalacak, Derin ablanla tanıştırmamı ister misin?” Olduğu yerde zıplayıp yanıma yaklaşıp üstündeki elbisesinin eteğini iki yana ayırıp narince prenses selamı verdi. Aynı şeyi tekrar edip güldüm. “Prensesim merhaba. Ben Derin. Peki senin adın ne?” Bir adım daha yaklaştı. “Benim adım Dora, senin adın da Derin. Çok güzel oyunlar oynarız biz. Değil mi Atlas abi?” Benim yanıma tekrardan diz çöküp bana baktı. “Evet abicim, çok güzel oyunlar oynarsınız ama Derin ablan isterse. Anlaştık mı?” Kaşlarımı çatıp Atlas’a baktım. “Ne demek ben istersem oynayabiliriz. Dora ne zaman isterse oynarız."

Yıllar sonra sımsıcak bir evde hissettim kendimi. Üşüyen vücudum değil kalbimdi. Biricik kardeşim Lina’nın yokluğunu yıllarca kalbimde sakladım, beraber geçirdiğimiz dört yılı her gece tekrar tekrar yaşıyordum. O doğduğunda ben daha altı yaşımdaydım, kucağıma ilk verildiği gün kahve gözlerine bakıp kalbimi ısıtan gülüşüyle güneş benim için doğmuştu. Diğer herkes, her şey benim için Lina’dan değersizdi. Ben kendime bir oyun arkadaşı değil, hayat arkadaşı bulmuştum.

Geceleri ağlardı, yanından ayrılmazdım. Biraz büyüdü ona kitaplar okudum. Hatta ben okumamı, Lina’ya kitaplar okuyarak geliştirdim. Daha da büyüdüğünde Adnan amcam ikimize de onlarca prenses bebek alırdı. Her gün saatlerce oyun oynardık. Öyle ki en sevdiği oyun da buydu: Prensescilik.

Şimdi gelip Dora’nın önümde prenses selamı vermesi, Lina’yla prensescilik oynadığım anları hatırlamama sebep olmuştu.

“İstersen odama beraber bakalım. Ne dersin Prenses Dora?” Uzattığım elimi tutup Atlas’a döndü. “Olur mu abi? Beraber bakalım mı Derin ablanın odasına? Hem gece korktuğumda yanına giderim oyun oynarız belki. Oynar mıyız Derin abla?” Diğer elinden de tutup önüne diz çöktüm. “Oynarız tabi, hem aramızda kalsın geceleri bende korkarım. Bir arkadaşa ihtiyacım olabilir.” Boynuma sarılıp eliyle saçlarımla oynadı. “Hadi gidelim, heyecanlandım ben.” Elimden sıkıca tutup Atlas’ı takip etmeye başladık.

Duvardaki resimleri gösteriyordu. “Bak bunu da Ali abiyle yaptık. Çok güzel yemekler yapar, resimde o kadar becerikli değil ama çok severim onu.” “Derin abla bak bu da Atlas abimle yaptığımız resim. Çocuk benim, büyük olan abim.” Resmi incelediğimde bir kadın daha vardı, Atlas’ın yanında. “O kadın kim peki?” Atlas boğazını temizleyerek merdivenleri gösterdi. “Geldik sayılır.” Hızlıca merdivenlerden çıktığında koridoru işaret etti. “İkinci kapı senin odan.” Kapıyı açıp içeri girdi. Ardından ben ve Lina.

Oda neredeyse tamamen kırmızı renkti. Duvarları bordo, yatak örtüm kırmızı ve ilerideki koltuk parlak kırmızı renkteydi. “Kimin odasıydı burası, kırmızı rengi bu kadar seven bir ben varım sanıyordum.” Derin elimi bırakıp karşıma geçti. “Burası hep kilitliydi. Abim dedi ki buraya bir abla gelecekmiş.” Atlas’a döndüğümde cevap vermek için kaşını kaldırdı. “Burası senin içindi. Babam hazırlamamızı istedi. Bende hazırlattım. Üstelik kırmızıyı kim sevmez ki? Artık burada kalıyorsun. Dora, Derin ablanı biraz odasıyla baş başa bırakalım mı? Keşfetsin odayı.” Dora başını sallayıp odadan çıktığında Atlas’ın kolunu tuttum.

“Resimdeki o kadın kimdi?” Gözlerini benden kaçırıp başka bir yere baktığında cevap verdi. “Annemdi, benim annem.” Derin bir nefes verip devam etti. “Ben daha 12 yaşımdayken kaybettim onu.” Başımı tekrar ona doğru çevirdim. “Peki Dora?” Atlas gözlerimle buluşup yüzünü sertleştirdi. “Odana yerleş, dolabında kıyafetler var. Eksik bir şey var mı bakmanı istiyorum.”

Hiç bir şey demeden arkasını dönüp odadan çıktı ve kapıyı sertçe arkasından kapattı. Yeni bir odaya, yeni bir kardeşe, yeni bir düzene, en önemlisi de yani bir hayata hazır mıyım? Bilmiyordum. Ama hazır olmak zorundaydım.

 

Loading...
0%