@merve_liviana
|
Atlas’ın gözünden: Kendimle yüzleşmeyi, gerçekte kim olduğumu, kimlere emir verip, kimlerden emir aldığımı kendime dahi açıklayamazken hayatıma yeni birini alma düşüncesiyle yanıp tutuşuyordum. Yıllarca bir kişinin arkasında, ona zarar gelmesin diye gölge olarak yaşamışken, onunla bu derece yakın olmak benim için bir dönüm noktasıydı. Onunla ilk kez 17 yaşımdayken tanıştım. Kardeşini ve annem dediği kadını kaybettiği gün amcasının yerde, kanlar içinde yatan bedenine sarılmış, üstü başı kan içinde yanıma gelmişti. O zamanlar babamın yanından pek ayrılmazdım. Araçta bekler ama her yere onunla giderdim. O gün de aynı şekilde arabadaydım. Biraz zaman geçtikten sonra babam kapıyı açtı ve kapının önünde bir kız çocuğu gördüm. Eli, yüzü, çiçekli pijama takımı ve pembe terliği… Arabaya geldiğinde babam yardımcı olmamı istedi, yanına oturduğumda ise irkilmişti. “Ben Atlas, sana zarar vermem asla. Benden korkmana gerek yok.” Başını yerden kaldırıp bana baktığında gözündeki yaşları gördüm. Ayağa kalkıp ıslak bir bez ve bir peçete aldım. Peçeteyle gözyaşlarını sildim ve elime ıslak bezi alıp yüzündeki kanlara doğru götürdüm. Kimi kurumuştu, zor çıkıyordu. Karşımda ise narin bir kız çocuğu vardı. “Sende asker misin?” Yüzümü merakla inceliyordu. “Yok, değilim. Ama çok istiyorum. Sen ne olmak istiyorsun?” Yüzündeki kan lekelerini silip elindekileri silmeye başlamıştım. “Ben doktor olmak istiyorum, hastaları iyileştirmek istiyorum. Amcam da doktor benim, o da hastaları iyileştiriyor. Ben doktor olunca hastam olur musun sende?” Gülümsemiştim ama içim kan ağlıyordu resmen. Bazen hayaller kurarız, gerçekleşmeyeceğini düşündüğümüz hayaller kurarız. Ben o gün, arabada o kızdan hoşlandım ve şimdi yan odamda yatıyor. Beni gerçekten tanısaydı eğer, yanımda kalır mıydı? Derin’in Odası: O kadar yorgun hissediyordum ki etrafı inceleyecek vaktim bile yoktu. Sadece dolabı açıp göz gezdirdiğimde bir takım pijama görüp aldım ve üzerimdeki elbiseyi çıkarıp onu giydim. Saçımı rahat bir topuz yapıp örtümün altına girdim. Odayı o kadar benimsemiştim ki sanki bu benim yatağımdı. Yatağıma uzandığımda yanımdan telefonu alıp açmaya çalıştım fakat şarjım bitmişti. Odaya bakındım fakat bir şarj aleti yoktu. Yatağımdan sıkıntılı bir nefes verip çıktığımda yerdeki terlikleri gördüm. Odanın her ayrıntısına kadar düzenlenmiş olması beni gerçekten çok şaşırtmıştı. Terliklerimi giyip odanın kapısını açtım. Dışarı çıkıp koridora bakındım. Odama gelirken Dora’nın gösterdiği odayı hatırladım. “Burası da abimin odası. Ama sen yine de girme. Bana kızıyor, sana da kızar.” Bir kaç adım atıp kapının önünde durdum. Elimi kaldırıp tam kapıya vuracağım sırada kapı sertçe açıldı. Bin anlık irkilmeyle arkamdaki duvara sırtımı çarptığımda Atlas kapının önünde bana bakıyordu. “Kapı seslerini dinlediğini hiç tahmin etmemiştim.” Elimi sırtıma doğru götürüp Atlas’a doğru bir adım attım. “Yok, ben kapı sesi değil. Yani bir ses dinlemiyordum. Sadece odadan çıkacağım sırada sen gelmişsin. Bir sorun mu var?” Gözüm üzerindeki sweatshirte takıldı. Aynısından benimde vardı. “Hayır, bir sorun yok. Sadece şarj aleti sormak için geldim. Şarjım bitmiş de.” Eliyle beklememi söyleyip odanın aralıklı duran kapısından içeri girip kapıyı ardından çekti. Bir kaç saniye sonra kapıyı açıp dışarı çıktı ve kapıyı tekrar arkasından araladı. “Sende durabilir.” Teşekkür edip odama yöneldiğim sırada aklıma Dora geldi. “Balkonunuz vardır mutlaka. Bana eşlik etmek ister misin?” Başıyla onaylıyordu. “Ceket alsan iyi olur, burası senin balkonun gibi değildir Derin Hanım.” Kapımı açıp başımı ona çevirdim. “Hay hay beyefendi.” Odama girip dolabı açtım ve bir ceketi alıp üzerime geçirdim. Telefonu şarja takıp kapıyı tekrar açtım. Bu sefer kapının hemen önünde Atlas bekliyordu. “Kapı önü karşılaşmalarımız çok ani oluyor, korkuyorum artık.” Gülmeye başlamıştık. Balkona doğru yürümeye başlamıştık. Omzum sol koluna dokunuyordu, başımı kaldırıp yüzündeki bıçak lekesine baktım. “Bir oyun oynayalım mı? Ama mızıkçılık yapmak yasak.” Başını bana çevirip yüzüme baktı. “Ne oyunuymuş bu?” Elimle saçımı düzeltip cevap verdim. “Dürüstlük oyunu.” Merdivenleri çıkmaya başlamıştık. “Sorduğum soruları cevaplamak zorundasın. Aynı şekilde bende senin, tek kuralımız var dürüst olmak zorundasın.” Terasın kapısını açtığında yüzüme soğuk bir rüzgar çarpmıştı. “Ben, Atlas ben burayı hatırlıyorum. Burası ben çocukken-“ “Evet Derin, sen çocukken geldiğin o teras. Çadır halen duruyor.” Merakla çadıra doğru koştuğumda içindeki onlarca oyuncak bebeği gördüm. Üstelik hepsi prensesti. Kocaman tacı olan bir kaç erkek bebek de vardı. “Prensesler… İnanamıyorum.” Atlas’a döndüğümde sağ koluyla omzuma sarılıp bıraktı. Hızlıca çadırın içine girip minderin birine oturdu. “Eskiden daha ufak tefektik sanırım. Şimdi ikimiz ancak sığarız.” Sesli bir kahkaha atıp çadırın dışından onu izledim. “Daha ne duruyorsun. Gelsene.” Eliyle karşısındaki minderi gösterdi ve elini bana uzattı. Elini tutup minderin üzerine oturduğumda dizlerimiz birbirine dokunuyordu. “Haklıymışsın, biraz büyümüşüz.” “Şimdi sana desem ki: Film izleyelim! Ne izlemek isterdin?” Hiç düşünmeden cevap verdim. “Bu ortamda prenses filmlerinden başka ne izlenebilir ki?” Sesli bir kahkaha atıp yüzünü bana yaklaştırdı. “Hiç değişmemişsin. Hemde hiç Derin.” Kahkahasına karşılık verip iki elimi birbirine çarptığımda irkilmişti. “Oyunumuza dönelim o halde. Filmi de oyundan sonra izleriz.” Başıyla beni onaylayıp başını omuzuna yatırdı. “İlk soru senden olsun.” “Bilmediğin bir gücün var, amcanı kaybettin, bildiğim kadarıyla kimsen kalmadı, peşinde bir tehlike var. Şimdi ne yapacaksın Derin?” Gözlerimdeki heyecanla parlayan o yıldız sönmüştü, hayal dünyası değildi burası, olamazdı zaten. Sadece ben çok gerçekçi hayaller kurmaya çalıştım. “Kimsem kalmadı. Ölüme bir adım yakın, bir adım uzağım. Gücüm desen, başıma bela açmaktan başka bir işe yaramadı bu zamana kadar. Belki de yok. Bilmiyorum. Tek bildiğim Atlas, yaşamak zorunda olduğum. Geleceğe dair başka bir planım yok.” Cevaptan tatmin olmamıştı biliyorum. Daha net bir cevap istiyordu. “Yeni bir hayat kurucam kendime. Sıfırdan başlayacağım.” Yüzümü avuçlarının arasına alıp gözlerime öyle içten baktı ki gözlerim dolmuştu. “İzin ver yardım edeyim. Seni gizli gizli korumayayım, izin ver yanında, önünde, arkanda, heryerinde olayım. İzin ver Derin, lütfen bu sefer senin yanında olayım.” Gözlerimi kapatıp ağır bir şekilde iç çektim. “Derin gözlerime bak, bana kapatma gözlerini. Saklama benden duygularını. Ben on dört senedir saklandım senden, sen de herkesten sakladın duygularını. Bir ben gördüm içindeki yalnızlığı,bir ben okşadım kalbini. Sen ne kadar görmesen de beni, ben hep senin yanındaydım.” Gözlerimi açıp, akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim. “Yapayalnız kaldım ben. Sana sırtımı yaşlandığımda arkamdan çekilirsen bu benim son düşüdüm olur. Daha da ayakta kalamam. Anlıyor musun?” Elimi sıkıca tutup bana doğru yaklaşmıştı. Kalbinin çırpınışlarını duyabiliyordum. “Söz veriyorum, ölsem bile sırtını yaslayacak biri olacak hep.” Akan bir kaç damla yaşımı eliyle silip saçlarımı arkaya attı. “Ölmek de yok. Ben başka birini değil, seni istiyorum.” Tekrardan söz verdi, ve tekrar. “Evet Atlas Bey biraz toparlanalım. Çok ağlayınca gözlerim şişiyor. Çirkin oluyorum.” Benimle beraber o da gülmüştü. “Çirkin halinle hiç karşılaşmadım daha önce. Kesin korkunç olursun.” O sesli gülerken benim gülüşlerim azalmıştı. “Aaa Derin, alındım deme bana sakın!” Tekrar güldüğümde şaka yaptığımı anlamıştı. “Soru sorma sırası bende o halde.” İşaret parmağımı havaya kaldırıp konuşmaya başladım. “Dora’nın hikayesini anlatır mısın?” Hiç beklemediği bir yerden sormuştum, hiç istemediği bir yerden belki de. “Hayır Derin. Cidden hayır.” Kaşlarımı çatıp yüzüne yaklaştım. “Neden gerçeklerinden kaçıyorsun Atlas? Acı da olsa yüzleşmen senin için en doğrusu.” Acı bir nefes verip gözlerini gözlerimden ayırdı. “Ben 12 yaşımdayken annemi kaybettim. O zamanlar babam yüzbaşıydı. Babamla annem, evlilik yıldönümünü kutlamak için bir yemeğe çıkacaklardı. Onları uğurlayıp küçük kardeşimin yanına gittim.” “Senin kardeşin mi vardı?” Acı bir tebessümle yüzüme bakıyordu. “Vardı. Mavi gözleri, sapsarı saçları, iki yanağında da gamzesi vardı. Uzun uzun izlerdim ben onu.” “Nerede şimdi?” “Yok Derin. Benim Dora’dan başka kardeşim kalmadı.” Ölmüş olmalıydı, kayıp mı oldu acaba? Annemi kaybettim diyordu. Acaba Atlas’ı terketti mi? Zihnimi kurcalayan onca soru arasından en az can yalanını seçmeye çalıştım. O benim için çok güçlü biriydi, asla yıkılmaz gibiydi. Ama herkesin ince kırmızı çizgileri olur. Saçma bir şey söyleyip onu kırmak, yıkmak belki de en son isteyeceğim şey şu an için. “Ben de kardeşimi kaybettim. Onu benden aldılar. Daha dört yaşındaydı. Ben Dora’yı ilk gördüğümde sanki Lina’yı gördüm Atlas. Senin acını anlayabilirim. Yeter ki sen paylaşmak iste.” Gözünden bir damla yaş aktığı anda yüzünü çevirip kendini saklamaya çalıştı. Ellerimi kalın bileğine sarıp kolunu sıvazladım. “İkimizde yaralıyız, ağır şekilde hemde. Bizim bizden başka da ilacımız yok, kimsemiz yok. Burak aksın gözyaşların, bırak kurusun içindeki nehirler, bırak bu gece çocuklar gibi ağlayalım. Bir daha ağlamamak üzere.” Akan bir kaç damla yaşını da silip yüzüme acı bir tebessümle baktı. “Annemle babam evden çıktılar yemeğe gitmek için. Bir kaç saat sonra biri zilimize bastı. Annemler sanıp kapıyı açtığımda bir grup asker ve yakın arkadaşı Muhsin amca.” Babam, babam dimi? Nasıl babam olabilir? Kayıp değil miydi? Şaşkın gözlerimi iyice açıp Atlas’a yaklaştım. “Hepsinin yüzü normalden daha feci gözüküyordu. ‘Babam nerede? Annem nerede?’ diye sordum ama soruma anında bir cevap alamadım. Muhsin amca önümde diz çöküp beni kucağına aldı. Sımsıkı sarılmıştı. Bir terslik vardı ama kimse tek bir kelime etmiyordu.” Ben hala babamın adında takılı kalmıştım. ‘Muhsin amca önümde diz çöküp beni kucağına almıştı.’ Yaşıyor muydu? ‘Sımsıkı sarılmıştı.’ Kendi çocuğu gibi mi sarılıyordu acaba? Hayır Derin, gözlerin dolmamalı, şimdi ağlayarak bencil gibi mi gözükmek istiyorsun? “İçeri geçtiğimizde kötü haberi aldım. Babamgil kaza yapmış. Mesleğinden dolayı bu kazanın ‘kaza(?)’ olmama ihtimali çok yüksekti. Komplo düzenlenmiş olabileceğini söyledi. İkisi de hastaneye kaldırılmıştı. Ben son kez orada ağladım. Son kez orada döktüm gözyaşlarımı. Yaşıyorlar mı bilmiyordum, ne haldeler haberim yoktu. Tek bildiğim onlardan haber beklemekti. Bana bunu söylemişlerdi. İnanabiliyor musun Derim? Evde bomboş durup onlardan haber beklememi istediler.” Parmaklarını saçlarına geçirip başını yere eğdiğinde boğazından hırıltılı bir nefes çıktı. “Hiç bir şey olmamış gibi beklememi istediler. Hemde yanımda iki aylık kardeşimle. Ben daha çocukken çocuk bakmamı istediler benden.” Gözlerinden akan yaşları artık o değil ben siliyordum. En son ağladığı günü anlatırken belki de ilk kez ağlıyordu şu an. “Ben onlar gittikten sonra kardeşimi alıp hastaneye doğru gittim. Daha çok herkesimi kaybetmeye gitmişim de haberim yokmuş.” Elleri ellerimin aradında git gide titremeye başlamıştı. Bakışları donuklaşmış, koca bir boşluğa bakıyor gibiydi. “Dakikalarca koştum. Kucağımda bir bebekle, kucağımda kardeşimle dakikalarca koştum. Sonra biri geldi, biri daha geldi ve bir kaç kişi daha…” Gözleri benim gözlerimle buluştu. Ellerini yumruk yapıp vücudunu dikleştirdi. Sadece vücut dili bile orada olan olayın onu ne kadar çok etkilediğini anlatıyordu. “Onu aldılar elimden, biri de gelip bir tokat savurdu yüzüme. Issız sokağı içinde çığlık çığlığa haykırmaya başladım. Ben bağırdıkça daha çok vuruyorlardı. Gülay, kardeşim, o karşımdaki adamın kucağındaydı. Olduğum yerden kalkıp hızlıca karşımdaki adamın erkekliğine bir tekme savurdum. Bir anlık acıyla kucağındaki sımsıkı sarılı olan kardeşimi kucağından düşürdüğü anda kucağımı açıp Gülay’ı kucağıma alıp koşmaya başladım. Tam sevinirken ensemde soğuk sivri bir bıçak hissettim.” Kalbi hızlanmış, nefes alışverişleri yavaşlamıştı. “Çocuğu onlara vermezsem ikimizi de öldüreceklerini söyledi. Kendimi asla düşünmüyordum. Ben kendimi düşünebilir miyim öyle bir durumda Derin? Sen söyle suçlu muyum ben? Onu ben mi öldürdüm?” Bir çocuk gibi ağlarken karşısında diz çöküp başını ellerimin arasına aldım. “Biliyorum ben seni, sen yapmazsın, yapamazsın. Sen suçlu değilsin. Orada hee ne olduysa hiç biri senin yüzünden değil. Bırak kendini suçlamayı.” Tekrar bir nefes alıp devam etti. “Yüzümü o şerefsize döndüğümde kardeşimi hızlıca benden alıp arkasındaki adama verdi. Yüzümü sıkıca kavrayıp sağ elindeki bıçakla yüzüme sert bir darbe vurdu. Yüzümden resmen kan fışkırıyordu. Gözümün biri tamamen kan içinde kalmıştı. Elimle yüzümü kapatıp yere kapaklandığımda tam karşımda Gülay’ı, kardeşimi gördüm. Keşke o an ölseydim. Tek bir nefes daha almasaydım.” Ellerini yüzündeki bıçak yarasına götürüp dişlerini sıktığında çenesi belirginleşti, yüzündeki damarlar daha da çok ortaya çıkmıştı. “Bir ses duydum. ‘Buraya bak velet, bana bak. Kime tekme attığının farkına var.’ Gözümü açmaya çalıştığımda bulanık da olsa bir şeyler görüyordum. Tam karşımda benim gibi buz gibi asfaltın üzerinde yatıyordu. Yüzü bana dönük, ağlıyordu. Bir anda ağlaması kesildi. Gözümün önüne akan kanı silip baktığımda koşuşturan adamları gördüm. Gözlerimi biraz yukarı çevirdiğimde ise onu gördüm.” Sessizce gözlerinden aşağı süzülen yaşları artık ne o durdurabiliyordu ne de ben. Onunla birlikte ben de ağlamaya başlamıştım. Sağ elim yüzünde, yeni çıkmaya başlamış sakallarının üzerinde geziniyordu. Sol elimi ise sımsıkı tutuyordu, hiç bırakmayacak gibi. “Yatıyordu öylece ama ağlamıyordu. Bir elim yüzümde, diğer elim buz gibi asfalta dayalı sürünerek yanına gittiğimde şu lanet dünyadan kaybolmak istedim. Benim kardeşim orada, tam karşımda kanlar içinde yatıyordu. Ve ben Derin, ben, Atlas Gökay Çelik, daha da ötesi onun abisi. Ben hiç bir şey yapamadım. Elimi uzatsam dokunurdum belki ama orada korkak bir aptal gibi bekledim. Dokunamadım ona. Son bir kez öpemedim onu.” Elini yumruk yapmış başına sertçe vuruyordu. “Şşş, yapma, Atlas yalvarırım yapma. Hadi duralım, hadi bitirelim. Lütfen.” Başını göğsüme yaslayıp ona sarılmıştım. Bu bizim ilkimizdi. Acı bir sarılmaydı. Gözyaşları üzerimdeki ceketi sırılsıklam ederken sadece saçını okşuyordum. Bir çocuk gibi ağlıyordu, ilk kez bu kadar içten ağlayan birini görmüştüm. Sayıkladığı tek bir şey vardı. “Benim yüzümden öldü!” Küçücük çadırda biz hayat bulduk o gün. Bundan ön dört sene önceki olduğu gibi. Film izlerken dizinde uyumuş kalmıştım. Saçlarımı okşamıştı. Bu sefer ben onun saçlarını okşuyordum. Ağlaması dinmişti. Geri çekilip dizimi kıvırdım. Ne yaptığımı anlayıp başını dizime yasladı. Hiç bir şey demeden elimi tuttu. Bense onun saçlarında hayat bulmaya çalıştım. Bir umut yaşamaktı tüm hayalim, belki yaşarım diyordum bundan sonrası için. Yaşamak zorundaydım. Dizimde yatan bu adam için, içindeki o yaralı çocuk için, kendim için değil, onun için yaşamalıydım. |
0% |